Elbistandan İstanbula Mükrimin Halil Yin ...

Mehmet Gözükara
269

ŞİİR


16

TAKİPÇİ

Elbistandan İstanbula Mükrimin Halil Yinançın anısına

Elbistandan İstanbul’a
-Mükrimin Halil Yinançın anısına-
Bir şair olarak, ELMÜHAY (Elbistan Mükrimin Halil Yinanç Aile) Vakfı tarafından, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinançın vefatının 50. yıldönümü münasebetiyle 25 Şubat 2012 tarihinde İstanbulda yapılacak olan programa davet edildiğimde, yaşanacak onca güzellikten habersiz, kabul ettiğim davette ne gibi sürprizlerle karşılaşacağımı doğrusu ben de bilmiyordum.
24 Şubat 2012 Cuma saat 16da hareket eden otobüsün içerisindeki yolcuların tamamı Elbistandan İstanbula giden davetlilerden oluşuyordu.
İstanbula sabah namazı vakti vardık. Namazı Eyüp Sultan camisinde kılmamızla başlayan İstanbul seyahatimiz, Bahçelievler belediyesinin verdiği sabah kahvaltısıyla devam etti. Kahvaltı sonrasında, İstanbul Büyükşehir Belediyesinin tahsis ettiği arabalara binilerek Topkapıya geçildi; program gereği, Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinançın Merkezefendi mezarlığında bulunan kabri ziyaret edilerek, Ali Sezer hocamızın Kuran tilavetinin ardından Fatihalar okundu. Bilahare, mezarlığın yanı başında bulunan Panorama 1453 fetih müzesine geçildi.
Şimdiye kadar görmediğimiz, bir başka görenin anlatmasını da abartılı bulacağımız muhteşem bir görsel zenginlikle karşılaştık. Hoparlörlerden gelen top sesleri, at kişnemeleri, savaş naraları ve nereye dönseniz sizi kuşatan bir savaş sahnesi...
Panorama 1453 tarih müzesi, resmedilen sahneye yakın bir noktaya inşa edilmiş. Müze Topkapıda, eskiden Trakya otogarının olduğu yere kurulan Topkapı Kültür Parkında yer almakta. Fethin gerçekleştiği sabah, surlarda top güllelerinin açtığı gediklerden Osmanlı askerlerinin şehre girdikleri, Ulubadlı Hasanın surlara şanlı bayrağımızı diktiği, Peygamber Efendimizin Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak feth olunacaktır! Onu fetheden komutan ne güzel komutan, onu fetheden asker ne güzel askerdir sözleriyle asırlar öncesinde müjdelediği an resmedilmiş.
Bizi gezdiren rehberin anlattığına göre; 38 metre çapında bir yarım küre içine 8 sanatçının yaptığı resim üç senede tamamlanmış. Resimde 10.000 figüran çizimi yapılmış. Resmin gerçeğe yakın olması için tarihî veriler sıkı bir araştırmadan geçirilmiş. Surların yıkılmış bölümleri dahi rastgele çizilmemiş, hepsi belgelere dayanmakta. İstanbulun ilk belediye başkanı Hızır Beye sunulan surların tamir raporu esas alınmış. Dünyada panoramik resimlerin dairesel biçimde (360 derece) sergilendiği yerler çok. Ancak gökyüzünün de resme dâhil edilerek yarım kürenin tamamının bu boyutlarda sergilendiği tek yer Panorama 1453 müzesi imiş.
Daha sonra, yine İBBnin arabalarıyla, anma programının yapılacağı, Tünelin ve İstiklal caddesinin başındaki Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezine geçildi. Salon mütevazi bir salondu. Elbistanlılar olarak vaktinde varmıştık. Elbistanda çok da alışık olmadığımız, karşıdaki kişiye verilen değeri hissetmesini sağlamak nezaketini gösteren güler yüzlü, arı-duru insanların arasında geçen her dakikanın bir şey ifade ettiğini her gönül sahibinin kalpten hissettiğini hissediyordum.
Yapılan on dört saatlik yolculuğun yorgunluğunu, bizleri karşılayan sıcak yürekli, temiz yüzlü insanların arasında olmanın verdiği haz unutturmuştu.
Program Prof. Dr. İsmail Kara tarafından yönetilirken açılış konuşmasını Tacettin Yinanç yaptı. Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinançın manevi oğlu, TBMM genel sekreterliği dahil devletin üst düzey kademelerinde görev yapmış kıymetli bir bürokrat olan Tacettin Yinanç, yapılan programın geç kalınmış bir anma programı olduğunu vurgulayarak katılımcılara teşekkür etti.
Açılış konuşmasının ardından ilk konuşmacı olarak söz isteyen Prof. Dr. Refet Yinanç; -ki kendisi Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinançın manevi evladıdır- kahırla karışık öfkeli bir konuşma yaptı. Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinançın Selçuklu-Türk tarihi için ne denli önemli bir isim olduğundan bahseden Refet Hoca, reva görülen vefasızlık karşısında gösterdiği direnci anlattı.
Onun arkasından kürsüye gelen konuşmacılardan Prof. Dr. Fahamettin Başar, Doç. Dr. İlyas Gökhan, mütefekkir-yazar-romancı Mehmet Niyazi ve araştırmacı-yazar Dursun Gürlekin konuşmalarını nefeslerimizi tutarak dinledik.
Programın teşekkür konuşması kısmında Prof. İsmail Kara; Tarihe Adanmış Bir Ömür: Mükrimin Halil Yinanç (ELMÜHAY Vakfı yayını, İstanbul, 2012, 542 s.) kitabını yazan ve Mükrimin Halil Beyle ilgili yazıları Dostlarının ve Sevenlerinin Kaleminden Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinanç (İBB Kültür Müdürlüğü ve ELMÜHAY ortak yayını, İstanbul, 2012, 244 s.) ismiyle derleyen araştırmacı-yazar Ömer Hakan Beye de çok teşekkür ederiz derken İsmail Kara Hocanın bakışlarıyla birlikte salonu biz de taradık; lakin Ömer Hakan Özalp o anda salonda yoktu. İsmail Bey, Ömer Hakan Bey, araştırıp yazmaktan konuşmaya fırsat bulamayan bir kardeşimizdir! diyerek, başladığı sözünü tamamlıyordu.
Program, birbirinden kıymetli akademisyenlerden oluşan konuşmacıların konuşmaları arasında geçen esprilerle yakalanan havada dikkatler dağılmadan tamamlandı ve dinleyenlerin bilgilenmelerinin yanı sıra hoşça da vakit geçirmeleri sağlandı.
Konuşmacılara ve katkıda bulunanlara verilen plaketlerin ardından, Tarık Zafer Tunayadaki program sona erdi.
Vakıf yöneticilerinin yanı sıra Abdulvahap Özalp Hocam, Ar-El Üniversitesi sahibi Kemal Gözükara, Muhsin Özalp, Prof. Dr. Nedim Ünal, Elbistanın Sesi yazarlarından Asuman Atasayar Hanımefendi, Abdullah Yinanç, İsmail Kutlu Özalp, Yüksel Kanar, Kerim Keçebir, amca-yeğen Şaban Kurtlar, Özgü Yayınlarından Hasan Kurt; Maraştan katılan Yaşar Alparslan, Mustafa Kök, Serdar Yakar, Dr. Sadi Günen, Kasım Bal… programda karşılaştığımız hemşerilerimizden bazılarıydı.
Buradan, akşam yemeği için, Sultan II. Abdülhamidin Yıldız parkında bulunan Malta köşküne geçildi. İstanbula ayak bastığımız andan itibaren bizi çekip içine alan bir rüyaya dönüşmüştü seyahat…
Bugün uğradığımız bu son mekan, kendi diliyle, insanın nelere muktedir olduğunun yanında ne kadar da aciz ve zayıf olduğunu fısıldıyordu kulaklarımıza. Kader denilen yazgı, önüne çıkardığı her fırsat için mutlaka bir bedel ödetmiştir insanoğluna. Haksız da değildir hani…
Bu arada akşam da olmuştu. Elbistandan gelen misafirler topluca otele götürüldü. Yorgun olduğumuzdan, bizler için Güngören Nüans otelde ayrılan odalarımıza çekildik.
26 Şubat sabahı 1030da, otele dönmemek üzere eşyalarımızı alarak ayrıldığımız anda, dönüşün ilk basamağında olduğumuz hissine kapıldım. İstanbul Büyükşehir Belediyesinin bizim için tahsis ettiği araç surların yanından bir su gibi akıp geçerken rehberimiz geçtiğimiz güzergâhta yeralan görülmeye değer tarihî eser ve üniversiteleri isimleriyle sayıyor ve az da olsa malumat veriyordu.
Nihayet Sultanahmede ulaştık. Sağ tarafta Ayasofya, sol tarafta Sultanahmet camii… Bu iki muhteşem eserin arasından geçerken, ne yalan söyleyeyim, ellerimi açarak her ikisini de kucaklamak geçti içimden. Arabamız durduğunda, İstanbuldaki en büyük kapalı sarnıcın, Yerebatan sarnıcının giriş kapısında bulunuyorduk. Ayasofyanın batısındaki küçük bir girişten içeri girdik.
Burada sözü yine rehberimize bırakalım. Yerebatan sarnıcı 9.800 m2lik bir alanı kapsayan dev bir yapıdır. Burada her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Belirli aralıklarla dikilen bu sütunlar, her sırada 28 tane olmak üzere 12 sıra meydana getirmektedir. Suyun içerisinde yükselen bu sütunlar uçsuz bucaksız bir ormanı hatırlatmaktadır. Ziyaretçiyi sarnıca girer girmez etkileyen mekanın tavanı tuğla örülü, çapraz tonozludur. Zamanında civarındaki bir bazilikadan dolayı bu isimle anılmıştır. Tarihî yarımadanın ortasında bulunan Yerebatan sarnıcı, M.S. 542 yılında Bizans imparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından Büyük sarayın su ihtiyacını karşılamak üzere yaptırılmıştır. Suyun içinden yükselen mermer sütunların ihtişamından dolayı halk tarafından Yerebatan sarayı olarak da anılmaktadır.
Sarnıcın kuzeybatı köşesindeki iki sütunun altında kaide olarak kullanılan iki Medusa başı Roma çağı heykeltıraşlık sanatının şaheser örneklerinden biridir. Bu Medusa başını buraya koyarak hristiyanların, pagan dininin kalıntılarını ebediyyen su altına gömmeyi amaçladıkları da düşünülmektedir. Medusayla ilgili mitolojiye dayandırılan birçok efsane bu sarnıcı daha da gizemli kılar. Bir söylenceye göre Medusa yeraltı dünyasının dişi canavarı olan üç Gorgonadan biridir. Bu üç kız kardeşten yılanbaşlı Medusa kendisine bakanları taşa çevirme gücüne sahiptir. O dönemde büyük yapıları ve özel yerleri kötülüklerden korumak amacıyla Gorgona kafalarının resim ve heykellerinin konulduğu, Medusanın da bu düşünceyle buraya yerleştirildiği zannedilmektedir. Bir başka rivayete göre Medusa siyah gözleri, uzun saçları ve güzel vücudu ile övünen bir kızdı. Uzun zamandan beri Zeusun oğlu Perseusu sevmektedir. Bu arada Athene de Perseusu sevmekte ve Medusayı kıskanmaktadır. Bunun için Athene, Medusanın saçlarını korkunç yılanlar biçimine sokar. Artık Medusa kime baksa taş kesilir. Daha sonra onu bu haliyle gören Perseus Medusanın büyülendiğini düşünerek başını keser, kesik başı eline alıp düşmanlarını taşa çevirerek birçok savaşlar kazanır. Bu vakadan sonra Medusanın eski Bizansta kılıç kabzalarına ve sütun kaidelerine ters ve yan olarak işlendiği söylenmektedir.
Sarnıç, kurulduğundan günümüze kadar çeşitli onarımlardan geçmiştir. Osmanlı imparatorluğu döneminde iki defa restore edilen sarnıcın ilk onarımı III. Ahmed zamanında (1723) mimar Kayserili Mehmed Ağa tarafından yapılmıştır. İkinci onarım ise Sultan II. Abdülhamid (1876-1909) zamanında olmuştur. Cumhuriyet döneminde ise 1987de İstanbul belediyesi tarafından temizlenmek ve bir gezi platformu yapılmak suretiyle ziyarete açılmıştır. 1994 Mayısında yeniden büyük bir temizlik ve bakımdan geçmiştir.
Burası için ayrılan süre sona erdiğinde, rehber Şimdi Miniatürke gideceğiz! dedi. Bununla birlikte, yolumuzun üzerinde bulunan Gülhane parkında küçük ve güzel bir gezinti yapmayı da ihmal etmedik.
Miniatürke vardığımızda, ellerimize, nüfus cüzdanı büyüklüğünde, bir tarafı barkotlu özel okutma kartları tutuşturulmak ve saat ikide toplanacağımız belirtilmek suretiyle serbest bırakıldık.
İstanbul Büyükşehir Belediyesinin kurduğu Miniatürkte Türkiyenin dört bir yanından seçilen tarih, kültür ve sanat eserlerinin maketleri bulunuyor. Antikçağdan Bizansa, Selçukludan Osmanlıya 3000 yıllık tarih ve kültür mirasımız Haliç kıyısına taşınmış. Kendi içinde kapalı masalsı bir ortam yaratmayı hedefleyen Miniatürk, Anadolu, İstanbul ve eski Osmanlı coğrafyasından eserlerin oluşturduğu üç ana bölümden oluşuyor.
Proje, Haliçi arıtmak ve çevresini eski görkemine kavuşturmak için İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından sürdürülen dönüşüm projesinin de önemli bir parçasını oluşturmaktadır.
Maketi yapılan 1/25 ölçekli eser ve nesneler arasında Alman çeşmesi, Anadolu hisarı, Aspendos, Aya İrini, Anıtkabir, Ayasofya, Bursa ulucamii, Çanakkale şehitleri anıtı, Divriği ulucamii, Efes Celsus kütüphanesi, İzmir saat kulesi, Meryem Ana kilisesi, Mostar köprüsü, Pamukkale, peribacaları, Safranbolu evleri... gibi 105 eser bulunuyor. Bu eserlerin bir kısmının yapımı halen devam etmektedir.
Darendedeki Somuncubaba külliyesinin de yer aldığı bu kültür parkında, gözlerimiz, kimi uzmanlarınca Osmanlı cami mimarisinin kaynağı sayılan Elbistan ulucamiinin maketini de aradı. Ancak, boşuna…
Kuşbakışı izlenebilmesi için seyir terasları da bulunmakta. Alanda, her maketi yakından inceleme olanağı sağlayan yürüyüş aksı ile özellikle çocukların ilgisini canlı tutmayı hedefleyen ve daha hızlı bir tur imkanı sağlayan minyatür tren de var. Yapay bir gölün üzerinde yer alan 42 metre uzunluğundaki Boğaz köprüsü üzerinde yürünebiliyor. Kız kulesi, Osmanlı kadırgası ve deniz araçlarını kuşbakışı izleyebiliyorsunuz. Seyir terasının yanında yer alan restoran ve kafeterya ise yorulanlar ve Miniatürkün tadını çıkartmak isteyenler için düşünülmüş. Haliç ve Miniatürk manzaralı restoranda Türk ve dünya mutfaklarından yemekler bulunuyor.
İstanbul Büyükşehir Belediyesince kurulan stantlarda İstanbul ve İstanbullular için yapılan çalışmaların – işini iyi bilen spiker edalı bayan sunucunun eşliğinde– anlatıldıktan sonra, tekneyle boğaz turu için istikamet belirlenmiş oldu.
Seyyah-ıâlem Evliya Çelebinin seyahatlerine başlamasına neden olan rüyayı gördüğü cami olarak bilinen Eminönündeki Ahi Çelebi camisinde ikindi namazları kılındıktan sonra saat on altıda Eminönü iskelesinde bizi bekleyen tekneye binerek İstanbul boğazına açıldık. Tekne boğazın sakin görünüşlü sularında ağır ağır ilerlerken, bizlere, seyrine doyulmaz manzaraları seyretmek kalıyordu. Akşam yemeği vakti gelip çattığında teknede – daha önceden tekneye alınarak misafirlere ikram edilecek olan yemekler– tatlı bir telaşın eşliğinde masalara servis edilmeye başladı. Teknede olan herkes o ânın keyfini çıkarmaya çalışıyor; kimileri resim çektirirken, kimileri de resim çekiyordu. Kısacası, İstanbulda Elbistanlı olmanın ayrıcalığını yaşıyorduk…
Tam boğazın ortasında Tacettin Yinanç, Ömer Hakan Özalp, Yaşar Alparslan, Fatih Köşker, Serdar Yakar, Mehmet Yinanç, İlyas Gökhan, Mustafa Kök, Yaşar Özkara ve Reşit Yinanç tarafından programla ilgili birer konuşma yapıldı.
Eminönünden başlayan turumuz; Galata köprüsünün altından geçilerek Avrupa kıyılarını takiben Karaköy, Tophane, Kabataş, Dolmabahçe, Beşiktaş, Ortaköy, Sarıyer ve Rumelihisarına kadar sürdü. Dönüş karşı-Anadolu kıyılarından; Anadoluhisarı, Kandilli, Çengelköy, Beylerbeyi, Kuzguncuk, Üsküdar, Salacak önlerinden oldu. Dolmabahçe ve Çırağan sarayları, Fatih Sultan Mehmed köprüsü, Galatasaray adası, Anadolu ve Rumeli hisarları, Küçüksu kasrı, Kuleli askerî lisesi, camiler, yalılar ve nihayet Kız kulesi bellibaşlı akılda kalanlardır. Turumuz, başladığı yer olan Eminönü iskelesinde son buldu.
Dönüş yolunun uzunluğundan dolayı kısa kesilmek durumunda kalınan tur burada bitmişti. Geride kalanlarla vedalaşarak, otobüsümüze binmek üzere arabalara atladık.
Tadı damağımızda kalan seyahatimiz, güzel anılarımız arasındaki yerini almış oldu. Bu yazı işte bu zevkin ürünüdür.
Başta, Mehmet Yinançın şahsında, bize bu ayrıcalığı yaşatan ELMÜHAY Vakfı yetkilileri olmak üzere Prof. Dr. Refet Yinançla Tacettin Yinança; vardığımız andan itibaren yakın ilgi ve alakasını esirgemeyen Ömer Hakan Özalpa; programa davet eden Sabahattin Yinanç ve Reşit Yinança; Elbistandan başlayan yolculuğu gidiş ve dönüşte yan yana yaptığımız Kasım Bala ve nihayet tüm Yinanç ailesi ile, bizimle özel olarak ilgilenen Uğur Yinanç ve Nurullah Erkılıça ve bu yolculukta bizlerle olan gönül dostlarına teşekkür ederim.
Bunca güzelliklerin yaşanmasına vesile olan Ord. Prof. Mükrimin Halil Yinançı da rahmetle anıyor, yattığın yer nur olsun diyorum.
Şair Mehmet Gözükara

Mehmet Gözükara
Kayıt Tarihi : 19.4.2012 00:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Gözükara