Elazığ Kalemleri X Şiiri - İlhami Bulut

İlhami Bulut
420

ŞİİR


19

TAKİPÇİ

Elazığ Kalemleri X

CİHAN BERDİBEK

'Elazığ Kalemleri' genç bir şairimizle sayfalarını donatmaya devam ediyor. Şiire gönül veren bir şair; bu şairimiz Cihan BERDİBEK
Cihan Berdibek 1980 Elazığ doğumlu, ilk, orta, lise ve yüksek öğrenimini Elazığ'da tamamlar. Halen de Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi 4.sınıf öğrencisi olan Berdibek; bir kamu kuruluşunda teknik personel olarak çalışmaktadır.
Şairin içindeki sınırsız şiir aşkı 2010 yılında dizelere intikal etmeye başlayarak; 2015 yılında ilk eseri olan;
-YÜREĞİMİN DEPREMİ
İsimli şiir kitabını okuyucularıyla buluşturur.
Bu kapağın altında sevgi, ölüm, ayrılık, aşk gibi duygusal konuların ağırlık taşıdığı, okurun kalbine seslenen sadece iç dünyaya yansıtmakla kalmayıp; nesnel dünyadan kaynaklı duygu ve düşleri de içeren dizeleri buluruz.
Coşkun bir duygu estetiğini kendi tarzına ait kalıba dökerek ilham dolu yer yer şarkı formatı içeren seslenişlerle bu şairimiz şiir dünyasına giriş yapmıştır.
Albert Camus der ki yazmak iki kez yaşamaktır. Şairimiz de hayatı iki kez yaşayanlardan olsa gerek;

SANA GEÇ KALDIM
Hayat sürükledi,bu yalnızlığa,
Herşeye yettim de,sana geç kaldım,
Aslında düşmezdim,bu aymazlığa,
Herşeye koştum da,sana geç kaldım...
Mazide ne varsa,tek tek tükendi,
Verilen sözlerin,hepsi yalandı,
Uğruna öldüğüm,insanlar vardı,
Herşeyi gördüm de,sana geç kaldım...
Düğüm düğüm sevdan,şu yüreğimde,
Herşey de sen varsın,gözün gözümde,
Ne varsa yaşadım,yalan Dünya'da,
Herşeyi bildim de,sana geç kaldım...
Farkına varmadan,ağarmış saçlar,
Hayal olup uçmuş,bir bir umutlar,
Canıma kıydılar,zalim insanlar,
Herşeye kandım da,sana geç kaldım...
Dildar'ım bana ne,sensiz hayattan,
Sensizse Olmasın,ömür mevlâdan,
Sevdamı görür ki,yüce yaradan,
Herşeyi sildim de,sana geç kaldım,
Herşeyi çözdüm de,sana geç kaldım...
Şairin bazı şiirleri ulusal ve yerel radyolarda okunmuş,
Şairimiz ayrıca; bazı STK'larda yönetim kurulu üyeliği ve başkanlık görevlerinde de bulunmuştur. Başlıca görev aldığı STK ve yöneticikleri şöyledir; - BASK (bağımsız kamu görevlileri sendikası) Yapı imar şubesi Elazığ il temsilciliği - BASK (bağımsız kamu görevlileri sendikası) genel merkez sosyal hizmetlerden sorumlu yönetim kurulu üyeliği - KAMUSEN Elazığ il temsilciliğinde Türk Yapı İmar SEN şubesinde eğitim sekterliği - ÜLKÜ-TEK Elazığ şubesi ikinci başkanlığı gibi görevlerde de bulunmuştur.
Halen Elazığ Haber- haber portalında haftalık kültürel yazıları da imzalayan şairimiz evli ve iki çocuk babasıdır.
Bir şiiriyle selamlıyor. Başarılarının devamını diliyoruz.
KİME NE
sensizken bu kaçıncı,hüzne dolan kadehim
söylesene kime ne,ben varmışım yokmuşum
sokaklarda yıllardır,yokluğunla beterim
söylesene kime ne,ben varmışım yokmuşum...
soğuklarda kim örttü,şu fukara bedenim
gözyaşımı kim gördü,ben her gece dökerim,
çıkılmaz yollardayım,bir başıma giderim,
söylesene kime ne,ben gitmişim dönmüşüm...
deli düvel duydu da,sana olan sevdamı
bir sen duymadın zalim,gönlümdeki meramı
kimler silecek şimdi,alnımdaki karamı
söylesene kime ne,ben yanmışım sönmüşüm...
açım,tokum bilmedim,hiç kimseyi sevmedim
yaşadığım her anı,hasretinle süsledim,
doğacak her günüme,gözlerini diledim
söylesene kime ne,ben sevmişim bitmişim...
dildar yüreğimdeki,en vefasız yar oldun
sevmesini bilmedin,her gün gönlümden vurdun
bile bile ömrüme,deli sevdanı koydun
söylesene kime ne,ben varmışım yokmuşum
söylesene kime ne,ben doğmuşum ölmüşüm..
Cihan BERDİBEK

İHSAN NAZİK

Bu makale 2015-06-30 12:40:27 eklenmiştir.

İLHAMİ BULUT

‘Elazığ Kalemleri’ bu kez de yine Elazığ topraklarından neşet etmiş, şiir yazmayı hayat biçimine dönüştürmüş; sürekli şiirsel duygularla lebaleb dolu bir şairimizle birlikte olacağız; bu şairimiz İHSAN NAZİK.
Nazik 1958 yılında dünyaya avdet eder, ortaokul mezunu olan bu halk şairimiz küçük yaşta şiire başlar.
-Cemre Düşünce
-Aşık Şenlik Aşkına
-Benim Sevdam
İsimli üç şiir kitabını imzalayan şair İhsan Nazik;
Elazığ mahalli basınında; Nurhak, Uluova, Turan, Yeniçağ, Günışığı, Malatya Hakimiyet, Şanlıurfa Gap Gündemi, Kars Hüryurt Gazetesi’nde Ortadoğu Kerkük, Bizim Ece, Harput’tan Esinti, Kardaşlık gibi dergilerde şiirleri yayınlanmıştır.
Bir şiirini paylaşalım;

CAN AZERBAYCAN
Tanrı dağlarıdır ata yurdumuz,
Öz be öz kardeşiz Can Azerbaycan,
Kuruçay kültürün ortak paydamız,
Derbend’e bin selam Can Azerbaycan.
Karabağ, Hocalı taptaze yaran,
Ermeni değil mi sincice vuran,
Sende fırsat kolla döner bu devran,
Kan kustur o zaman Can Azerbaycan.
Güneyin sancısı nerdeyse asır,
Toprağı insanı tümüyle esir,
İstiklâl kavgamız olmadı ki sır,
Bozkurt yürekliyiz Can Azerbaycan.
Nahçıvan balandır şimdi çok uzak,
Zalimler yoluna kurdular tuzak,
Sarıp sarmalarım yanındayım bak,
Hiç tasada kalma Can Azerbaycan.
En zirve noktandır koca Kafkaslar,
Dede Korkut yurdu emsalsiz diyar,
Uğruna can vermiş şehitlerim var,
Hoy gülüyle donat Can Azerbaycan.
Dağlarında gezer Geyik, Karaca,
Neftinle gazından gelirin bolca,
Şairin ozanın hele coşunca,
Bir başka güzelsin Can Azerbaycan.
Bükü’nün önünde Hazar Denizi,
Oraya uzanır davamın izi,
Kıskanan kıskansın bu sevgimizi,
Bitsin sevdamız Can Azerbaycan
1997 yılında Ülküm İşçiler Elazığ Şubesinin Türkiye genelinde düzenlemiş bulunduğu şiir yarışmasında 3.lük ödülünü “Bu Kan Duracak” isimli şiiriyle iktisap eder
BÖYLEYİM İŞTE
Sırtı yerden kalkmaz pehlivan gibi
Güreş’e doymayan biri değilim
Benden uzak olsun belanın dibi
Serseri cahilin piri değilim
Hep örnek alırım ilim bilenden
Hiç fayda gelir mi benim diyenden
Bedduam eksilmez haram yiyenden
Namert sofrasının eri değilim
Nice diyar gezdim ben sızım ile
Nelere şahidim ben gözüm ile
Hak’ka hizmetkarım ben sözüm ile
Şeytan ruhluların karı değilim.
Herkesin aleme bakışı farklı
Sayısız arzular içimde saklı
Boşuna harcamam zamanı aklı
Kanadı kırılmış arı değilmi
Yaşım ilerliyor ömürden zarar
Attığım her adım kılı kırk yarar
Yolumdan dönemem vermişim karar
Kıymet bilmezlerin yari değilim
Değişmedim asla böyleyim işte
Bazen hayaldeyim bazende düşte
Tutuşur yüreğim her ah çekişte
Akılda cevapsız soru değilim.
Nazik’in rahat bir söylemle şiirlerini oluşturduğunu görürüz.
Şairimizin şiirlerinden “Başka Bahara” isimli şiiri Azmi Ozan tarafından bestelenip seslendirilmiştir.
Ulusal düzeydeki Televizyon kanallarında Murat Çobanoğlu ile ‘sarı tel’ programlarına iştirak eden şair;
Ayrıca; 9 ve 18. Hazar Şiir Akşamlarına iştirak etmiştir.
‘Elazığ Çelengi’ isimli kitapta bu şairimizin öz geçmiş ve bazı şiirleri yer alır.
Şükrü Kacar’ın ‘Bu Toprağın Yaşayan Ozanları’ isimli çalışmasında da yer alan şair İhsan Nazik; yine Elazığ’lı şair ve eleştirmenlerimizden R.Mithat Yılmaz’ın ‘Şiir Şiir’ Elazığ isimli kitabında da yer verilmiştir.
DERMANONDADIR
Başına gelene sakın üzülme
Derdi veren O’dur derman O’ndadır
Sabırlı davran da sen hiç ezilme
Derdi veren O’dur derman O’ndadır
Kimler geldi geçti koca alemden
Kimse kurtulmadı keder elemden
Ancak fayda gelir kula ilimden
Derdi veren O’dur derman O’ndadır
Firavun, Nemrut’un tahtları hani
İnsanoğlu elbet sonuçta fani
İbadet ederek sen geçir günü
Derdi veren O’dur derman O’ndadır
İbretle bakalım böyle asıra
İnsanı sevk eder nice kusura
Muhtaç olsan bile kuru hasıra
Derdi veren O’dur dermen O’ndadır
Mevla’ya sığınıp sen sabır eyle
Oturup kalkmalı mümin kimseyle
Başın daraldı mı duanı söyle
Derdi veren O’dur derman O’ndadır
Şair İhsan Nazik haddini aşmaz
Küfürün peşinden ömrünce koşmaz
İllahi doğrudan zerrece şaşmaz
Derdi veren O’dur dermen O’nadır
Şairin; sözlü gelenek içinde daha ziyade doğaçlama yoluyla aşık tarzıyla oluşturduğu şiirlerinde; yüksek ideali olmayan hayatın gerçeklerine yönelik şiir geleneğinin içinde buluruz.
Güçlü bir kafiye örgücüsü olan şair; şiirlerini hece kalıbına döker.
Halk edebiyatının belirgin umdeleri olan içten, canlılık ve yalınlık tam da bu şairimizin şiirlerinde göz doldurur.
“Bağrımı dağladı Hakk’ın hışımı
Issız köşelerde döktüm yaşımı
İsyankâr olmadım eğdim başımı
Umutlarım kaldı başka bahara
Ruhumdaki deprem az çok duruldu
Saçlarım ağardı, kalbim yoruldu
Hayallerim bilmem kaç kez vuruldu
Umutlarım kaldı başka bahara “
Diyen; halen bir kamu kurumunda görev yapan, evli bir çocuk babası şairimiz İhsan Nazik’i yeni şiirleri ile bekliyor. Sağlık ve saadetler diliyoruz..


FAİK İÇMELİ

“Elazığ Kalemleri” yine Elazığ’lı bir yazarla devam edecek; bu yazarımız; siyasi yönüyle de temayüz etmiş, kültürel ve sosyal etkinliklerde; büyük projeleri imzalamış, Elazığ’ın dışarıdaki kültürel etkinliklerde tanıtım gücü diyebileceğimiz bir yazarımız, ELFED. Başkanı olan Faik İçmeli’den söz edeceğiz.
1951 yılında Elazığ’ın Sivrice İlçesi’nde dünyaya gelen İçmeli; henüz 5 yaşında iken ailesi İstanbul’a göç eder. İlk ve orta öğrenimini Fatih ve Vefa’da tamamlayan Faik İçmeli; Lise öğrenimini Pendik’te bitirdikten sonra:
Tekelde işçi olarak çalışmaya başlar; aynı zamanda sendikacılıkla da iştigal eden İçmeli; bu arada İşletmecilik Yüksekokulunu bitirir.

-Kırık Kurşun (Mamak Askeri Cezaevi’nden Bosna’ya fırtınalı yıllar)
İsimli eserinde İçmeli; 1970 yıllar Türkiye’sinin ayrıldığı siyasi kamplaşmaları derinlemesine irdeler; özellikle üniversitelerdeki o döneme damgasını vuran öğrenci hareketlerinin içinde bulunan, yaşayan biri olarak tarihi dip-notları okuyucuya sunar.
“Sırplar’ın işgali altındaki Saraybosna’ya gizlice gitmemiz ve bize verilen parayı Aliya İzzetbegoviç’e ulaştırmamız istendi. Bir grup Alperen’le birlikte kabul ettik.” Gibi ilginç anlatımları bu kitapta yer alır.
“Susurluk’tan kısa bir süre önce Fenerbahçe-Juventus maçını tribünde Abdullah Çatlı ile birlikte izledik. Yanımızda birçok bakan, milletvekili ve bürokrat da vardı.”
“Bugün tarih okudukça görüyorum ki, hem bizi, hem de solcuları birileri kullanmış. İtiraf ediyorum; o gün yaptıklarımız doğruydu belki ama Türkiye’de büyük bir oyun tezgâhlanmış ve biz de kullanılmışız.” Gibi vardığı yargıları açık yüreklilikle paylaşır.
Bir dönemin kozmik bilgileri diyebileceğimiz gerek askeri cezaevlerinde gerekse sair ortamlarda yaşananları tarihe dip not düşercesine olayları ibretlik bir ders şeklinde anlatır.
İçmeli; 12 Eylül öncesi İstanbul MHP İl Gençlik Kolları Başkanlığı 1999 yılından itibaren DYP’de çeşitli kademelerde Başkanlık. En son 2003-2007 yılları arasında DYP İstanbul İl Başkanlığı görevinde bulunur. İslam Tarihi Araştırma Vakfı, FB Altyapı Derneği, Deniz Nakliyat A.Ş.Tekel Genel Müdürlüğü, Tek Gıda İş Sendikası, İş Dünyası Vakfı, İstanbul Türk Ocağı, Elazığ Kültür ve Yardımlaşma Derneği, Maltepe Kızılay, Avrasya Bir Vakfı, Masiad gibi birçok sivil toplum kuruluşunda başkanlık ve yöneticilik yapar. Halen Maltepe Emniyet Müd. Dernek Başkanlığı, FB Balotaj Kurulu Üyeliği, Elazığ Dernekler Federasyonu Başkanlığı, Türk Ocakları İstanbul Danışma Kurulu Başkanlığı, Ar- İş Sigorta Ltd Şti. Yön.Kurulu Başkanlığını yürütmektedir.
İçmeli; başkanlığını yaptığı federasyonun ELFED. Faaliyetlerini şöyle özetlemektedir.
“Gerçekten de Federasyon çatısı özellikle gurbetteki Elazığlılarımız için önemli bir eksiklikti.
İstanbul’da hemen hemen her ilimizin Federasyonu, hatta bazı illerimizin federasyonların bir araya gelmesi ile oluşan konfederasyonları bulunmakta. Bizim İstanbul’da ve Türkiye’nin dört bir yanında hatırı sayılır sayıda hemşehrilerimiz yaşamakta. Bu kardeşlerimiz Elazığlıların birlikteliğini daim ettirmek amacıyla çok sayıda Dernek faaliyeti yürütmekte. Bende bu amaçla çalışan derneklerde yıllarca görev yaptım.
Ama Derneklerin çalışmalarında çatı rolü görecek,
dayanışma ortamı sağlayacak bir Federasyonumuzun bulunmayışı önemli bir eksiklikti.
Bu noktada İstanbul’daki 9 derneğimiz bir araya geldi ve bu yöndeki ilk adımları attı. Bende bu yöndeki çalışmaları koordine ettim ve geçen yıl nisan ayında resmi kuruluşumuzu gerçekleştirdik.
Ben sizin aracılığınızla kuruluşumuzu gerçekleştiren 10 Derneğimize Başkanları nezdinde bir kez daha teşekkür ediyorum. Elazığ adına önemli bir irade ortaya koydular.
Federasyonumuzun amacına gelince tüzüğümüzde de belirtildiği üzere, Elazığlı Dernekler arasında dayanışma kurulması yönünde çalışmalar yapmak, var olana katkı sağlamak,
Türkiye’nin her tarafında kurulmuş ve kurulacak olan Elazığlı Derneklerin oluşturduğu toplulukla; Elazığ’ın geçmişte yaşanmış ve unutulmaya yüz tutan gelenek ve göreneklerinin yaşatılması, bugün var olan kültürünün tanıtımı için; üye derneklerle birlikte Türkiye’nin hemen her tarafında bulunan Elazığlı Derneklerle ilişkiler kurarak ülke düzeyinde etkinliklerde bulunmaktır.
Burada Federasyonun Derneklerden farklı olarak temel gayesi Elazığlıların lobi gücü adına bir dayanışma ortamı sağlamak, gerekli iletişim ağını kurmaktır”
Diyen ve halen İstanbul’da yaşamını sürdüren evli 5 çocuk babası ELFED. YÖNETİM KURULU BAŞKANI FAİK İÇMELİ’yi,”Birlikte Varız” sloganı ile sosyo-kültürel formu Elazığlılarla birlikte doldurmaya devam edeceğine olan inançla selamlıyor, başarılarının sürekliliğini yürekten diliyoruz.


METİN ÖNAL MENGÜŞOĞLU

‘Elazığ kalemleri’ bu kez de mütefekkir bir şairi konuk edecek, birçok yazım alanında temayüz etmiş bir şair ve yazarımız konuğumuz, belki de doğru söyleniş şöyle olmalı biz konuk olacağız sayın şairimize; bu şairimiz Metin Önal Mengüşoğlu.

Mengüşoğlu; 17 Mayıs 1947 yılında Harput’ta dünyaya gelir; Maden, Diyarbakır ve Malatya’da ilk orta ve lise öğrenimini ikmal ettikten sonra; İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirir.

İstanbul’da sonra Bursa’ya yerleşen mütefekkir şairimiz hukuk diplomasının kendisine tanıdığı hakları kullanmayarak, geçimini ticaret yoluyla temin cihetine gitmiştir.

Lise yıllarından itibaren aktif olarak düşünce ve sanat hayatının içinde yer alır. Bir çok dergilerde yazıları yayınlanırken, yine bir kısım dergilerin yayınlanmasında kendisi bizzat görev alır. Başlıca dergiler; Bizim Külliye, Türk Yurdu, Deneme, Çile, Aylık Dergi, Kelime, Kriter, Fikir ve Sanatta Hareket, Dal, Varide, Umran, İktibas, Nida, Defne olmak üzere devam eder gider.

Bu şair ve yazarımız; şiir, hikâye, roman, deneme, inceleme dalında çok sayıda eser imzalamştır. Bu hamarat yazarımızın;

-Gavur Kayırıcılar

-Ben Asyalı Bir Ozan

-Hayatımın Bahanesi

-Müstesna Şair Mehmet Akif

-Düşünmek Farzdır

-Vahiy ve Sanat

-Havada Bulut Var

-Kimliğin Fotoğrafsız Yaprağı

-Dr.S

-Mağrur Öfke:Necip Fazıl

-Yerler Mühürlendi

-Kalbim Mühürlenmeden

-Bıçağa Basar Gibi

-Zihni Karışıklar İçin Alışkanlık Reçetesi

-Bir Kelime Mesafesi

-Endülüs –Espana Musulmana

-Harput Şehrengizi

-Öptüm Kara Gözlerinden

-Ağabeyime Mektuplar

-İstanbul Hikâyeleri

-Bilge Terzi: M.Said Çekmegil

-Sevda Söze Dönüşmez

İsimli eserleri mevcuttur.

Medyatik biri olmaktan uzaklaşan Mengüşoğlu ile Fatih Bütün’ün yaptığı söyleşinin iktibas edilmesinin isabetine inanarak buraya alıyoruz.

“F.BÜTÜN=Selamünaleyküm

Kitaplarından tanıdığımız M. Önal Mengüşoğlu, sahih İslam’a, vahye ulaşmada çok dikkatli ve araştırmacı bir kalem… Metin Bey, kitaplarınızdan tanıdığımız bu kimliğinizle birlikte; bu çabanızla “Türkiye’de aşılamamış bir çok hegomonik klikleşmelerin içerisine düşmeden” yapılmış gözlem, inceleme/araştırmalarınızla özgün bir tablo çiziyorsunuz. Türkiye’de Müslümanlar vahyi algılayış noktasında, sizinle büyük emekleriniz sayesinde farklı bir sesle karşılaştılar. Ve buna karşı (uğrayanlar açısından ağır olsa da) bir yaftalamayla karşılaştılar. Yani bir tepki… Bu süreç Türkiye’de aşıldı mı? Müslümanlar hangi aşamadalar sizce?

M. MENGÜŞOĞLU= a. Türkiye’nin coğrafyasında taş işçiliğine, seramik ve porselen işlemeciliğine müsait bir zemin var. İlla da mozaik. İnsan, kültür, sanat kategorileri açısından da münbit bir mekan bu ülke. Her kürden kültürün, ideolojik-etnik yapının hayatiyetini idame ettirebileceği alanlar mevcut.

Müslümanlık iddiası taşıyan fakat ilkesel anlamda birbirine zıt hatta itikadi noktada, dünyayı algılayış, yorumlayış ve yaşayış bakımından birbirinden olabildiğince uzak klikler, gruplar, fırkalar, mezhep ve meşrepler ülkesi Türkiye. Sırf nurcuların sekiz on türünü bir ağızda saymanız mümkün.

Ben tarikatçıların uğrak mekanı olmuş bir evde/ailede doğdum. Ancak evimden çok evimin dışında, Malatya’da çok münevver bir çevrede ilk gençlik yıllarımı geçirdim.

Vahy’in misyonunu, mesajını erken yaşlarımda öğrendim. Ailemin evindeki dünyayla kilitli bir zihnim olsaydı, Allah korusun, belki bugün ben de şu çabuk tornistan eden, iki yürekli insanlara benzeyecektim. O yıllar herkesin ama hemen herkesin “Kur’an anlaşılmaz, O’nu ancak alimler (şeyhler, veliler) anlar. Kur’an’dan hüküm çıkaran kafir olur, Kur’an’ı Re’yi ile tefsir eden dinden çıkar” dediği yıllardı. İnsanlar bu ve benzeri aforizmalarla yaşıyor, avunuyorlardı. Ve bense “Allah’ın eli cemaatin üzerindedir” diyen hikmetin karşımdaki, yanımdaki, yöremdeki cemaat görüntülü kalabalıklar üzerinde neden bir türlü tezahür etmediğini düşünüyordum.

Bir gün Rum suresini okurken düşüncelerimin daha doğrusu tasalarımın/kaygılarımın cevabını bulmuştum. İslam namıyla boşluğu dolduran kalabalıkların cemaat yerine birer fırka olma ihtimali korkusu uyandı yüreğimde. İnsanın, batıl olan her şeyden uzaklaşarak yüzünü din’e, Allah’ın insan bünyesine nakşettiği fıtrata dönmesini öğütleyen Rum Suresi 32. ayet-i kerimesi adeta korktuğuma uğratıyordu beni dinlerini fırka fırka edip, sonra her fırkanın kendi ilkeleriyle övündüğü kimselerden olmamam yönünde uyarılıyordum sanki.

Herhalde korkum bugünlere dek uzamış ki, o gün bugündür bir partiye üye olmak, oy vermek, bir derneğe yahut vakfa katılmaktan bile kaçındım, sakındım. Belki benim tutumum da bir aşırılıktı. Namazlarını çok kere tek başına kılmanın insanı sürükleyeceği ben merkezcilikten belki kendimi hiç kurtaramayacaktım. Bir ağacın koca bir ağacın kökünü hiç yoktan kemirmek kadar zor bir işe aday mı kılmıştım kendimi?

Gençtim. Nişanlım için bir şiir yazdım. “Kardeşime Mektup” namıyla kasetlere okundu, kendince ünlendi şiirim. Orada müstakbel (şimdiki) eşime “başını bağlayıp düş ardıma” diyerek ömrümün en küçük cemaatini, fırkasını değil cemaatini kurdum. O cemaatin imamı idim. Sonra çocuklarım oldu, onlar da katıldılar kervanımıza.

Ben buradayım, peki öteki Müslümanlar neredeler diye sorarsanız, eski fırkaların, onları ta başlangıçta bulduğum yerde, yerlerinde saydıklarını söyleyebilirim. Sayılarının eskiye nazaran hayli arttığını da itiraf edebilirim. Ya benim gibi düşünenler? Onlar benim tembel halet-i ruhiyemin çok ilerisinde mesela işte Nida dergisindeler. Bu da benim umutlarımı körükleyen bir faktör.

b. Yetiştiğim yıllarda ülke Müslüman nüfusunun büyük çoğunluğu kendi içinde yalnız kendisini seven küçük grupçuklar yahut fırkalardan mürekkep bir görüntü arzediyordu. İnkar etmenin, gizlemenin bir anlamı yok ki durum bugün de pek farklı değil. Ne var ki evvelki bilinç düzeyine nazaran şimdiki fırkalarınki biraz daha yüksek. Din kültürü ataların miras bıraktıklarıyla sınırı sorumlu bir haldeydi o zamanlar. Şimdiki fırkaların hepsinin artık neredeyse kitabı var. Aslına bakarsanız o gün de bugün de benim gözlemim o ki umut, bu fırkaların dışında kalabilen, kulis yapmayan, fiskostan kaçınan Müslümanlardadır, onlardaydı,benim aralarında yetiştiğim Müslümanlar Malatya Fikir Kulübü adıyla faaliyet gösteren herkese açık bir düşünce kulübü etrafında kümelenmişti. Fırka ayrımı yapmadığı gibi, parti, sağ, sol ayrımı da yapmayan bir kulüptü o. Müdavimleri arasında, kulübün manevi kurucusu sayabileceğimiz M. Said Çekmegil başta olma üzere, kendilerinden çok şey öğrendiğim iki ilim adamı Said Ertürk ve Bahaddin Bilhan da vardı.

Orada vahye müstenid bir anlayış ve yaşamın çare ve tedbirleri üzerinde kafa yoruyorduk. Öteki Müslümanlar bir tür azınlık muamelesi reva görüyorlardı bize. Din’i adeta tapulamış ortodoks tavırlı çevreler geniş ve cahil halk yığınlarını da yanlarına alarak karşımıza çıkıyorlardı. Ne mi yapıyorlardı? Biz konuşurken çingene kılıklı davulcuları kiraıyor kimse sesimizi işitmesin diye kulağımızın dibinde davul çaldırıyorlardı Allah rızası için. Yine sohbetlerin yapıldığı eski ahşap binayı aşağı katlarından benzin dökerek biz de içinde iken diri diri yakmaya teşebbüs ediyorlardı. Niçin mi? Elbet Allah rızası için. Çünkü düşünen müslümanlar yahut kendileri gibi düşünmeyen müslümanlar müşrik, kafir ve münafıklardan daha tehlikeliydi onara göre. Bizim çıkışımızı fitne telakki ediyor, fitnenin de katl’den beter olması hasebiyle canımıza kıymak istiyorlardı.

Bu suçlamaları hak edecek söylemimiz neydi diye sorarsanız; işte ana fikrimiz: insanlar pek az düşünüyorlar, öyleyse her şeyden önce doğru düşünmenin metodlarını bilmeli, öğrenmeliler. Buradan hareketle müslümanların fırkalarından kopup ana kaynağa, vahye, ilme dönmelerini önceliyorduk. Fırkalardan kopma tema’sı bazı sultanların saltanatını sarsıyordu elbet. Onlar da olur olmaz bir biçimde bizi rasyonalistlik yahut reformistlikle suçluyorlardı. Halkı buna inendırmak kolaydı zira biz gerçekten eski köyümüze yeni adet getiriyorduk.bid’at ve hurafelerle mücadelemizi ise ilgisiz bir mezheple irtibatlıyor bu kez vehhabi suçlamasında bulunuyorlardı. Bizse onları “biz müslümanlardanız diyenden daha güzel sözlü kimdir” hikmeti ile cevaplıyorduk.

Hayırlı bir çığırın açıldığına, yapılan mücadelenin boşa gitmediğine inanıyorum. O Malatya’daki mahalli sesin bugün yurdun her yöresinden daha yetkin yankıları geliyor elhamdulillah. Bizi müslümanlığın dışında bir yaftayla suçlama ihtiyacının nereden doğduğunu sanki biliyorum. İnsanlar kendi sapma ve sahtekarlıklarını örtmek için başvuruyorlar böylesi çarelere. Ben hala Efendi’si yalnız Allah olanlardanım. Ama hala birileri Allah’tan başkasını Efendi edinmekte diretirse hem de kendisi gibi bir faninin kölesi olmaya soyunursa buna hangimiz derman kılabiliriz?

F. BÜTÜN= İslami bir şahsiyetin oluşma/korunmasında trendlerin aşağılarda seyretmemesi için müslümanların öncelikleri neler olmalıdır?

M. MENGÜŞOĞLU= Zor soru. Takvayı doğru kavramadan bu soru çözülmez. Takva, vky kökünden türetilmiş bir kavram. Kelimenin kök anlamında öne çıkmak, farkedilmek gibi incelikler var. Öne çıkmak, sıradan olmamak yani sıradışı demektir. Şahsiyetle bir akrabalığı var sıradışılığın. Şahsiyet de bir tür somutlaşma, farkedilme, öne çıkma değil mi?

Oysa geleneksel kültürde takva tam aksine bir tür kaybolmanın adı sanılmıştır. Dağlara çekilme, kendi halinde yaşama, çile, bir lokma bir hırkaya rıza yani bir tür hristiyani mistiklik, takva diye sunulmuştur. Geleneksel kültürün prototipi ve oluşturduğu mekanlar bence şahsiyeti sonuçta da takvayı öldürüyor. Soruyorum şimdi, Allah için öne çıkmak mı, Allah için geri kalmak mı tercihimizdir?

Allah’tan başkasını Efendi edinmek, ona kul, köle, uşak olmak yahut bu temayülü yaratacak, ihtimalini doğuracak her tür davranış ve anlayışı izleme geride kalıştır ve şahsiyet katliamıdır.

Kalabalıklar arasında kaybolmaktan korkarak şahsiyet belirten, irade ve ihtiyarıyla Allah yolunda öne çıkan, farkedilen, kimliğini dil ile ikrar ve kalb ile tasdikle ibraz eden müttakiler inşallah zarara uğramayacaklardır.

Trakya yolunda giden insana Allah şahsiyetini bahşeder onu mümtaz kılar. Onun kimlik kartı ve rozeti Allah’tandır. O rozet fazilet, özveri ve sağduyu ile müzeyyen meleklerce sürekli cilalanmaktadır. Meleklerin boyadığı rozet pas mı tutar?

F.BÜTÜN= “Havada Bulut Var” kitabınızda bir ifadeniz hakikaten çok düşündürücü. “Şeriatçılığı kimseye kaptırmayanın rüşvetten sabıkalı olduğu bir dünyadayız”

Bu bağlamda şöyle bir soru sorsak. İslami bir gelişmede nereden başlanması gerekmektedir?

M. MENGÜŞOĞLU= Fıtratı devam ettiren bir ahlakın kovalayıcısı, arayıcısı olarak. Düzgün fıtrat üzre yaratıldık. Ama insana ilham edilen fahşa’ya temayül kabiliyeti fıtratın bozulmasına da muktedir. İnsan tek başına yalnız mantığıyla fahşa ile mücadele edemez. Kimi silahlara ihtiyacı vardır. Bu silahları vahy-i ilahi insana öğretiyor. Mesela salat ibadeti. O, insanı fahşadan alıkoyar. Vahy’e kulak verdiğinizde, onun silahlandırmasıyla techiz olunduğunuzda işte o zaman ite, çakala (yani şeytana) karşı korunabilirsiniz. Vahyi rehber edinen onun kılavuzlamasıyla yürüyen/yaşayan insan zakir insandır. Sürekli zikreden, fikreden bir kalbin üzerinde toz mu kalır? “rüşvetten sabıkalı şeriatçı” benzetmesi bize biraz acı verse de İslam-ı ideoloji klasmanında benimsemenin tehlikelerine bir işarettir. Harcı alem bir Pazar metaı gibi İslam-ı üzerinize giyinemezsiniz. Görüntünüz gülünçleşir. Aslolan Allah’ın boyasıyla boyanmaktır. Bu da zaten o istikamette yaratılmış bulunan fıtratımıza o solmaz, pörsümez vahyin boyasını sürmek, onun ölçüsünü koyduğu haram ve helali gözetmekten geçer. Vahy-i ilahinin buyruklarını hayatına ilke kılanın ahlakı Kur’an ahlakıdır ki Resul’ün de mümtaz izidir o.

F.BÜTÜN= Bunun sonucunda İslam’a toplumsal anlamda bir dönüşüm söz konusu mudur?

M. MENGÜŞOĞLU= Allah-ü alem. O işlere biz insanlar karışmayız. Hucurat suresini okuyalım. Orada bizim ödevimiz, hayr işlerde yarışmak şeklinde gösterilmiştir. Biz mü’minler hayr işlerde yarışırsak birbirimizle, nerede bulunursak bulunalım Allah bizi buluşturup, tanıştıracağı müjdesini vermektedir. Demek ki buluşturmak, tanıştırmak, kalbleri ülfet etmek Allah’ın işi. Öyleyse hayr işlerde yarışmak yerine “İslam’a hizmette birleşmek” gibi abesle iştigaller bize kaybettiriyor. Allah’ın işine talip oluyor, kendi işimizi ihmal ediyoruz. Yani böyle yapıyorsak dönelim fazilet, özveri ve sağduyu kulvarındaki yarışa herhangi bir istasyonda katılalım.

F.BÜTÜN= Büyük bir tefekkürün ürünü kitaplarınız ve şiir dünyanızla farklı bir düşünce sistematiğiniz var. Şairliğiniz ve düşünce adamlığınızı farklı meteforlarda mı değerlendiriyorsunuz. Yoksa sizce örtüşen iki kalem mi ifade ediyor?

M. MENGÜŞOĞLU= Sorudaki “büyük” kelimesini hiç sevmedim. Böylesine nitelendirmelerden oldum olası ürperiyorum. Allah’a sığınıyorum. Evet, benim davam büyük. Ama tefekkürüm büyük mü? Benim tefekkürüm ancak benim vüs’atim kadardır. Cürmüm kadar yer tutarım ki o da oldukça “küçük”tür.

Ben tefekkür eden bir sanatın satıcısı ve müşterisiyim. Evet, sanat hususiyettir, ilim değildir. Sonuçta ikisiyle de alakamız kalbin işletmesi sonucu doğuyor. Ben Hacc Suresindeki ayete dayanarak akletme fiilinin merkezi olarak da kalbi görüyorum. Öyle ki insanların dillerine dolayıp gezdikleri “aklı selim” ifadesi bile Kur’an’da esasen “kalbi selim” biçiminde ifadelendirilmiştir. Üstelik Şuara suresinde ve şairlerden söz eden o ayet ne kadar manidar?

“Yalnızca Allah’ın huzuruna kalb-i selimle çıkanlar kurtulacaklar.” (26/89)

düalist batı’lıların propagandasına aldanarak şimdi ben nasıl bir bedende iki kalb vardır diye düşüneyim? Her alanda adeta tevhidin manifestosunu okuyup duran vahy-i ilahi insan bütünlüğünde de tecezzi kabul etmez. İnsanı iki şıkta mütalaa etmez. Tek’e irca eder. Ve der ki: “Allah bir bedende iki kalb yaratmamıştır.”

(Ahzab/4) insanda çatışan iki kişi yoktur. Herkes topu topu tek kişidir ve biriciktir. Batı felsefelerindeki gibi akıl ve gönül bizde, birbiriyle çatışan iki düşman değildirler. Evet insan başlangıçta, fıtraten fücura da takvaya da temayüllü yaratılmıştır. Ama o tektir. Hür iradesiyle fücuru yahut takvayı kendi tercih eder. Bu kez muttaki yahut facir diye anılır. Facirin aklı da kalbi de facir, müttakinin aklı da gönlü de müttakidir.

Benim literatürümde mütefekkir ile sanatkar aynı kişidir. Hele konu söz ve yazı sanatlarıysa birbirinden hiç ayrılmazlar. Ve yine mütefekkir akıl, sanatkarda gönül adamıdır türünden anlayışlar bana çok uzaktır. Ve böyle bir durum mümkünde değildir, bence uydurmadır. Mütefekkir hassasiyeti neyse, sanatkar duyarlığı da odur. Düşünmeyen bir sanatkar, hissetmeyen bir mütefekkir tasavvur edemiyorum. Belki böyle çarpık tipler fıtratını bozmuş muhitlerde bulunabilir. Ancak onların sanat ve tefekkür faaliyetleri Kur’an tarafından övülmüş kalb-i selim sahiplerininkinden çok uzaktır. Heva ve heves ürünü söz konusu faaliyetler eğer kaynağı doğruysa resul-ü ekremin dilinde birer “mide gurultusu” derecesindedir. Yine Şuara Suresinde bahsi geçen yapmadıklarını söyleyen, yalan vadilerinde dolanıp duran o merdut şairler hiç Kur’an’la övülen “kalb-i selim” sahibi şairlerle bir kategoride sayılabilirler mi?

Ben onlara benzemekten, o merdutlarla anılmaktan Allah’a sığınırım. Benim örneklerim hem mütefekkir hem sanatkar üstadlar Mehmed Akif, Necip fazıl ve Sezai Karakoç’tur. O mü’min ustalardır.

F.BÜTÜN= Şiir M. Önal Mengüşoğlu için nedir?

M. MENGÜŞOĞLU= Herhangi bir delile, karinaya, mucizeye ihtiyaç göstermeden bir idrak, seziş ve keşif hadisesidir şiir. Kendiliğinden, adeta hüda-i nabit bir aşılanma, döllenme sonucunda doğandır. Şiir bir şuur ediş biçimidir ki hissetme, ürperme, anlaa ve kavramanın şimşek hızıyla çakması, yıldırım misali kalbe düşmesiyle belki anlatılabilir. Ne yani hiçbir alt yapısı, arka planı yok mu? Tövbe. Elbette var. Ben bilkuvve olanı zikrettim. Bilfiil olana henüz geçmedim. Rafine edilmiş, damıtılmış hassasiyetlerin söylenmesiyle, terennümüyle yaratılır şiir. “Yaratılır” diyorum çünkü “kul fiilinin yaratıcısıdır” telakkisine yaslanıyorum.

Mutlak yaratıcı ve sanatkar Allah’tır. İnsan sanatı ise elbet bu kerametli yaratığa ruhundan üfleyen Rab’bin ilhamıyla doğar. Ta doğuştanlığımızdaki o ilham ile. İnsan sanatı tabiatı model edinerek gelişir, olgunlaşır. Şiir, sanatlar arasında doğrudan söze yaslanması bakımından vahye en yakın mıntıkada bulunmaktadır. O elbet vahy değildir. Yani resullere gelen vahy’le yoktur bir alakası. Ama onun da bir fısıltı yönü vardır. Şiirin yaprakları şuuraltından kalkan rüzgarın önünde göğe yükselir. Kanaatimce o yapraklar kalbin çaydanlığında fikrin ve zikrin müşterek ısısıyla demlenmeli. O zaman insanlarda çarçabuk tiryakilik uyandıran bir iksire döner adeta. Dönün bakın dünya edebiyat tarihinde yaşayan tüm şairler mütefekkir şairlerdir.

F.BÜTÜN= Şiirlerinizde “örnek aldım” diyebileceğiniz bir kalem var mı?

M. MENGÜŞOĞLU= Bütün kaliteli sanat birikimi beni etkilemiştir. İlle de örnek aldığım bir imza saymamda ısrarlıysanız ve edep dışı diye mütalaa etmeyecekseniz yüksek müsaadelerinizle Mehmed Akif diyerek iftihar etmek istiyorum.

F.BÜTÜN= Kur’an’ı Kerim’de bir kısım şairler hakkında olumsuz ifadeler var. Ayeti kerimedeki şairler kimlerdir?

M. MENGÜŞOĞLU= Şuara suresindeki söz konusu ayetleri doğru anlayabilmemiz için vahy’in nüzul ortamını iyi bilmemiz gerekiyor. Vahy inmeden önceki cahiliyye arap toplumunda o dönemin medyasına tekabül eden panayır şairleri vardı. Bunlara muallaka şairleri de deniliyordu. Ticari panayırlar döneminde Arabistan çölü canlanıyordu. Her yöreden, her kabileden tüccarlar Mekke’ye dolup taşıyordu. Ticari canlanışın yanında toplumsal harç vazifesi gören, derin bir sosyal ihtiyaç olarak kimbilir kaç zamandır sürüp giden şiir okuma seansları, yarışmaları vardı. Ticaretten arta kalan zamanlarında insanlar şairlerin okudukları kasideleri dinler, ruhen dinlenir, arınır tatmin olurlardı. En yüksek itibara haiz yedi şairin kasideleri o yıl Kabe duvarına asılmakla ödüllendirilirdi. Araplar biraz da kelimenin kökünde mündemiç anlamlardan ötürü şairlerin görünmez güçlerden fısıltılar, ilhmlar aldıklarına inanırlardı. Her şairin bir Cin’i (görünmez, gaybi destekçisi) olduğunu varsayarlardı. Onun için bu kasideler neredeyse birer kutsal metin gibi vecd içinde tekrar tekrar okunur ezberlenirdi. Zaten toplumun yazılı bir geleneği yoktu. Hıfzetmek esastı. Panayırlar boyunca farklı kabileleri barış içinde alış veriş yapabilmeye hazırlayan da bu kutsanan şiir metinleriydi.

Şimdi o şairlerin sihri neydi? 1.) Görünmez varlıkların ilhamıyla söylenildiğine inanılırdı. Çünkü şiir yani şuur ediş, bir delil ve karine olmadan idrak ediş demekti. Başkalarının delile ihtiyaç göstererek ancak kabullenebildiğini şairler delilsiz anlıyorlardı. 2.) Şairlerin başkalarına göre daha erken kavrayışları onları yahut şiirlerini kutsallaştırmıştı. 3) Şiirler toplumsal bütünlüğü, barışı, insanları adeta hipnotize ederek, uyutarak sağlıyordu.

İnsanları zaaflarından yakalayan sözler, çarpıcı ifadeler, onların kalbine zerkettiği sivri kelimelerle bir tür sarhoşluk hali yaratırdı. Sarhoşlar da işlerini ve yaşayışlarını yavaşlatır, kimseye sataşma gücünü kendinde bulamazlar. Panayırlar böylece sükunet içinde tamamlanırdı.

İşte tam o sıralarda aralarından bir adamın oğlu, davarları güden, kuru ekmek yiyen bir kadını ciğerparesi, içlerinden tanıdık bir sima çıktı. Gayb’dan, bir haber getirdiğini söyledi.Şairlerden ötürü görünmezden haber bir haber getirenlere alışık olması gereken arap toplumu bu kez farklı çok farklı bir tepki verdi.Oysa gayb’la irtibatlı olduklarına inanılan şairleri sükunetle dinliyorlardı.Fakat bu yeni haberciyi derhal ve acele yadsıdı,yadırgadı,yalanlamaya kalkıştılar.Ne olmuştu? Ne değişmişti? İşte inananlar ya bu yeni haberci de bu güne kadar işittiklerinden daha etkin ve keskin sözlerle gelmişti ya.. Hayır aran fark, bir fark vardı hem de önemli bir fark vardı. Bu yeni söz, bu yeni haber insanları uyutmuyor, kendinden geçirmiyor, uyuşturmuyor hülasa sarhoş etmiyordu. Tam tersine bir mesaj taşıyordu.

“Ey örtüsüne bürünen kalk ve uyar.”Diyerek insanları uyumanın aksine uyanmaya, dirilmeye, davranmaya çağırıyordu. Sarhoşluğun gamsız, tasasız, sorumsuz büyüsünü bozuyordu bu haber.onun için itiraz ettiler.

Toplumları uyutan ve uyuşturan, uydurma görünmezliklerle irtibat kurduğunu söyleyerek insanları avutan şairleri Vahy’in önüne katarak süpürdüğü, kısa sürede cahiliyye toplumunda da gardını düşürdüğü bir vakıa.onlar kınanmış şairlerdir. Bugün ki takipçileri de öyle.

Ama aynı ayetlerin hakkı söyleyenleri istisna tutan bölümünü de hatırdan uzak tutmayalım.kim bilir onlar? sanatıyla toplumlarını uyaran onlara hayırlı uyanışlarda önderlik eden,hikmet erleri şairlerdir.

F.BÜTÜN= Bu bağlamda şiirin tesir gücüne değinebilir miyiz?

M: MENGÜŞOĞLU= Ne hacet? Şiir tüm insan toplumlarında, sözlü ve yazılı her dönemde varolagelmiş bir fenomen. Bütün zamanlarda en katlı kalbleri bile titreten bir şiir, bir dize, bir türküden herhangi bir terennüm vardı ve var olacak.

F.BÜTÜN= Son olarak çok önemli gördüğümüz ve belki de Türkiye’de eksikliği hissedilmeyen bir soru üzerinde durmak istiyoruz.

-Yukarıda bahsettiğimiz gibi hem düşünce adamlığı hem de şairliğimizle çok önemli bir yere sahip olduğunuza inanıyoruz. Sizce bir düşünce adamı için “okumak/araştırmak” neyse şair içinde aynı şey midir?

M. MENGÜŞOĞLU= Şiir söz sanatıdır. Kuşkusuz hiç okumayanlar da söz söyleyebilirler. Ancak okumayanlar yazamazlar. Yazının hiç kullanılmadığı yahut çok az kullanıldığı dönemlerde ister istemez bir sözlü edebiyat geleneği oluşmuştu. Bu da pek tabii bir gelişmeydi. Artık yazının hayatımızın her alanına vazgeçilemez bir ağırlıkta girdiği yeni zamanlarda, edebiyatın da yazıya ihtiyacı aynı vazgeçilemez orana ulaşmıştır. Şiir artık söylenmiyor, yazılıyor. Şairin yazabilmesi de elbet okuyabildiği miktara orantılı bir biçimde etkinliğini artıracaktır. Üstelik burada yalnızca yazılı bir metni okuyup geçmek de tek başına yetersizdir. Şair hayatın, tabiatın sahifelerini de okumak durumunda hatta zorundadır.

Okumadan, yeterli birikime sahip olmadan orda burada yazıp çizen, yayınlayan kimselerin, yahut okuyup dolaşan kimselerin yani işin sahtesini, kopyesini üretenlerin ömrü uzun olmaz. Biz sahih olanı konuşalım. Model daima en iyiden seçilir.

Bence okumadan yazmak insanın üstesinden gelebileceği bir iş değildir. Aşk olsun bunu başaranlara. Ama bilinsin ki rüzgara söylenmiş söz gibi, suya yazılmış yazı gibidir onlarınki. Vesselam.”

Şairimizin sanat anlayışı bu söyleşi ile vuzuha kavuşur.

“Takva, sıradan bir olmaktan korkarak sıra dışı olmaya çalışmaktır” diyen bu düşünce insanı, Şair ve yazar; Metin Önal Mengüşoğlu halen Bursa’da yaşamını sürdürmektedir.

Ünlü bir şiiriyle selamlıyor. Sağlık ve afiyetler diliyoruz.

Kardeşime Mektup

Kolsuz ve düğmesiz ve sağ göğsünde bir rozet deliği olan Frenk gömleği,
Bekâr terleriyle sırılsıklamdı, hayata acemi erkeğinin,
Ah gülüm, onu kanla ıslatmayı becerdiğim gün artık ne esirlik ne zulüm,
Ne de gözlerimde sabah tuvaletinden arta kalan sabun köpüğü…

Kardeşlik, dostluk ve arkadaşlık
Bir sancının vücuda ilk girmesi gibi sıcak ve güzel bir şeydir sevgilim.
Çünkü ben onlarla geçtim gerçek bir buluşma olan namazın,
Kesin ve ödün vermeyen saflarından…

Sana döndümse şimdi ben, bütün eski sevgilerimi yığarak döndüm.
Yaşayamadıklarım yaşayabildiklerimden daha çok ve daha layıksa özlenmeye,
Sesim seninle daha gür, şarkılarım daha özgürse, bil ki;
Yaşayamadıklarımızı yaşanabilir kılmak için savaşmak,
Seninle bir menekşeyi koklayıp soldurmaktan daha güzeldir…

İsterdim öğrenmesin ta doğacak oğlum bile sana nasıl yandığımı.
Ben tırnağımla koparırken ta göğsümdeki kermeleri,
Doğacak çocuğuma emanet olsun öfkem, kılıcım ve heyecanım
Ve yüreğim soğusun diye sevgilim yüzüne bakıp susacağım.
Başını bağlayıp düş ardıma, sevgilim düş ardıma
seninle bir adım daha yaklaştım, daha yaklaştım muradıma…

ve ben diplomalarımı yırttımsa, bunun üstüne kılıcımı kınından sıyırdımsa
kalleşliği bir hamlede yere vurdumsa
savur gülüşlerini ne duruyorsun, konuş dillerin olayım,
Ağla dua et, çünkü hıncımda tazedir sevincimde
Çünkü tek sevda var şimdi içimde ''kavgamız'' ve saflarımızda senin yerin…

Nasılda dadanmış sarışın sırtlanları daha gömülmediğimiz mezara, şu küfürbaz kuşağın.
Nasılda tutmuş, kuşatmış yolumuzu, gölgesi arkadan vuranın, alçağın.
Lakin bir umut bulunur daima, bulunur elbet,
Çıkıp sıyrılmaya doğru açılmış bir bitmez umut.
Ki, inancın ve aydınlığın kapısı odur, odur başımızı dik tutarız,
Odur yenilmeyiz karşılaştığımız ilk tahakküme, ilk karanlığa, ilk tel örgüye…

Bizimde haberlerimiz vardır sevgilim ikimizin arasında
Bütün kardeşlerimizin başı bağlıdır ona.
Ve bizim, çünkü bizim haberlerimiz vardır sevgilim; sağlam ve sadık.
Tutunur dağ aşarız yardımıyla, tutunur bileniriz,
Tutunur silme insan olan künyemizi yar kılarız sevdasına…

Sana anlatacağım şeyleri kafamda toparlamadan daha,
Kundaklamaya çağırıyorlar karanlığın kalleş bekçileri,
Tam bir adım kala sabaha uyanıyorum…
Ben ürküntüyle uyanınca çalıyor zilleri kafamın içinde; iğrenç, utanmaz

O zaman koşup Kitabımızın sözlerine saklanıyorum.
Kitap beni itiyor alanlara ve kitap beni itince alanlara
Görsen yiğidin ne kadar cesur ve ne kadar atılgandır.
O zaman bir özge candır, vay heyran yiğidin bir özge candır,
Anasına layık oğul, çocuklarına baba ve sana sultandır...

Esmerim, güzelim, nazlı yarim,
Tam kumrular tüy düşürürken yere, şafak üzere
ve bizimkiler, Kitabın kavline göre ayaklanınca
Ko gideyim, ko ki serbestlesin zincirlerimiz,
Ko ki korkak, ko ki kaçak demesin kimse,
demesin yiğidine…..

Metin Önal Mengüşoğlu
*Şair bu şiiriyle, diplomasını yırtan şair olarak ta anılır.*

ELAZIĞ KALEMLERİ ZİYA ÇARSANCAKLI

‘Elazığ Kalemleri’ Tevazu erbabı, çelebi bir Harput Beyefendisi şairimizle devam ediyor bu şairimiz Ziya ÇARSANCAKLI,
Ziya Çarsancaklı 1925 yılında dünyaya gelir, henüz altı aylık iken Şeyh Sait vakasını müteakip ailesi Afyonkarahisar’a sürgüne gönderilir, oradan Konya’ya; şair iki yaşına geldiğinde de İstanbul’u mekan tutarlar.
1928 yılında tekrar Elazığ’a dönen Çarsancaklı ailesi, 1963 yılına kadar Elazığ’da hayatını sürdüren şair; 1963 yılında yeniden ailesi ile birlikte İstanbl’a göç eder.
Ziya Çarsancaklı şair bir babanın çocuğudur babası merhum Bedri Çarsancaklı’dır. Ziya Çarsancaklı ortaokulu bitirdikten sonra edebiyata meylettiğinden bahseder ve edebiyat konusunda hocasının, babası olduğunu belirtir.
Yeri geldikçe “selamlık kültürü” ile yetiştiğini, şiir yeteneğini annesinin dedesi Necip Paşa’dan, babasının dayısı Hacı Hayri’den ve babasından tevarüs ettiğini beyan eder.
-Hatıralardan Bir Demet Dert Yumağı
-Gülşen-i Şuara
-Üç Kuşaktan Kültür Parkım
-Kaleden Yürek Sesim
-Gazel Yaprakları
İsimli yazılı eserleri bulunan Çarsancaklı’nın bir şiirini paylaşalım;
SUDAKİ PARK
Rengarenk desen vermek yatıyor bu amaçta,
Açmış manolya, susam şu karşıki yamaçta.
Ateş böceği, çiğdem, ebrulü, pembe sarı
Dekorda (Ben) oluşmuş, küçücük saksı nar''ı.
Çıkmış şu köşecikten nevruz der ''Ben de varım'',
Sümbüller bir yanında, bir yanda lalezarım.
Gül güne düşmüş şebnem, oluvermiş gözyaşı,
Erguvanların fon''a sırma çeken nakışı.
Gülşene veren haz''ı bülbüllerin avazı,
Konar dalını görmez, vuslattır hep niyazı.
Nur''dan ebem kuşağı, yedi renkli köprüsü,
Dökülen Yıldızla Ay, semadan vermiş süsü.
Çeyrek asır yaşadım içinde, bakar kördüm,
Neden sonra sudaki bu parkı ancak gördüm.
Kim ihtişamı tersim eylemiş bu biçimde,
Birlikte iki yaka yüzer Boğaziçinde.
Bir ahh çektim ki ah''tı, yüreğim kopacaktı,
Bir geminin dalgası PARKIMI BOZACAKTI.

Fakiri mahlasını kullanan şair; “Ben şair değilim, işin heveslisiyim” diyen Ziya Çarsancaklı “Şiirde iddialı değilim; şairin oğluyum, hevesliyim, seviyorum beceremiyorum” diye de ilave eder.
Köyünü köylüsünü tema olarak seçtiği şiirleri lirik bir yapı ihtiva eder.
Sürü döner, toz bulutu kaplar yolu, dağ boştur
Civciv ağlar, dere çağlar, gün tüllenir; ne hoştur.
Fecre kadar sırğıt öter, gece uyur, pek hoştur
Kurban olam köyüme ben, herkes saf, yok pespaye
Şiir tarzının genelde halk şiir geleneğimize yaslandığını müşahede ederiz. Şairin şiirlerinde köy, Harput, gurbet ve tasavvuf konuları büyük ölçüde yer alır.
Ömrünün çok uzun bir bölümünü şehrinden uzakta yaşamış bulunan Çarsancaklı’nın şuuraltında oluşan gurbet duygusunu şiirlerine taşıdığını görmekteyiz.
Seviyorum insanları her biri gökten mahım
Beni sevmeyenlerle pek karşılaştırma Allahım
Diye yürek mahreçli şiirlerini bize armağan eden şair; ilahi aşk temrinleri yaptığını görürüz.
Şairin pastoral ahenkli şiirsel dokumalarında tasavvuf kıyısında terennüm ettiği ince sezgi çizgilerini de bolca görürüz.
Sen Allah’sın bense kulum
Beden turâb, sade ruhum.
Hem ummanım hem de ruhum
Koyma pusulasız ya Rabb!
Diye seslenirken öte yandan da;
Özlemim, hasret seli akar sılaya doğru
Dört tarafım kor alev, yakar sılaya doğru
Yarım asır içimde seni gurbet yaşattım
Kesseler yürek kanım akar sılaya doğru.
Yine bir şiirinde şöyle seslenir.
Tutmadı uyku yıllar, kederinden Harput’um
Kaldın bikes, bigümân, eleminden Harput’um
Sürdü baykuşu ahvad kaderinden Harput’um
Gün oldu, devran döndü,yüzün gülsün Harput’um
Halen İstanbul’da yaşamını sürdüren üstat Ziya ÇARSANCAKLI’ya sağlık ve saadetler diliyoruz.

“Adım Ziya/Yoktur riya/Şahidimdir/Ol Kibriya”
Ziya Çarsancaklı

Kaynak: R.Mithat Yılmaz’ın
Ziya Çarsancaklı ve şiiri isimli
yazısından istifade edilmiştir.

İlhami Bulut
Kayıt Tarihi : 3.7.2015 23:42:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İlhami Bulut