(ELAZIĞ KALEMLERİ)
NECATİ KANTER
Bu makale 2015-01-06 13:42:16 eklenmiştir.
İLHAMİ BULUT
“Elazığ Kalemleri” Yine bir Elazığlı, desibeli okuyucunun yürek algısı ile orantılı bir ses ve anlatıma sahip; eğitimci, mütedeyyin bir yazarla devam ediyor. Bu yazarımız Necati Kanter;
1949 Yılında Elazığ’da doğan Necati Kanter; ilk ve orta öğrenimini Elazığ’da tamamladıktan sonra, 1975 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nden mezun olur.
Sivrice Lisesi, Elazığ İmam Hatip Lisesi, Afyon Endüstri Meslek Lisesi’nde öğretmenlik; Pertek İlçesi’nde Milli Eğitim Müdürlüğü görevlerinde bulunan Necati Kanter; Ayrıca, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde “İslami Türk Edebiyatı” uzmanı olarak görev yapar ve 2007 yılında emekliye ayrılır.
Öykü ve oyun yazma çalışmalarını fakülte yıllarında başlatan yazarımızın, bu çalışmaları; Günışığı Gazetesi, Fırat Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi, Muştu, Türk Edebiyatı, Berceste, Kültür Dünyası., Yedi İklim, Harput Çırası ve Bizim Külliye dergilerinde yayımlanır.
07.10.1976 tarihinde ‘Dergâh Tiyatrosu’nu kuran yazar; ulusal oyunlar haricinde; kendi eserleri olan, Bir Gönül Sultanı, Hicret (Mukaddes Göç) , Zehir, Yara, Ahmet Yasevi, Hüseynikten Çıktım Şeher Yoluna, Fatih, Gel de Çıldırma isimli oyunlarını anılan tiyatroda sahneler.
Bizim Şehrin Divaneleri (Biyografik öykü)
İsmigül (öykü)
İsimli eserlerinden ‘İsmigül’ halen yayınevinde olup;
“Bizim şehrin divaneleri” şehrimize insanlarından; yaşadıkları dönemi aklın ermediği hikmetleriyle hatırlatanlardan; Deli Musto, Nüzhet Dede, Fehmi Baba, Rüviyeti Baba, Mehdi Metin, Şavaklı Hacı Veli, Apbo Molla, Cevdet Baba, Recep Gakgo, Dono, Yusuf Efendi, Aliye Bacı, Atiye Hanım, Fethiye Sultan, Münir Baba gibi kerameti kendinden menkul; meczup diye bilinen; Elazığ’ın yakın tarihindeki bizi güldüren ve düşündüren; bu kadroyu, yazar; desturlu bir girişle, nezahet ve hürmetle anlatarak günümüze taşımış bulunuyor
Yazar; Mehdi Metin’i anlatırken; bir yerde şu cümlelerle tasvir ediyor.“Yerli musikiyi iyi bilir, iyi icra ederdi. Çok sevdiği cümbüşünü bir ananın kundaktaki çocuğunu şefkatle kucağına aldığı gibi, usulca kucağına alır, uzun uzun okşar, emzirirdi onu.Sonra durgun ve mat bakışları alevlenir, su yeşili gözleri dalgalanır, ışıldar, alnı parlar, daha birkaç dakika bile geçmeden cümbüşünün gönüllere saplanan o efsanevi tınısı ve okuduğu türkülerin acı öykülerinin büyüsüne kapılır,,,,,,,,,,,,”
En çok da İranlı mutasavvıf şair İbni Farız’ın:
“Ben sarhoş olduğum zaman daha üzüm yaratılmamıştı”
“Bezm-i Elest’te öyle bir şarap içtim ki hala ayılmış değilim” mısralarını gezinirdi.
Aynı eserinde yazarımız;
Şavaklı Hacı Veli’den şöyle bahseder;
“Tunceli ili, Pertek ilçesi, Şavak (şafak) bucağı Bulgurtepe köyü göçebelerindendi. İki metreye yakın boyu, dev cüssesi, esmer teni ve başından hiç eksik etmediği yeşil sarığı arasına taktığı bir kuş teleği ile dikkatleri üzerine çeker, ona bakanlarda korku-saygı karışımı tuhaf bir his uyandırırdı. Tavırları, davranışları, oturuşu, kalkışı, yürüyüşü, konuşması ve duruşu ile sıra dışı bir insan olduğu hemen ilk bakışta anlaşılırdı”
“Mevlana’dan; Hacı Bektaş-ı Veli’den, Yunus Emre’den şiirler söyler, ilahiler okurdu.
Benim için deli diyorlar, iftira ediyorlar
Ben deli değilim deli
Deli olan gönlümdür onu zincirlemeli
Öyle ama nasıl zincirlensinler
Ne ayağı var ne de eli.
En çok Mevlana’nın bu şiirin söylerdi”.
“Vakit ikindi;
Cevdet Baba ağır ağır Birinci Harput Caddesi’inden yukarı doğru ilerlerken birden durur: Ufka diker bakışlarını. Ellerini iki yana açar, yolun tam orta yerinde dakikalarca bekler. Sonra doğuya yönelir, öne doğru uzatır ellerini.
“Ebed-dinükum! ” sesi yankılanır şehrin sokaklarında. Acı bir haykırıştır. Bu sesi duyanların diken diken olur tüyleri.
Arabalar Cevdet’i rahatsız etmemek için usulca yanından geçer…
“Tuhaf şeyler oluyor..”
“Yahu Cevdet’in böyle işi yoktu..N’oldu acaba? ”
…!
“Allah! ..Allah…”
Adamın biri koşup kolundan tutar, bir kenara çeker. Tam o an insanlar korku ve panikle dükkânlardan dışarı fırlar.
Gür sesi ile acı acı bağırır Cevdet.
-Ebed-dinukum! ...Ebedid-dinukum! ...Ebedid-dinukum..”
Şehir ayaktadır!
Gözler fal taşı gibi açılmış, herkesin dudaklarında gizemli bir fısıltı:
“Yine gitti bir yer”
“Amma da salladı ha! ..”
Cevdet Ayağa kalkar…
Yüzünde kaygılı bir ifade, bakışlarında panik vardır.
-Bingöl yıkıldı! ....
Bir çığlıktır sanki sesi
Tez duyulur acı haber: Bingöl yıkılmıştır. Binlerce insan enkaz altında…
İzzetpaşa Camii müezzini Bülbül Ali davudi sesi ile acı bir salaya başlar
Cevdet yürür..
Şehir bakakalır arkasından”
Hikmetli söz ve davranışların sadır olduğu bazı kişilerin; hayatımızda tuttuğu yer; bizi düşündürüp deruni bir tefekküre sevk ettiği, hemen hepimiz yeri gelen sohbetlerimizde; başımızdan geçeni ve/veya gördüğümüzü anlatırız hayret ve ibretle.
İşte ledün ilminden beslenen bu hemşerilerimizi yazar bizimle yakından tanıştırır bu eserinde.
Necati Kanter;
Elayşad. Elazığ Yazar Şair ve Güzel Sanatlar Derneği’nin kurucu üyeleri arasında yer alır.
28 Şubat 1996 yılında düzenlenen “Elazığ Çayda Çıra Bilim Kültür sanat şenliği”nde Kültür Bakanlığı’nın katkılarıyla “Elazığ Şehir Tiyatrosu” tarafından sahnelenen “BİR GÖNÜL SULTANI” isimli oyunu yılın sanat ödülünü alır.
“Kültür dünyası” dergisinin 1999 yılında düzenlediği öykü yarışmasında da “Hüzün Yağdı Dağlara” isimli öyküsü jüri özel ödülüne layık görülür.
Türkiye Edebiyat Vakfı Eminönü Belediye Başkanlığı ve Eminönü’ne Hizmet Vakfı” tarafından düzenlenen 1999 Yılı Ömer Seyfettin Hikâye Yarışmasında “BEYAZ GÖMLEK” adlı hikâyesi Seçici Kurulu’nun takdirine layık görülenler listesinde yer alır.
Halen güçlü bir şekilde yayın hayatını sürdüren “Bizim Külliye” Dergisi’nin kurucuları arasında bulunan,
”İnsan büyük bir şeydir ve içinde her şey yazılıdır fakat karanlıklar ve perdeler bırakmaz ki içindeki ilmi okuyabilsin” diyen Mevlana’nın bu sözü istikametinde perdeyi aralamaya çalışan Elazığlı yazarımız
Evli iki çocuk babası Necati Kanter’i hazla okumaya devam edip; sağlık ve saadetler diliyoruz.
BİLAL CİVELEK
“Elazığ Kalemleri” ‘Gönlü mümbit, bereketli bir kalemle devam ediyor. Bu kalemimiz eğitimci-yazar Bilal Civelek,
1960 Yılında Elazığ’da dünyaya gelen yazarımızın çocukluğu Yeni Mahalle’de geçer. Anne tarafı Harput’lu olan Civelek; İlk, Orta ve Lise öğrenimini Elazığ’da tamamlar.
Yazar o yıllara ait anılarını şu satırlarla bizlerle paylaşıyor.
“Elazığlı olmaktan gurur duyan bir Elazizliyim. Annem tarafı Harputludur. Harput ve Elaziz kelimeleri kişilik özelliklerimin oluşumunda büyük rol oynadılar.
Çocukluğumuzun geçtiği yeni mahalle, Bölge mahallesi, Fırat Üniversitesi’nin üzerine yapıldığı arazide top oynamamız, bahar yağmurlarında oluşan gölde çimdiğimiz günler unutulmaz hatıralarla doludur.
Elazığspor aşkı ile eski stadın karayollarına bitişik duvarlarına tırmanmak, bedava maça gitmek hafta sonu maceralarımızın başında geliyordu.
PTT önünde teksas, tomkis alıp satmak, okumak vazgeçilmez bir kültür aktivitesiydi. Yolda gazete parçalarının üzerine çömelip tarihini bilmediğimiz, sararmış yırtık parçalarını okumak büyük bir zevkti”.
Bilal Civelek; Elazığ Ortaokulu’ndan sonra Endüstri Meslek Lisesini bitirip; Çukurova Üniversitesi Alman Dili ve Edebiyatı Bölümünü girerek buradan mezun olur. Stuttgart Üniversitesi Eğitim Bilimleri Bölümü’nde yüksek Lisans yapan yazar ve yurdun birçok yöresinde Almanca öğretmeni olarak görev yapar.
Bu arada Almanya’nın Stuttgart şehrinde Türkçe ve Türk Kültürü öğretmeni olarak beş yıl hizmette bulunur.
Lise yıllarında Son Havadis Gazetesinin muhabirliğini yaparken, Karadeniz Bölgesi’nde görev yaptığı sırada da Hürriyet Gazetesi’nin yerel muhabirliğini yürütür bu arada bir vakfın da müdürlük görevini üstlenir.
Bu çalışmalar sırasında yaşadığı bir anısını kendi anlatımı ile takip ediyoruz.
“Ordu ilinde Hürriyet Gazetesi muhabirliği yaparken bir haberim manşet olmuştu. “Bazı kasaplar murdar hayvan eti ucuz alarak halka satıyor”. Diye bir haber…
O zamanın Ordu Valisi Necati kaya bu haberden sonra olayı araştırıyor. Bir şey bulamıyor. Muhabiri araştırmaya başlıyor fakat gazete muhabir ismi vermiyor. Bir hafta sonra Malatyalı Kaymakam Mahmut Kuş’un odasında Vali Çetinkaya, kaymakam ve ben otururken, vali Çetinkaya Kaymakama döndü:
“Yahu Mahmut şu muhabiri hala bulamadık. Kim bu muhabir, bu haberi nasıl yaparlar! ” diye sordu. Ben hiç tereddüt etmeden:
”O muhabir Benim Efendim! ” dedim. Vali Çetinkaya bir an ne diyeceğini şaşırdı ayağa kalktı: “E, şimdi oldu mu? Seni Vakıf müdürü yaptık ki, arkamızda iş mi çeviresin? ” dedi.
Ben haberin yalan olmadığını, eti satanları, alan kasabı söyledim, şahitleri göstereceğimi söyledim.
Meğer Belediye kesilen hiç bir hayvan kontrol edilmeden dağıtılıyormuş. Çünkü belediyenin baytarı yokmuş. Bu olayla bu eksiklik ve ihmal de ortaya çıktı. Hemen baytar kadrosu açtılar ve olaya karışan iki kasaba ceza kestiler, sonradan da Vali bey teşekkür etti”
Elazığ’dan uzakta Elazığlı gibi yaşadığını söyleyen yazar;
Beyaz Kıyamet,
Bir Nefeste Güneydoğu
Borisin Sırrı,
Derdo,
Dokunmayın Portakalıme,
Duanın Gücü
Kalbim Sende Kaldı Rumeli,
Kurulmamış Hayaller,
Mustafa Kemal’in Kuşları (Dersim Yanıyor)
Mutluluğun Şifresi
Suyu Yıkayan Bilge
İsimli eserlerin müellifidir. Güneydoğu’da görev yaparken kitap yazmaya başladığını söyleyen Bilal Civelek’in ilk eseri “Bir Nefeste Güneydoğu” isimli kitabı, son eseri ise “Suyu Yıkayan Bilge” ‘dir.
Günışığı ve Yeniçağ gibi birçok gazetede köşe yazarlığı yapan yazar şehrimiz için şu değerlendirmede bulunmaktadır.
“ Elazığ Türkiye’de yeni kurulmuş şehirlerden biridir. Harput’tan ayrılarak yepyeni bir şehir oldu. Ya da oluşturuldu. Fakat Elazığ, yeni kurulan şehirlerarasında en şansı olanıdır. Çünkü Harput gibi tarihi derinliği olan bir kültürün mirası üzerine oturdu. Harput’un yüzyıllarca kültürel birikimini kucağında buldu.
Bundan daha iyi bir şans olur mu? Harput, tarihsel süreç içerisinde kültürüyle tanınan bir yerleşim yeriydi. Nice Şairlerin, yazarların, hafızların, Müzisyenlerin kadıların yetiştiği bir merkezdi. Harput müziği kendi rüştünü kendine has makamlar yaratarak ispatlayan, dünyada benzeri az yerlerden biridir. Türk müziğini elinize alın, altını üstüne getirin Harput müziğine benzer bir makam bulamazsınız. İstanbul müziği bazı makamları Harput’tan almıştır ama Harput tek bir eser ve makam bile İstanbul’dan almamıştır.,,,,,,,,”
Hararetle Elazığ kültür konusu üzerinde duran yazar değerlendirmelerini şu şekilde sürdürmektedir.
“,,,,,,,,Elazığ kültürünün Türkiye’ye tanıtılması medya merkezinde çalışmalar yapmak lazım. Görsel medyayı kullanmak lazım…
Çünkü Türkiye’nin Elazığ kültürüne ihtiyacı var. Elazığ kültürü bir yaşam tarzıdır, sosyal ihtiyaçtır, kültür çeşnisidir.
Geciktik mi? diye sorarsanız, asla! …
Geciken bir şey yok, yeter ki Elazığ’da kafamızı çıkarıp dışarıda neler oluyor, neler bitiyor diye bakalım.
Yine bizim eserlere gelelim. Yazdığım romanlar genelde araştırma sonucu gerçek olaylardan oluşuyor.
Bunlardan Boris’in Sırrı, Kalbim Sende Kaldı Rumeli romanları Yurtdışındayken hazırladım. Kısa sürede satıldı, şu ana kadar gelen okuyucu yorumlarından daha bir tane olumsuz yok. Kitapyurdu internet kitap satış sayfasında dört sayfa yorum var ama tek olumsuz yorum bulamazsınız. Demek ki emeğimiz yerini buldu. Allaha Şükürler olsun!
Yıllardır dersim tartışmasıdır gidiyor. Dersim isyanını taraf tutmadan bağımsız bir dille, gerçek bir aşk hikâyesi içerisinde işledik. Dersim isyanı bastırılmasaydı ne olurdu? Sorusunu aydınlatmaya çalıştık.
Kurulmamış hayaller kitabında ise Harput’tan Amerika’ya göç eden Türklerin hikâyesini işledik. Aynı zamanda 1900’lu yıllarda Ermenilerin Osmanlı altınlarını Amerika’ya nasıl taşıdıklarını ortaya koymaya çalıştık.
Gelecekte Elazığ kültürü ile ilgili bazı projelerimiz var ama henüz erken. Biraz daha zaman ihtiyacımız var. Elazığ kültürünü Kömürhan köprüsünden ileri taşımanın zamanı geliyor artık.
Buna ayak uyduran uydurur, uydurmayan, yine kendi çalar, kendi oynar. Ama bu sefer Onların dediği olmayacak, Elazığ kültürünün dediği olacak inşallah!
Elazığ kültürünün dışarıya taşması, Elazığ’da şiir yazmak, kitap basmak, müzik yapmakla olmayacağını anlamak lazım…
Dışarıdaki yazarlar sanatçılar birleşerek bir güç oluşturmak lazım
Bunu yapacak olan ise belediyedir. Belediye yalnız şehri imar etmekle uğraşmamalı, aynı zamanda kültüre de el atmalı, desteklemeli” diyen yazarın son kitabı
“Suyu Yıkayan Bilge”
Bu eser “Kalbin Felsefeye Açılan Kapısı” şeklinde yorumlanıp, modern sufuliğin gereklerini ortaya koyan bir çalışma olarak kitaplıklardaki yerini almış bulunmaktadır. Halen
Yediveren Yayınevi’nin genel yayın yönetmenliğini de yapan;
Evli iki çocuk babası; Yalova’da öğretmenlik görevini sürdürüp; “Yakında Elazığlı yazarların eserlerini bütün Türkiye’ye duyurarak Elazığlı yazarları inşallah çoğaltacağız. Sürprizleri bekleyin” diyen,
Şehrimizin meseleleriyle hemhal, halen sürdürdüğü Günışığı Gazetesi’ndeki sıcak köşe yazıları ile şehrimiz ve edebiyatımıza aralıksız hizmet taşıyan eğitimci yazar Bilal Civelek’i hemşerileri olarak hak ettiği sevgi ve ilgiyle selamlıyor ve takip ediyoruz.
RİNT BİR ŞAİR: İLHAMİ BULUT
Bu gün size, bu gazetede en az bir yazılı eseri bulunan ve Elazığlı olan yazar ve şairleri “Elazığ Kalemleri” başlığı ile yazan şair İlhami Bulut’u anlatmaya çalışacağım.
“Her edebiyatçı biraz şair, her şair de biraz rinttir” diyor işin erbabı. Yani şiirle meşgul olan her şair kendisini adeta şiirin içinde kaybolmuş (şiir olmuş) bulur. Aslında bu şiirde kayboluş da biraz mistisizm değil midir? Mistisizm yalnız dini alanlar için kullanılmaz. Ruhun yöneldiği, zevkle uğraş verip temaşa ettiği her uğraşı esasen mistisizm değil midir? Yazanla yazılan arasındaki bu enteraktif ilişkiyi edebiyatın, belki şiirin dışında pek bulamayız. İlhami Bulut belki de bu cümleyi ispat sadedinde; “Bu aşkla / yanarken diri diri / Ölümü öldürmeden / Bir çuvala giremeyiz bu aşkla.” diyor.
Önce biraz şairimizin hayat hikayesine (şimdi buna öz geçmiş diyorlar) bakalım: İlhami Bulut 1956 yılında Elazığ/ Pelte köyünde dünyaya gelir. Elazığ Orta Okulunu ve Ticaret Lisesini bitirdikten sonra 1977 yılında askere gider. Askerlik dönüşü 1979 yılında Elazığ Adliyesinde Zabit Kâtibi olur. Aynı yıl evlenir. Bu arada 1987 Fırat Üniversitesi Edebiyat Fakültesine kayıt yaptırır ama hem memuriyet hem de öğrencilik bir arada yürümez diyerek okulu bırakır. Kısa sürede terfi ederek 1991 yılında İcra Müdürü olur. Erzurum/Narman’da, Kayseri/Sarız’da, Malatya/Yeşilyurt’ta ve Elazığ’da icra müdürlüklerinde bulunur. 2012 yılında İstanbul/ Çağlayan adliyesine icra müdürü olarak tayin edilir. 2013 yılının Haziran ayında emekli olur.
2011 yılında şiirlerini topladığı “Sır Sızıntısı” kitabını yayınlar. Halen yerel Yeniçağ ve Haberkent gazetelerinde köşe yazarlığı yapmaktadır. Haberkent Gazetesi’nde “Elazığ Kalemleri” başlığı altında Elazığlı yazar ve şairleri tanıtmaktadır. Bu yazılarda zannederim yüzden fazla (135 olabilir) şair ve yazarın hayatı nihayette bir kitapta toplanacaktır. Ben şahsen bu çalışmayı önemsiyorum. Çünkü Elazığlı şair ve yazarlar gelecek kuşak için tek kitapta (en azından büyük bir bölümü) bir çırpıda bulunabilecektir. Takdire şayan bir çalışmadır. Zira hazırlanması okunması kadar kolay değildir herhalde.
İlhami Bulut’un şiirleri; Türk Edebiyatı, Bizim Ece, Kümbet ve Bizim Külliye dergilerinde yayınlanmıştır. Şairimiz İLESAM üyesidir. Ayrıca bazı şiirleri antolojilerde yer almıştır.
Yazı yazmayı bir virt haline getirmiştir. Disiplinli bir çalışma stili var. Dahası, bu işi topluma hizmet için yaptığını ifade etmektedir. Pakistanlı ünlü şair ve düşünür Muhammet İkbal hayranıdır. Onu nerede görürseniz görün, elinde muhakkak bir dergi, bir kitap ve yazmak için kağıtları vardır.
İlhami Bulut, arkadaş canlısıdır. Bol espri yapma gücü vardır. (Buna zeka da diyebiliriz, sanatkar mizacı olarak da bakabiliriz.) Bazen geçici alınganlıklar gösterebilir ama bu durum kalıcı değildir.
İlhami Bulut bir “aşk” aşıklısıdır. “Kainat her gün, her an aşk fışkırır, aşk; devrimsel eyleminden bir an bile geri durmaz. Şiir, bana göre bir duyu ve duygunun mumyalanması ise de, aşkın tanımsız ve bitimsiz lakırdısıdır” cümleleri onun aşk için neler hissettiğini anlatır.
Anne ve babasına karşı büyük bir içtenlikle “evlatlık görevini” yapmaya gayret eder. “ Ak düşen yıllarım dönsün tersine / Bir yılı bir güne satayım anne / Dizinde, başımın minnacık izine / Uzanıp yeniden yatayım anne…” Bu dizeler onun anne sevgini anlatırken, şairlik gücünü de göstermektedir.
Şairlerin şiirleri kendileri için elbette güzel ve önemlidir. Ancak her şairin kendisine yakın hissettiği şiirleri ya da dörtlükleri vardır. İlhami Bulut’un da kendisine yakın hissettiği bir dörtlüğü ile yazımızı noktalayalım:
“Çeker ömrü zaman gün perde perde
Şu tümsek alana düşen resmimden
Şimdi can evimden kim bilir nerde
Sönecek mum gibi yırtar gölgemden…”
Bir şair yaşarken biliniyor ve tanınıyorsa bu önemli bir olaydır. Elazığ’daki yazar ve şairler cidden onu tanıyor ve çoğunluğu da seviyor. Kültür ve sanat dünyasında tanınmak ve büyümek çok zordur. Çünkü bu camiada bulunan herkes, yaşadığı toplumda zaten rutin olmayan bir işe imza atmaktadır.
Nevzat Ülger
ELAZIĞ KALEMLERİ
ŞERİF AYDEMİR
“Elazığ Kalemleri” Kültür havzamızdan filizlenen, mana zeminini kadim damarlardan besleyip; kökünden aldığı gücü muhayyilesinde diri tutarak,
sanat meyvelerini kendi tarzıyla sanatseverlere servis eden; güçlü bir hikâyecimiz Şerif Aydemir’le devam edecek;
1950 yılında Kemaliye (Eğin) ’de dünyaya gelen Şerif Aydemir’in babası aynı yer eşrafından Osman Aydemir, annesi Arapgir’in yine köklü ailelerinden Saniye Hanım’dır.
İlk ve orta öğrenimini memleketi olan Elazığ/Ağın’da okuyan yazar, lise tahsilini Malatya Turan Emeksiz’de 1969 yılında tamamlar.
Adalet Yüksekokulu mezunu olan Şerif Aydemir, lise eğitiminden sonra gittiği İstanbul’da muhtelif gazetelerde çalışır, ilk şiir ve yazı denemelerini bu sırada yayımlar. Söz konusu dönemin sanat mahfillerine müdavimliği nedeniyle; edebiyat dünyasından önemli simalarla bulduğu tanışma ve sohbet olanağı, onun aktif sanatın içine girişini hızlandırır.
Memleketi Elazığ’da 1974 yılında memuriyete başlayıp; 1980 yılında tayinle gittiği İstanbul Adliyesi’nde uzun yıllar İdari ve Mali İşler Müdürlüğü görevinde bulunduktan sonra 2011 yılında da emekliye ayrılan,
Yazar ve şair Şerif Aydemir’in; Türk Edebiyatı, Yeni Asya, Dergâh, SanatAlemi, Bizim Külliye, Halk Edebiyatı, Kümbet, Harput Çırası, Ağın Düşün ve Sanat Dergisi, Ağın Haber Gazetesi gibi birçok gazete ve dergide şiir ve yazıları yayımlanır.
Şair Hüseyin Akın’ın “Şiire giderken bir öyküye tutulup hikâyeye giden adam” dediği Şerif Aydemir;
-Ruhuma Saplanan Şehir
-Yazık Olmuş Yarsız Ömrü Geçene
-Mendilim Sende Kalsın
-Çiçekten Harman Olmaz
İsimli eserleri imzalar. Sanatsal perspektifinde;
“Gasar Osman” namıyla maruf, çocuk yaşta İstanbul ‘un İsmail Dümbüllü gibi tulûat tiyatronun köklü temsilcileri ile tanışıp, Atatürk’ü yakından gören, Beyoğlu’nun “çorbacı” denilen zengin Rum’larıyla kurduğu diyaloğu, köy odaları ve sohbet meclislerinde anlatıp ilgiyle izlenen ve 60 yıl esnaflık yapan merhum babasının etkisini yazarımızın üzerinde hissetmek kolay olur.
Mehmet Nuri Yardım; yazarımız için “ Hikâyelerin tamamında bizim neşemiz, hüznümüz, sevincimiz, kederimiz, kısacası bütünüyle bizim kâinatımız var. Her birinde ayrılıklarımızı, kavuşmalarımızı, hasretlerimizi ve hicranlarımızı görürsünüz “ der.
Şair ve eleştirmen R.Mithat Yılmaz’da; şu tespitte bulunur Şerif Aydemir’in eserleri hakkında;
“,,,,,,,Yeri gelir, tahkiye edilen olayın örgüsü öne çıkar, yeri gelir hikâyedeki kahramanın ruh dünyası. Aydemir’in tarzı ve başarısı da burada başlıyor işte. Hikâyesi iç içe katmanlardan oluşuyor onun. Bir bakmışsınız “olay” almış başını gidiyor; ha bire koşturuyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz kesit ön plana çıkmış; olayın/hayatın tamamı yerine bir bölümüyle haşırneşirsiniz,,,,,”
Mehmed Niyazi; 3 Ekim 2011 tarihli Zaman Gazetesindeki, yazarımız hakkındaki yazısını şu şekilde bitirir.
“,,,,,,,Bir kimseyi bir başkasına benzeterek anlatmaya kalkışmak doğru değildir. Şerif Aydemir’in hikâyelerini okurken Gogol’unkilerden az zevk almadığımız için “Bizim Gogol” diye söze başladık. Amacımız edebiyat dünyamızın değerli bir kalem kazandığından duyduğumuz kıvancı belirtmekti”
Prof.Zafer Gençaydın; “Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene” isimli kitapla ilgili olarak yazarımız hakkında “Şerif Aydemir’in duyumsadıklarını, onu kedere boğan yitirdiklerine duyduğu özlemi halk deyimleriyle, insan ruhunun derinliklerinden süzülerek gelen binlerce yıllık birikimin ürünü türkülerle, mecazlarla bezeyerek şairce bir duyarlılıkla dile getirişini büyük bir haz duyarak okudum” dedikten sonra yazarımızdan şu alıntıyı yapar.
“Keşke ben de Ağın Çınarı’ndan bir yeşil dal getirseydim yanımda. İçimdeki hasret meleyen kuzuyu anasız yatıramadığım gecelerde o çınar dalına tutunurdum” O “dalına tutunurdum” dediği çınarın altı (Recep Dayı’nın kahvesi,,,,,,,,,,,,,,,Ağın’ı bir kez görmüş olanların bile belleklerine oturmuş o çınarın altı,,,,,,,) diye sürüp giden bir sunumda bulunur.
Bir şiirinde “Eğin bir yanım, Harput diğer yanım” diyen şair ve yazarımız Şerif Aydemir; mülahazasını şöyle sürdürür.
“,,,,,,Rahmetli büyüğümüz İshak Sunguroğlu, Harput Yolları’nda adlı 4 ciltlik önemli eserinde, “Biz kulağımızdan şişmanlarız.” diye bir Elazığ sözü nakleder. Bu söz, Hz. Mevlâna’nın Mesnevî’sinde geçen, ”İnsan kulağından beslenir.” ifadesinin bir başka terennümüdür. Bu, anavatanımız Orta Asya’dan tâ Anadolu’nun içlerine kadar getirdiğimiz kimi zaman ateş etrafında, kimi gün ocak ve kürsü başlarında, su boylarında kopuz çalarak, ilâhi ve gülbank okuyarak, salâvat çekerek asla yere düşürmediğimiz; töre ve ananelerimizdir. Ruh kökümüzdür. Esenliğimiz, dirliğimiz ve diriliğimizdir.,,,,”
Kendi demesiyle.“Ağın-Arapgir-Eğin aynı damardan beslenen, aynı kültür havzasında uç veren, kökü aynı topraklarda olan üç dut fidanıdır. Arguvan’la, Keban’la, Çemişgezek’le de şerbeti bol dökülmüş bir hısımlık sofrasına bağdaş kurmuşlardır.”
“Yazık Olmuş Yârsız Ömrü Geçene” de yer alan şu pasaj paylaşılmaya değer sanırım;
“,,,,,,,,,,Geçtiğimiz yüzyılın başlarında ne kadar çok yiğit göndermişiz uzaklara. Gurbetlere, cephelere, ince hastalıklara.
Ağın’dan, Arapgir’den, Eğin’den alıp Giresun Limanı’na kadar kervanlar yetmemiş taşımaya. Ne baldırı sıkı katırlar karlara saplanmış Şebinkarahisar yollarında. O katırların ayaklarında nice umutlar tükenmiş.
Dönememişler, dönmemişler uzun süre. Yol beklemişler sicim gibi uzanan yolların son kıvrımlarında. Yol gözletmişler garip serçeler misali ‘süyük’lerin ucunda. Seneler üst üste bindikçe, kıtlıklar, yokluklar evlere düştükçe umutlarını yemişler tazecikler. Çocukların sulu gözlerinde asılı kalmış babalarının fotoğrafları. Çağı gelen kızlar evlenirken, pazıları şişen delikanlılar askere alınırken o fotoğrafları bir muska gibi koyunlarında götürmüşler. Nikahlı dullar yorgan gibi sarınmışlar ağıtları,duaları,ahları…Körpe sevdalar yüreklerin nemli kilerlerinde çürüyüp kalmış öylece,,,,,,,”
İlesam. Türkiye Yazarlar Birliği ve Türk Edebiyat Vakfı’nın faal üyesi olan yazarımız Şerif Aydemir;
ESKADER. (Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği) ’nin kurucularından olup; halen bu derneğin başkanlığını deruhte etmektedir.
Hiç riyasız yazarımızın eserleri; bir kulaktan girip; akla tutunmadan, gönül ve vicdanı alâkadar etmeyip diğer kulaktan çıkacak sükseli, kuru söz yığını olmayıp,
Münhasır tarzıyla, özgün ve özgül ağırlıklı; hepsine özenle giydirilen, ulvi derinlikten renkler taşıyarak, yakışan ruh libasıyla, his tabanına höllük serilerek; okuyucunun düş ve düşüncesine refakat edecek masum; mutedil bir haleti ruhiye ile asla zıtlaşmayacak mütevazı eserler.
Halen; İstanbul’da yaşamını sürdüren 3 çocuk babası ŞERİF AYDEMİR’i selamlıyor. Sağlık ve saadetler diliyoruz.
ELAZIĞ KALEMLERİ)
NAŞİDE GÖKBUDAK
Bu makale 2014-12-16 13:27:25 eklenmiş ve 184 kez görüntülenmiştir.
İLHAMİ BULUT
“Elazığ Kalemleri” isimli kitabın bu sayfasında; 65 yaşında yazarlığa başlayıp, roman dalında yüksek bir şöhret yakalayan bir kadın yazarımızdan, Naşide Gökbudak ve eserlerinden bahsedeceğiz.
Naşide Gökbudak; 23 Eylül 1937 tarihinde Elazığ’ın Akçakiraz (Perçenç) köyünde dünyaya gelir. Liseyi Elazığ’da bitiren yazar; daha sonra girdiği Ankara Hukuk Fakültesi’ni ailevi nedenlere dayalı olarak, yarım bırakarak İstanbul’a yerleşir. Eserleri;
- Asıl Adı Atiye (roman)
- Aykırı Aşklar (roman)
- Bana Allahaısmarladık Deme (şiir)
- Ben Eşkıya Değilim (roman)
- Dürrüşehvar Sultan (roman)
- Feraye (roman)
- Gölge Kadınlar (roman)
- Hümeyra (roman)
- Hüzünlerden Uçurtma Yaptım (şiir)
- İçimdeki Başka Ben (roman)
- Kaç Yıl Geçti Aradan (roman)
- Küpe Çiçeği (roman)
- Mihrimah (roman)
- Miralayın Kızı Süreyya (roman)
- Neredesin Şelale (roman)
- Perina (roman)
- Rahmi Bey (roman)
- Sevmesem Ruhsuz Sevsem Mutsuz Gibiyim (şiir)
- Sıdıka Hanım(roman)
- Sırma’nın Günlüğü (roman)
- Şelale’nin Bez Bebeği (roman)
- Uçan Süpürge (şiir)
2004 yılında “Sıdıka Hanım” isimli ilk romanı basıldığında yazarımız 65 yaşındaydı, romanın konusu Osmanlı İmparatorluğu’nun son dönemi; savaşlı, acılı, kaygılı yılların bitişi ile yeni filizlenen cumhuriyetin başlangıcında gerçek biri olan Sıdıka Hanım, aynı isimli romanın kahramanı ve yazarın akrabası. Bu romanın büyük ilgi görmesi üzerine, bir yıl sonra ikinci romanı olan,
“Asıl Adı Atiye” yayınlanır.
“Bu kitapta anlatınlar, benim ailemin yaşadığı bir hikâyedir. Bir kısmını bizzat yaşadım; geçmişe ait olan kısımlarını ise yaşayanların kendilerinden dinledim. Asıl Adı Atiye bir biyografi değildir; bir romandır. Her olay birebir anlatılmış ya da hayal gücüm beni bazı yanılgılara düşürmüş olabilir. Adını değiştirerek kullandığım çok az aile veya kişi vardır. Diğerleri kitapta geçen lakapları ve isimleri ile yaşayan aileler ve kişilerdir.” N.Gökbudak
“Aykırı Aşklar”
“ Dört yapraklı yonca uğur getirir derler. Adı, kendisine şans yerine keder getiren gencecik bir kızdı Yonca. Çocukluğunda da, genç kızlığında da köyün gözdesiydi. Yurdunda yaşanan karışıklık; köyünü, ailesini ve kendisini talihsiz bir serüvene sürüklerken onun asıl şansızlığı aşka dair hissettikleriydi.”
“Ben Eşkıya Değilim”
Perçençli Rahmi Bey’den yola çıkılarak Elazığ’da geçen sürükleyici bir hayat hikâyesi romanlaştırılmış. Yazarın bu eseri daha sonra “Rahmi Bey” ismiyle yeniden basılmıştır.
“ Dürrüşehvar Sultan” “Sarayda Bir İnci Tanesi”
Cumhuriyetin ilanı ile yurt dışına gönderilen Şehzade Abdülmecit Efendi’nin kızı Dürrüşehvar Sultan’ın yaşamını konu eden bir roman.
“Feraye”
Milli mücadele yıllarında Ege’de geçen, hürriyet sevdasıyla cepheye koşan bir halk ve bu kargaşada cereyan eden tutku dolu bir aşk hikâyesinin romanlaşması.
“Gölge Kadınlar”
İstanbul’da geçen; aynı apartmanda mukim, farklı kültürlere sahip dört kadının hikâyesi, yaşamı romanlaştırılmış.
“Hümeyra”
Ege’de geçen sade anlatımlı eski Türk filmleri tadında, yazarımıza ait bir roman.
“Hüzünlerden Uçurtma Yaptım”
Yazarın şair yönünü bu kitapta müşahede ediyoruz.
“İçimdeki Başka Ben”
Reenkarnasyondan bahseden kendi alanında okuyucu bulmuş,babasının istemi hilafına evlilik yapıp İstanbul’a giden bir Elazığ’lı ailenin hikayesi.
“Kaç Yıl Geçti Aradan”
Yıllar önce hayat yolları ayrı ayrı adreslere çıkmış sekiz arkadaşın, 25 yıl sonra tesadüfen bir araya gelmeleri, hayatlarında biriktirdiklerini anlatmalarını, yad etmelerini akıcı bir üslupla anlatan roman.
“Küpe Çiçeği”
Mustafa Kemal’in “Ya İstiklal ya ölüm” düsturuna gönül vererek; bunun için Anadolu’ya geçmek için fırsat kollayan, Kemal Nizamettin Efendi’nin, genç ve güzel eşi Şahende Hanım ve çocuk yaştaki iki kız çocuğunu nasıl bırakıp gideceği ikileminin gelişen olaylar çemberindeki portresinin romanlaşmış hali.
“Mihrimah”
Mimar Sinan’ın; Kanuni Sultan Süleyman’ın, romanın ismini taşıyan kızına olan aşkının anlatımı; vuslat şansı tanımayan bu aşkın; ünlü Mimar Sinan’ın eserlerine ilmik ilmiş işlemesini işleyen sürükleyiciliği tartışmasız bir roman.
“Miralay’ın Kızı Süreyya”
Amasya’da köklü bir ailenin kızı Süreyya’nın, Türkiye’ye tıp öğrenimi için gelen Afganistan Şahı’nın yeğeni Zaki’nin arasındaki aşkı; kertmeli bulunan Süreyya ile Zaki serüvenini; evlilik, kadın-erkek bağlamındaki anlatımı ile ilgiyle okunmayı hak etmiş bir roman.
“Neredesin Şelale”
“Şelalenin Bez Bebeği” isimli eserin devamı olan Neredesin Şelale; 1960’lı yılların siyasi atmosferinde; yaşanan zorlu bir hayat ve aşk serüvenini anlatan roman.
“Perina”
Rus çar’ı II.Nikolay’ın kızı Perina’nın Rusya’da başlayıp Elazığ’da son bulan yaşam öyküsünü konu alan; Perina’nın güçlü kişiliğinin geniş bir yelpazede anlatılmış bulunması ile rağbet toplayan bir roman. Perina..
“Rahmi Bey”
Kitabın ilk basımı “Ben Eşkıya Değilim” adıyla yayınlanmıştır.
“Sevmesem Ruhsuz Sevsem Mutsuz Gibiyim”
Yazarımıza ait şiir kitabı, Yazar Naşide Gökbudak’ın şair yönüyle de tekrar buluşuyoruz bu kitabında.
“Sıdıka Hanım”
Sıdıka Hanım Yazarımızın ilk romanının ismidir. Romanın konusu Elazığ’da geçer, yazar; yaşanmış olayları bu romanında anlattığını söyler.
“Sırma’nın Günlüğü”
On iki yaşında kimsesiz kalan bir kız çocuğunun; Ankara ve İstanbul’da önce dilenci, sonra fuhuş çetesi eline düşüşünün romanlaşması.
“Şelale’nin Bez Bebeği”
“Neredesin Şelale” isimli romanla devam eden, ırmak roman; bir ailenin mutluluklar, aşklar, ayrılık ve hırslarla dolu; Osman İmparatorluğu’nun son, Türkiye Cumhuriyetinin ilk yılları dönemine ait bu ailenin iz düşümsel romansı hikâyesi,
“Uçan Süpürge”
Yazarın şiir yönünün yansıdığı yine bir şiir kitabı;
“ Uçan süpürgem olsaydı keşke
Bir de kötülüklerden arınmış bir ülke
Uçardım oraya günün birinde
Yalanların olmadığı
Çiçeklerin solmadığı
Nehirlerin kurumadığı
Ormanların yanmadığı
Bir ülke
Bir de uçan süpürge”
Yazar eserleri ile ilgili şu değerlendirmede bulunur.
“Her hayat bir romandır” fikrine tam olarak katılmıyorum. Ama “Her roman bir hayattır” fikri bence tamamen doğru. Bütün insanlar doğar, büyür, ölür ve birçokları hayat denilen bu zaman dilimini yaşamak için birçok zorlukla karşılaşır. Anne ve babasız kalma, maddi imkânsızlıkların içinde çırpınma, büyük ve ümitsiz aşklar yaşama, yakınlarını yitirme vs. gibi. Bu yaşam şekli, çoğunluğun içinde olduğu bir hayat biçimidir. Tabii ki bunlar da kaleme alınabilir. Ama okuyucunun büyük bir kısmı “Aman benim yaşadıklarımın bundan kalır tarafı mı var? ” diyorsa, çok sıradan bir hikâye ve çok sıradan bir eser çıkarmış oluruz. Bu yüzden romanlar, çoğunluğun yaşamadığı kadar ilginç olmalıdır. Yaşananlar açısından, zaman açısından ve hatta toplum üzerinde bıraktığı izler açısından… Ben bugüne kadar yazdığım romanlarımı gerçek ve ilginç hayatlardan seçtim. Olaylar ve yaşananlar yüzde yüz gerçekti. Bu ana kadar hiçbir konuda tekzip almadım. Eğer eksik, fazla veya yanlış olaylar olsaydı atabilirdim. Zira bugün hayatta olanların büyük bir kısmı bu olayları yaşamamış da olsalar, annelerinin veya babalarının veya dedelerinin yaşadığı sıra dışı olayları duymuşlardı. Ve karşılaşmak imkânı bulduğum birçoğu, doğrulayarak hatta yeni bilgiler aktararak, duygu ve düşüncelerini tarafıma bildirmişlerdir. Sadece Şelâle’nin Bez Bebeği adlı romanım kurguya dayanan bir hikâyeden oluşmaktadır.
“Perina” ise hem gerçek, hem de çok ilginç bir hikâyedir. Hatta zaman zaman “Olamaz! İmkânsız! ” diyebileceğiniz kadar ilginçtir. Şüphesiz bana aktarılan bu iddiaların ne kadar doğru olduğunu ispatlama imkânım yoktur. Zannederim romanın kahramanlarının da böyle bir imkânı yoktu. Sadece yaşamışlardı ve yaşadıklarını kendileri biliyorlardı. Ben bizzat hikâyenin kahramanlarından, çocuklarından ve torunlarından duyduklarımı hayal gücümle birleştirerek yazıyorum.”
Diyen yazarımız Naşide Gökbudak; 65 yaşından sonra başladığı yazarlığını, romanlarının örgüsü; daha ziyade bilinen bir mekân tercihi ile ağırlıklı olarak Elazığ’ı seçmiş olmasının, bu yörenin insanı olması nedeniyle de, coğrafi şekillerinden, tarihi ve bu günü ile bilinen yer ve nirengi nokta ve hususların avantajını yaşamsal olarak; hayatının cebinde bulunduğunun farkına vararak;
Yüksek iddialara talip olmadan; ağdalı anlatım tercihinin üzerini çizip, zorlamasız, mutedil bir sanat diliyle okuyucuya eserlerini sevdiren ve neredeyse her okuyucuya akraba ve komşu kılan aşina bazı yer ve kahramanlarla; konuşma diline yakın özgün üslubuyla; edebiyatımıza hızlıca kazandırdığı roman tekniğini tescili çalışan;
Ve yüksek düzeyde zaman yönetimi ile bir kenara bir köşeye çekilmeye psikolojik olarak mahkûm edilmiş 65 ve üstü yaş grubuna yepyeni bir aşı ile maksimum noktadaki prodüktiviteye potansiyel ve canlı referans olan Naşide Gökbudak;
Halen İstanbul’da yaşamını sürdüren iki çocuk annesi Elazığ’lı bir yazarımızdır.
Övünçle; eli kalem tutan herkese esin kaynağı olarak adres göstermemizin isabeti tartışılmaz sanırım.
Sağlık ve saadetle.
Kaynak:
Naşide Gökbudak’ın eserleri.
Kayıt Tarihi : 23.12.2014 23:44:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!