ELAZIĞ KALEMLERİ
MEHMET NACİ ONUR
“Elazığ Kalemleri” İsimli kitabın dibacesinde yer alacak, maarif camiadan; tevazu sahibi, gönlü zengin, ağır duruşlu; kapris ve hasetlerden uzak, nizalara kapalı; Elazığ’ın son elli yıllık eğitim tarihine koyu bir şekilde imzasını atan; ayrıca, 9 adet yazılı esere vücut vermiş bulunan ve halen yazım hayatını sürdüren bir isim:
Bu isim; eğitimci yazarımız Mehmet Naci Onur;
8 Haziran 1944 tarihinde Elazığ’da dünyaya gelen Naci Onur, ilk öğrenimini Murat ve Namık Kemal okullarında orta ve lise öğrenimini ise o tarihte, aynı binadaki okulda; 1963 yılında tamamladıktan sonra; her üniversitenin kendi bünyesinde yaptığı sınavla öğrenci aldığı o yıllarda;
Girmeye hak kazandığı; İstanbul Çapa Eğitim Enstitüsü İngilizce Bölümü, İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü ile Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi gibi okullar arasından, tercihini; İstanbul Tür Dili ve Edebiyat Fakültesi’nden yana kullanarak, bu okula girip, coğrafi yakınlık nedeni ile yatay geçiş yaptığı Erzurum Atatürk Üniversitesi’nin aynı bölümünden 1968 yılında mezun olur.
Aynı yıl Elazığ Lisesi’ne edebiyat öretmeni olarak atanan M.Naci Onur, öğretmen olarak göreve başladıktan 6 ay sonra; aynı okulun merhum müdürü Mehmet Hücümenoğlu’nun ısrarlı isteği ile müdür başyardımcılığını 2 yıl süreyle başarıyla yürütür.
1970 Yılında Atatürk Lisesi müdürlük görevini üstlenir, 5 yıl süreyle bu vazifeyi deruhte eden hocamız, idarecilik görevinin pekişmesinde bu müdürlük görevinin öneminden sitayişle bahseder.
Bu görev sırasında; baş muavinliğe getirdiği Coşkun Yıldırım (efe coşkun) ile diğer muavinler Mustafa Öztürk,Temel Yazıcı, Şevket Özbay gibi hocalarımızla omuz omuza;
Başarıyla süren 5 yıllık bir ekip çalışması sonunda; Türkiye’de hiçte azımsanmayacak bir başarı grafiği ile 25 okuldan biri olarak; Elazığ Atatürk Lisesi’ni modern fen ve matematik programı uygulayan okullar arasına girmesini; azim, gayret ve özveri ile başararak bu derecenin, bu okulumuza kazandırılmasında birinci isim olarak yer alır.
Söylenmesi kolay olan, başarılması çok bedel isteyen, o yıllardaki konjonktürde ele avuca sığmaz öğrenci yapısıyla, bu gün yurt sathında seçkin görevlerde bulunan mezunlar vermiş ise; hocamız ve ekibinin canhıraş gayretleri ile başarıldığına dair haklarını teslim etmemiz gerekir.
Bunları dermeyan ederken elbette ki, riyayla işimiz yok bizim; zira hocamız anılarında; o dönemde şehrimizde emniyet müdürlüğü yapanlardan birinin oğlunun sıkıntılara yol açtığı, üst kademede görev yapanların muhakkak ki çok mümtaz çocukları da gelmiş geçmiştir o sıralardan ama; yine o yıllarda kötü bir tesadüfle; yaramazlığı, asayişi muhil eylemleri ile öne çıkan; bir vali muavinin çocuğuyla yaşanan sıkıntıların aşılması, huzurdan ödün vermekle mümkün olacağını, zor ayıklanan pirinç taşları olduğunu, aynı sıralardan geçen birileri olarak bizler de tahmin ediyoruz.
Kısa dönem askerlik görevini 1975 yılında İzmir’de yapan eğitimci-yazarımız aynı yıl Elazığ Milli Eğitim Müdürlüğü görevine atanır.
Üçlü koalisyonlarla yönetilen ülke yapısındaki siyasi çalkantılarda; bu gergin ve huzur kaçıran yöneticiliği iki yıl başarı ile sürdürdükten sonra;
Elazığ Devlet Mühendislik ve Mimarlık Akademisi Genel Sekreterliği’ne
atanır. Bu arada Atatürk Üniversitesi’nde doktora çalışmasına başlayan yazarımız, 1982 yılında Fırat Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünde Yrd.Doç. olarak görev alır.Anılan bölümde öğretim görevlisi ve zaman zaman da bölüm başkanlığı görevini yürütür.
Eğitimci –yazarımız Mehmet Naci Onur ayrıca; 1987-1988 yıllarında Malatya İnönü Üniversitesi’nde de aralıklarla 2 yıl süreyle ders verir.
İngiltere Oxford Üniversitesi Şark Dilleri Enstitüsünde bir yıl görev yaptıktan sonra; 2002 yılında 34 yıllık devlet hizmetini ikmal ederek emekliye ayrılır.
Emekli olduktan sonra; 2012 yılına kadar Elazığ İzzetpaşa Vakfı Genel Sekreterliğini yürütür.
Halen; edebiyatın yoğun olarak işlendiği mahfillerden olan Manas Yayıncılık ve Bizim Külliye gibi dergi ve kuruluşların; bazı etkinlik ve sohbetlerine iştirak ederek; muhtelif dergilerde yazılar yayımlayıp, kitap çalışmalarını sürdürdüğünü bildiğimiz MEHMET NACİ ONUR.
Kronolojik sırayla;
- Yusuf u Züleyha 1986
- Harputlu Divan Şairleri 1986
- Yusuf ve Züleyha Mesnevisi 1991
- Harputlu Rahmi Divanı 1996
- Harputlu Şair Hayri Bey 2004
- Harputlu Şair Mustafa Sabri 2007
- Elazığlı Güftekârlar 2010
- Yazı Hayatının 66.Yılında Şükrü Kacar 2012
- Harputlu Divan Şairleri (2) 2013
İsimli eserlerini yayınlar.
Bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği somut ve soyut değerlerin tümüne kültür diyecek olursak, bir nevi kimliğimizi oluşturan unsurlardan bir olan; inançlar, gelenekler, normlar, düşünce biçimleri ile sosyalleşme ve kültürlenme bağlamında; toplumsal dayanışma ve birlik duygusu veren bu yaşanmış kültürel yapıya bir viyadük kurarak, kuşaktan kuşağa aktarmak bir yol yapımından daha önemli ise;
Yazarımız Mehmet Naci Onur’un bu konudaki bireysel ödevini; güçlü eserleri ile yerine getirmiş bulunması; müsterih olmasına yeterli olacaktır.
Bakınız; bir çalışmasında şu değerlendirmede bulunuyor hocamız.
“ Divan edebiyatı Anadolu’da, Selçuklular zamanında Hoca Dehhani ile
başlamış, 14. Yüzyılda Ahmedi, Şeyhoğlu, Ahmed-i Dai ile varlığını
göstermiş, kuruluş dönemi olan 15. Yüzyılda Şeyhi ile devam etmiş, geçiş
dönemi olan 15 ve 16. Yüzyıllarda Ahmet Paşa, Necati, Zati, Baki, Hayali,
Nev’i, Fuzuli, Ruhi-i Bağdadi ile devam etmiştir. Olgunluk dönemi olan 16
ve 18. Yüzyıllar arasında Yahya, Naili, Nef’i, Nabi, Nedim, Şeyh Galib’le
yürümüş, çöküş dönemi olan 19. Yüzyılda Yenişehirli Avni, Ziya Paşa gibi
şahsiyetlerin eserleriyle dünyanın sayılı edebiyatları içine girmiştir.
Divan edebiyatı kaynağını; ayet, hadis, tefsir, kelam, İslam tarihi,
tasavvuf, peygamberlerin kıssaları, efsane, rivayet, mitolojik hadiseler, Türk
tarihi, deyim, atasözü gibi unsurlardan alır. Divan şiirinde rastgele benzetme
ve hayal kullanılmaz. Divan şiirinin özünü mazmunlar teşkil eder. Bunlar,
beyit içinde gizli manalar demektir. Usta Divan şairlerinin şiirleri, sağlam ve
ölçülüdür ve hiçbir kelimesi değiştirilemez, değiştirilecek olursa şiirin
bütünlüğü bozulur, temelden sarsılmış olur.
Harput’ta Divan şiirinin başlangıcını 1563’te doğan Hasan
Burhaneddin-i Cihangiri’ye dayandırıyoruz. Şair, Elazığ’ın Perçenç
(Akçakiraz) köyünden olup, 1592’ de Bursa’ya gitmiş, Halvetiye şeyhliğini
1611 yılında almış, birçok mürit yetiştirmiş, 1657 ‘de İstanbul’da Cihangir
mevkiinde yerleşmiş ve 1663’ te vefat etmiştir
Elimizde, aruzla yazılan şiirindeki bir dörtlük şöyledir.
“Kebab oldum yâr aşkına kavruldum
Harman oldum yâr uğruna savruldum
Ben ki bu cihânda senden ayrıldım
Daha cân gezdirmem, cân neme gerek”
Harput’ta şiir tekniğinin büyük ekseriyetle Divan şiiri tarzında geliştiği,
ancak Halk şiiri tarzında çok cılız kaldığı bilinmektedir. “
Edebiyat tarihimize böylesine vukuf kesbederek.
Kültürel yozlaşmanın önünü kesip, tarihin derinliklerinden; bir sevda ve emekle çıkarıp getirdiği çalışmaları ile kültür sözlük anlamı ile bir yerde de; “toprağı ekip biçme, verimlendirme” ise ki; bu anlamı da içerir.
İşte tam da bu manada Mehmet Naci Onur manevi toprağımızın ekilip biçilmesine verdiği vasıflı emek nedeniyle, şükranla anılacak bir isim, hani bizde bir söz vardır. “Herkes onun yaptığının yarısını yapsa” diye, yarısını değil; yüzde birini yapsak; yaşayış tarzımız, düşünce ve duygu birliğimizin hem modern hem genlerimizin damağında tadı duran; kültürel harmanlaşma ile özgün libasımızı giymiş oluruz.
“Bir Elazığ Beyefendisi” namıyla maruf, hizmet verdiği yer ve bulunduğu çevrede bu sıfatla tanınan, anımsanan; tüm samimiyetimizle ifade etmeliyiz ki; asla şan ve şöhrete ihtiyacı bulunmayan MEHMET NACİ ONUR Hoca’mızın hayatını, çalışmalarının bir kısmını buraya alacak olursak kesinlikle tek başına bir kitap hacmini aşar.
Ancak bu çalışmanın güttüğü amaç; Elazığlı müelliflerin bir lojman gibi adreslerinin belirlenmiş bulunmasına yönelik olması nedeniyle; hacim bağlamında, yeterli olmayan bu satırlarla; iktifa zarureti hasıl olmaktadır.
Halen; şehrimizde yazım hayatını sürdüren Münire Hanım’la evli 3 evlat babası MEHMET NACİ ONUR’u onurla selamlıyor. Bir hemşerisi olarak, mübalağasızca iftiharımızı beyan eder; sağlık ve saadetler dileriz.
ELAZIĞ KALEMLERİ
SITKI CANEY
Kalemleri ile maruf, şehrimizde dünyaya gelmiş veya hayatının bir kısmı şehrimizde geçmiş olması gibi nedenlere bağlı olarak veyahut ta sair irtibatları nedeni ile kendisini Elazığ’lı sayan, yazılı eser üretmiş; duygu ve fikirleri ile topluma ışık tutan; gönül erbabı bütün şair ve yazarların bulundukları adres, oturdukları sanat lojmanı “Elazığ Kalemleri” olacak; işte bu kitabın bu bölümünde şair ve hukukçu Sıtkı Çan'ın kaldığı daireye göz atacağız.
Kendisini Elazığ’lı da sayan; Sıtkı Çan; edebi eserlerinde Sıtkı Caney mahlasını kullanmakta olduğunu ilk şiir kitabı Lay/Ya’dan da biliyoruz.
1961 yılında Bingöl’de dünyaya gelen şairimiz, ilk ve ortaöğrenimini şehrimizde tamamladıktan sonra, 1984 yılında İstanbul Hukuk Fakültesi’nden mezun olur, tam da bu yıllarda Elazığ Başsavcılığı’nda görev yaptığım sırada; avukat stajyeri olarak kısa bir süre teşriki mesaimiz olan Sıtkı Caney dostluk ve şiir adına derin izler bırakmıştır bizlerde,
Şiire olan ilgimizle uygun saatlerde iki kişilik bir kulis oluşturarak, şiire dair söyleşilerimiz olur, bu söyleşi aralarına serpiştirdiği şiirleri terennüm ederdik, bu arada bana armağan ettiği ilk şiir kitabı olan Lay/Ya benim şiir merak ve sevgime olumlu tesirler icra etmiştir.
Caney; serbest avukatlığı dışında ve yanında, reklam ajansı, film yapım şirketi, yayınevi, gazete, televizyon, tuğla ocağı, inşaat gibi sektörlerde hayatını kazanıp idame ettiren hukukçu bir şairimiz.
Şiirleri; Muştu, Aylıkdergi, Mavera, Albatros, Üç Çiçek, Göçebe, Kayıtlar, Yediiklim, İpekdili, Şiirin, E, Gerçek Hayat, Yaratım, Kırklar, Yolcu, Aprinçor, Temrin, İhtiyar, Tahkim, Kûn dergilerinde yayımlanır.
Yazılarının “yeni devir” ve “Yeni Şafak” gazeteleri ile Tımeturk haber portalında yer aldığını biliyoruz.
- Lay/Ya
- İtiraf ve Gizem
- Bana Sonsuzluk Dile
- Ebuzeran
İsimli şiir kitapları ile duygu, düş ve mefkûresini edebiyatımıza kendi özgün lisanı ile desen desen işlemiştir.
Şairin özgünlüğü kimlik tanımında da sürer, zira; "kendimi Elazığlı, Bingöllü, İstanbullu saydığım kadar, Dersimli, Diyarbekirli, Mersinli de sayarım" diye ulusal kimliği referans alır.
Sıtkı Caney; etnik nizalara bir derman gibi sürer düşüncelerini;
" Her kim Kürt'e düşman ise bana düşmandır. Çünkü ben Kürt'üm. Her kim Türk'e düşman ise bana düşmandır. Çünkü ben Türk'üm. Her kim Kürt'e Türk'e düşman ise Müslüman'a düşmandır, bana düşmandır. Çünkü ben Müslüman'ım. Her kim bana düşman ise zalimdir. Çünkü ben mazlumum. “ diyerek.
2009 yılında bir trafik kazasında ebediyete göçen şair Mehmet Sait Yakut; şair Sıtkı Caney için şu mısraları seçmiş.
“Cendereler için de burgaçlanan rüzgârın,
tutunup saçlarına gökte dağılan adam…
Ağdıkça kendi başına kül olup yağan…
Külleri karıldıkça çılgınca yalazlanan…
Matemi hüseyni, makamı hüzzam…
Ziya Gökalp’te Kürtçe hayal kurarken suçüstü basılan adam…
Müsekkin bir dua, mütebessim bir keder…
Kendini uğurlayıp kendini karşılayan
ve ölümü ömürlere yakıştıran hece hece gam...
“Ey”in şairi Sıtkı Caney ve onun kaçgın yoldaşı, Ebuzeran!
Şiiri beş yaşında dinlemeye, yedi yaşında okumaya, 12 yaşında yazmaya başladığını yayınlanan ilk şiirinin de 15 yaşında Muştu dergisinde olduğunu söyler.
Şairin bu dünyada görevi nedir şeklindeki soruya şu yanıtı uygun bulur.
“Şair’in de herkes gibi bu dünyadaki görevi sınavını verebilmekten ibarettir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek “Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir” diyerek şairin bu fani dünyada sonsuza nispetle durduğu yeri ya da sırra doğru yürüdüğü yolu çok güzel ifade etmiştir. Evet, şair bilinmeyenin kilitli kapılarını açmaya çalışan, bunun için kelimelerden anahtarlar yapan böylece hikmet’i aralayandır”
Şiirin gayesi nedir şeklindeki soruyu irdeleyişine bakalım.
“Şiir’in gayesi” demek yerine “şair, şiirle nereye varmayı amaçlar” demek daha doğru olur sanırım. Bana göre şair yazdığı ya da söylediği şiiriyle, şiire muhatap olanın zihninde ve gönlünde yeni bir alan, yeni bir pencere açmak, idrakini görünenin ötesine yöneltmek, onu süfli olandan ulvi olana yükseltmek ister. Böyle bir işlevi olmayan şiiri hiç çekinmeden süfli şiirler sepetine atabilirsiniz” der.
EBUZARAN
(12) şimdi gazze’deyiz, kudüs’teyiz
ey bütün gönüllerin aşk için direnişi
ey kudüs ey gazze
ey bütün gönülleri ısıtan aşkın güneşi
doğ artık yeniden doğ üstümüze
başlasın meleklerin ordu ordu gelişi
andolsun gecemize
gündüzümüze
ey intifada ey aşkın bütün sapan taşları
ey bütün zamanların çıldırtan gözyaşları
şimdi bir tek damlanla tufandır yüreğimiz
şimdi kıyam
şimdi aşk
şimdi gazze’deyiz
şimdi büyük kıyam öncesi bu son seherde
vurun kardeşlerim aşk için vurun
bekle bizi beklemediğin her yerde
ey israil ey firavun
binlerce yakub’uz şimdi ve ishak
binlerce musa ve Harun
sonsuzun sırrına yeniden varmak
putları yeniden kırmak için
senin gibi ey ibrahim
işte gazze’deyiz ey rabbim
işte halimiz sana ayan
işte kıyam öncesi işte büyük an
işte duada tüm ebuzeran
ey sarsılmaz iman
ey çetin imtihan
şimdi bütün çocuklar selahaddin
bütün yağmurlar tufan
ey filistin
ey acıyla yoğrulmuş vatan
ey ahmed yasin
hazırız ey rabbim yüzbinlerce can
ismail olmaya
aşk için kurban
ve toprağa kan damlıyor hayattan
şimdi gazze’deyiz
anıyor Allah’ı toprağın her zerresi
yine mahzun yine cezbedeyiz
işte yaraların en tazesi bu
işte annelerin yakan sesi bu
işte bütün kardeşlerimiz
kahreyle zalimleri ey rabbim ve bizi aşk ile haşreyle
yalnız senden dileriz
şehadet şerbetiyle
ve kur’an ayetiyle
sonsuzluk hasretiyle
sana geldik ey rabbim aşka geldik
işte geldik ey gazze
aşk yalnızca aşkın oluncaya dek
birleşsin diye geçmiş ve gelecek
güç ver ey rabbim bize
bize dirlik bize esenlik ver
Allahuekber
ey gazze
artık gerek yok söze
işte geldik ey kudüs ey kadim kıblemiz mescidiaksa
sana geldik ey rabbimiz aşka geldik
şimdi aksın kanımız aşk için akacaksa
ölüm nedir bildik artık yaşamak nedir bildik
şimdi aksın kanımız aşk için akacaksa
ve bildik bizimle kimlerdir saf tutanlar
bunlar melekler mi şehitler mi yoksa
işte geldik ey mescidiaksa
miracın sırrına yeniden varmak
aşkı yeniden haykırmak için
senin gibi ey fahri kainat
ebuzer gibi yalnız senin gibi yetim
ey büyük gün ey büyük saat
işte kudüs’teyiz ey rabbim
işte firavun işte saltanat
ey muntakim ey mutlak hakikat
kahreyle zalimleri ve bizi aşk ile haşreyle
gariblerin dilsizlerin çığlık çığlık diliyle
sana geldik ey rabbim aşka geldik
aşka kurban çocukların bağışlanmış kalbiyle
aşk yalnızca aşkın oluncaya dek
birleşsin diye geçmiş ve gelecek
güç ver ey rabbim bize
bize dirlik bize esenlik ver
bize bağış bize rahmet bize zafer
Allahuekber Allahuekber
zafer ebuzeran’a
bugün sonu olsun bütün zamanlar boyu sürüp giden kederin
hazırız aşk için ölmeye yana yana
silinsin artık üstümüze sıçramış bunca irin
“va'fuanna vağfirlena verhamna ente mevlana
fansurna alel kavmil kafirin”
“Ebuzeran” Edebiyatımızda sadece okunup geçilen bir şiir olarak kalmayacak elbet (müstakil bir kitap hacminde uzun soluklu bir şiir) : bu güçlü dizelerin şairi Sıtkı Caney; bir mülakatta şu mülahazada bulunuyor.
“Tek bir rüyam var; Bütün mazlumların bütün yeryüzünde Allah’ın vaat ettiği şekilde iktidar olduğu, İslam Milleti’nin Hakikat’in aydınlığına kavuştuğu yeniden birlik olduğu günleri ölmeden önce görebilmek.. Kişisel hiçbir idealim yok, varoluşun künhüne varabilmek ve böylece dünyadaki sınavımı verebilmekten başka. Hayata bakışımı da buna nispetle anlamlandırabiliyorum, yani hayat yani şu yaşadığımız dünya günleri doğumdan ölüme dek sadece “sınav”dan ibarettir, iyi doğru ve güzel yolunda yürüyebilme, varoluşun künhüne varabilme, rabbini bilebilme sınavı”
Hepimiz aynı sınavdayız yolun aydınlık olsun, selam olsun, şair sana.
Aşk bir gün her yerde iktidar olur..Sıtkı Caney
ELAZIĞ KALEMLERİ
NAZIM PAYAM
“Elazığ Kalemleri” Elazığ’lı olup, yazılı eserleri bulunan kalem sahiplerinin bir araya getirildiği bir kitabın ismi oldu artık; bu bir araya geliş, biyografik malumat yanında, eser isimleri ile çalışmalarının özetini içermiş bulunacaktır.
Bu sayfamızdaki resim: Şair ve kültür adamı Nazım Payam’a ait olacak.
1955 yılında Elazığ’da dünyaya gelen şairimiz; ilk orta ve lise öğrenimini ilimizde tamamladıktan sonra; Balıkesir Necati Bey Eğitim Enstitüsü Türkçe ve Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı bölümünü bitirdikten sonra; yurdun muhtelif yörelerindeki öğretmenlik hizmetini müteakip; edebiyat alanındaki çalışmalarının yoğunluk ivmesini artırmak üzere 2006 Yılı Temmuz Ay’ında bu görevini sonlandıran Nazım Payam;
Türk edebiyatı, Türk Dili, Kültür Dünyası, Dergâh ve Harput Çırası, Çınar, Gül Çocuk, Nilüfer, Erciyes, Güneysu, Berceste, Ardıç, Irmak, Bizim Külliye gibi kültür-sanat-edebiyat dergilerinde, şiir, deneme ve eleştirilerini yayımlar.
1999 yılından beri Elazığ’da yazın hayatını sürdüren Nazım Payam, halen; kapısı açık, yürüyen edebiyatımızın çok güçlü bir adresi olan “Bizim Külliye” isimli derginin genel yayın yönetmenliğini deruhte etmektedir.
Bizim bu kitap çalışmamızda matuf olan maksat; şehrimizden neşet etmiş,,mahir kalemlerden mürekkep, eser sahiplerini bir kitap kapağı ile çerçeveleyerek; selamlamak ve gelecek kuşakları haberdar etmeye çalışmaktır.
Bu kalemlerin; edebi çalışmalar bağlamında, sanata mütedair hayat çizgilerini izleyerek; ürünleri, faaliyetleri, sanatsal görüş ve düşünceleri hususlarında okuyuculara malumat sunup; edebiyatımıza, kültür hayatımıza can verenlere vefa borcunu ödemeye çalışmak olacaktır.
Şairimiz Nazım Payam;
- Sonrası Güldür Açar (şiir)
- Ben Kendimi Dağ Bilirim (şiir)
- Ateş Islağı (şiir)
- Şehrin Eylül Tarafı (deneme)
- Ses ve Yaz (deneme)
İsimli eserleri imzalayarak ödül boyutunda müsbet reaksiyonları almış ve almaya devam etmektedir.
Yazarımız dergiler hususunda şu mülahazada bulunur.
“,,,,,,,Yunus gibi olmaya namzetlerin çıraklığı dergilerde başlar, üstatların kervansarayı da dergilerdir. Mehmet Akif mi dersiniz, Yahya Kemal, Cemil Meriç, Tarık Buğra mı dersiniz, İsmet Özel, Attila İlhan, Hilmi Yavuz, Yavuz Bülent, Yahya Akengin mi dersiniz, yoksa Erdem Beyazıt, Cemal Süreya, Sezai Karakoç’mu? Şuracıkta dergilerle hemhal yüzlerce isim sayılabilir. Yine kitaplar zemininde ayak izi bulunmayan fakat şurada burada dimağımıza çaldığı bir parmak söz balı ile bizlere doyumsuz hazlar bahşeden yitip gitmişleri de hâlâ aramızda ortak ruh gibi dolaştıran dergilerdir.
Sanat dergileri, edebiyata eğilimli mizaçların hissetmelerini buluşturmakla mı yetinirler yalnızca? Ya”….ayçiçeğinin gıda ve hayat alabilmek için güneşe dönmesi gibi” dergisiyle memlekete dönmek isteyenler? Ya “diriliş muştusu’nu diriliş okuntusuyla müjdeleyenler? Ya kalabalıkların akşam gölgesine sığınarak “o belde” arayışını sürdürenler? Peki, ya dilin imkânlarını zorlayan metinler; saati çalışmış, kendisi durmuş, gökyüzünden habersiz uçurtma uçurmuşlar? Bunlarla buluştuğumuz ilk yer dergiler değil mi? Asıl bunlardır orada sayfalar arasında edebiyat nöbetinde olanlar,,,,,,”
Yazarımız “Ses ve Yaz” isimli eseriyle iki ödülle buluşur; Edebiyat Sanat ve Kültür Araştırmaları Derneği (ESKADER) 26 Nisan 2013 tarihinde yüksek katılımlı, kültür sanat camiasının önde gelen isimlerinin yer aldığı törenle kültür sanat ödülünü alır, ayrıca; Türkiye Yazarlar Birliği’nin “Yazar, Fikir Adamı ve Sanatçıları Ödülleri” değerlendirmesinde yine yazarımızın aynı eserinin deneme dalında ödüle layık görülmesi, şehrimiz insanın bu seçkin iki ödülü almış bulunması iftiharımıza medar olmuştur.
Nazım Payam’ın yönettiği “Bizim Külliye” dergisinin Türkiye Yazarlar Birliği tarafından 2007 yılında “yılın dergisi” seçilmesi elbette ki tesadüflerden uzaktır.
Yazarımız- dergi edebiyatının- ufkunu şöyle belirler, “on yıl, yirmi yıl, belki bir asır sonrayadır. Onun şimdiye söylediği “Haydi düşün haydi hisset” şeklinde özetler.
Bir taşra dergisinin yurt sathında intişarı ve kıskandırıcı ödülleri alıyor olması; hem şair ve yazarımız Nazım Payam hem de şehrimiz ve kültürümüz adına öneminden bahsedilmeden geçilen bir husus olması düşünülemez.
Yazarımız bir değerlendirme yazısında, günümüzün edebiyat profilini özgün kalemiyle şu satırlarla resmediyor.
“Bizde edebi birikim vardı. Klasik şiirimiz kalıbını bulmuş ve medeniyetini ifa etme kemalindeydi. Hele mesnevilerimiz: Alemi sığdırırdı içine. Mesela XVI. asırda İstanbul’un görünüşünden vecde gelen şair Nüvîsî, koca şehri şeker-şerbet içecek sanırsınız “Bi-hamdi’llah şükür minnet Hudâya / Bu nazmoldı müyesser ben gedâya…” Fakat ne yazık ki ıstırabımızı derinleştiren, zevklerimizi değiştiren yeni oluşumlar eski edebi türlerimizle uyuşmazlık içindeydiler. Tedavülden kalkması gerekenlerse yerine “bizim” diyebileceğimiz pek bir şey koyduramadı. Dışarıdan devşirdiğimiz tiyatroymuş, eleştiriymiş, anıymış, romanmış, denemeymiş; nice emek, kılığına girdiği yeni edebi tür yüzünden saman alevine karıştı. Samimiyetimizi, coşkumuzu, öfkemizi kıvamında yansıtamadık. Tanzimat sonrası şu kadar yıl, aşk ve nefret aşısını aynı enjektörden aldık. Yatağını bulamayan düşüncemiz, havanda su dövdü."
Türkiye Yazarlar Birliği üyesi olan evli ve dört çocuk babası Şairimiz Nazım Payam’ın daha nice başarılarda imzasını bulmak ümidiyle sağlık ve saadetler dileriz.
"Annemin mazisi babamdı" gibi özgün sözleri olan Nazım Payam’ı bir şiiri ile selamlıyoruz.
DÜNYA GÜLE AYNA
Dünya güle ayna
Sen gül sahibi
Ey gülşen / Birden
Ben diyorum
Adım düşüyor aklıma
Terkimde bütün kıssalar
Çeviriyorum yapraklarını
Hiçbirinde yokum
Niye yokum”
Yedeğimde gövdem
Peşine düşüyorum
İnatçılığımdan
Hırçınlığımdan
Binlerce düştüğüm gibi düşüyorum
Gözleri beşere açılan ben
Sormaktan çekinmiyorum
Bende tükenen vakit
Bende putlaşan ben
Kelamımda fahriye
Ve pul pul günahım
Ben yokum
Niye yokum
Süvariler geçiyor
Gül renkli aşk süvarilerin
Ellerinde mushaflar
Geçiyorlar coğrafyamdan
Ay kuşanmış kuşların kanat sesleri
Bir efsane zuhuru olan ben
Seslerini duyuyorum
Ben yokum
Niye yokum
Toprağım soluğumu kesiyor
Rüzgârım suyumu kuruttu
Yorgunum
Yıkılınca anlıyorum
Ah akıl fukarası aklım
Beni benle silmişim
Bir rüya kadar yaşayamadım
Ama bildim
Ben yokum ” 14
Dünya güle ayna
Sen gül sahibi
Ey gülşen / Birden
Ben diyorum
Adım düşüyor aklıma
Terkimde bütün kıssalar
Çeviriyorum yapraklarını
Hiçbirinde yokum
Niye yokum
ELAZIĞ KALEMLERİ
İSHAK SUNGUROĞLU
Elazığ Kalemleri isimli çalışmamızın, kaliteli bir kitap hacmine ulaşmasına en geniş katkıyı sağlayacaklardan biri de; hiç şüphesiz merhum İshak Sunguroğlu'dur.
“Harput Yollarında” denince ilk aklan gelen, tarihin tozlu yol ve küflü raflarında kalan yöresel sosyo-kültürel umdeleri, tedavüldeki kültür hayatımıza armağan eden, bize miras bırakan; Harput'u tüm veçheleri ile resmeden en şümullü çalışmanın dört ciltlik ismi.
Bu çalışmayı yapan İshak Sunguroğlu; 18 Mart 1888'de Harput'ta dünyaya gelir, bu kadim yazarımızın babası şehit Abdulhamit Efendi, annesi Sun-guroğlu ailesinden merhume Mümine Hanım'dır.
Elazığ mülkiye idadisinde okuyarak 1907 yılında mezun olduktan sonra Kamil Paşa medresesinde Müftü Kemal Efendi'den ders alarak 1 yıl kadar medrese eğitimi görmüş;
1908-1914 yılları arasında Elazığ Adliyesi'nde ve Vilayet encümen kitabetinde çalışmış, bir süre memuriyete devam etmiş, Harput Numune iptidaisinde resim ve beden terbiyesi öğretmenliği de yapmıştır.
1922 yılında İstanbul'a yerleşerek ticaret hayatına başlayan yazarımız, büyük bir yangında evi ve eşyaları zayi olunca 1935 yılında memuriyete döner. 1954 yılına kadar İstanbul'da çeşitli kurumlarda çalışarak emekli olur.
“Elazığ Lisesi'nden Yetişenler Cemiyeti”nin uzun yıllar başkanlığını yaparak ihtiyaç içindeki öğrencilere her türlü yardımı sağlama gayretinden geri durmamıştır.
1948 yılında “Harput Yollarında “ isimli eserini yazmaya başlar, bu eserin vücut bulması alışılmış araştırmalar gib, akademik bir görev anlayış ve çalışma taktiği dışında, hatıraların özlemi içerisinde, çocukluğunu geçirdiği binlerce yıllık tarihi rezervi olan Harput'u, adeta ataya duyulan tazim özeni ve hürmeti ile yad ederek, duyumsayarak, yaşayarak yazmış bulunmasından olacak ki, bu samimi eserin günümüzde; beldemiz, yöremiz hakkında hazırlanmış en güvenilir ve en kapsamlı kaynak olma özelliği, kütüphane ve kültür kayıtlarına tescil edilmiş bulunmaktadır.
Harput'u; tarihi, coğrafi, beşeri yapısı ile birlikte; süt kalesi, ananesi, edebi, şiiri, türküleri, mutfağı, inancı, hasletleri, fıkraları, mitolojisi, ezgileri, hikâyeleri, biyografisi, Göllü Bağı, Balak Gazi'yi, Arap Baba'yı, Fethi Ahmet Baba'yı, Beyzade Hazretleri'ni, ninnileri, folkloru, hanı -hamamı, sofrası, sekiz köşe şapkası, çörek otu, Hazar Baba'sı, Mastar Dağı, sakosu, Kayabaşı, Koca Çına'ı, ipek kuşağı, höllüğü, üzümü, ayvası, dutu ve narı, düğünleri, ağıtları, bağrı yanık insanları, töreleri, tandır ekmeğini, lorunu, çayda çırayı, ilmini, irfanını, tozu toprağından ay ve güneşine, çocuk oyunlarından; kapı tokmaklarında; kadın ve erkek misafir detayına ilişkin ince nüansa, çamaşır serme adabına kadar işleyip; insanlığa armağan ettiği eserin ismi ”HARPUT YOLLARINDA” yazarı da İSHAK SUNGUROĞLU'dur.
Üstadın bu çalışması dışında, Harput musikisinin otantik yapısına uygun olarak yaşatılması için kaliteli ve vasıflı emek sarf ederek, ses ve usul yönünden, makam yönünden gruplandırarak özellikle Vasfi Akyol aracılığı ile notalara geçirilmiştir.
1948 yılında başladığı bu çalışmasını vefatına kadar aralıksız sürdürür, 4 ciltten müteşekkil bu eserin 5.cildini çalışırken, 05 Ekim 1977 tarihinde hakkın rahmetine kavuşmuştur.
Elazığ'ın kültür markasına dönüşen Hazar Şiir Akşamları'nın 3.sünün İshak Sunguroğlu hatırasına düzenlenmiş bulunması çok şık bir isabettir.
Sebatla, titizlikle 88 yıllık ömrünün 29 yılını “Harput Yollarında” isimli kalıcı bir esere hasreden Sunguroğlu bu yönüyle de bizlere örnek olmaktadır. Azmi, gayreti ve araştırmacılığı ile.
Harput'un maverasını senelerce okuyup, bizler için belgeleyen Sunguroğlu 'nun “Baki kalan bu kubbede bir hoş sada imiş” diye biten taç beyitte ismi yer almıştır.
Folklor araştırmacısı, gönül erbabı,”Harput'un hatırı için olsa gerek, Allahım bana arkadaşlarımdan çok daha uzun ömür bahşetti” diyen İshak Sunguroğlu, Feriköy mezarlığında medfundur.
Cumhuriyet döneminde elimizde bulunan “Harput Yollarında” isimli esere Harput'un soy kütüğü dememiz mübalağa olmaz sanırım.
Rahmetle yad ediyoruz.
BİR YAZ GÜNÜ
Gemlik körfezinde bir akşamüstü sisli hava,
Dolaştım bütün sağ sahili adım adım yaya..
**
Bulutlar arasından gün huzmeleri inmede,
Yemyeşil dağlar, tepeler, nurdan gümüşlenmede.
**
Sahil boyu kamplarla dolu.. Yan yana ve güzel,
Mahrutî çadırlar, kurmuş bunları sanki bir el..
**
Öğretmenler, ormancılar, şen bekârlar, sultanlar..
Geceleri ateşler yanar.. Dans eder bayanlar..
**
Küçük Kumla, Büyük Kumla, bir de Amerikan kamp
Sahiller insanla dolu.. Hem eğlen, hem banyo yap..
**
Bir tepe, yemyeşil.. Yüz yıllık yadigâr selviler,
Kavuklu mezarlar, bana her an tarihi söyler.
**
İsmi de hoş, Karaca Ali; duyunca irkildim,
Türk yapılı bir levendi sanki karşımda buldum.
**
Bu sahilde, bu kamplarda, ben bir tek güzel gördüm,
Bana da şiir yaz, diyen afete gönül verdim.
**
Beş günlük ömrümü gömdüm bu cennet sahillere,
Döndüm yuvama, bıraktım Kumla'yı yad ellere! ..
İSHAK SUNGUROĞLU
*Reşat Gündüz'ün, UFKUM (1968) isimli Elazığlı şairler antolojisinden.
Yorumlar
Kayıt Tarihi : 22.11.2014 15:22:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

tutunup saçlarına gökte dağılan adam…
Ağdıkça kendi başına kül olup yağan…
Külleri karıldıkça çılgınca yalazlanan…
Matemi hüseyni, makamı hüzzam…
Ziya Gökalp’te Kürtçe hayal kurarken suçüstü basılan adam…
Müsekkin bir dua, mütebessim bir keder…
Kendini uğurlayıp kendini karşılayan
ve ölümü ömürlere yakıştıran hece hece gam...
“Ey”in şairi Sıtkı Caney ve onun kaçgın yoldaşı, Ebuzeran!
Şiiri beş yaşında dinlemeye, yedi yaşında okumaya, 12 yaşında yazmaya başladığını yayınlanan ilk şiirinin de 15 yaşında Muştu dergisinde olduğunu söyler.
Şairin bu dünyada görevi nedir şeklindeki soruya şu yanıtı uygun bulur.
“Şair’in de herkes gibi bu dünyadaki görevi sınavını verebilmekten ibarettir. Üstad Necip Fazıl Kısakürek “Ben şairim, gaibi kurcalayan çilingir” diyerek şairin bu fani dünyada sonsuza nispetle durduğu yeri ya da sırra doğru yürüdüğü yolu çok güzel ifade etmiştir. Evet, şair bilinmeyenin kilitli kapılarını açmaya çalışan, bunun için kelimelerden anahtarlar yapan böylece hikmet’i aralayandır”
Şiirin gayesi nedir şeklindeki soruyu irdeleyişine bakalım.
“Şiir’in gayesi” demek yerine “şair, şiirle nereye varmayı amaçlar” demek daha doğru olur sanırım. Bana göre şair yazdığı ya da söylediği şiiriyle, şiire muhatap olanın zihninde ve gönlünde yeni bir alan, yeni bir pencere açmak, idrakini görünenin ötesine yöneltmek, onu süfli olandan ulvi olana yükseltmek ister. Böyle bir işlevi olmayan şiiri hiç çekinmeden süfli şiirler sepetine atabilirsiniz” der.
EBUZARAN
Tebrikler.Elazığ adına gurur verici emeği geçenlere teşekkürler. Elazığ'lılara selamlar.
TÜM YORUMLAR (1)