Elazığ Kalemleri.I Şiiri - İlhami Bulut

İlhami Bulut
409

ŞİİR


19

TAKİPÇİ

Elazığ Kalemleri.I

ELAZIĞ KALEMLERİ
ŞAİR AHMET TEVFİK OZAN

Bu sayfa ile “Elazığ Kalemleri” isimli kitabın kapsamına; ilim ve gönül adamı; şair Doç.Dr. Ahmet Tevfik Ozan dahil olacak.
1953 yılında Harput’ta dünyaya gelen şairimiz; ilk, orta ve lise öğrenimini Elazığ’da ikmal ettikten sonra, 1971 yılında Hacettepe Üniversitesi’ne kaydını yapar, 12 Eylül 1980 öncesinin koşullarına bağlı olarak, bir müddet ara verdiği eğitimini Erzurum ve Kayseri’de sürdürerek; 1986 yılında Erciyes Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun olarak aynı yıl Balıkesir’de tıp doktoru olarak göreve başlar.
Serbest hekim olarak ta çalışan Dr.Ahmet Tevfik Ozan; Kayseri ‘de İl Sağlık Müdür Yardımcılığı görevini bir süre üstlenir, Körfez krizi sırasında Kayseri’de mülteci kampında barındırılan üç bine yakın (Türkmen, Kürt, Süryani ve Arap) mültecisine, altı aya yakın bir süre içerisinde; 24 saat verilen sağlık hizmetleri sorumlusu olarak hizmet verir.
1971 yılında yazın hayatını başlatan şair; Türk Edebiyatı, Töre, Doğuş, Boğaziçi, Devlet, Divan, Yağmur, Erciyes, Kültür ve Sanat, Yeni Düşünce, Konevi, Erguvan, Hedef, Gözyaşı, Mina, Hasret, Çağrı, Nizam-ı Alem, Ana, Gergef, Ülküm, Bozkurt, Liseli Genç" gibi çeşitli dergilerde üç yüzü aşkın şiir yanında düzyazı ve makalelerini yayınlar.
Şair Ahmet Tevfik Ozan’ın hayat çizgisi bir süreliğine cezaevinden geçerken şu değerlendirmeyi yapmaktadır.
“,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Arkasından öğrenci olayları, öğrenci dernekleri ve basın davaları geldi. Kendimizi Ankara Kapalı Cezaevi 1. Kısım 2. koğuşunda, elliye yakın öğrenci arkadaşla birlikle soğuk taş duvarların arasında bulduk.
Hani masallar vardır: kan emen vampirler, güneş doğup ışıkları vücutlarına değince kül olup dağılırlar..? Bunun gibi, ama tuhaf; bütün cezaevlerinde tutukluları tenlerine Gece değer kül olur dağılırlar(!) diye hep Güneş batmadan koğuşlara kapatırlar. Günlerce, aylarca, yıllarca hep böyle! ,,,,,,,,,”
Mamak'ta Bir Gün
Ben
Hükümetin manevi şahsiyetini
Tahkir’den yatan
Mehmet Rasim oğlu
Ahmet Tevfik OZAN...
Külrengi bir Ankara sabahında
Bir görüş günü..
Sol yanımda
Göklere tırmanırken yorulmuş
Hüseyin Gazi Dağı
Sağ yanımda
Bir ağır kömür kokusunda
Toz, duman altında ezilmiş Ankara!
Ve önümde
Mamağın bir zulüm yumağından örülmüş
Demirden ağı..
Karşımda
Hüznün rüzgarları içinde
Bir mahzun adam..
Yani babam!
Tek renkli bir nazi filminde bile
Bir tebessüm olur, çiçekte dalda..
Burda toprak zerre zerre kin kusar
Yürekten kan çıkmaz, taşlar kanar da!
Bir kurşuni bulut, bir ağır sistir..
Gecesi Mamağın zulmün elinde
Dostlar bir soluktur, bir can nefestir
Copla ıslatılmış(!) görüş gününde.
Ben
Hükümetin manevi şahsiyetini
Tahrikten yatan
Mehmet Rasim oğlu
Ahmet Tevfik OZAN! ..
Kâinat Şiiristan,Şeyma Ceylan Yüreği, Dağlar Ardı Şiirleri, Şiirden Taşan Sözler, Taş ve Tebessüm gibi eserleri imzalayan şairimiz hakkında yazılmış;
Cuma Yıldız’ın kaleme aldığı Ahmet Tevfik Ozan’ın Hayatı Eserleri Edebi Kişiliği ve Şiirileri Üzerine Tematik Bir İnceleme kitabı, ayrıca yine Osman Aytekin’in kaleme aldığı “Ozan’ın Şairliği” isimli bir kitap bulunmaktadır.
Selim Tunçbilek isimli şair 13.Gün isimli kitabında şairimizi şu dizelerle selamlıyor.
“Çopur Emminin derdi şimdi içinde derin bir yara
Dedim Çopur Emmi
Eskiden tanırdım eskimez insanları ben
Bura kadar nece yorulmuşsun
Elaziz’de bir Ozan vardı Ahmet Tevfik
O hiç eskimedi milyon yıl yaşamış gibi bilge
Ve de Hekim……
Hasret, ölüm ve sevda temalarını özgünce işler şairimiz. Kendi tarzını oluşturup, sanatsal rüştünü ispatlamış, poetikası tekamül etmiş olan Ahmet Tevfik Ozan; ALLAH ve vatan sevgisini özgün dizeleriyle öne çıkardığını müşahede ederiz.

“Zerreler akıyorken, zamanın yalağında
Bir sır var, bu alemde; zerrelerce bir sır var! ...
Hayattan kelebekler uçar, ölüm bağında
Bir sır var bu kalemde, çizgilerce bir sır var! ”

Diyen şair,
Kıbrıs’ta Nihat İlhan Paşa mezalimini bakın bizimle şiir diliyle nasıl paylaşıyor.

Dört Güvercin Beş Sevinç

Paşam, ne ki; can dediğin Dünya’da..
Bir bahar da yeşerecek dört çiçek!
Melekleri görmek olmaz, rüyada
Hakan, bulutları yalnız geçecek...

Denize kavuşmuş balıklar gibi
Çağırsan; gelecek, çıkmayacaklar!
Rüya diyeceksin, gözlerin yaşlı
Sırrını, denizin açmayacaklar...

Harput Kalesi’ni seyreden beyaz
Güvercin kanatlı, yalnız bulutlar..
Şehitler kervanı, içinden geçen
Rüzgarı rüyada, nurlu kanatlar...

Bir gün, dört güvercin; kapıyı çalar
Beş olur sevinçler, bulutlar akar..
Feza, derinlerde bir nokta olur
Harput sırtlarına o gün, nur yağar...

Paşam, ne ki, can dediğin dünyada
Bir baharda yeşerecek dört çiçek!
Melekleri görmek olmaz rüyada
Hakan, bulutları yalnız geçecek...

Şiirlerinde lirizmin tadını alırız bol bol.

Erciyes Ve Ben

Erciyes’te kar diyorum, bu akşam
Benim kadar terk edilmiş değildir..
Karanlığa yar diyerek sarılmış
Ümitleri benimkinden yeşildir...

Niçin olmasın ki? ! .. çiçeğin kanı
Erciyes’in doruğundan süzülür..
Bir pınardır Erciyes’in Yüreği
Kanar kanar, dudaklara dökülür..

Benim gibi bir vefasız yarı yok!
Kor ateşte erimeyen karı yok!
Her tanesi bir akrebin ağzında
Aşk dediği bir acayip narı yok! ...

‘‘...Taş değirmen arasında bir yürek;
Taş incinir diye mahzun kanıyor!
Ümit, buzda kök salacak bir çiçek
Gönül devşirecek çiçek arıyor! ...”

Erciyes’te kar diyorum, bu akşam
Benim kadar terk edilmiş değildir..
Karanlığa yar diyerek sarılmış
Ümitleri benimkinden yeşildir...

Türkiye genelinde, sosyal ve kültürel hizmet yapan birçok vakıf ve dernekte aktif görevlerde bulunan Şair Ahmet Tevfik Ozan’ın şehircilik ve kentleşme üzerine bilimsel çalışmaları da bulunmaktadır.
Şairimiz Türkiye Yazarlar Birliği, İLESAM ve GESAM’ın asli üyesidir.
Struga Şiir Akşamları’nda Fazıl Hüsnü Dağlarca, Melih Cevdet, Turgut Uyar, Behçet Necatigil, Yavuz Bülent Bakiler, Özdemir İnce, Hilmi Yavuz, Edip Cansever, Oktay Akbal, Talat S. Halman, Ataol Behramoğlu gibi şairlerin yanı sıra;
1994 yılı Uluslararası Struga Şiir Akşamları’nda da Türkiye temsilcisi olarak Şairimiz Ahmet Tevfik Ozan bu sanat bayrağını taşımıştır.

1998 yılından bu yana Türkiye Boks Federasyonu Üyesi ve Sağlık Kurulu temsilciliğini yürütürken;
Halen, Fırat Üniversitesinde öğretim üyesi olarak hizmetlerinden yararlandığımız Dr.Ahmet Tevfik Ozan; ayrıca şehrimiz televizyon kanallarında insanı yerden selamlayan, mütevazi, samimi ve tiryakilik yapan programları hatırı sayılır bir tirajla izlenmektedir.
Edebiyatımızın bu seçkin siması, ledün ilmi, bilim adamlığı, şairliği ve sempatik sosyal bağlantıları ile temayüz etmiş ŞAİR YRD.DOÇ.AHMET TEVFİK OZANI’ı, bir hemşerisi olarak onurla selamlamanın gururunu sizlerle paylaşıyor. Ozan ailesine sağlık ve saadetler diliyoruz
Şiir bahsinde “bir şiir bir şaire yeter” diyen AHMET TEVFİK OZAN şu iki mısra ile bunu ispatlıyor sanırım.

“Nice sonra; ufukta yangın var diye, koşuştular..
Oysa, güneş doğuyordu! ”

ELAZIĞ KALEMLERİ
HACI ORMANOĞLU

“ELAZIĞ KALEMLERİ” İsimli kitap çalışmamızın bu sayfadaki konuğu, işini sıradan bir şekilde yapıp bırakmayan, başka ne yaptıklarına sizinle birlikte bakacağımız; eğitimci-Yazar
HACI ORMANOĞLU
1972 Yılında Palu-Güllüce (Seraçor) Köyünde doğan yazarımız, ilk, orta, lise tahsilini Adana'da yapmış. 1995 yılında Siirt Üniversitesi Eğitim Fakültesini dereceyle bitirerek, sırasıyla Nevşehir-Acıgöl Topaç İlkokulu, Şanlıurfa Süleymaniye İlkokulu, Batman-Sason Meşeli İlkokulu, Elazığ-Merkez Birleştirilmiş Sınıflı Avcılı Köyü İlkokulu, Elazığ-Merkez Meşeli Köyü İlkokulu, Sosyal Hizmetler Dairesine Bağlı Vali Osman Aydın Gençlik ve Çocuk Merkezi'nde halende Elazığ-Merkez Şair Hayri İlkokulu'nda öğretmen olarak görev yapmaktadır.
Sosyal ve kültürel birçok çalışma ve projede imzasını bulduğumuz yazarımız; şu anda Goncalar Solmasın Derneği’nin başkanlığını da yürütmektedir.
“Galaksi hareket halindeyken insanın boş durma lüksü yoktur." Diyen yazar sadece bu sözü yazıp bir kenara bırakmamış, boş durarak değil uğraşıp, didinerek insanların lüks yüreklere sahip olacağını hayat çizgisinde koyulaştırmıştır.
-Ben Onları Çok Sevdim.
-Goncalar Solmasın
-Yitirdiğimiz Değerlerimiz Mahalle Arkadaşlığı
İsimli kitapları ile okuyucuları ile buluşan yazarımız; eğitimciliğe renkli boyutlar taşıdığını takip ediyoruz, topaç çevirme şenlikleri, uçurtma şenlikleri, ebru, masa tenisi, satranç kursları gibi etkinliklerle zihinsel, gönülsel ve bölgesel kaynaşmaları başarıyla oluşturmuş bulunmaktadır.
30.000 kadar meslektaşına “İdeal öğretmen” konulu konferans ve sunumlarla kolay ulaşılamayan bu geniş ufkuyla öğretmenliğin evrensel boyutta yol haritasını çıkarmaya güçlü bir şekilde yeltenmiştir. HACI ORMANOĞLU
Birçok ulusal ve yerel tv. kanallarında mesleği ile ilgili söyleşi ve bilgilendirme programlarına katılan eğitimci yazarımızın, geldiği bu noktada insanlığa yarar sağlama gayretini alkışlamamız riya olmaz sanırım.
Boğaziçi Üniversitesi, Kalder Bursa Şubesi Kalite ve Başarı Sempozyumu, Mevlana Üniversitesi, Afyon Kocatepe Üniversitesi, Sivas Cumhuriyet Üniversitesi, Elazığ Fırat Üniversitesi, Siirt Üniversitesi, Batman Üniversitesi, Niğde Üniversitesi, Işık Üniversitesi, Zirve Üniversitesi, 28-30 Kasım KALDER 20. Kalite Kongresi Gönüllü ol Fark Yarat, Ünilever Personeli Motivasyon Semineri, 27 Ocak 2012 Tonı Paro Şirketi Personeli Hayallerinin Peşinden Koş semineri, 10 Kasım Türkcell Global Bilgi ekibine Sabancı Üniversitesinde Kabuğunu Kır konferansı, Garanti Zirve Toplantısı, 2014 Eğitime Farklı Pencereden Bakış Konferansı gibi;
Öyle sıradan bir bilgi düzeyi ile bu zaviyeden hitap edilemeyecek donanımın bu eğitimci yazarımızda bulunması, toplumun bir üyesi olarak duyduğumuz memnuniyeti katmerleştirmektedir.
Öğretmen HACI ORMANOĞLU’na ait çok manidar bir anısını sizlerle paylaşalım.
“Yoklama aldım. Öğrencim Ali’nin okula gelmediğini gördüm,,,,,,,,,,,,,,,”
“Dışarı çıktım. Ali’nin başını iki avucunun içine almış, sınıfın duvarının dibinde ağladığını gördüm. Öğrencimin bu halini gördüğümde yüreğimde sanki bir şeyler koptu. Ali’nin yanına geldim. Önünde diz çöktüm ve sordum: “Ali’ciğim neden ağlıyorsun? Başın mı ağrıyor? Başını neden ellerinle kapatıyorsun? ” Ali hıçkırarak, öğretmenim saçlarım saçlarım dedi ve ellerini başından çekti. Ali’nin saçlarını gördüğümde bende çok üzüldüm fakat Ali’ye belli etmemeye çalıştım. Çünkü Annesi Ali’nin saçlarını gerçekten çok kötü kesmişti. Ali’nin başında tren yolu gibi izler bırakmıştı.
“,,,,,,,,,,,,,,,,, bir çözüm bulacağım” dedim. Ali bu konuşmadan sonra kendisini biraz toparladı. Gözyaşlarını sildi.
“,,,,,,,,,,,,,,,,,, bir dükkânda elektrikli saç kesme makinesi buldum. Eve geldiğimde Ali’nin de geldiğini gördüm. “Hoş geldin Ali dedim. “Hoş bulduk öğretmenim” dedi Ali.Ali’nin saçlarını üç numara tıraşı yaptım. Ali’nin saçlarını eski kötü görüntüsünden kurtardık. Ali’nin üstündeki saç atıklarını temizlerken Ali boynuma sarıldı ve ağlayarak:
“Öğretmenim seni çok seviyorum” dedi. “Ben de seni seviyorum Ali” dedim. Ali’yi evine uğurladım.
“Ertesi gün akşam evde oturuyorduk. Kapı çalındı. Kapıyı açtığımda bir yaşlı amca: “Selamın Aleykum” dedi. Ben de Aleykum Selam amca” dedim, amcayı içeri buyur ettim. Amca: “Elazığlı öğretmen sen misin? ” dedi. Ben de “evet” dedim. Amca: “Hoca efendi sen çok güzel saç kesiyor muşsun, benim saçımı da keser misin” dedi. Ben de kendisine sadece öğrencilerin saçını kestiğimi söyledim. Fakat bu yaşlı haliyle evimize kadar gelip saçlarını kesmemi istediği için kendisini kırmayıp saçlarını keseceğimi söyledim.
Amcanın saçlarını bir güzel kestim. Saçlarını çok beğendi ve şöyle dedi yaşlı amca: “Oğlum, Allah razı olsun senden, hiçbir zaman darda kalmayasın.”
Mevlana’larımızı, Yunus’larımızı, Nasrettin Hoca’larımızı sadece okumakta kalmayıp, böyle hayata taşıdığımızda onların torunları olma hazzını duyacağız. Genlerimizdeki hasletleri harekete geçirdiğimizde, alınan sonuçlar gözümüzün yaşarmasına yeterli olacak sanırım.
Hani der ya, senin yeter ki balın olsun alıcısı Halep’ten gelir. Şehrimizin en önemli kalemlerinden iktisatçı-yazar Nevzat Ülger 25.08.2014 tarihli “Goncalar Solmasın” ve İdealist bir Öğretmen başlığı altında topladığı yazısında, bu öğretmenimizi gözden kaçırmayarak Hacı Ormanoğlu’ndan şöyle bahsediyor.
“Ormanoğlu, hiç tanımadığı insanların hayatlarına katkıda bulunan, onlar için fırsatlar meydana getirmek için koşturan; daha iyi yarınlar için mücadeleden vazgeçmeyen biri. Kendisini öğrencilerinin gelişimine adamış, onlar için projeler geliştiren, öğreten ve üreten 19 yıllık idealist bir öğretmen.
Ormanoğlu çocuklara kitap okuma alışkanlığı kazandırmak için, oturduğu siteye ait boş alanda Milli Eğitim Müdürlüğü’nün demirbaş listesinden düşmüş sıralarından kitap okuma ve boyama sınıfları oluşturmuş. Bu girişimini “TOKİ Evlerinde Goncalar Solmasın Okuma Salonu”na dönüştürmüş. Teşvik için de en iyi okuyucuya madalya vereceğini söylüyor. Yaptıklarını anlatırken heyecanla gözlerinin içi gülüyor.
Bir anasınıfı oluşturmuş. “Gelecek yıl okumayı öğrenerek A gurubuna katılacaklar. Okumayı öğrenmek için sabırsızlanıyorlar” diyor.Ormanoğlu, işe temelden başladık diye de ekliyor. Ayrıca Okullarda Şiddeti Önlemeye Yönelik Panel, Eğitim Seminerleri ve Uçurtma Şenliği düzenliyor. “Çocuklar oyunla büyür, oyunla mutlu olurlar. Çocuklarımıza oyun oynayabileceği alanlar açmalıyız” diyor Ormanoğlu.”
Hacı Ormanoğlu’nun farkına Nevzat Ülger gibi duyarlı yazarlarımızın yanında, Milli Eğitim Bakanlığı da fark etmiş, isabetli bir şekilde bu bakanlık tarafından ödüllendirilmiştir.
Ayrıca; Sayın Valimiz ve Vali Yardımcılarımız ile Kaymakamlarımıza ve il Müdürlerimize “İnanmak ve Başarmak” konulu konferanslar takdim ederek, ideallerini ilgili birimlerde gündeme taşıma gayretinden taviz vermediğini göstermiştir.
Yine öğrenci velilerine Çocuk eğitimi seminerleri, öğrencilere "Değerler Eğitimi", Başarılı Olma Motivasyon, Ders Çalışma Teknikleri Seminerlerini ve benzer örnek çalışmaları yaparak, alanında temayüz etmiş olan yazarımız.
Evli ve üç çocuk babası, öğretmenlik gibi ulvi bir meslek ve insanlık aşığı
HACI ORMANOĞLU’nu yürekten selamlıyoruz, inanın ben bu kısa çalışmayı yaparken geleceğimize sahip olma hissini dolu dolu yaşadım.
Sevgili hocamız, yazarımız HACI ORMANOĞLU’u takip edecek hocalarımızı bu sayfalara taşımak ümidiyle teşekkür ederiz.

ELAZIĞ KALEMLERİ
ŞÜKRÜ KACAR

Elazığ Kalemleri isimli kitabımızın koordinatları bu sayfamızda Şükrü Kacar hocamızla yeni sınırlara ulaşacak
Şükrü Kacar; şehrimizin mümtaz simalarından olup; eski belediye başkanlarımız ve yarım asırdan fazladır Elazığ yazar-çizerleri arasında yer bulan bir eğitimci, şair ve yazarımız.
Şükrü Kacar; soyadını aldığı Elazığ’ın Kovancılar İlçesi Kacar köyünde 1927 yılında dünyaya gelir. 1944 yılında öğretmenliğe başlar, birçok il ve ilçede öğretmenlik yaptıktan sonra, Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji bölümünü 1957 yılında bitirerek, ilköğretim müfettişi olarak Mardin’e atanır, daha sonra Elazığ’a dönerek, Halk Eğitim Başkanlığı yapar.
Bağımsız aday olarak girdiği seçimlerde, aldığı sonuçla; 7 Haziran 1968 – 9 Aralık 1973 tarihleri arasında Elazığ Belediye Başkanlığını deruhte eder.
Belediye başkanlığından sonra, çocukların tahsili için İstanbul’a gider, burada Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumunda İstanbul Bölge Müdürlüğü yaparken 1981 yılında emekliye ayrılarak o gün bu gün yazı hayatını sürdüren Şükrü Kacar;
-Köyü Tanıma Semineri Notlar
-Öğrtemnenin Meslek Savaşı
-Bu toprağın yaşayan ozanları (3 cilt)
-Yaşayan Atatürk
-Damdaki Saksağan (hatıra)
-Alamadılar Benden Beni (şiir)
-Bulutlara Kaptırdım Umutlarımı (şiir)
İsimli kitapları bulunmaktadır. Ayrıca; Manas Yayıncılık tarafından,”Yazı Hayatının 60.Yılında Şükrü Kacar Armağanı” isimli, daha ziyade yazarımız hakkındaki yazılarından oluşan bir kitap basılmış bulunmaktadır.
Yine; “Şükrü Kacar / Yazı Hayatının 66.Yılında” isimli kitap M.Naci Onur ve Filiz Turan’ın imzalarıyla yayınlanmış bulunuyor.
Elazığ Gazetesinde yazdığı “Dil Birliği” başlıklı yazısından dolayı 1973 yılında Başbakanlık-Basın Yayın ve Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından Anadolu Basınını özendirme ödülü, ayrıca, İzmir, Ankara, Tokat, Erzurum illerinde verilen muhtelif ödüller kendisini bulurken;
Aileden sorumlu Devlet Bakanı tarafından 25.05.1998 tarihinde örnek aile beratı almıştır.
Bu eğitimci yazarımız hakkında yayımlanan kitaplarda; M.Süleyman Selmanoğlu, Prof.Dr.Mehmet Hamdi Muz, Suat Öztürk, Nevzat Ülger, Gazi Özcan, Saim Öztürk, Şerif Kaya, Nihat Büyükbüş, Dr.Naci Onur, R.Mithat Yılmaz, Hadi Önal, Lütfi Parlak, Lokman Tasalı, Murat Bilgin, Mustafa Yağbasan, Ziya Çarsancaklı, H.Vehbi Coşkun, Günerkan Aydoğmuş, M.Faik Güngör, Ahmet Otman, S.Tuğcan Tayhani, Rıdvan Kaya, F.Ahmet Deniz, Mustafa Balaban, Naci Sönmez, Mustafa Öz, Zekeriya Bican, Saniye Bulut, Berika Küçük, Bilal Civelek, A.Tevfik Ozan, Baycan Kacaröz, Ali Canpolat, Ali Kehribar, Av.Doğan Özdal, Hüsamettin Septioğlu, Nusret Özgen, Hüseyin Göçeri, M.Dursun Aksoy, Bünyamin Eroğlu, Muammer Aksoy, Bedrettin Keleştimur gibi yazarlar tarafından Şükrü Kacar’ın eğitimci yanı, edebi kişiliği, şairliği ve sosyal yönü çeşitli boyutlarda kaleme alınmıştır.
“1969 yılında Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay ile birlikte, İmar Ve İskan Bakanı Haldun Menteş şehrimize ziyarete geldiklerinde, Devlet Su İşleri Toplantı salonunda Vali Zekeriya Çelikbilekli’ile birlikte verilen brifing sonrası. Bakan, Şükrü Kacar’ın yanına giderek, bizim İstanbul, Ankara, İzmir Belediye başkanlarına kabül ettirmediğimiz teklifleri siz hazırlayıp, projeye dönüştürmüşsünüz diye elini sıkar.”
1973 yılında Türk Belediyecilik Derneği Başkanı İsmet Sezgin başkanlığında; 17 belediye başkanının katıldığı dünya belediyecilik kongresine Lozan’da katılan Şükrü Kacar, o yıllarda Frankfurt, Madrid, Barselona, Monako, Niş, Münich gibi Avrupa şerhlerinde Japonya dahil dünyanın dört bir yanından gelen belediye başkanları ile yapılan toplantılarda şehrimizin ismini beynelmilel kayıtlara intikal ettirir.
Fırat Üniversitesinin kurulması için yoğun emek sarf eden Şükrü Kacar, Fırat Üniversitesi Yürütme Kurulunda dönemin Valisi Zekeriya Çelikbilekli, Prof. Mustafa Temizer, Kebon Holding Yönetim Kurulu Başkanı Nurettin Ardıçoğlu, Prof.Adnan Öztürel, Doç.Bahir Özgencil, Öğretim Üyesi Kerim Sunguroğlu, Devlet Planlama Teşkilat Uzmanı Hasan Celal Güzel ve diğer emeği geçenlerle yaptıkları hummalı çalışmayı anlatırken en büyük payın Prof.Mustafa Temizer’e ait olduğunu kadirşinaslıkla teslim etmektedir.
2013 yılında Çayda Çıra Kavşağında bulunan parka Şükrü Kacar ismi verilerek dönemin belediye başkanı tarafından vefa gösterilmiştir.
Fırat Havzası Gazeteciler Başkanlığı yapan, çok sayıda gazete ve dergilerde şiir ve yazıları yayınlanan, halen de Nurhak Gazetesi başyazarlığını yapan Şükür Kacar;
Allah uzun ömürler versin halen 87 yaşında (kendi beyanına gör 1945 yılından beri yazarlık yapmaktadır 70 yıldır yazarlık yapan;
Eğitimci-yazar ve eski belediye başkanı ŞÜKRÜ KACAR’ın, sosyal zenginliğine, üreticiliğine, azmine bizzat şahit oluyoruz. 2014 yılı Eylül’ünde yapılan 22.Hazar Şiir Akşamları toplantıları Vali’mizin başkanlığında yapılırken, üşenmeden bir öğrenci titizliği ile konuları takip edip, katkı sunduğunu müşahede ettik.
“Yaş yetmiş, iş bitmiş” İnancımıza ve karakterimize uymayan fosil, skolastik söylemleri yaşantısı ile tekzip etmektedir.
Rabbim hayırlı ve sağlıklı uzun ömürler bahşetsin, bir gün PTT’de. karşılaştık hal hatır sorduk, gişede uzun bir sıra, tahayyül buyurun 87 yaşında, üstadım hayırdır yardımcı olabilir miyim dedim, ne işiniz vardı diye sorduğumda; Bir dergiye şiir gönderiyorum, sağ ol sıram gelince işimi yaparı. Dedi.
Bu duruş, bu bakış, bu azim etkilemez mi insanı, insanı temas ve sosyal ilişkilerde tevazu ile mukabele eden, kültürel etkinliklerde yer alan hocamız.
Polemiklere girmediği gibi, çözümleyeci, şık giyimi ile çevreye saygı telkin eden, nizaları olgunluğu ile giderip; insanları buluşturup barıştıran; medeni kemale ermiş hocamızla 21.Hazar Şiir Akşamlarında Kovancılar’da katıldığımız bir programa ilişkin değerlendirmemi sunacağım.
20-23 Haziran 2013 Elazığ Hazar Şiir Akşamları etkinlikleri bağlamında, etkinliğin manasını ilçelerimizden Kovancılar’a da taşımak, bu beldemizde de paylaşmak üzere; gönüllü ödevlilerden şair ve yazar önceki belediye başkanlarımızdan Sn. Şükrü Kacarmihmandarlığında anılan ilçemize doğru yola revan olduk.
Şairlerimizden Tuncer Sönmez, İbrahim Yusuf Zarifoğlu, Necati Demir ve Üsküp’ten şair konuklarımız olan İskender Muzbeğ ile Leyla Şerif Emin kardeşlerimizle birlikte yolculuğumuz başladı.
Sevgi yolculuğunun sohbet konusu; Üsküp’lü soydaş-şairlerimiz tarafından, mehteran takımı ile başlatılmış oldu, öğretmen evi önünde izlediğimiz mehteran takımı keşki ÜSKÜP’e kadar gitseydi de; biz de arkasından oraya kadar yürüyüp gitseydik diye diye, engin tarihimizin derinliklerinden beslenen, bir nehirden daha uzun hasretlerimizle söyleşe söyleşe, mağrur coğrafyamızın; Elazığ-Kovancılar arası Fırat havzasında, bağrımız Keban barajı gibi sevgilerle doluyordu.
Aynı ninnilerle büyüdüğümüz, bizi sevenlerin, bizimle birlikte olmak isteyenlerin; eskimeyen heyecanları ile mayalanan sohbet sırasında; sohbetlerden birinde Leyla Şerif Emin kardeşimizin anlattığı, yaşadığı hepimizin Vatan nikahını yeniden tazeledi. Diyor, geçenlerde, hayatı henüz kavrama çağında olan kızımla beraber; ziyaret için İstanbul’da bulanan, babasıyla telefonla görüşürken; kızıma dönerek sordum, kızım baban diyor bir şey istiyor mu TÜRKİYE’den getireyim güzel kızıma.
Evet istiyorum anne, babama söyle bana KÜÇÜK BİR TÜRKİYE GETİRSİN, KAPISI OLSUN, KAPISI DA AÇIK OLSUN deyince, müşterek olarak, sohbetin yüreklerin derin dondurucusuna indirildiği sıcacık bir an paylaşıldı, biz şiirlerle sevgi servis etmeye giderken; yolda asırlık sevdalara düğümlendik, kitlendik eş zaman ve eş güdümle; aynı yerde mülaki olduk.
Şirin beldemize türküler taşıdık, gönül ve ruh vuslatı yaşandı, ilçemizin; yöreye münhasır ısrarlı, ayrıcalıklı misafirperverliklerini birlikte yaşadık, ayrıca Sayın Şükrü Kacar hocamızın yöre insanı tarafından maruf ve sevilen biri olması neden ile de, konuklarımızla birlikte beldenin malumatını da yanımıza alarak; göğsümüz onurla ine kalka, yeni sevdalarla dolu dolu olarak; daha sonra sevgi türküleri söyleyeceğimiz yerlere döndük.
Giderken ve dönerken de, hem içimizde hem dışımızda hep kendimize rastladık
“ Bilirsin
Tüm türküler özümüz bizim
Türkülere yansır sözümüz bizim
Dolaşır dilerde bir Harput destanı
Her tür güzelliğe ulaşmak
Ülkümüz bizim…”
Diyen, güzel yurdumuzu zaafa düşürecek etnik ayrılıklar konusunu –(affa maruren) bir pislik örter gibi- aceleyle üstünü örten; eğitimci, yazar, şair ve Mardin’den Madrit’e kadar şehrimizin ismini taşımış, kelimenin tam anlamıyla koca çınar ŞÜKRÜ KACAR’ı onurla selamlamanın kıvancını paylaşıyorum sizlerle; teşekkürler.


ELAZIĞ KALEMLERİ
FİKRET MEMİŞOĞLU

Şehrimizin kültür harcını oluşturan, yöresel zenginliklerimizi; folklorumuzu,,sesimizi, gönlümüzün haslet ve güzelliklerini sanat diliyle yurda yayan, yurt ve yöre sevgisini hayatları boyunca taşıyıp bizlere armağan edenlerden biri olan merhum FİKRET MEMİŞOĞLU bu sayfamızın manevi konuğu olacak.
Yazar, araştırmacı,folklorcu ve hukukçu olan şairimiz Fikret Memişoğlu; 1915 yılında Elazığ’ın Kesrik Mahallesinde dünyaya gelir. Dedesi Kesrik’in kadim ailelerinden olan Hacı Arif Memişoğlu’dur. Babası merhum Osman Remzi 1902 yılında Harput’ta memurluk yapmış, merhume annesi şehrimizin Aybağı köyünden Munire hanımdır. Fikret Memişoğlu’nun babasının 1920’lerde o günün gazetelerinde makale ve şiirleri bulunan edebi bir kişiliğe sahip olduğunu biliyoruz.
Fikret Memişoğlu’nun yetişmesinde babasının şair yönü müessir olmuştur. Eğitimine Kesrik’te Osmanlıca olarak başlayan Memişoğlu, Arapça ve Farsçayı bilir. Aruz vezniyle seçkin divan şiirlerini edebiyatımıza kazandırmıştır.
Tahsil hayatına, babasının görevi nedeniyle bulunduğu Ankara’da liseyi bitirerek sürdürüp, 1937 yılında da Hukuk Fakültesinden mezun olmuştur.
Kısa bir süre Fevzi Çakmak ve Osman Bölükbaşı ile birlikte siyaset yapmış, fazla sürmeyen bu politika serüvenini bırakarak; Gökçeada ve Pertek ilçelerinde hâkimlik yapar. 1954 yılında aslen Harputlu olan Ayşe hanımla izdivaç kurar.
Elazığ’da avukatlık yaptığı yıllarda kültürel etkinlikleri aralıksız devam eder. Köy köy dolaşarak; unutulmaya yüz tutmuş yöremize ait, türküleri, güfte, makam ve manileri, destanları, hikâyeleri, fıkra, ilahi ve koşmaları, atasözleri ve yöresel duaları bilen şahıslarla görüşerek, aldığı bu bilgileri kitaplarına intikal ettirir.
1962-1967yılları arasında “Yeni Fırat” dergisini çıkarmış, bu dergilerde çok sayıda makale ve şiirlerinin bulunduğunu görüyoruz.
Harput Halk Bilgileri,Harput Divanı,Harput Ahengi isimli kitapları imzalamış. Pencereden Bir Taş Geldi (Mamoş) ,Telgırafın Tellerini Arşınlamalı, Yemen Türküsü, İndim Yarin Bahçesine,Odasına Vardım Kahve Pişirir,Kövengin Ellerinde,Bir Şuh-i Sitemkar Yine Saldı gibi ölümsüz eserleri derlemiştir.
Ayrıca; Şemsettin Taşbilek’in çalışmalarında; ulusça neredeyse İstiklal Marşından sonra en çok okunan “Yemen Türküsü” tarihçesinde şu bilgilere yer veriyor, Yöre Elazığ, Kaynak: Hafız Osman Öge, Sadi Günel, Ferruh Arsunar Derleyenler: Elazığ Halkevleri 1936, İ.Sunguroğlu, FİKRET MEMİŞOĞLU ve Ş.Taşbilek, makamı: Hüseyni şeklinde değerlendirmelerde bulunuyor.
Bu kültür adamımız anısına 1992 yılında Hazar Şiir Akşamları tertip edilerek anılmıştır.
Mared. Marmara Elazığlılır Derneğince de, Dernek Başkanı Mahmut Kahraman’ın arşivinde Fikret Memişoğlu için hazırlanmış bir belgesel mevcut olup; bu belgeselde yine kültür adamlarımızdan emekli Albay Lokman Tasalı ve eğitimci Nihat Kazazoğlu merhum hakkında, başka yerde elde edilemeyecek bilgileri takdim ediyorlar.
http://videoixir.net/izle/9799923/fikret-memisoglu-mared1.html bu belgeselin linki.
1960 yılında çoğunluğu Sako mahallesinin gençlerinden oluşan bir folklor ekibiyle İngiltere’de katıldığı bir yarışmada üçüncülük ödülünü alarak, şehrimizi, yöremiz töre ve giysilerini, türkülerini uluslar arası sahalara taşır.
Harput musikisi konusunda şu mülahazada bulunuyor F.MEMİŞOĞLU
“Harput musikisinde içli bir ibadetin coşkunluğu hissedilir. Bir makama başlanırken söylenen gazellerde, bir ilahî çeşnisi vardır.
Bundan sonra gelen türküler, bu ilahî duyguyu dalgalandıran ve coşturan nağmelerdir. Bestelerin yarattığı manevî coşkunluk, gerçekten insanı maddî âlemden uzaklaşmaya zorlar.
Söyleyene ve dinleyene bir uçuş hissi gelir. Bu anda hiçbir istek ve işaret lüzum olmaksızın, içgüdünün şevkiyle sazın kendiliğinden ayak tutması sonunda göklere yükselen bir ezan gibi, yüksek havalara, yerli tabir ile kayabaşı ve hoyratlara geçilir.
Her makamın başında okunması gereken Nefese (Gazele) , o makamın ilahisi demekte bir bakıma zaruret vardır. Çünkü,bugün bile Harput’un eski hafızları, Kur’an, Aşir ve Mevlit okurken, gazellerdeki okuyuş tavrını tekrar ederler. Gazellerdeki perdeler, iniş-çıkış ve dalışlar, aynen bunlarda ve bunların arasında okunan ilahilerde yapılır. Hatta,Naat okunurken, selât-ü selem verilirken de ağır ve yüksek havalardaki ahenge uyulmaktadır.”
Geleneksel müzikle tasavvuf müziğinin ne kadar iç içe olduğunu vurgular.
Memişoğlu’nun kayıtlara aldığı şu anekdot manidardır.
“Anlatıldığına göre, tiz sesli Saray Hatun Camii müezzini, Perili Hafız diye maruf Hacı Süleyman, sabah ezanından evvel, Naat okurken cemaatin sağdan, soldan camiye geldiği sularda, birdenbire Elezbere geçmiş ve halk manilerinden birini söyleyerek Hoyrat okumaya başlamıştır.
Namaza gelmekte olan Büyük Beyzade Hacı Ali Efendi’ye yaklaşanlar; Perili Hafız’ın bu yaptığı küfürdür diye, şekvacı olmuşlar. Fakat Beyzade Hoca; Acele etmeyin, sonunu bekleyelim, diye durup dinlemiş.
Müezzinin Elezber denilen yüksek havayı bitirdikten sonra tekrar Naat’a devam ettiğini görünce, Beyzade Hoca yanındakilere dönerek; Bu vecit halidir, hoş görmek gerekir, vebal değil belki de sevap işlemiş oldu, diyerek şikayete hak vermemiştir.”
20 Temmuz 1968 tarihinde aramızdan ayrılan bu kültür insanımızı bir gazeli ile yad ediyoruz, ruhu şad olsun.

HEP VE HİÇ

Dünya çile çektirmeye bir hadde imiş hep!
Ukba el açıp ummaya, son redde imiş hep!

Hep menfaat ansız bizi bağlar ve çözermiş
Sonsuz koşumuz, sade bu serhadde imiş hep!

“Can yongasıdır mal” idrake yuf olsun
Bilmez mi? Her ömrün sonu merkadde imiş hep!

Yar arkadaş, ortak; meze, mey dostu el üstün
Tek gayretimiz şerri de hay redde imiş hep!

Bundan mı nedir, aşıka maşukun itabı?
Meyi aşka değil, bir bükülen kadde imiş hep!

Aydınlatarak gerçeği, bir nafız ışık ah
Gördük, çıkacak yol, bir loş cadde imiş hep!

Bari yine sen “ruh-ı revan” ol bize FİKRET
Madem ki hayatın sonu hiç,madde imiş hep! ! !

-/-
Nasipse iki gün sonra idrak edeceğimiz mübarek Kurban Bayramı bütün İslam alemine kutlu olsun.

ELAZIĞ KALEMLERİ
NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU

“Konsun şamdanlara mum, olsun ergenler sıra;
İnsin davula tokmak, başlasın Çaydaçıra!
,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,
Şu dere baştan başa; ayva, nar, dut olaydı;
Çıkardık kalesine eski Harput olaydı


ELAZIĞ KALEMLERİ isimli kitaptaki bu sayfanın konuğu destan şairimiz NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU;
1929 Yılında Ağın İlçesinde dünyaya gelen Destan Şairimiz; ilköğretimi burada bitirdikten sonra, köy enstitüsünü bitirip öğretmenliğe başlar.
Muhtelif köy ve kasabalarda 18 yıl öğretmenlik yaptıktan sonra; ilköğretim müfettişliği, Milli Eğitim Bakanlığı Yayımlar Genel Müdürlüğünde, şube müdür Yardımcılığı, şube müdürlüğü, genel müdür yardımcılığı, İstanbul’da devlet kitapları müdürlüğü gibi görevlerden sonra 1978 yılında emekli olan şairimiz;
Doğu Türkistan ve Türk Edebiyatı vakfında muhtelif idari görevleri ile birlikte Doğu Türkistan’ın Sesi Dergisini ve Türkiye Gazetesinin kültür-sanat köşesini yönetir.
Müddeti ömrünce; ilim ve irfanla iştigal edip memleket sevdasını en yüksek perdeden tok sesiyle seslendirip, milli yüksek hissiyatımıza tercüman olan şairimizin en koyu yönü. Destan Şairi olmasıdır.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu Hayatı ve Şiir Sanatı isimli Arif Yılmaz’ın kaleme aldığı çalışma ve diğer kaynaklarda;
Ağın İlçesinin Tataroğlu Mahallesinde dünyaya geldiği, bir rivayete göre şairimizin soyunun Bağdat fethinde dillere destan kahramanlığı ile maruf Gençosman’a dayandığı yönünde geniş tafsilat mevcut.
Ancak biz; kitabın giriş bölümünde de belirttiğimiz gibi, Elazığlı olan şair ve yazarlarla bunların eser bilgilerine ulaşımı kolaylaştıran, tümünü bir araya getiren bir çalışma amaçlandığından; daha ziyade şairimizin sanat anlayışı ile şiir örneklerini sunacağız.
Cumhuriyet dönemi şairleri arasında destan türüne en çok emek, desen ve ruh veren şairlerin başında gelir GENÇOSMANOĞLU;


Ortaokul sıralarında şiire başladığını biliyoruz; şiirlerini; Orkun, Aras, Türkeli, Türk Yurdu, Töre ve Türk Edebiyatı isimli dergilerde yayımladı.
Bozkurtlar’ın Ruhu (1952) ,
Genç Osman Destanı (1959) ,
Kür Şad İhtilâli Destanı (1970) ,
Malazgirt Destanı (1971) ,
Bozkurtlar’ın Destanı (1972)
Destanlarla Uyanmak (1984) ,
Destanlar Burcu (…)
Alp Erenler Destanı (1990)
Türk Edebiyatı Vakfı, destan şairinin 10. ölüm yıldönümünde bütün eserlerini toplam 900 sayfa tutarında 3 büyük cilt halinde okuyucuya sundu.
Şairimiz; ; "Şiir, en müessir ifade tarzıdır” der.
Gençosmanoğlu; dil konusunda; dil deyice, konuşulan dili anladığını ifade eder. Dilin gelişip zenginleşmesi güzelleşmesi; şairlerin, yazarların görevlerini yerine getirmeleri ile mümkün olacağına inanır.
Türkiye'de yayımlanan eserlerin, bütün Türk dünyasında kolaylıkla okunup anlaşılır bir nitelikte olması gerektiğini de söyler.
Şaire göre şiirde dil; ana unsurdur. Şiir dili mensup oluğu dilin kaymak tabakasıdır.
Hedefi olmayan sanatın boş bir meşgale olduğunu savunur. Üç bin yıllık Türk kültürünün köküne varamayan sanatın cılız kalacağını, sanat anarşisinin köksüzlükten, Türk kültürünün derin membalarına inememekten ve onu inkâr etmekten kaynaklandığını ifade eder.
İktisat, ekonomi nasıl ki cemiyetin maddesi ise, sanatta “mana”sıdır. Mananın bozulmaması sanatçının sorumluluğundadır diye hülasa ederek, ayrıca; üç bin yıldır geçmişten getirdiğimiz ve geleceğe götürmemiz gereken kültürel değerlerimiz olduğuna göre;
Sanatkarın görevi, iktisadi gelişimin baş dönmesini milli değer ölçüleri dahilinde gidermektir. Şayet sanatçı da kendini ekonomik gelişmenin hazzına kaptırmışsa, cemiyet dediğimiz gemi batar şeklinde mülahazaları vardır.
Gençosmanoğlu; batıya dönük sosyal hayatı benimsemeyi “batmak” olarak telakki eder. Şairimize göre batının bin yıllık hedefi Türk milletini kendilerine benzeterek yeryüzünden silmektir.
Halka dönük sanatı; halkta bulunan işlenmemiş cevheri alıp işlemek ve tekrar halka vermektir. Atatürk Türk dilinin araştırılması ve geliştirilmesi için “Türk Dilini Tetkik Cemiyeti” ni kurmuştur. Sebebi, yapılan inkilâbın meydana getirdiği kopuklukları telafi etmek ve milli kültür kaynaklarımızın yolunu açmaktır. Şeklinde değerlendirmelerde bulunan şairimizin bir şiirini takdim edelim.

DİRİLİŞ DESTANINDAN
Ta ezelden hür milletiz,
Soyu-sopu gür milletiz,
Kandan, candan bir milletiz,
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî, Kızılbaş!
Aynı mayadan yoğrulur,
“Türk”, “Türkmen” diye çağrılır
Aynı kıbleye doğrulur…
Secdeye konan aynı baş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Dedemiz bir. Torunlarız,
Dün, bu gün ve yarınlarız
Yüceleriz, derinleriz…
Yunus Emre, Hacı Bektaş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Oğuz’un yirmi dört boyu,
Yüce Türk’ün şanlı soyu,
Dede, baba, amca; dayı,
Bibi, teyze, bacı, kardaş.
Alevî, Sünnî Kızılbaş!

Olmaz aynılıkta huzur,
Olmaz münafıkta özür,
Olmaz karavaştan vezir…
ALKAEVLİ, KINIK, YAZIR
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Soysuza verirsen değer
Döner ecdadına söğer…
Haydi, haykır Türk’sen eğer!
YAPARLU, DODURGA, DÖGER
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Fitne, fesat., bir kör kuyu
Bir olmaktır Türk’ün huyu
Vatanımın kırk bin köyü
KARAEVLİ, BAYAT, KAYI
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Gönlüm Küskün, bağrım ezik
Ne fidanlar düştü; yazık
Unutma ey sütü bozuk!
EYMÜR, SALUR, ÇEPNİ, KIZIK
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Bu gök, bu deniz, bu hava,
Bu yayla, bu dağ, bu ova…
Kanımızla geldi tava!
ALAYUNTLU, BÜGDÜZ, YIVA
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Birlikte bayrak açana,
Koş birlik andı içene.
Lanet birlikten kaçana!
ÇAVULDUR, İĞDİR, BEÇENE
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Öz kardaşlar olmaz dargın
Dargın olsa, düşer yorgun
Haydi, ey YÜREĞİR, KARGIN!
Haykır gece, gündüz her gün:
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Bir gövdede bir can yaşar
Çetin yollar dağdan aşar
Haydi, durma sen de başar.
BEGDİLİ, BAYINDIR, AVŞAR
Bir temel, bir duvar, bir taş
Alevî, Sünnî Kızılbaş!
Bilsin bunu ar edenler.
Söz, canına kâr edenler…
Soyunu inkâr edenler
Haram zadedir; ey kardaş
Alevî, Sünnî Kızılbaş.
Niyazi Yıldırım Gençosmanoğlu, çağımızın Dede Korkut’udur. Diye ünlenmiştir.
Sayın Sevinç Çokum’un onun hakkındaki izlenimleri de şüphesiz çok önemlidir:
“…O dönemde Türk Edebiyat Vakfı’nın müdürüydü. Bir çok garip yoksul genç, vatan millet derdine vakfa gelip giderlerdi. Bunlardan biri de orada abone işine bakıyordu. Kış ortalarında bir gündü, vakfa uğramıştım.Niyazi Ağabey o günlerde kalın kumaştan bir kaban giyiyordu. Sözünü ettiğim genci kapıdan ilk girişimde Niyazi Ağabey zannettim. Çünkü sırtında onun kabanı vardı. Daha sonra Niyazi Ağabey ellerini ovuşturarak geldi. Bir ara çocuğun yokluğundan yararlanıp usulca sordum:
“Ağabey kabanını ona mı verdin? ”
“Evet bacı”
“Fakat sen ne giyeceksin? ”
Bu soruma, “ Olsun varsın. Üşüyordu, ne yapayım? ” diye cevap verdi.
Kendi sırtındaki ceketi başkasına verip üşümeye, hastalanmaya razı olan böylesine derviş gönüllü insan sayısı herhalde çok değildir
Mehmet Nuri Yardım’ın Destan Şairi hakkındaki düşünceleri de, onun gelecek kuşaklara nasıl iz bıraktığının en güzel nişanesidir:
“…Hamasî şiirimizin ‘destanlar burcu’ iyi bir şâir olduğu kadar mükemmel bir münevverdi aynı zamanda. İyi bir insan olmanın hemen hemen bütün ortak özelliklerini üstünde taşıyordu. Mütevazı, cömert, iyilik yapmayı sever, sohbet ehliydi, küçüğüyle arkadaş, büyüğüyle yoldaş olurdu.”
Adını Türk edebiyatına “Destan Şairi” olarak yazdırmış NİYAZİ YILDIRIM GENÇOSMANOĞLU, 21 Ağustos 1992 günü hakkın yoluna yürümüştür.
Rahmetle anıyor, yöresel folklorumuzun başyapıtı olan bir şiiri ile selamlıyoruz sizleri.

ÇAYDA ÇIRA
Konsun şamdanlara mum, olsun ergenler sıra;
İnsin davula tokmak, başlasın Çaydaçıra!
Durur deryâda balık, durur gökte turnalar...
Bizim Çaydaçıra'ya başlayınca zurnalar!
Diz vur gakkoşum! Heyy! ..-De, kükresin halay kolu.
Kövenk'in pınar baş,,görünsün Saray yolu...
Bunlar bu yerin ses,,bu göğün gürlemesi;
Mayası aşk, ateştir..Belki sarmaz herkesi.
Bir vuruşu tokmağın, yetişir coşmamıza:
Bir tel sesi çok bile, köpürür taşmamıza!
Şu Harput'un başına yağan çiy mi, kar mıdır?
Bize Kayabaşı'ndan el sallayan yâr mıdır? Heyy! ..
Yârdır o,yâr! .. omzunda şalı da var!
Üstünde ay-yıldızı, beyazı, alı da var!
Şu dere baştan başa; ayva, nar, dut olaydı;
Çıkardık kalesine eski Harput olaydı.
Yansın şamdanlarda mum; olsun ergenler sıra,
İnsin davula tokmak, başlasın Çaydaçıra!
Ortası güllü mendil, elinde Kolbaşı'nın;
Gelin çıkar üstüne yarın, binek taşının.
Doldur ver boş tasımı, ey pınar gider oldum;
Ben, anayı, babayı, yâri... Terk eder oldum!
Niyazi Yıldırım GENÇOSMANOĞLU

ELAZIĞ KALEMLERİ:
NEVZAT ÜLGER

Sevgili okuyucular; konu başlığını biraz açacak olursak, Nevzat Ülger’in bu konunun konuğu olmayıp, bu çalışmanın temelini atan bir yazar olduğunu göreceğiz.
Zira; Elazığ ölçeğinde, baş vurduğum kaynaklarda; şehrimiz yazar ve şairlerinin isim ve eser bilgilerini temin edecek bir kaynak bulamadığımı, şehrin il kültür müdürlüğü sayfası da dahil, bu malumatı temin etmenin mümkün bulunmadığını belirtip; ELAZIĞ KALEMLERİ başlıklı bir kitap çalışması yaparak, bu bilgilerin derli toplu bir isim ve bir kapak altında toplamak istediğimi söyleyince;
İlk desteği vererek; çok gerekli ve ihtiyaç duyulan bir çalışma olacağı yolundaki telkini ve güçlü teşviki ile bu konuda gereken yardımı sağlayacağını belirtip, bu çalışmanın yolunu açtı. Sadece yolu değil tam da maşallah denecek nitelikte sahip bulunduğu; çok sayıda eserin yer aldığı kütüphanesinin kapısını da;
Yazarımız NEVZAT ÜLGER, 1950 yılında Elazığ'da dünyaya gelir. Öğretmen Okulu'nu bitirdikten sonra bir süre öğretmenlik yapar.. Daha sonra İktisat Fakültesi'ni bitiren yazarımız. Öğretmenliğin dışında on yıl üniversitede ve on yıl Kamu İktisadi Devlet Kuruluşu’nda olmak üzere yirmi beş yıl devlet memurluğunda bulundu.
Memuriyet süresince çeşitli kademelerde görev yaptı. En son Bölge bazındaki bir Kamu İktisadi Kuruluşu'ndan "Müdür Yardımcısı" unvanı ile emekli oldu.
Emekliliğini müteakip bir sanayi kuruluşunda Genel Müdür ve Yönetim Kurulu Üyesi olarak çalıştıktan sonar; bir süre kendi adına bir imalat işletmesi kurdu ve çalıştırdı. Daha sonra bir Sivil Toplum Kuruluşunda "Ekonomi Danışmanlığı" yaptı. Bu esnada ilk kitabı "Kalkınma Yolunda Bir Şehir: Elazığ" isimli çalışmasını yayınladı.
(2000) 2003 yılında "Adalet ve Kalkınma Partisi"nin "İl Başkanlığını” yaptı. Bir Kamu İktisadi Kuruluşunun yönetim kurulu üyeliği ve başkan vekilliğini yürüttü.
Atıl durumdaki bu kuruluşu Başbakanlığın müsaadesi ve diğer yönetim kurulu üyelerinin çalışmaları ile çalışır pozisyona getirdiler. Bu yıllarda ikinci kitabı "Türkiye'de Siyaset ve İktisat" adlı çalışmasını yayınladı.
2009 yılında "İslam Tarihinde İktisadi Olaylar" kitabını neşretti. 2013 yılında “Osmanlının İktisat Mantığı” adlı çalışması yayımlandı. Halen “İslami İktisat” isimli çalışması yayına hazır beklediğini biliyoruz.
Nevzat Ülger evli ve M. Fatih, İlknur, Neslihan, Betül ve B. Fuad isimli beş çocuk ile Yunuscan, Elifsu, Nurefşan, Yusuf, Aysima, M. Emre, Arda, Zeynep ve Zehra isimlerinde (bin yaşasınlar) dokuz torun sahibi olup; Arapça bilmektedir.
Yerel ve ulusal çeşitli dergi ve gazetelerde makaleleri yayınlanan yazarımız. Değişik televizyonlarda programlara katıldı, bazılarının yapım ve yönetimini de yaptı.
Ayrıca "Çok Ortaklı Şirketler", "İslam İktisadı" ve "Halk Bankası ve Yeni Bir Kalkınma Modeli" gibi makaleleri başka kitaplarda yer aldı.
Yayınlanmış Eserleri:
1- Kalkınma Yolunda Bir Şehir: ELAZIĞ
2- Türkiye'de Siyaset ve İktisat
3-İslam Tarihinde İktisadi Olaylar
4-Osmanlının İktisat Mantığı
Kendi deyimiyle son 12 yıldır da cennete götürmeyen hiç bir işle ilgilenmemeye gayret gösteren, ısrarla iktisat gündemini takip ve edebiyat alınana ilgi duyduğunu, bol bol kitap okuyup, nazik bir sosyal ilişki bağı geliştirdiğine tanık olduğumuz, alicenaplığı ile maruf bir kalemimiz.
Yazarımız Nevzat Ülger’in görüş ve mülahazalarını sizlerle paylaşmak adına, tevcih ettiğimiz;
“Kitaplıklar demokrasinin kaleleridir” der bir Fin atasözü, kitaplıklar demokrasinin kaleleri ise; kitap okuyanlar da demokrasinin muhafızları olmak gerekmez mi? Bu konu üzerine bir yorum alabilir miyiz? Sorusu üzerine;
“Türkiye’de her konu başlı başına bir problem haline getirilmiş. Eğer Türkiye’de yaşatıcı ve geliştirici unsur olarak “okuma” konusu bir mesele olarak kabul edilirse konunun çözümü kolaydır.
Unutmayalım ki Türkiye’de her konu şöyle ya da böyle dinle ve yönetimlerle ilgilidir. Hatta dinle ve yönetimle alakalı olmayan hiçbir mesele yoktur.
Okuma da böyledir, siyasette böyledir, kalkınma da böyledir, gelirin adil dağılımı da böyledir, sanat da böyledir, hukuk da böyledir. Neyi nasıl kazandığınız da, nasıl harcadığınız da dinle ilgilidir.
Konu eğer göz boyamacı bir anlayışla ele alınmazsa çözümü kolaydır. Konunun temsil gücü yüksek kişiler ve kurumlar tarafından nasıl ele alınıp tartışıldığına iyi bakmak gerekir.”
(Japonya’da toplumun yüzde 14’ü, ABD’de yüzde 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken, bizim ülkemizde sadece on binde bir kişi kitap okuyor..Japon yılda ortalama 25, İsviçreli 10, Fransız 7 kitap okurken, Türkiye’de bir kişi on yılda bir kitap okuyor. Türkiye’de günde ortalama beş saat televizyon seyredilirken, kitap okumaya yılda sadece altı saat ayrılıyor.) Bu konuda neler söylemek istersiniz?
“Her insanın bir mesleği olmalı bir de meşgalesi olmalı. Buradaki mesleği biraz da geniş tutarak kişinin devamlı olarak yaptığı iş olarak da anlayabiliriz. Mesleği ile geçimini sağlarken meşgalesi ile hem kendi gelişimine hizmet eder hem de yaşadığı topluma katkı sağlar.
Bizim toplumumuzda yaşayan insanların % 51’nin mesleği yok. Günlük siyasete bu kadar ilgi de zaten buradan geliyor çoğunlukla. Herhangi bir okuldan mezun olmak yeterli bir meslek sağlıyor diyemeyiz elbette. 75 milyonluk bir ülkenin 9 milyonu asgari ücretle geçiniyorsa biraz da başka yerleri suçlamak gerekmez mi? ”
Okumayı özendirme yönünde neleri salık verirsiniz.?
“ Okunacak şeyleri ortaya koyabilirsek toplum okur. İnsanlar hala Necip Fazıl’ı, Yahya Kemal’i, Mehmet Akif’i okuyorsa demek ki yeni şeyler ortaya koyamadık.
Hamasetten kurtulamayan toplumlar fazla okumazlar. Her hangi bir ideolojiye kayıtsız şartsız bağlananlar okumazlar. Her hangi bir cemaata veya siyasi bir partiye sırf aidiyet duygusu ile yapışanlar okumazlar.
Unutmayalım ki, entelektüeller bağımsız düşünebilen insanlar arasından çıkar.”
Bu ödevi hangi kurum ve kuruluşlar veya kişiler bölüşmeli?
“Önemli olmayı değerli olmaya tercih eden insanları hangi kurumun başına getirirseniz getirin hizmet üretemezler. Bu tipler de siyasilerin gözdeleridirler. En önemli kurum belediyedir.”
Önereceğiniz kitaplar var mı? Veya okumanın cazip kılınmasını temine matuf bir öneriniz var mı?
“ 80 yıl önce yazılan kitapları okuyamayan bir toplum olmuşuz. Yani dedenizin size yazdığı mektubu okuyamıyorsunuz. 80 yıllık bir birikimle mütefekkir olunur mu?
Adam Osmanlı tarihini İngilizceden okuyor. Nerde Osmanlıca? Toplumun kaçta kaçı Müslüman ve kaçta kaçı Kur’an-ı Kerim okuyabiliyor. Kuranın bir mealini ve bununla bağlantılı olarak bir tefsir okumak gerekmez mi?
Müslüman bir toplum Peygamberin sünneti doğrultusunda yaşar. Kaç kişi bir hadis külliyatı okudu. Kaç insan mesleğini (A) kalitede yapabiliyor? Yani kaç insan mesleği ile ilgili 20 kitap okuyabildi acaba? ”
İçinizden geçen şöyle bir soru olmalıydı dediğiniz oldu mu? Olduysa sorulmuş var sayarak yanıt hakkınızı kullanır mısınız?
“Yerel kalkınmanın da yerel aktivitelerin de odağında Belediyeler olmalıdır. İllerin bir numaralı kültürel faaliyet merkezleri belediyelerdir. Belediyeler memur anlayışı ile değil, özveri ve ufuk genişliği ile, dahası paylaşım ve hoşgörü ile yönetilmelidir. Belediyelerin atak olduğu şehirlerde, devletin diğer birimleri de ona ayak uydurabilmek için koşturmak durumunda kalırlar. Zaten o zaman ayak uyduramayan her kademedeki görevli elenir.”
Toplumda her insana göre muhakkak bir iş ve görev vardır. Toplumlar mahir yöneticilerle yönetilmelidirler.”
Diye değerlendirmelerde bulunan yazarımız;
Bir yazısında, medeniyet bahsinde bakın nasıl bir değerlendirme yapıyor.
“ Her şeyden önce “Medeniyet” kavramı öyle geometrik bir şekli tarif eder gibi tarif edilemiyor maalesef. Belki böyle olması fikir ve düşünce jimnastiği açısından daha da iyidir diye düşünüyorum. Zaten medeniyetin entelektüel, sanat ve düşünce faaliyetlerini teşvik etmesi en bariz vasfıdır.
Bu faaliyetlerin en karmaşık olanları da dinle olan uyum ya da uyumsuzluğudur.
Hiçbir medeniyet hareketlilik olmadan ayakta kalamaz. Meşhur mecelle maddesini hatırlayalım; “Zamanın değişmesi ile hükümler de değişir.” Bu hükmü iyi anlamak gerekir. Bir zamanlar Emevilere, Abbasilere, Osmanlılara karşı cizye ve hediyeler vererek ayakta kalmaya çalışan Batı, ilmi sahayı iyi değerlendirdikleri için daha ileri gittiler. Zaten medeniyet; din ile aklın çatışması üzerine değil, dengeli bir şekilde bir araya gelmesi ile kurulur.
İslam dünyası 16. Asırdan sonrasını iyi okuyamadığı için üstünlüğü kaptırdı.
Yeni yeni tekrar din-toplum-ilim-devlet kapsamında doğrulma pozisyonuna geçti.”
Elazığ’ın mahir kalemlerinden iktisatçı, yazar NEVZAT ÜLGER’i selamlıyor, teşekkür ediyoruz.

ELAZIĞ KALEMLERİ
NURETTİN ARDIÇOĞLU

Nasip olursa ELAZIĞ KALEMLERİ isimli kitabın kapağını açtığımızda, şehrimizin, tarihsel süreç içinde kuşaktan kuşağa aktarılan kültür algısını zenginleştirip, geliştiren seçkin kalemlerini daha yakından tanıyarak onlarla selamlaşacağız.
Şehrimize kalem ve kelamları ile kültürel katkı ikram edip, hayatlarında koyu çizgilerle Harput/Elazığ izleri taşıyan, bu izleri tarihî dönemeçlere trafik levhası gibi asarak, toplumsal değerlerimizin yönlendirilmesine ışık tutan, eser sahibi yazarlarımızın hayatlarını ve çalışmalarını bugün merhum Nurettin Ardıçoğlu ile sürdürüyoruz..
******
Nurettin ARDIÇOĞLU, 1914 yılında Harput'ta dünyaya gelir, İlk ve orta tahsilini Harput'ta tamamlayarak Elazığ Muallim Mektebine kaydını yaptırır. Sonra, bu mektebin kaldırılması üzerine de İzmir Muallim Mektebine geçiş yapar.
İzmir Muallim Mektebini bitirdikten sonra Ankara Gazi Terbiye Enstitüsünün imtihanlarını birincilikle kazanır ve brincilikle de mezun olur. Söz konusu okulda Fransızca eğitimi alan Ardıçoğlu, tarih bilgisini artırmak için ayrıca Almanca da öğrenir.
İzmir'de çeşitli ortaokullarda Tarih, Fransızca ve Almanca öğretmenliği yapar. Bu arada İzmir'de yayınlanmakta olan Türk Yurdu ve Aramak isimli dergilerde tarihle ilgili makaleler yazar.
Daha sonra Elazığ'a atanarak burada tarih ve Fransızca öğretmenliği görevini sürdürür. Öğretmenlik yaptığı yıllarda tarihi tetkik ve çalışmalarını da sürdürmeye devam eder. Harput Kalesi'nden kendisini iple sarkıtarak tarihî kitabeleri okuma araştırmasını bu azim ve merakla sürdürür. Bu arada Keban, Palu ve Pertek'te bulunan tarih rezervlerinin de araştırmasını bir yandan sürdürerek bunların gün yüzüne çıkmasına katkı sağlar.
Tarihî merakı ve çalışmaları sürerken, öğretmenlikten istifa ederek İstanbul Hukuk Fakültesine girer. Bir yandan da gazeteciliği sürdürerek Tanin gazetesinde dış siyasetle ilgili makaleler yazar. Cumhuriyet gazetesinde de, gece sekreterliği ve bir müddet yazı işleri müdürlüğü yapar. Hukuk Fakültesini bitirmeden Elazığ'a gelerek fazla ömürlü olmayan Doğu Pastası isimli bir gazete çıkarır.
Hukuk Fakültesini bitirdikten sonra avukatlık yaparken politikaya da katılır. Bir müddet Millî Kalkınma Partisinin genel başkanlığını yapan Ardıçoğlu, siyasî tarihimizdeki girişimine devam ederek, Mareşal Fevzi Çakmak Başkanlığında Millet Partisini kurarlar.
Siyasi tarihimizde temayüz etmiş isimlerden Osman Nuri Köni, Osman Bölükbaşı gibi isimlerle siyasi mücadelede yer alır. Dönemin güçlü muhalefet gazetelerinden Kudret gazetesinde başmakaleler yayınlar.
Siyasî etkinliklerden dolayı o dönemde bir müddet hapis hayatı olur ve mecburi ikamete tabi tutulur. Kurucu meclis üyeliği de yapan Ardıçoğlu, Elazığ mebusu olarak Türkiye Büyük Millet Meclisine girer ve Basın Yayın Turizm ve Tanıtma Bakanlık görevini de bir müddet deruhte eder.
Hazar Gölü sahillerinin Türkiye'ye tanıtılması hususunda bakanlığı döneminde yoğun bir çalışma sergileyen Ardıçoğlu, Keban Barajı'nın gerekliliği yolunda yapılan faaliyetleri hızlandırarak, bu barajın vücut bulması için sarf ettiği yoğun çalışmalarından dolayı basın kendisinden “Barajcı Nureddin” diye söz eder.
Elazığ'da üniversite kurulması yönünde samimi gayretleri bulunan Ardıçoğlu, Mimarlık ve Mühendislik Akademisinin temellerini atar.
Harput'un tarihî yapılarının onarılması için vakıflar yolu ile devlet yardımı alınmasını sağlama yönünde gayret gösterir. Keban Baraj Gölü altında kalacak çok sayıda eserin müzelerdeki yerini alması için çalışır, Ayrıca Harput'taki bahçe evlerine kadar yolların gitmesini sağlayacak girişimlerde bulunur, Harput'a elektrik getirilmesi konusunda yoğun çabaları müspet sonuç verir.
Nurettin Ardıçoğlu,o dönemdeki Şeker Fabrikasının sökülerek Tokat'a götürülme isteğine karşı çıkarak, söz konusu fabrikanın bu günkü yerinde kalmasını sağlamıştır.
Keban Baraj Gölü altında kalan arazinin Hazar Gölünden sulanmasını temin için kanalların açılması hususunda yoğun girişimleri ile Uluova'nın sulanmasına katkı sağlayan Ardıçoğlu, arazinin sulanmasını ve istimlâk sırasında ova halkının sulu arazi üzerinden bedel almasında büyük yararlılık sağlamıştır.
Millet Meclisi Başkanlığına
Keban Barajı ve Aşağı Fırat Havzası Kalkınma Projesi hakkında
Millet Meclisi adına, araştırmada bulunmak üzere Genel Kurul'un 01.03.1962 tarihli birleşiminde teşkil olunan heyetimiz; alâkadar dairelerle mütaâddit temaslar yapmış ve mevzuu enine boyuna incelemiştir.
İlgili dairelere tevcih olunan suallere gelen cevaplar ve adı geçen dairelerin bu hususa dair verdiği mütalâalar ve ibraz ettiği dökümanlar tetkik edilmiştir.
Keban Barajı ve Aşağı Fırat Havzası Kalkınma Projesi hakkındaki görüş ve mütalâalarımız ilişik raporda, hulâsa olarak arz olunmuştur.
İlgili dairelerin verdiği mütalâa ve dokümanlar ayrıca raporumuza eklenmiştir.
Yurdun enerji dâvasında olduğu kadar zirai ve sınai inkişafında ve Doğu ve Güney - Doğu Anadolu'nun sosyal ve ekonomik kalkınmasında büyük bir rol oynayacak olan bu projenin bir an evvel tahakkuk ederek memlekete hayırlı olmasını temenni ederiz.
Derin saygılarımızla.

07.09.1962
Elazığ Milletvekili
Nurettin Ardıçoğlu ve üç arkadaşı.
****
Keban Barajı'nın temelleri, Millet Meclisi'nde atılırken ilk harcı koyanlardan biri de merhum Nurettin Ardıçoğlu'dur.
ELAZIĞ KALEMLERİ isimli kitapta yer alacak olan Nurettin Ardıçoğlu'nun Harput Tarihi veBalakgazi isimli iki kitabı bulunmaktadır.
Bu gün Harput'un mihverini oluşturan Balakgazi'yi en geniş tarihi boyutları ile Nureddin Ardıçoğlu'nun "Balakgazi" isimli eserinden takip edebiliyoruz.
Bize intikal eden bu eseriyle bu konuyu en geniş boyutu ve tarihi bulguları ile fotoğraflayıp bir nevi Harput tarihinin 850 yıl öncesinin en geniş malumatını bu değerli hemşehrimizin "Balakgazi" eserinden temin edebiliyoruz.
*****
1112-1115 yıllarında Harput bölgesinde Çubuk Oğullarının hakimiyetini Artuk Oğullarının hakimiyeti takip etmiştir. Bu tarihlerde Nuruddevle Balak Gazi'yi Harput'a ve onun etrafındaki bölgelere, yani Tunceli, Palu, Çabakçur (Bingöl) , Çemişgezek ve sair yerlere tamamen hâkim olmuş görüyoruz.
Balak Gazi orta zamanlarda Doğu Anadolu'da hüküm süren büyük ve meşhur bir hükümdar sülalesine, Artuk Oğulları Hanedanına mensuptu. Aileye adını veren Balak Gazi'nin dedesi olan Artuk Bey, Sultan Alp Arslan'ın kumandanlarındandı.
Tabii Artuk Bey, bütün Selçuk kumandanları gibi, bir Türkmen Beyi idi ve kalabalık bir boya hükmediyordu. Artuk Hanedanına mensup birçok hükümdarların paralarındaki damgaya bakılırsa, bunların Oğuzların Kayı boyundan olduklarını kabul etmek icap eder.
Osmanlı Hanedanının da bu boya mensup olduğu malumdur. Artuk Bey birçok muharebelere ve bu meyanda Malazgirt Meydan Muharebesi'ne de iştirak etmiş, Selçuk Sultanları tarafından verilen müteaddit yüksek vazifelerde bulunmuştu.
Müverrihler, Artuk Bey'den bahsederken, "iki hasım ordudan onun bulunduğu taraf her zaman galip gelirdi" diyorlar.
Artuk Bey'in dört erkek evladı vardı. Bunlardan Sökmen ve İlgazi Beyler, babalarının ölümünden sonra Türkmenler ile beraber Suriye'nin fethinde Sultan Alp Arslan'ın oğlu Tacüddevle Tutuş'un maiyetinde büyük hizmetler görmüşler ve bundan sonra da Kudüs'e yerleşmişlerdir. Tacüddevle Tutuş, Kudüs'ü bu iki kardeşe vermişti.
Artuk Bey'in diğer bir oğlu olan Behram Bey galiba daha evvel ölmüştü. Behram Bey'in biricik oğlu Balak ise, amcalarının yanında büyümüştü. Daha çocuk denecek bir yasta, amcalarının gâh Şiî Fatımîlerle, gâh ön Asya'ya yeni yerleşmekte bulunan Haçlılarla yaptıkları savaşlarda bulunmuştu
Artukoğullarının bütün Türkmenleri arasında silah kullanma ve ata binmede onunla rekabet edecek kimse pek azdı. Türkmenler arasında kendi yaşında yüzlerce genç vardı ki, ona kuvvetle bağlı idiler. İste bu meziyetleri Balak'a teşebbüslerinde muvaffak olmak için imkânlar hazırlamıştı. Balak Gazi'nin bu kitapta anlatacağımız hayat ve mücadelesini daha iyi takip edebilmek için o devirde yani 12. asır başlarında Ön Asya'nın arz ettiği manzaraya topluca bir göz atmak faydalı olur. Bu suretle Balak Gazi'yi yetiştiren ortamı daha iyi anlayabileceğiz ve olayları daha iyi izleyeceğiz.
12. asır başında Türkler İran, Irak, Suriye ve Anadolu'yu; yani bütün Ön Asya'yı istila etmiş ve hâkimiyetleri altına almış bulunuyorlardı
Devrin bariz vasıflarından birini, işte bu Türk devletler ile bu Haçlı kuvvetlerin mücadeleleri teşkil ediyordu. Türk hükümdarları bazen mahalli olarak yalnız başlarına, bazen Büyük Selçuk Sultanı tarafından gönderilen kumandanın idaresinde bir araya gelerek daimi surette Haçlılarla savaş halinde idiler.
İşte Balak Gazi, böyle bir muhitte mücadele sahnesine çıktı ve her iki yönden de başarı kazandı. Haçlılarla mücadelede parlak muzafferiyetlerle bütün Şark hükümdarlarına öncü oldu. Kendi teşebbüsüyle de Harput'tan Halep'e ve Harran'a kadar uzanan büyük bir devlet meydana getirdi.
Nuruddevle Balak Gazi 1112 yılında ve genç yaşta Harput Hükümdarı oldu. Oğuzların Kayı boyundan Artuk Hanedanına mensuptu. Büyük bir muharip ve kumandan ve adaleti ile meşhur bir hükümdardı.
Kısa zamanda Harput'tan Mardin ve Halep'e kadar uzanan geniş bir devlet kurdu. Haçlılarla imha edici muharebeler yaptı ve onları ağır yenilgilere uğrattı.1122 yılında Urfa Kontu Josselin'i, 1123'te onu kurtarmaya gelen Kudüs Kralı Baudouin'i esir ederek zincire vurdu ve ikisini de Harput Kalesi'nde hapsetti.
Büyük Selçuk Sultanı tarafından " Müslüman Orduları Başkumandanı" tayin edildi. Kendisine "Gazi" unvanı verildi.1124 yılında Menbiç Kalesi'ni kuşatırken göğsüne isabet eden bir okla şehit oldu.
Büyük tarihçi Prof. Mükremin Halil Yinanç diyor ki:
"Balak,bütün ömrünü gaza ve cihat içinde geçirmiş, ülkesinde emsalsiz bir sükûn ve asayiş temin etmiş, adalet ve kanunu hâkim kılmış, dindar ve mütevazi bir emir idi. Ölümü, Müslümanlık ve Türklük için hakiki bir ziyan ve musibet olmuş ve mağlup olmaya başlayan Haçlıların yeniden kalkınmalarına sebebiyet vermiştir. Haçlılar böyle korkunç ve galip bir düşmandan kurtuldukları için çok sevinmişlerdir. Balak, yalnız Suriye tarihinde değil, Anadolu tarihinin seyir ve cereyanı üzerinde de tesir icra etmiştir."
Kitabın ÖNSÖZ'ünden:
" Harput Hükümdarı Balak Gazi adlı bu kitabı, bundan yirmi sene evvel yazmış, hazırlamıştım. Fakat yayınlanması, ancak 1963 yılında tefrika olarak "Turan" gazetesinde nasip oldu. Bu defa da kitap halinde çıkıyor. Anadolu Türk tarihinin çok mühim simalarından biri olan Nuruddevle Balak Gazi hakkında, her devirde ve her dilde yazılmış ne varsa hepsini büyük bir zevk ve merakla toplamışımdır.
Bu kitabı okuyanlar inanılmaz hadiselerle ve olağanüstü heyecanlı vakalarla karşılaşacaklar ve belki bir roman zannedeceklerdir. Hayır! Bu kitapta yazılı olan ne varsa hepsi tarihtir. Ben çok şey katmadan, eski müverrihlerin kahraman Balak Gazi hakkında yazdıklarını topladım ve bir araya getirdim.
1949 yılında Ankara'da KUDRET gazetesini çıkardığımız günlerde, bu gazetede tarihi romanlar yazan Zuhuri Danışman'a, Balak Gazi'nin o fevkalade maceralar dolu hayatını anlatmış ve bir tarihî roman yazmak üzere, hazırladığım kitabi kendisine vermiştim. Filhakika Zuhuri Danışman da "Balak Gazi" adı ile bir roman hazırladı ve Kudret'te tefrika edildi.
Fakat tekrar edelim ki, elinizdeki bu kitapta yazılı vakalar, ne bir roman ne de bir destandır. Tamamen tarihî hakikatlardır."
Ankara 1966
Nurettin ARDIÇOĞLU
Bu çalışmaları bize armağan edip 1982 yılında aramızdan ayrılan NURETTİN ARDIÇOĞLU isminin ilimizde bir kültür merkezine verilmesi doğrusu çok şık olmuştur.
Kendisini rahmetle anıyoruz.

(ELAZIĞ KALEMLERİ)
LÜTFİ PARLAK

ELAZIĞ KALEMLERİ bağlamında; şehrimizden neşet etmiş, kalem ve kelam sahibi yazarlarımızı, ilim ve bilim adamı, düşünce ve duygu insanlarını sizlere daha yakından tanıştırıp; bir kitap kapağı altında toplamak üzere çalışmalarımız sürmektedir.
Bu yazımızın konuğu; 1955 yılında Sivrice İlçemizin Helezür Köyünde dünyaya gelip, ilk ve orta öğrenimini Elazığ ve Diyarbakır’da tamamlayarak; İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümünü bitirerek;
Edebiyat öğretmeni olarak atanan yazarımız; öğretmen ve müdür yardımcılığı, Elazığ Fatih Lisesi, Merkez Endüstri Meslek Lisesi ve Mehmet Akif Ersoy liselerinde öğretmenlik; Malatya-Akçadağ Öğretmen Lisesi ve Elazığ Lisesinde müdürlük görevini deruhte ederek 2007 yılında emekliye ayrılan yazarımız, evli ve üç çocuk babasıdır.
Lütfi Parlak, ilk eserini “Yukarı Fırat’ta Tarihî eserler” ismi ile 2004 yılında inceleme ve araştırma kitabı olarak yayınlar. Yazar bu kitabında; Yıkılıp kaybolmak üzere olan yöremizdeki tarihî eserlerin geçmişlerini, şu anki durumlarını resimleriyle birlikte tespit etmiştir.
Yazarımızın maksadı, yıkılıp kaybolmaya yüz tutan ata yadigârı bu kadim eserlerin hiç değilse bilgi ve resimlerini gelecek nesillere intikal ettirmek. Çünkü zamanın tahribatı, define avcılarının tecavüzleri ve umursamazlık bu eserlerin ömrünü kısalttıkça kısaltmaktadır.
Yazar bu eseriyle ilgili olarak şu değerlendirmeyi yapar.
“Fırat, hem Anadolu’nun hem Arap çöllerinin şah damarı gibidir. İnsanlık kadar eski olan bölgede her millete ait eser bulmak mümkündür. Ancak Anadolu’ya sonradan gelmemize rağmen psikolojik bir sıkıntıya düşmemiş, bütün eserlere sahip çıkıp hem korumuş hem onarmışız. Bu sebeple mevcut tarihî yapıların bir kısmı başkalarının olsa bile üzerine mutlaka Türk izi bırakmışız. İşte insanımıza göstermek veya söylemek istediğim budur.”
Bu eser, Elazığ Kanal E ve Kanal Fırat Televizyonlarınca belgeseli çekilip yayınlanmaktadır.
İkinci eseri; “Harput Hükümdarı Behramoğlu Balak” Romanıdır. (2006) Harput’un ikinci fatihi Artuklu Balak Gazi’nin tarihî kişiliği, mücadeleleri anlatılır. İç çatışmalarla toplumumuzun neler kaybettiği, vurdumduymazlığımızın bize neye mal olduğu vurgulanmaya çalışılır. Çünkü Balak’ı; kendi kanından kendi soyundan olan Menbiç Kale komutanı Gümüştekin Oğlu Hisan ve İsa kardeşler öldürür. Haçlıya yenilmeyen ve Müslüman Orduları baş Komutanı Balak, kaleden atılan bir okla şehit edilir. Böylece Türkler ve Müslümanlar ağlaşırken haçlı sevindirilmiş olur.
Bu romana ilişkin yazarımızın değerlendirmesi şudur.
“ Efendim! Kalabalıklara veya yığınlara hiçbir zaman millet denmez. Ziya Gökalp’in deyimiyle; millet; ne ırkî, ne kavmî, ne coğrafî, ne siyasî, ne idarî, bir zümredir. Millet; lisanca, dince, ahlakça ve bediiyatça müşterek aynı terbiyeyi almış fertlerden mürekkep bir zümredir. Bu sebeple millî ve ortak paydayı oluşturmak isteyen insanlar, kendi tarihlerinin mühim hadiselerini ve mühim şahsiyetlerini edebiyatlarına aksettirmek zorundadır. “
Bu eserin vurgusu, dışa karşı kullanılması gereken gücümüzün yanlış olarak iç hedeflere tevcih edilerek nasıl heder edildiğini anlatır. Bu eserin de Kültür Bakanlığı tarafından dramatik belgeseli çekildiğini biliyoruz.
Aynı çerçevede Elazığ ve çevresinde söylenen Yemen Türküsünün hüzünlü hikâyesini de “Yemen” adıyla 2008 yılında romanlaştırır yazarımız. Romanın kahramanı olan Elazığlı Mehmet Sait Çavuşla Türk askerinin Yemen macerasını dile getirir.
Ayrıca bu romanla; siperde yaşanan dramla evde yaşanan dramı birleştirip aynı ateşin cephedeki askerle köydeki eşini birlikte yaktığını ortaya koymuştur. Çünkü Mehmet Sait Çavuş, ölmemiş ama bir ölü gibi Helezür’e dönerken karısı Ayşe, bu acıya dayanamayıp yüreğine inmiştir. İşte o felaketin iki cephesini birleştirip ecdadımızın imparatorluk uğruna neler çektiğini hatırlatmaya ve geriye kalan kızları Hafize’yi de yeni neslin yerine koymaya çalışarak. Neticede eseri, dört yüz senede, beş yüz bini bulan Yemen Şehitlerine ithaf etmiş bulunmaktadır.
Mustafa Necati Sepetçioğlu I. Roman yarışmasında dördüncü olarak mansiyon kazanan Yemen adlı eser Popüler Yayıncılık tarafından neşredilmiştir.
Yazarımızın dördüncü romanımın konusu, Bağdat fethi esnasında büyük yaralıklar gösteren Ağınlı Genç Osman... (2012) Onun yarı gerçek yarı menkıbevi hayatını, millî bilince dönüştürmenin gayreti içinde olmuş.
Yazarımız bu eserinde Türkler Müslüman olduktan sonra yerleşik medeniyetin insanları gibi şehirlileşmeye başladıkları andan itibaren Alp tipini, erenle birleştirip Alperen olduklarını. Böylece Genç Osman Romanındaki kahramana yardım için manevi kuvvetler ön plana çıkarılmış. Hızırlar, ermişler, dervişler… Rüyalar, manevi yardımları bu anlayışın bir ürünü olarak eserinde okuyucuları ile paylaşmış bulunmaktadır.
“Bıyığında demir tarak durmayan orduya alınmaya” fermanına uymadığı için köyüne gönderilmek istenen Ağınlı yiğit, direnip saklanır. Böylece o meşhur destan da başlamış olur. Yani yakalanınca (fermana uymak için) üst dudağına demir tarağı saplaması, onun hem orduya kabulünü, hem serdar olmasını sağladığını, tarihi renkleri ile işler bu eserinde.
Beşinci eseri ise “Sudan Gelen” adıyla Hz. Musa’nın hayatını romanlaştırır. İsrailoğullarının Firavunla mücadelesini dile getirirken bu bencil milletin tarihteki sapkınlıklarını gözler önüne sermeye çalışır. İz yayıncılık tarafından 2013’te yayınlanmış bulunmaktadır.
Yazarımızın Deli Dumrul isimli romanı İz Yayıncılık tarafından kitap piyasasına sürülmek üzeredir, ayrıca henüz yayınlanmamış üç eser üzerinde çalışmalarını sürdürdüğünü biliyoruz yazar Lütfi Parlak’ın.
Ayrıca 1985’ten beri mahalli gazetelerde son olarak Nurhak Gazetesindeki “Aşiyan” adlı köşesinde haftalık ve güncel yazılarıyla dergi ve gazetelerde edebî yazılarını takip etmekteyiz.
“ hiçbir ideoloji, kandırılamayacak insanların arasında yayılmaz”-Lütfi Parlak
Yazarımıza ait bu özlü sözü önemsiyoruz ve olumsuz çağrışımlarını hemen anımsıyoruz.
Yazarımıza tevcih edilen bazı sorulara verdiği cevapları okuyuculara sunmak isterim.
Soru:“Kitaplıklar demokrasinin kaleleridir” der bir Fin atasözü, kitaplıklar demokrasinin kaleleri ise; kitap okuyanlar da demokrasinin muhafızları olmak gerekmez mi?
“-Kütüphaneler; milletlerin kültür, insanların tefekkür kaynaklarıdır. Kitapsız hiçbir mükemmelliğe ulaşmak mümkün olmadığından dinimizin ilk emri okudur. Dolayısıyla İslam’ın ilk dönemlerde kütüphanecilik gayet yaygındır. Harun Reşit (786-809) tarafından Bağdat’ta kurulan kütüphanede 100.000 cilt kitabın olduğu rivayet edilir. Son dönemlerde Harput’ta on altı medresenin kütüphanesinde 10.000 cilt eserin bulunduğunu da ilave etmek gerekir. Dolayısıyla kitap, sadece demokrasinin değil dinin, medeniyetin de kaleleridir.”
Soru: Japonya’da toplumun yüzde 14’ü, ABD’de yüzde 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken, bizim ülkemizde sadece on binde bir kişi kitap okuyor.
Okumayı özendirme yönünde neleri salık verirsiniz? Şeklindeki soruya verdiği cevap:
“Okumayı özendirmek için yapılacak en iyi uygulama ödüllendirmektir. Bu durum küçükler içinde geçerlidir büyükler için de. Bir yerde emek para ediyorsa, üretim itibara geçiyorsa, üretenler rağbet görüyorsa okurların sayısı mutlaka artacaktır. Çünkü yazabilmek için okumaya ihtiyaç vardır. Bir şehrin valisi, belediye başkanı, milli eğitim müdürü; bulunduğu ilin yazarlarını tanımıyorsa, kitaplarını elinin altında bulundurmuyorsa; öne çıkan marifet sahiplerine iltifat etmiyorsa kimsenin sivrilmesi veya sıyrılması mümkün olmaz. “
“Şimdiye kadar belediyenin yaz şenliklerinde veya üniversitemizin mezuniyet törenlerinde avuç dolu paralar harcayarak sanatçılar getirildiğini biliyoruz. Ama bu kurumların yazarları desteklemek için senede üç beş bin lira para harcadıklarını duymadım. Ya da bu şehrin bir gazetecisi, bir romancısı olarak böyle bir durumla karşılaşmadım.
“Her sene şehrimizde Hazar Şiir Akşamları yapılıyor. Dünya kadar para harcanıyor. Bu güzel faaliyeti desteklemek lâzım. Ancak o törenler esnasında aynı sene kitabı çıkan bir kaç yazara 30-40 liralık bir plâket verilse ne olur. Benim bildiğim kadarıyla Elazığ’da bir senede çıkan kitap sayısı üçü-beşi geçmez. Valiliğe bunun getireceği külfet ne olabilir ki? “
Yazarımız bu şekilde değerlendirme yapmışlardır.
Yazarımıza sağlıklı ve mutlu bir yaşam ve bol eserli bir ömür diliyor. Teşekkür ediyor, şükranla selamlıyoruz.

03 Eylül 2014 tarihli HaberKent gazetesinde çıktı

ELAZIĞ KALEMLERİ
Prof. SÜLEYMAN ATEŞ

Sayın okuyucular; Elazığ-Harput toprağından neşet etmiş, eseri bulunan yazarları, şairleri, ilim ve bilim adamlarımızı daha yakından tanımak ve takip etmek adına, başlatmış bulunduğumuz ELAZIĞ KALEMLERİ başlığı altındaki çalışmalarımızı sürdürüyoruz.
Her türlü kaynağa müracaat edilerek, hem bir vefa borcu hem de okuma ve yazmaya rağbet toplayıp, kalem ve kelâm erbabından daha yüksek düzeyde istifade etmek adına; günümüze kadarki yazarlarımızı, yazıp yayınladıkları eser isimleri ile birlikte sizlere takdim etmeye çalışacağız.
Ayrıca, eser sahiplerinin ve eserlerinin alfabetik isim sıralaması sürmekte olup bu çalışma sonuçlanınca, nasipse sizlere takdimi sağlanacaktır.
Bu haftaki konuğumuz İlahiyatçı Prof. Dr. Süleyman ATEŞ Hocamız;
03 Ocak 1933 tarihinde ilimizin Tadım köyünde dünyaya gelen hocamızın babası İbrahim Ağa, annesi Behiye Hanımdır. Ümmi fakat son derece dindar olan babası İbrahim Ağa, birinci cihan savaşında dokuz yıl askerlik yapmış, İstiklal Savaşı gazisidir. Tahsiline köy hocasında başlayan Süleyman Ateş, 10 yaşında Kur'an hıfzını tamamlamış ve sonra da İzzetpaşa Kur'an Kursundan bir süre tecvit ve kıraat dersleri almıştır.
Elazığ âlimlerinden, tabur imamlığından emekli Hacı Muharrrem Kösetürkmen Efendiden Arapça dersleri alan Süleyman Ateş, 1951 yılında Erzurum'a giderek burada muhtelif hocalardan aldığı derslerden sonra, 1953 yılında Elazığ İmam Hatip Lisesi'ne girmiş ve 1960 yılında ise fark derslerini vererek Elazığ Lisesi mezunu olmuştur. Aynı yıl Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'ne giren hocamız, talebeliği sırasında Ankara İkişerefeli ve İbadullah Camilerinde dört yıl boyunca İmam-Hatiplik yapmıştır.
Ankara Devlet Lisan Okulu'nun İngilizce bölümünü bitiren Ateş, 1973 yılında araştırmalarda bulunmak üzere dokuz ay süreyle Irak ve Mısır'da çalışmalarını sürdürür. 1973 yılında Doçent olan hocamız, 16 Nisan 1676 tarihinde Diyanet İşleri Başkanlığı'na atanır. 1,5 yıl bu görevi Türkiye Cumhuriyetinin 12. Diyanet İşleri Reisi olarak deruhte ederek tekrar üniversiteye döner ve 1979 yılında Prof. olur. Almanya'da, alanı ile ilgili incelemeler yapar, Suudi Arabistan Üniversitelerinde tefsir dersleri okutur, Cezayir Üniversitelerinde de tefsir ve tasavvuf dersleri verir. 1996 yılında İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesinin Temel İslam İlimleri Bölüm Başkanlığı'nı yürüten ve bilahare hizmetine Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nde Öğretim Üyeliği yaparak devam eden Prof.Süleyman Ateş, 1998 yılında emekliye ayrılır.
Emekli olduktan sonra da Hocamız hummalı çalışmalarını sürdürerek, "Kur'ân-ı Kerîm ve Yüce Meâli" ile "Yüce Kur'ân'ın Çağdaş Tefsîri" isimli 12 ciltten oluşan eserini, İslâm tarihinde ilk olma niteliği taşıyan 30 ciltlik "Kur'ân Ansiklopedisi"nin son cildini 2003 tarihinde yayınlamıştır. Bu ünlü bilim adamımız bu eserinde, Kur'ân içerisindeki bütün konuları kronolojik olarak ele almaktadır.
Yeni İslâm ilmihali, İslâm'da Güncel Tartışmalar, Kur'ân-ı Kerîm'e Göre Hz. Muhammed (s.a.v.) , Kur'ân'da Peygamberler Tarihi, İslâm'a İtirazlar ve Kur'ân-ı Kerîm'den Cevaplar, Soru ve Cevaplarla İslâm (4 cilt) , İslâm Tasavvufu,, İnsan ve İnsanüstü Varlıklar, Görünmez Âlemin İzleri, Namazda Okunan Surelerin Tefsiri, Kur'an'da Nesh Meselesi, Müslümanın Cep Kitabı, Ömer Hüdayi Baba Divanı, Kur'an'da Allah-İnsan, Mecazdan Hakikate İlahi Aşk, İslâm'da Güncel Tartışmalar, İmamiyye Şiasının Tefsir Anlayışı, Bir Ömür Böyle Geçti, Minberden Öğütler Hutbeler, Makaleler, Kur'an Nizamı, Kur'an'a Göre Evlenme ve Boşanma, İslâm'da Kadın Hakları, Açıklamalı Büyük Dua Mecmuası, İslam Tasavvufu, Cüneyd-i Bağdadi - Hayatı Eserleri ve Mektubu,İş'ari Tefsir Okulu, Bir Ömür Böyle Geçti (2) , Hac Rehberi- Resimli ve Tatbikatlı, Gerçek Din Bu (2 Kitap) , Kur'an'da Kıyamet Sahneleri, Din ve Vicdan Özgürlüğü, Gönül Nurları gibi onlarca esere imza atmıştır.
Biz; yazdığı eserlerin isimlerini okuduğumuzda gözümüz yorulurken, Sayın Ateş'in ömrünü bilime hasrettiğini çalışmalarından kolayca anlamış bulunmamıza hiçbir engel yok. Ayrıca binlerce gazete yazıları, konferans, panel gibi bilimsel etkinliği bir ömre sığdıran Hocamıza hayırlı uzun ömürler diliyoruz.
Prof.Süleyman Ateş, muhatap olduğu; Meleklerin sabah namazı vakti semaya indiklerini ve ikindi vaktine kadar dolaştıklarını, ikindi vaktinde yapılan duaları Allah'a ilettiklerini okudum. Bu doğru ise ikindiden sonra sabah namaz vaktine kadar yaptığımız dualar boşlukta mı kalıyor? ,Şeklindeki soruya verdiği cevap:
“ Bu işin gecesi gündüzü yok. Duaları Allah'a sunan da melekler değildir. Allah ile kul arasında aracı yoktur. Öyle anlamsız rivayetlere, hele o sakat kitaplara hiç bakmayın. Yalnız şu mealde bir hadis vardır: "Sizi gece gözetleyen melekler, gündüz gözetleyen melekler vardır. Bunlar sabah namazında ve ikindi namazında buluşurlar. Gece sizinle beraber bulunan melekler Allah'a çıkınca, sizin halinizi gayet iyi bilen Allah, yine de meleklerine, 'Kullarımı ne halde bıraktınız? ' diye sorar. 'Yanlarına gittiğimizde namaz kılıyorlardı, yanlarından ayrıldığımızda da yine namaz kılıyorlardı. (Onları hep namazda gördük) ' derler" (Buhârî, Mevâkît: 16, Tevhîd: 23, 33; Müslim, Mesâcid: 210) .
Bu hadisin amacı, insanları özellikle sabah ve akşam namazlarına teşviktir. Verilmek istenen mesaj şudur: insanı gündüz ve gece gözetleyen melekler vardır. Gündüz melekleri, gece meleklerinden nöbeti devralırken kulu sabah namazında görürler. Gece melekleri de gündüz meleklerinden nöbeti devralırken onu akşam namazında görürler. Burada ikindiyle kasıt, günün sonu yani akşam vaktidir. Her iki grup melek de kulu hep ibadette gördüğü için onun her vaktini ibadetle geçirdiğine tanıklık ederler. Allah elbette kulunun her halini bilir ama meleklerin böyle tanıklık etmesinden de memnun olur.”
Zaman zaman şiirle de meşgul olduğunu bildiğimiz Prof. Ateş, az da olsa kaleme aldığı şiirlerinde Sırrî mahlasını kullanır. Bu mahlası, kendisinin yetişmesinde büyük emeği geçen Hacı Muharrem Sırrî Efendi'ye izafeten almıştır.
Süleyman Ateş'in, Erzurum Müftüsü Hafız Sakıp Efendi'nin kabir taşına yazdığı manzumeyi sizlere takdim ederek dualarımızla hocamızı yâd ederken, umarız biz de kendilerinin rızalığını kazanır, hemşerileri olarak dualarına mazhar oluruz.

Burda medfun kamil insan ilm-i dine aşina
Erzurum Müftisi hafız Sakıb-i necm-i hüda
Berhayat oldukça yaydı, ilm-i şer'i Ahmedi
Sundu irfan halkasında aleme feyz-ü ziya
***
En nihayet "kullu nefsin" şerbetinden nüş edip
"İrci'i" emriyle buldu vuslat-ı dar-i baka
Ağladı gittiğine hep Erzurum halkı tamam
Neş'elendi gelmesinden cümle ervah-i safa
***
Gafil olma Fatihayla ruhunu şad eyle kim
Kalbine dolsun senin de buy-i nisbet daima
Üç rical-i gayb çıkıp Sırri, dedi tarihini
Yok vefa dünyada ol "Ukba'ya ragib" Sakıba.

ELAZIĞ KALEMLERİ
PROF. DR. CANAN (EFENDİGİL) KARATAY

ELAZIĞ KALEMLERİ adı altında oluşturulacak kitapta yer alacaklardan; bu gün de şehrimizden neşet etmiş ünlü bir hekim olan Prof. Dr. Canan EFENDİGİL KARATAY'ı yakından tanımaya çalışacağız.
Özellikle son zamanlarda; neredeyse Türkiye'nin beslenme rejimini tümden değiştiren, skolastik diyetleri ilmî verilerle ortadan kaldıran, yıllarca hemen hemen yasaklı olan tereyağları, kelle-paçaları,kebapları iç rahatlığıyla yeniden soframıza kazandıran, Türkiye'nin beslenme gündeminde "vay be! ! ! " dedirten bir ilim ve bilim adamı CANAN KARATAY.
Hemşehrimiz Canan Hanım, 02 Mart 1943 tarihinde Elazığımızın İzzetpaşa Mahallesinde dünyaya gelmiş. Aslen Harputlu olan akademisyen hocamızın annesi Fizik Öğretmeni Vasfiye Efendigil, babası Avukat Ömer Naim Efendigil'dir.
Elazığ Atatürk İlkokulu'nu bitirip İstanbul/Üsküdar Kız Lisesini yatılı olarak okuyarak 1961 yılında mezun olup aynı yıl İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ne girerek 1967 yılında mezuniyetini müteakip ihtisasını İç Hastalıkları Uzmanı olarak 1972 yılında tamamlamış oldu.
Yüksek başarısından ötürü İngiltere'den aldığı bursla, bizim sadece futbolu ile bildiğimiz Liverpool'da kardiyoloji alanında uzmanlık eğitimini tamamladıktan sonra İstanbul Üniversitesi tedavi kliniğinde baş asistan olarak görev yaptı.
Karatay, kardiyolog olarak bir ilki gerçekleştirdi. Kalıcı ve geçici kalp pili tekniğini başarıyla uyguladı. Yoğun bakımda tıp dilinde "Subklavya Ponksiyon" tekniğini yerleştirdi.
Dünyada ilk kez kalp nakli ameliyatını gerçekleştiren Christian Barnarnd ekibinde görev alıp, 2 yıl Güney Afrika Cape Town Üniversitesinde insanlığa hizmet sundu.
Bu Güney Afrika Üniversitesi kardiyoloji bölümünde, kalp transplantasyonu yapılmış olan çift kalpli hastalara hemodinemik ve anjiografik çalışma ile doçentlik tezini kalp nakli yapılmış hastalar üzerinde uygulayarak başarıyla tamamlayıp 1979 yılında doçent oldu.
Şu anda ülkemizde yaygın bir şekilde uygulanmakta olan "femoral arter" yolu kullanılarak yapılan koroner anjiyografi tekniğini yine ilk kez uyguladı ve bu uygulamayı ülkemize yerleştirdi.
1997-2002 yılları arasında Yeditepe Üniversitesi, 2002-2006 yılları arasında da Kadir Has Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde öğretim üyesi olarak görev yapan Prof. Dr. Canan KARATAY, 2006-2010 yılları arasında Türkiye'de ilk ve tek sağlık üniversitesi olan İstanbul Bilim Üniversitesi'nde rektörlük yaptı. Evli ve bir çocuk annesi olan hemşehrimiz, halen İstanbul Bilim Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde İç Hastalıkları ve Kardiyolaji Ana Bilim Dallarında öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır.
Canan Karatay, dört farklı kıtada hekimlik yaparak, farklı ülkelerin beslenme alışkanlıklarını gözlemleyerek, ülkemiz için en uygun diyeti geliştirdi. Yıllardır yasaklanan, kokusunu bile özlediğimiz sağlıklı gıdalarımızı; kırmızı et, balık, süt, peynir, yoğurt, tereyağı, yumurta, pastırma, kuru fasulye ve turşu, sebze, meyve ve kuruyemişleri bilimsel gerçeklerle serbest bırakarak bir nevi Türk mutfağını aslına rücu ettirmiştir.
Bu sahada;
- Beslenme Tuzaklarından Kurtuluş Rehberi
- Obezite ve Diyabete Çözüm Var
- Karatay Mutfağı
- Karatay Diyetiyle Yaşam Boyu Sağlık
Gibi ilmî eserleri yazmış olan Canan Karatay"Siz Amerikalılara bakmayın, kırmızı et tüketmeye devam edin." diyerek ilmî gerekçeleri sıralarken; Harvard Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmada; kırmızı et tüketenlerde erken ölüm riskinin belirdiği yönünde saptamaların bulunduğuna dikkat çekerek; siz, her gün mutlaka kırmızı et yiyin derken bu çelişkinin bir soru olarak kendilerine sorulması üzerine, şu manidar açıklamayı yapıyor:
"Öncelikle bu üniversitede araştırma yapan ekipte bulunan iki önemli kişi, (isimlerini de vererek, beyanda bulunuyor) vejeteryandır diyor ve bunlar hayatları boyunca kırmızı et yemmişlerdir. Kırmızı eti ağızlarına koymayan bu bilim adamlarının bu araştırmalarını değerlendirirken bu hususu göz önünde bulundurmamız gerekir. Ben şahsen, bu araştırma sonuçlarının tarafsız olduğuna inanmakta güçlük çekiyorum." diyor Prof. Dr. Canan Efendigil Karatay.
Sayın hocamızın beslenme ve tüketim rejimine ilişkin, inkilap niteliğindeki saptamalarından bir kısmı.
“,,,,,,,,,,,,,,,,Serbest gezinerek doğal beslenmiş hayvanların içyağı, kuyrukyağı veya tereyağı (geleneksel köy usulü yapılmış) ya da doğal yetişmiş ve ilaçlanmamış zeytinlerden elde edilen soğuk sıkım sızma zeytinyağı ve diğer soğuk sıkım tohum yağları (fındık, susam, ketentohumu vb) ise, yaşam için son derece önemli temel besin maddeleridir, bunlar sağlıklı yağ sınıfındadırlar.
Bu sebeple bilinçaltına yerleşmiş yağ korkusundan kurtulmamız gerekmektedir. Bu fobiyi yenmenin en sağlam yolu bilgilenmemizden geçer, çünkü biliyoruz ki insanlar ancak bilmediği şeylerden korkar!
C VSağlıklı olan ve hayatı uzatan yağlar, serbest dolaşan hayvanlardan elde edilen içyağı, kuyrukyağı, tereyağı, omega-3 yağları, kimyasal ilaç kullanılmadan doğal yetişen zeytinlerden elde edilen soğuk sıkım ‘sızma’ zeytinyağı ve diğer soğuk sıkım doğal tohum yağlarıdır (çörekotu, ketentohumu, ayçiçeği, kabak çekirdeği, fındık, susam, üzüm çekirdeği vb) !
Sağlıksız yağlar ise trans yağlardır. Yani margarinler, rafine edilmiş tüm bitkisel yağlar (ayçiçeği, fındık, susam, mısırözü, soya, kanola, pamuk, zeytinyağı vb) , fabrikasyon yiyeceklerde ya da pastane ürünlerinde kullanılan hidrojenize bitkisel yağlardır,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,”

Biz, Elazığlı hemşerileri olarak Prof.Canan Hanımefendiyi selamlıyor, insanlık adına yaptığı araştırmalarda yüksek başarılarının devamı için dualarımızı sunuyoruz.

ELAZIĞ KALEMLERİ
AHMET KABAKLI

ELAZIĞ KALEMLERİ ismiyle hazırlığını yaptığımız kitap çalışmasının elbette ki, ilk isimlerinden biri merhum Ahmet Kabaklı Hocamız olacaktır.
Harput’u; ananesi, edebi, şiiri, türküleri, mutfağı, inancı, hasletleri, fıkraları, mitolojisi, ezgileri, hikayeleri, biyografisi, Göllü Bağı, Balak Gazi’yi, Arap Baba’yı, Beyzade Hazretlerini, ninnileri, folkloru, sofrası, sekiz köşe şapkası, çörek otu, Hazar Babası, Mastar Dağı, sakosu, Kayabaşı, Koca Çınarı, Ejderha Taşı, toprağı, höllüğü, üzümü, ayvası, dutu ve narı ile, Babıaliye taşıyan isim AHMET KABAKLI hocamız.
Tabirin tam anlamıyla, Harput’un tam göbeğinde 1924 yılında dünyaya gelen yazarımız, 1931 yılında ortaöğretimini, 1944 yılında da Elazığ Lise’sinden mezuniyet belgesini alarak aynı yıl girdiği İstanbul Edebiyat Fakültesini bitirerek, Diyarbakır’da 2 yıl öğretmenlik yapan hocamız, 1946 yılında Son Saat gazetesinde yayımlanan "Yunus Emre mi Yalan Söylüyor, Gölpınarlı mı? " yazısı ile yazım hayatını başlatmış bulunuyordu.
“Hareket” Dergisinde “Ayın Hercümerci “ başlığı altında yazılarını neşretmekte, bu arada “Karacadağ” Dergisinin yönetimini de üstlenmiş durumdaydı, 1951 yılında Aydın Ticaret Lisesinde öğretmenlik görevini sürdürürken, 1955 yılında Ankara Hukuk Fakültesine kaydını yaptıran hocamız;
Tercüman Gazetesinin düzenlediği yarışmada “Üniversitede Münazaralar” isimli yazısı ile birinciliği alarak yazım dünyasına, bir nevi ben de varım diyen Ahmet Kabaklı, Milli Eğitim Bakanlığı tarafından Paris’e gönderilmiş, buradan da yazılarını sürdürmüştür.
Bu arada bizlere örnek olacak azmi ve gayreti ile 1959 yılında ikinci fakülte olarak Ankara Hukuk Fakültesi’ni bitirdikten sonra, kısa bir süre avukatlık yapıp, 1961 yılında Tercüman Gazetesinde “Günışığında” adlı köşesini her gün kapağı açılmamış yazılarıyla donatıyordu.
Çapa Eğitim Enstitüsünde 1969 yılına kadar öğretmenlik yapan Ahmet Kabaklı, 1978 yılında ölünceye dek başkanlığını yaptığı Türk Edebiyatı Vakfını kurdu, 1995 yılından itibaren Türk Dil Kurumu asil üyelik görevini sürdüren hocamız; 14 Aralık 1996 tarihinde Şeyhülmuharrirîn ünvanını ismi ile müsamma kılıp, Harput’umuzu da ulusal ölçekte edebiyat dünyasına tescil etmiş oluyordu.
08 Şubat 2001 tarihinde hakkın rahmetine yürüyen hocamız, okumakla doyamayacağımız miktarda bol bol eser miras bırakmıştır bizlere.
Kültür Emperyalizmi, Müslüman Türkiye, Mehmet Akif, Yunus Emre, Mevlana, Ejderha Taşı, Ecurufya, Sohbetler 1-2, Temellerin Duruşması 1-2, Güneydoğu Yakından, Şiir İncelemeleri, Doğudan Doğuş, Sultanü ş Şuara Necip Fazıl, Şair i Cihan Nedim, Türk Edebiyatı 1-2-3-4-5) gibi,
Kitâbeti ve hitabeti ile ağzından bal akan hocamız, bakın Harput’taki bir tek kara taşın maverasını nasıl okuyor ve nasıl hikâyelendiriyor.
Ejderha Taşı Efsanesi
Bu efsaneyide Elazığ'lı değerli yazar şeyhülmuharririn Ahmet KABAKLI'dan dinleyelim:
“Ejderha ne demektir çocuklar? Sizde bilmezsiniz bende... Başkalarıda pek bilmezler. Onu yılanlar Prensesi Şahmaran'ın oğlu veya babası diye tanıtanlar da oluyor. Gözleri eşeklerin gözleri gibi munis gelir bana. Tüyleri kuzu tüyü yumuşaklığındadır. Geceleri rengarenk olur ejderha ve uzaktan ışıl ışıldır. Yavruları da vardır Ejderha'nın. Çocukları da vardır, hatta onları okşadığını, onlarla konuştuğunu hayal ederim.
Aslında küçükken Ejderha'dan korkardım. Daha doğrusu ejderha Taş'ından. Şimdi anlatayım.
Bugünkü Elazığ'ın aslı ve atası olan Harput'u bilirsiniz. Çocukken biz kartal yuvasına benzeyen, çok camili ve çok türbeli, Harput'ta otururduk. Yazlarımız ise, Harput yakınındaki "Göllü Bağ" denilen bol dutlu, elmalı, üzümlü bahçemizde geçerdi.
Babamı henüz tanıyacak yaşa gelmeden kaybetmişim. Annem kardeşimle bizim ellerimizden tutar, bizi Harput’tan Göllü Bağ’a götürürdü. Yolun başladığı bir yassı tepe üzerinde, Harput'a bakar gibi sırtı ve başı havaya kalkmış, devimsi kara bir taş vardır.
Kendisi toprağa gömülmüşse de, sırtı, boynu ve ayağı açıkta kalmış, yürüyüş halinde bir dev hayvan heykelini andıran bu kocaman görüntünün, iki yanında da tıpkı kendine benzer, ikişer yavrusu bulunur.
Annem her halde bizi yutar korkusundan olacak bu büyük ve küçük taşların üstüne çıkmamıza izin vermezdi:
-Bu Ejderha Taşıdır derdi.
-Ne demek ana Ejderha Taşı?
-Oğlum, bu gördüğünüz şey vaktiyle ifrit bir ejderha imiş; yanındakiler de onun yavruları. Bak görüyor musunuz, Harput'un üzerine doğru yürüyorlar! O eski zamanlarda meğer m Harput’u yutmaya gelirlermiş de şehirde herkes korkmaya başlamış.
Bunun üzerine, ağzı dualı,gönlü temiz,çok okumuş Allaha yakın adamlar şu karşıdaki eğri minarenin yanında görünen Süt kalesinin mescidine çıkmışlar.Alın koyup namaz kılmışlar ve hep bir ağızdan halka dua bu canavara da beddua etmişler ki olduğu yerde kalksın. Harput’u yutmasın..
Kurban olduğum Allah işte o ulu kişilerin dualarını kabul etmiş de bu ejderha ile yavruları hemen şuracıkta taş kesilmişler. Sizde sakın bu yerlerde bu millete bir eğrilik bir kötülük etmeyin ha... Allah sizi de taş yapar.,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,,”
Hayat fani, ölüm ani gök kubbeye bırakılan hoş sadaları toplayıp sesimize katacağız.
Şükranla anıyoruz merhum AHMET KABAKLI hocamızı..

ELAZIĞ KALEMLERİ
İBRAHİM TAŞEL

Elazığ Kalemleri başlığı altındaki çalışmamızı İbrahim Taşel ile başlatıyoruz, bu gün Türkiye’nin tanıdığı, eğitimci yönüyle güçlü bir şekilde temayüz etmiş, girişimciliği ile de birçok alanda yüksek başarıyı imzalamış, basın sektöründe de, Elazığ’ımızı renkli yıllara taşıyan, munis imajı ile maruf, insan ve insanlık sevdalısı bir kalem İbrahim Taşel.

1956 yılının 19 Ekim’inde Namık Çitçi Caddesinde dedesi Yasin Ağa, ninesi Fatma Hanım’ın ilk torunları olarak dünyaya gelen İbrahim Taşel’in babası Zülfü Bey, annesi Akide hanımdır.

İbrahim Taşel’in benimle olan hayat kesişmesi farklı bir hukukun varlığına medar olmuştur. Zira; 1968 yılında, bu günkü Atatürk Lisesi bünyesinde fiziki binası tamamlanmayan Elazığ Ortaokulu ilk öğretim yılına başlamış, işte biz İbrahim Taşel’le bu okulun 6L sınıfının öğrencilerinden biriydik.

Ortaokul 2.ve 3.sınıfın en az bir yılını aynı sırada oturarak tamamladık orta öğretimimizi, benim anımsadığıma göre iki yıl aynı sırada oturduk ama temkin payı olarak, geçmiş gün olduğundan bir yıl olarak alıyorum. Sevgili İbrahim Bey beni düzeltme lüzumunu duyarsa doğrusunu bulmuş oluruz onun o parlak zekâsıyla.

Sohbet içerikli yazımın samimiyeti; üç yıl aynı sınıfta en az bir yılını da aynı sırada oturan iki arkadaşı olunca makul bulunur umarım.

Atatürk Lise’sinde ortaokulun ilk sınıfını okurken henüz yeni olan bu okulumuzun toprakla yeni buluşmuş, kocaman ağaç olmaya aday fidanlar arasında, bahçede birlikte gezinirken hiç unutmuyorum.

Atom üzerine çalışma yapacağım derken tıpkı fidanlar gibi yeni ufuklara yürüyordu. Fakat daha sonra hiç soramadım, atomu çalışma alanından niye çıkardığını.

Sonra bu gün ki Elazığ Ortaokuluna taşındık, riyaya asla müracaat etmem zaten buna gerekte yok, sınıfın, okulun en parlak zekâlı öğrencisiydi, İbrahim’in belki o noktada bir mini şansızlığı, halen İstanbul’da kuyumculuk yaptığını bildiğim ve o gün bu gün hiç görüşemediğim,aynı sınıftan Rahmi Kamaç isimli arkadaşımızın da, İbrahim’in birinciliğini zaman zaman zorlayan bir zekâya sahip olmasıydı.

Türkçe öğretmenimiz Rahime Aydoğdu bu dersi bir nevi yedek öğretmen gibi İbrahim’le beraber işlerlerdi, el işi hariç, tüm dersleri 10’du elbet.

Matematik öğretmenimiz okul müdürü Kemal öztürk’tü, o zaman ayrışmayan sözel ve sayısalda eşit başarı sahibiydi. İbrahim Taşel.

Birkaç kez bu günkü Tevfikiye Camii yanında, o zaman bulunan içten çıkmalı ahşap evlerine birlikte ders çalışmaya gider, Akide annemizin ikramlarını paylaşırdık.

İlginç değil mi! Kendisi de hatırlamaz belki,bir gün, uysallık marjımızı aşan, yapmış olduğumuz eylemli bir şaka sırasında, kurşun kalemini benim sol bileğime sapladı, halen bu kalemin yeri bileğimde bir nokta kadar da olsa durmaktadır, demek ki dövme denilen şey böyle bir teknikle yapılıyor, çıkmadı bir türlü elbet şikâyetçi de değilim, 45 yıl öncesine ait bir okul anısı olarak taşıyorum.

Ben memuriyetim dolayısıyla, uzun yıllar Elazığ dışında kaldım, Site İş Hanında dershane çalıştırırken bir kez uğramış çayını içmiştim daha sonra görüşmek nasip olmadı.

Biliyorsunuz Elazığ sevdası, bir şiir gibidir İbrahim Bey’de, 10.000 lerce çalışanı ile, İnsanları iş olanağına kavuşturan, şehrimizin ilk özel radyosu olan FM-23, ilk televizyonlardan biri olan Kanal-23’ü, Radyo Hazarı ve Günışığı gazetesini ilimize kazandıran isim İbrahim Taşel. İstanbul dershanesinin kurucusu ve sahibi ve eğitim hayatında uzun yıllar bir numara olan Final Dergisinin sahibi olanİbrahim Taşel;

Sahiden hiç büyüklenmedi, o “Gönül İncitmek” isimli makalesinde bakalım kısaca ne diyor.

“…….İnsanlarla iç içe yaşamak, onlarla iletişim içinde olmak billur avizelerle, paha biçilmez antika dolu bir müzede yürümek gibidir.Dikkatli yürümezsek mutlaka birine dokunur, düşürür kırarız. Belki bazılarını onarmak mümkün olur ama çoğu zaman dönüşü imkânsız pişmanlıklar yaşarız. Bu pişmanlıkların bazıları anında çıkar ortaya. Bir bölümü de yıllar sonra hissedilir.”

Bu düsturu hayatına mal etmiş bir isim ibrahim Taşel, benim bileğimdeki arkadaş izi billurlaşırken, yüreği kırmadan arkadaşlık hukukuyla işlenen anılar, yılların ardından, geçmişi ışıklandıran sohbetin şarz cihazı gibi oluyor.

Elbet İbrahim Taşel çok boyutlu bir portre, biz buruya tüm boyutları ile resmedemeyiz, anılan arkadaşlığa binaen samimi bir iklimde sundum. Bu emsalsiz kalemi. Yine onun “Hırs Denizinde Boğulmak” isimli makalesinin bir bölümü ile selamlayalım çok sevgili İbrahim Taşel’i.

“…….kazanmak, zengin olmak her insanın arzu ettiği bir durum.Ama bu helal, haram, meşru,gayrimeşru nasıl olursa olsun kazanmak biçimine dönüşürse insanı insanlıktan çıkarır.

Başkalarının gözyaşları üzerine mutluluk kurma çabası ruhun ciddi bir hastalığıdır bence. Eskiler hırstan “şeytanın elindeki kement” diye bahsederler.”Bir kere insanın boynuna taktımı kurtuluşu zordur” derler. Bence hırs ateşini söndürmek çoğu kez oldukça zor.önemli olan bu ateşi kıvılcımken söndürmek, kementin de takılmasına izin vermemek. Geride bıraktığım yarım asır bana şunu öğretti; bencilce mutluluk olmuyor. Ölçüsü kaçan hırsla elde edilen hiçbir sonuç mutluluk vermiyor. ibrahim TAŞEL…

Fırat Üniversitesi Makine Mühendisliği bölümünden mezun olan İbrahim Taşel, Halen, Tüm özel Eğitim Kurumları Derneği başkanlığı yanında, Final Eğitim Kurumları’nın Yönetim Kurulu Başkanı, Final Dergisi Genel Yayın Yönetmenliğini yürüten ve çok sayıda üniversite hazırlık kitabına imza atarak, 100 binin üzerinde öğrencinin doğrudan öğretmenliğini üstlenen bu güçlü kalemimizin bir çok gazetelerdeki yazılarının yanında “Düşüncenin Canı” isimli yayınlanmış bir de eseri bulunmaktadır. Ayrıca çok sayıda dernek, vakıf, spor kulübü ve spor federasyonun yönetim kurullarında yer alan bu sevgili hemşerimiz evli ve 4 çocuk babasıdır.

Teşekkürler İbrahim Hocam. Sizinle duyduğumuz gurur asla isabetsiz değildir. Yöremizin güçlü bir eğitimcisi olarak sizinle onur duyma hakkını yeri geldikçe kullanacağız.Teşekkürler. İlhami

Not..06.08.2014 tarihli HaberKent gazete yazısı.

ELAZIĞ KALEMLERİ

Saygı değer okuyucular, gazetemizin bu köşesinde bundan böyle farklı bir çalışmayı takdim edeceğiz.
öyle ki, bundan böyle dışarıda Elazığ’ın neyi meşhur diye bir sohbete katıldığımızda dutu ve orciği, içli köftesi, sırını, pirpirim boranı, tavşan üfelemesinden önce Elazığ’ın Kalemleri meşhur diyebileceğimiz bir evsafta sürdürdüğümüz çalışmayı sizlerle paylaşacağız.
Bu çalışma, günümüze kadar Elazığ’lı yazarların çalışma ürünleri olan kitapları ile isimlerini alfabetik sırayla içeren liste hazırlığı hummalı bir şekilde sürmekte olup; bu çalışma içerisinde şimdiye kadar yayınlanmış tüm kitaplar; şiir, deneme, makale, araştırma, roman, biyografi gibi çalışmalar takdim edilecek.(bu çalışmaya Elazığ’lı saygın hocalarımızın ders kitapları dahil edilmeyecektir)
Ayrıca, ayrı bir alfabetik sırayla, şehrimizde kültürel çalışmaları ile temayüz etmiş, köşe yazarlığı, konferans, panel ve sair etkinliklerde imzası ve ismi bulanan kalem ve kelam erbaplarını da yine takdim edeceğiz.
Bu çalışma Elazğ’ın kültür fihristi şeklinde olup, elimizin altında bulunarak, kültürel verilere ulaşma kolaylığı ve olanağı sağlaması gözetilecektir.
Gerçi, şehrimizin güçlü kalemi şair ve araştırmacı yazarı Zekeriya Bican’ın Sekizinci Şehir isimli çalışmasında yer almakta ise de, kapsamlı bir çalışma olan bu eserde, yazar isimleri kitabın formatı gereği dağınık olarak verilmiş bulunmaktadır, bizim çalışmamız ise münhasıran Elazığ Kalemleri başlığı altında toplanacaktır.
Bu çalışma objektif olarak,ilgili tüm kaynaklardan toplanmakla birilikte, zengin bir kitaplığın maliki olan iktisatçı yazar Nevzat ülger’in konuya dair, kitaplığından yararlanma olanağını vermesi ve malumatını paylaşmış bulunması ile yine konuya ilişkin derin malumat sahibi olan, şehrimizin şair ve hatiplerinden emekli eğitimci R.Mithat Yılmaz’ın yardımları ile birlikte ilgili tüm kaynaklardan istifade ederek çalışmayı sürdürmekteyiz.
Neredeyse atıl kalmış nice emsali az bulunur araştırıldıkça ortaya çıkan eserlerin mevcudiyeti bir define heyecanı vermektedir.
Bu eser ve tüm kalem sahipleri ile temasa geçilip, değerlendirmeleri de alınarak sıcağı sıcağına siz değerli okuyucularımıza servis edilecektir.
Önümüzdeki haftadan itibaren mezkûr kalemler işlenmeye başlanarak, kültür formuna katkılar eklenecektir umarım.
Bu gün bir markette bile mal varlığı listesi mevcut ve çağa uygun pratiklikte sunumlar yapılırken, kültürel alanda da, kitaba erişme heyecan ve kolaylığını temine matuf olan bu çalışmaya verilen desteği şükranla anıp açıklayacağız.
Bu bağlamda malumat yardımı sunmak isteyen, bilinmesi zorlaşmış eski veya yeni eserler ve sahiplerinin isimlerini, gazetemizin [email protected] veya bana ait [email protected] adres
veya 05054830385 no.lu telefonla irtibatı geçilmesi beklenecektir.
Şimdiye kadar 136 yazarın isim ve kitapları belirlenmiş olup, çalışma sonunda tümü takdim edilecektir.
”Kitaplıklar demokrasinin kaleleridir” der bir Fin atasözü, kitaplıklar demokrasinin kaleleri ise; kitap okuyanlar da demokrasinin muhafızları olmak gerekmez mi?
Albert Camus “Yazmak iki kez yaşamaktır “ der. En az iki kez yaşar yazan kişi, yazmak için de; belki bir satır yazmak için en az bir kitap okumak gerekmez mi? Kitap Türkiye’de ihtiyaç maddeleri sıralamasında 235.sırada yer alıyor. Maalesef.
Japonya’da toplumun yüzde 14’ü, ABD’de yüzde 12’si, İngiltere ve Fransa’da yüzde 21’i düzenli kitap okurken, bizim ülkemizde sadece on binde bir kişi kitap okuyor.
İnanma zorluğunu birlikte aşıp, Elazığ’ı; Elazığ Kalemleri ile marka yapıp, dünyada en çok okuyup- yazan şehir olarak;
Guinnes rekorlar kitabını, bizden bahsetmeye mecbur etmemiz ne şık bir demokratik mecburiyet olur değil mi? En sevgiyle el ele.

İlhami Bulut
Kayıt Tarihi : 6.8.2014 14:20:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!