“Sizden biri…”
Toplum ve birey. Toplum oluşturabilen bireyler. Toplumun bir parçası olan birey. “Siz” denilerek hitap edilen bir topluluk ve o bütünün her “bir” parçası.
“ Bir kötülük gördüğünde…” Görmek ve kötülük. Görmek ve gördüğünü ayırt edebilme yetisi. Görmekle başlıyor her şey. Eylem ancak göz penceresinden içeri girebiliyor. Kelimeler önce göz kazanında pişiyor. Resimlerin ilk eskizleri göz tuvalinde şekilleniyor. “Görenle görmeyen bir olur mu? ” Olmaz. Peki neden görenle görmeyen aynı vagonda seyahat ediyor!
“ Eliyle düzeltsin! ” El, yabancı değil. Eylemin bayrağı. İşin makasçısı. Kudretin köprüsü. Söz dinletebilen bir else yukarı kalkması yetiyor kötülüğü durdurabilmek için. Söz dinlenmediğinde parmaklar bir araya gelerek, omuz omza eğilerek avuca, eli yumruğa çeviriyor. Yumruk kötülük karşısında ne güzel bir el! Ya eli tutmuyorsa. Yaşlılıktan, sakatlıktan veya kölelikten olabilir bu. Ya da gücünün farkında olmamaktan. Elini hareket ettirecek gücünün olmadığını düşünmekten belki de. Korkaklığın ve tembelliğin bir illüzyonu olabilir bu.
“ Buna gücü yetmezse,”
Gücün çeşitleri var. Bir şeye gücün yetmiyorsa arkanı dönüp gidemezsin! Hey sen! En üstteki şerefeye çıkamıyorsan bir alttaki şerefeden okuyabilirsin ezanı. Ümitsizliğe hakkın yok.
“ Diliyle düzeltsin! ” Sözün gücü küçümsenebilecek bir güç değil. Söz hutbe. Söz, diplomasi. Söz tehdit. Söz vaat. Ve söz şiir, edebiyat. Son Peygamber bildirdi bunu: “Öyle beyanlar vardır ki sihirdir.” Eğer görmüşse şair, gösterir de. Şairler Suresi'ndeki başıboş şairlerden değil, Şairler Suresi'ndeki zulme karşı direnip öçlerini alan şairlerden olur. Dille müdahale ederek uyandırır toplumunu. Akif gibi, “Ben böyle bakıp durmayacaktım, dili bağlı,/ İslâm'ı uyandırmak için haykıracaktım! ” diyerek hem kendi haykırışını tevazuyla gizler, hem gelecek zamanların şairlerini haykırmaya çağırır. Hem eliyle düzeltmeye gücü yetenin elini saklayarak dilini ortaya çıkarmaya hakkı yok. İşte Mekke'nin beş büyük şairinden Kaab bin Mâlik. Tembellik, bahar ve hurmalıklar, Tebük Gazvesi'ne katılmaktan alıkoyuyor onu. Öyle bir ceza veriyor ki Allah'ın elçisi ona dönüşte tüm zamanların söz sahiplerini derinden sarsıyor. Sessizlikle cezalandırıyor. Kaab bin Malik'i. Sözü yüce bileni, sözle varlığını ve varlıkları çerçeveleyeni sessizlikle cezalandırıyor. Hiç kimse konuşmuyor onunla. Eşi, dostları, arkadaşları. Ta ki âyet nazil olup affedilinceye kadar. Kötülüğe hem eliyle hem diliyle müdahale edebilecek olan ikisini birden yapmak zorunda. İşte Abdullah bin Revaha. Şairler Sûresi'nin ilk dört âyeti indiğinde sapık kimselerin uyduğu her vadide başıboş dolaşan şairlerden olma korkusuyla ağlayan Abdullah bin Revaha. Gözyaşları daha kurumadan “Ancak iman edip Salih amel işleyenler, Allah'ı çok ananlar, kendilerine zulmedildikten sonra (peygambere hiciv yapan kafirleri reddederek) öçlerini alanlar müstesnadır. O zulmedenler, yakında hangi dönüş yerine döneceklerini bileceklerdir,” âyetleriyle yeniden dünyaya gelen Abdullah bin Revaha. Hem ayaklarına hem diline güç veriyor yüce Allah. Henüz Mekke fethedilmeden hicretin yedinci yılında, bir umresi var ki Müslümanların anlatılmaya değer. Müslümanlar, müşriklerle yaptıkları anlaşmayla umre yapmaya gidiyorlar sevinçle. İşte Mekke'ye giriyorlar. Son Peygamber Kusva adlı devesinin üzerinde. Devenin yularını bir şair çekiyor yürüyerek. Yüksek sesle şiirler okuyan bu şair Abdullah bin Revâha'dan başkası değil. Şiirleri işiten Hz. Ömer, bunun Resûlullah'a saygısızlık olduğunu düşünerek susturmak istiyor Abdullah bin Revâha'yı. Fakat Hz. Peygamber(sav) susturmuyor şairini. "Ömer bırak onu! "diyor. " Düşmana karşı oklardan daha tesirlidir Abdullah'ın sözleri! " Herkes Abdullah bin Revaha olamaz. Dili de dönmeyebilir insanın. Dönse bile bir tesir icra edemeyebilir kötülük karşısında.
“Buna da gücü yetmezse,”
Diline bile söz geçiremeyebilir insan. Diliyle bile söz geçiremeyebilir. Diliyle bağlı ayakları çözeceğine, diliyle kendi ayaklarını bağlar. Hadi “Dilsiz Şeytan” olmadı, “Hakkın Dili” de olamadı o. Şimdi ne yapacak elinden sonra dilinin hapishanesine düştü. Yalnız duvarlarla set çekilmedi ayaklarına, ses geçirmez camlarla kuşatıldı. Müebbet bağlı mı kalacak elleri? Müebbet susacak mı?
“O zaman kalbiyle buğzeder.”
Kalp sığınağına iner bombalama sürerken dışarıda. Dua sadağından çıkarıp oklarını bir bir yollar besmeleyle kötülüğe karşı. Kinini kalp toprağına eker ve her gün sular onu buğzuyla. Kalp sığınağına inmek oradan bir daha çıkmamak anlamına gelmez. Binanın en alt katında olsa da, dil ve el katlarına çıkamasa da bir süre. Kalbiyle buğz edebilirse gerçekten. Kalbi onu yükseklere fırlatacaktır.
“İşte bu imanın en zayıf halidir.”
Fakat zayıflar güçlenebilir. Zayıf düşebilir güçlüler. En alt kat olsa da kalp binanın temelidir. Nasıl kalpte büyüyen sevgi aşığı götürürse sevgiliye. Kalpte büyüyen buğz da mümini düşmanıyla hesaplaşmaya götürür. Hezimet kalp sığınağına girmekte değil, hezimet kalbi de terk etmektedir.
Ey şairler, romancılar, hikayeciler! Ey kalbi suni teneffüsle canlandıran sâhirler! Ne olur terk etmeyin kalbi! Kalbinizi terk etmeyin ki kalpleri canlandırabilesiniz. Orası sizin tepeleriniz, orada durmanız emredildi. Yaylarınız ve oklarınızla bekleyeceksiniz o tepeyi. Kötülüklere karşı verilecek savaşın sonucu sizin tavrınıza bağlı. Ganimetlere kaymasın uykusuz kalan gözleriniz. Neden titriyorsunuz! Üşüdünüz mü? Bulutları sırtınıza alın. Size semadan ok atmanız emredildi.
A. Ali UralKayıt Tarihi : 26.2.2016 14:07:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!