Eksik Parça'nın Maviliği...

A. Esra Yalazan
198

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Eksik Parça'nın Maviliği...

Bir an gelir, büsbütün tenha bir an; zamanın gövdende, teninde, ruhunda, ağaçlarda, yüzlerde, yıldızlarda, pamuksu bulutların geçişindeki yavaşlığını hepten unutuverirsin. Bir “mavilik” kaplar dünyayı. Yüzünü ne yöne çevirsen rüzgârlarla salınan yapraklar, titrek kuşkanatları, yalnız kadın elleri, şeffaf çocuk bakışları, kimsesiz hayatlar görürsün. Öyle anlarda en aydınlık maviden ansızın en karanlık laciverde yükselirsin. Kendinden taşan mısralar, altını mor mürekkeple çizdiğin kitaplar, gönderilmeyen mektupların kelimeleri de maviye keser. O vakit epeydir bekleyen yorgun romanları unutup, seni sana yaklaştıracak bir ses ararsın kâinatın büyük boşluğunda. Eğer yeterince içten bir davetse o, gelir, hem de kalbi kamaştıran ışığın içinden tüysü melek kanatlarıyla gelir.

İlk teravih namazının kılındığı gece, süslemeleriyle sarhoş eden bir kubbenin koynunda sezdim beni bulacağını. Sonra mahcup bir gülibrişim ağacının serinliğinde, döne döne minarelere dolanan ney sesinin şefkati büyüttü beklentimi. Gök kubbeye yayılan buruk “mavilik” de, dile gelemeyen duygulardaki müphem mavimsilik de o tılsımlı ânın içinde saklıydı işte. Haftalardır “Zaman yok ki, ne gelecek, ne geçmiş, sadece şimdi ve onun sonsuz çoğalmaları vardır belki” diyerek dolaşmamın nedeni gün boyu taşıdığım kitapta karşıma çıktı o gece.

Eve dönünce açıp okumaya başladığım Eksik Parça’da buldum bilerek ve istemeden yarım bıraktıklarımı. Hayır, şaşırmadım. Bilirim, öyle olur çünkü. Kaderin görünmez kapısını aralayıp, o insanı, yazarı, kelimeleri, kitapları, manayı, düşünceyi, rüyayı hatta nesneleri evet onları bile çağırırız aslında. Çağırıp kesintisiz bir çocuk dalgınlığıyla sokuluruz yanlarına.

Christian Bobin’i tanımıyordum. Meğer o beni bekliyormuş. Fransız yazar ve şair. Felsefenin, şiirin, hikâyenin bahçelerinde avare dolaşmayı seviyormuş anladığım kadarıyla. Emily Dickinson’un romansı biyografisini de yazmış. Ödülleri varmış. Eserlerinin adı büyük bir yapboz oyununun parçaları gibiymiş. Doğrusu kim olduğu pek ilgimi çekmiyor. Ben onu kelimelerinin buğusundan sevdim. Dili kurcalarken bahşettiği samimiyet, “maviliğime” dokundu. Daha ilk hikâyemsi denemesi Eksik Parça’da kışkırtıyordu: “Yalnız bir kadın. Lyon Part-Dieu garının bir salonunda. Tüm bu insanların arasında, sanki bir odada inzivada. Dünyanın orta yerinde yalnız, Fra Angelico resimlerindeki bakire gibi; bir ışık küresinin içinde korunmuş. Bahçelerin parlaklığından gözleri kamaşmış. Yalnızlar mıknatıslar gibi çeker bakışları. Onları görmemek olanaksızdır. Baştan çıkarıcıdırlar...”

Baştan çıkarıcı olan sadece “yalnızlar” değildir. Yazının henüz koyulaşmamış saf hâlinde, şiirle hayatın öpüştüğü, yoğun düşüncelerin buharlaşarak mananın içinde eridiği bir yer var. Oraya varmak da oradan hemen uzaklaşmak da kolay değil. Bobin, keskin ama “tumturaklı” olmayan üslubuyla o kayıp, kaygan yere götürüyor okurunu.

Genç kadınların sonsuz aşk bekleyişinde, “yokluğun saflaştırdığı tutkuda”, çılgınlığı andıran bir şeye dokunulduğundan bahsediyor mesela. Hiçbir erkeğin sessiz söze yanıt veremediğini söylüyor. Kesinliği ellerinde tutan erkekleri, ceplerinin derinlerinde bilye taşıyan çocuklara benzetiyor. O bir erkek ve yazar. Hâliyle, kesinliği şiirinde gizli cümlelerini okurken eteklerim havalanıyor sevinçten. Saç diplerim, parmak uçlarım sızlıyor.

Christian Bobin’in bu “kısa yazılarına” ne deniyor, deneme mi, şiir mi, hikâye mi, hepsi mi? Bilmiyorum, türü umurumda değil. Arada çantamdan çıkarıp fısıltılarını dinliyorum. Bir kadından bahsederken korkusuzca bütün kadınlardan, hepimizden bahsediyor. Yazmanın, yaşamanın bedelini ödemiş çoktan, belli. “Bir kadına tutulmak için, onda bir çöl, bir yokluk; sıkıntı ya da keyfi çağıran bir şey olması gerekir. Ne sizin ne de onun bildiği, yanmamış bir yer, hayatında el atılmamış, zarar görmemiş bir yaşam bölgesi olmalı” dediğinde vaktiyle yanıp kül olmuş yerlerimi arıyorum hemen kalp yordamıyla.

Sonra okumayı öğrenmeden evvel işittiğimiz su mırıltılarını anlatıyor. Ve usulca elimden tutup çocukluğumun uçsuz bucaksız, karanlık bahçelerine götürüyor. Yeni yetmeliğimde romanlarda umarsızca âşık olduğum “esas adamı” bırakıyor kucağıma. Hakikati eğip bükmüyor. Olabildiğince değil, gerektiği kadar sert: “Kimseniz onunla okursunuz. Neyseniz onu okursunuz. Okumak kan anaokulunda kendini öğrenmektir. Çocukluk sayfalarla çevrilir.”

Yazar olmak için yazılmadığını çoktan öğrendiğin için kelimeleri seversin. Botin, aşkın, çocukluğun, uykunun, yazının zamansızlığını gösterir: “Aşkın içinde geçen zaman, zaman değil, ışıktır, ışıktan bir kamış, sessizlikten bir tüy, tatlı tenden bir kar tanesidir.” Pencereye omzunu dayayan bir ağaca o yazarla baktığında ne geleceği ne geçmişi, sadece şimdiki zamanın sonsuz parçalanışını görürsün. “Zaman, çocukların avucunda bir kalem gibidir, hafif ve beyaz. Kendi üstüne kıvrılmış” der. “Zaman kirpiklerin gölgesinde gizlenen kederdir. Kendi üstüne kapanmış” diyerek mukabele edersin. “Eksik parçan” sürprizli bir kitapla çoğalır. Hiç tamamlanmayacağını, esas meselenin onu aramak olduğunu sezersin. Güller de yanar. Sen bunu zaten çok içerden bilirsin.

(Eksik Parça, Christian Bobin, MonoKL Edebiyat, Çev. Işıl Yüce)

A. Esra Yalazan
Kayıt Tarihi : 3.3.2016 14:49:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

A. Esra Yalazan