ANILAR…ANILAR…
MUDANYA’DA YAŞANMIŞTIR
EKREM BEY’İN KARPUZLARI
Sıcak bir yaz gününün sabahıydı, Orta Okul’ dan o sene mezun olmuştum. Mudanya’da Lise olmadığından Bursa Kız Lisesinde paralı, yatılı okuyacaktım. Bir saat kadar önce babamı evden yolcu etmiştik. İş icabı önce Bursa’daki ofisine uğrayacak daha sonra İstanbul’a gidecekti. Annem mutfağa girmiş, yemek yapmaya başlamıştı. Ben de evi toplamaya çalışıyordum. Kardeşlerim daha küçük, ablam da gelin olup Ankara’ya gittiğinden beri tatillerde anneme çok yardımcı oluyordum. Annem yemek, bulaşık, çamaşır işlerini yapar, ben de ortalık toplama ve ütü işlerini çok güzel yapardım. Kapı çalınınca açtım, kapıda hamal “Sarhoş Aziz” kan, ter içinde bir küfe karpuzla duruyordu, beni görünce: “Bunları Ekrem Bey gönderdi” deyip karpuzları küfeden boşaltmaya başladı. Baktım altı tane kocaman karpuz. Her biri en az yedi, sekiz kilo çeker. Adamcağız ta çarşıdan buraya kadar, sırtında nasıl getirmiş diye şaşırdım. Evimiz çarşıya bir hayli uzaktı. Mudanya çarşısında hatırladığım kadarıyla iki tane hamal vardı, sırtında küfeyle yük taşıyan. Birinin adı “Sarhoş Aziz”di. Diğerinin tipi gözümün önünde ama yıllar adını bana unutturmuş. Onun da pantolonun beline kemer yerine urgan bağladığını hatırlıyorum.(Nelere dikkat edermişim hayret bir şey. Bu zamana kadar mutlaka ölmüşlerdir, o zaman bile genç değillerdi. Allah rahmet eylesin). Bu küfeyle yük taşıyan adamlar, çarşıda müşteri bekler ve kazandıkları parayla hemen şarap içen ama etrafa zararı olmayan kişilerdi. “Sarhoş Aziz”in yüzünün rengi neredeyse şarap gibi kıpkırmızıydı. Babam da her zaman bu adamlarla erzak yolladığı için hiç yadırgamadım ve anneme seslendim: “Anne bakar mısın? Babam karpuz göndermiş” deyince annem yanıma geldi. O arada hamal da küfesini alıp gitmişti. Annem karpuzu çok severdi ve yazın evimizde karpuz eksik olmazdı. Turfanda karpuzları görünce çok sevindi: “Baban giderayak aldı herhalde. Hadi kızım beraber taşıyalım” deyince karpuzları kucaklayıp içeriye aldık.
Akşam yemeğinden sonra, dolaba koyduğumuz buz gibi soğuyan karpuzu, annem kesti ve hepimiz afiyetle yedik.
Ertesi gün öğleden sonra yine kapı çalındı ve Orta Okulda aynı sınıftan, erkek arkadaşım ve kız kardeşi utana sıkıla bana bakarak: “İnci bizim karpuzları hamal yanlışlıkla dün size getirmiş. Babamın ismi de EKREM, hamal sizin zannedip yanlış getirmiş. Babam bugün hamalı bulup öğrenmiş” deyince ben sanki kendimi suçlu gibi hissettim ve annemi çağırıp anlattım, annem hemen: “Oğlum biz akşam bir tanesini yedik, annenize selam söyleyin, alıp size göndeririz” dedi. İki kardeş karpuzları iki seferde zorlanarak evlerine taşıdılar. Bizden dört, beş sokak ileride oturuyorlardı. Devlet memuru olan babaları, Mudanya’ya o sene tayin olmuştu. Hamal henüz onları tanımadığından, manav “EKREM BEY’ lere götür deyince bize getirmiş. Babam hafta sonu İstanbul’dan dönünce olanları anlattık, çok hoşuna gitti, gülmeye başladı: “Biz de onlara bir hediye gönderelim” dedi ve ertesi gün bir kutu tatlıyı kardeşimle evlerine gönderdik. Rahmetli annem son zamanlarında hem karpuz yer hem bize vasiyet ederdi: “Ben ölünce mevlidimde herkese karpuz ikram edin kızım” diye. Gerçekten, Haziran. 2007 de vefat ettiğinde kırk mevlidinde herkese bol bol etli pilav ayran ve karpuz ikram ettik.Anneciğim, Ruhun şad, mekanın Cennet olsun inşallah.
Karpuz deyince aklıma gelen bir anekdot’u yazmadan duramayacağım. Yine aynı mahallede (Halit Paşa Mah.)dikkatimi çeken garip bir genç adam vardı. Adı Hafız’dı ve çocuklar onu devamlı “Hafız kafan karpuz” diye kızdırıp ağlatırlardı. Bu genç adam bazen aylarca ortadan kaybolur sonra yine meydana çıkardı. Komşularının dediğine göre “uyku hastalığı” varmış ve aylarca uyurmuş. Annesi başucuna yemeğini koyarmış ve bir ara uyanıp yemeğini yer, tekrar uyurmuş. Kısa boyluydu ve çok büyük kafası vardı, başını dik tutmakta zorlanırdı. Uyanık olduğu zamanlarda başına mutlaka kasket takar, kulağının arkasına da pembe gül sıkıştırırdı. Kasketini ters takar, siperli yerini arkasına getirirdi. Elinde tespihi hiç eksik olmazdı. Kimseye zararı olmayan, kendi halinde biriydi. Bazen küçük bir tepsinin içinde simit satar, kimsenin yüzüne bakmazdı.
Bir gün evimizin ön bahçesinde otururken bir gürültü oldu, ayağa kalkıp baktım. Çocuklar Hafız’ın başındaki simit tepsisini düşürmüşler, o da onlara taş atıp bağırıyor ve kovalıyordu. Ne kadar üzüldüğümü size anlatamam. Gözlerim doldu, haline çok acındım. Bazen çocuklar ne kadar acımasız oluyor diye düşündüm. Hafız çocukları kovaladıktan sonra yere çömelip simitlerini topladı, tepsiyi başına koydu, ceketinin koluyla gözlerini sildi. Caddede yürümeye başladı. O güne kadar onunla hiç konuşmamıştım ve biraz da korkuyordum. Bana bir cesaret geldi, sevinsin diye seslendim: “Hafız gelir misin? Simit alacağım” dedim. “Emret hanım ablacığım” dedi ve koşarak geldi. Minik tepsiyi, bizim bahçe duvarının üzerine koydu.
Simitlere elledim hepsi taş gibi kim bilir kaç günlük. Korka korka bir tane simit aldım, parasını tepsiye bıraktım: “Hafız simitlerin de çok bayatlamış ”dedim ve yüzüne baktım. Aman ALLAH’ ım , iki tane fincan gibi kocaman gözle karşılaştım. O güne kadar öyle büyük, öyle güzel, o kadar yeşil bir göz görmemiştim. ALLAH adeta bütün güzelliği gözlerine vermiş. O da benim yüzüme baktı baktı: “Senin kalbin bayat Hanım Ablacığım” dedi ve tepsiyi alıp sessizce uzaklaştı. Evimiz deniz kenarına çok yakındı. Deniz kenarına gittim, simiti lokma lokma koparıp balıklar yesin diye denize attım. Bir baktım martılar üşüştü, bir lokma bile simit bırakmadılar balıklara.
Öyle usta avcıdır ki/ Pembe ayaklı martılar/ Bir lokma simit bırakmazlar /Denizdeki balıklara / Havadayken kaparlar.İNCİ GÜRÇAĞLAYAN GERMENLİLER
İnci Germenliler
Kayıt Tarihi : 26.10.2020 10:15:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Şimdi kavun zamanı ama..
Karpuz istedi canım, bir anda....
Sağlık ve afiyet dileklerimle İnci Hanım..
Anılarınızı bize ulaştırdığınız için tebrik ve teşekkür ederim..
TÜM YORUMLAR (1)