Bu anakronik görüşlerle bir yere varılmaz!
Anakronizm -> fr. Anachronisme
Bir olayın tarihinde yanılma.
Modası geçmişlik.
Değişik çağları birbirine karıştırma,
Bir olayın çağıyla ilgili yanılma,
Örn. Fatih’in Papa’yla telefonla görüştürülmesi gibi.
Çağdaşlığa, çağdaş yaşama ayak uyduramama,
Günü geçmiş törelere bağlılık.
Tarihe ya da çağa aykırılık.
Kimi bilimsel yapıtlarda ve bazen felsefede de
Çeşitli anakronik yanlışlıklar yapılırmış.
Örn. Belli bir gelişme sonucunda
Elde edilmiş olan bir düşünceyi
O gelişmenin başlangıcına çekmek
Anakronizm’e düşmek demekmiş.
Meselâ XII.Papa,
22 Kasım 1952 yılında verdiği bir söylevde,
Evrenin her an genişlemekte olduğu yolundaki
Çağdaş varsayımı
İncil’in Yaratış dogmasında temel yapmaya çalışmış.
Ünsal Oskay’ ın çevirisiyle Bertrant D. Wolfe’ün
‘Devrim Yapan Üç Adam’ adlı eserinde
Türkçe’si ‘çatışkınlık’ olarak çevrilmiş Anakronizm’in.
‘sEn vE bEn böyle 2’ yE bİr’
Karşı karşıya gelmemiz de
Anakronik öğelerle donatılmış,
Ya ‘Tarihsel Bir Hata’,
Ya ‘Bir Modası Geçmişlik Denemesi’,
Ya da ‘Baştan Sona Bir Yanlış Anlaşılmadır’
Belki de. Eh!
Komik olan da tüm bunların
Bir arada olması olurdu artık.
Bu nedenle bu ilişkiyi
‘AnAkrOnİk kOmEdİ’ olarak
Adlandırmam yanlış olmaz.
Ama belli de olmaz,
Belki bu da yanlıştır kim bilir..
Bunu tarih gösterecek artık.
Yani, Tarih ne kadar doğruları yansıtır
Bu da ayrı bir deneme-tartışma konusudur ya gerçi..
Dalmayalım o kulvara şimdi.
Bu yaklaşımım,
‘Masa Başında Bir Deneysel Tiyatro’
Olarak değerlendirilebilir pekâlâ.
Evet. Böyle bir kapsam yarattım işte kendi kendime
Boş vakitlerimde.
Yapacak başka bir işim yoktu
Ben de bunu yaptım. N’apiim!
Bir tür ‘İilââhii- Komedi! ’ hicivsemesinde
‘Sen çok yaşa emi! ’ arzusundaydım
Yaparken ve yazarken bunları kalemde;
Dante’den farklı olarak bir de Gezginim’le.
(yani Bilgisayarım)
Orhan abi (Allah Rahmet Eylesin,
Toprağı bol olsun gani gani)
Diyordu ki felsefesinde,
Yani sözlüğünde,
(yanlış anlaşılmasın,
Gencebay olmayan Orhan abi bu,
O zaten hayatta hâlâ)
Her neyse:
Âdem, ilk insan tasarımı..
Evet. Kur’an’ın XV.26 böl. den aktarıyor:
“Âdem’i Tanrı kumlu topraktan ve pis kokan çamurdan yaratmıştır.”
(Kaynaklara göre!)
Bir Tanrı düşünün,
Dört büyük meleği var.
Onlardan, yedi kat yerden yedi avuç toprak
Getirmelerini istiyor.
Ve hikâye gelişmeye devam ediyor ->
Bakalım neler oluyor.
Tanrı’nın istemesi
Öncelikle bir ‘buyurma’ olarak değerlendiriliyor
Melekler tarafından.
Allahallah!
Var mı böyle bişey?
Adam, (ayy!) Yani Tanrı!
Ne diyor? Siz ne anlıyorsunuz?
Ne alakası var?
‘İstemek’ ile ‘Buyurmak’ arasında dağlar var ayol!
İstemek bir ‘istem’dir o kadar,
Bir taleptir yani.
Buyurmak ise kesin bir biçimde söylemektir.
‘Emretmektir’ var mı ötesi?
Hem bir şeyi buyurmak kolay yapmak güçtür!
Bilmiyorlar mı sanki bunu?
Biliyorlar tabii ama gel de anlat, anlasınlar..(…)
Bir şey mi buyurdunuz efendim? Hı? (..)
A, lütfen önden buyurunuz. Rica ederim. (..)
Bir çayımızı buyursaydınız gitmeden? (…)
Eh, Müsaade buyurursanız biz devam edelim artık.
Buyuran buyruk veren..
Bir toplumda buyuran çok oldukça
Sorun sürer gider işte.. böyledir bu.
Buyruk veren ise zorlayıcı kesin içerikli sözdür.
“Kapa çeneni! ”
Gibi bir emirdir meselâ.
Egemenliğinin kayıtsız şartsız
Kabul edilmesi durumunda
Melekler Tanrı’nın isteklerini
İster istemez, şartsız-şurtsuz,
Sormadan etmeden kabul ederler.
Oysa istemek -> duyumsamadır
Duyular yoluyla algılamadır,
Varlığını sezmedir. Meselâ: “Oh be!
Yüzümde rüzgârı duyumsamak beni diriltti.”
Gibi gibi..
Ama maalesef geleceği duyumsamak
Geçmişi özlemekten kolay değil.
Yani Tanrı, geleceği duyumsayarak,
İstenç duyup içten gelen,
İstenilen bir şeyi gerçekleştirmeye
Bilinçli olarak karar verip
Bu kararı yetirme gücüne, iradesine sahip;
Duygu, duyumsama ve eğilimlere değil
Akla, bilince dayalı isteme,
Eylemleri akılla belirleme gücüne sahip ‘yücelik’
O dört meşhur Meleğine şöyle buyurmuş-muş ->
“ Bana yedi kat yerden yedi avuç toprak getirin! ”
Bak, bak, bak, bak!
Görüyor musun şu yanlış anlamayı.
Çth-çth-çth!
Oysa yedi kat yer
Bu buyruğu yerine getirmek şöyle dursun,
Bin rica etseler de vermek istememiş Meleklere!
Melekler ağlar ha ağlar!
Oysa yer nuh demiş, peygamber dememiş!
Buyurun bakalım!
N’olcak şimdi?
N’apıcak bu zavallı Melekçikler?
Tanrı istiyor, Melekler ‘Tanrı buyurdu’ diye
Bir korku bir telaş içinde kıvranıyorlar..ken..
Al bakalım globalleşmenin temel sorunsalını! !
İşte buradan itibaren gerisini biliyorsunuz zaten!
Ben gidiyorum.
Haydi bana eyvallah!
Demek isterdim ama.. Aaa!
Durun yahu! Nereye giderim?
En heyecanlı yerinde hikâye.
Şehrazat gibi ortada bırakamam ya.
Ama abi olmaz ki ya!
Böyle de yapılmaz ki!
Her şeye de dereotu katılmaz ki!
Ne bu böyle gevezelik canım.
Dırdır dır, vır vır vır.
Gidiyorum abi ben çok sıkıldım!
Zaten harcırah da çıkmamış!
Otel desen rezalet, sular akmıyo..
Günlerdir buradayım nefsim tükendi yaa!
Ah Pekâlâ.
Herkesin farklı farklı sorunu olabilir
Fazla şikayet etmesek iyi olacak.
Ama dileyen gider tabii..
Prangaya vurduracak halim yoksa!
Kalan meraklılarla hikâyeme devam ederim artık
Napalım..
Teşekkür ederim
Gösterdikleri şefkate olur biter.
Evet.
Büyük Meleklerden biri olan Azrâil ==>
Kendi inisiyatifini kullanarak
Diğer üç ‘personele’ danışmaksızın
‘Görevini’ ifşa eder.
Nasıl mı?
Çok feci bir şey yapar.
Evet.
Tanrı’sının ilk İnsan Oğlu örneği Âdem’I
Yaratabilmesi için gerekli toprağı
Yer’den kopara kopara,
Çığlık çığlığa,
Zorbalıkla alır!
Ne korkunç bir gerçeklik.
Zorla bir şeyi birinin elinden almak!
Ay! Ürperdim valla!
Eh. Olan olmuştu
Artık yapacak pek bir şey yoktu..
Yer’in acısı kendi içinde saklı o gün bu gündür.
Onu düşünen olmadı hiç,
Onun fikrini mikrini soran,
Ona danışan olmadı.
Bu ne o zaman oldu ne de bu zaman,
Ne geçmişte ne şimdi..
Ve Şimdiii! ..
İşte en heyecanlı bölüm buradan itibaren başlıyor =>
Yer’in yani Dünya’nın yedi kat acısını
Ancak ölüler anlar!
Yer, her doğanın ölümüyle,
Yedi avuç toprağının boşluğunu kapatmaya
Sancısını dindirmeye çalışır
Bilmediğimiz bir tarihten bu yana!
Âdemin genlerinde yoğrulu
O yedi avuççuk toprak acısıdır işte
Onu güzelim Cennetinden kaçıran!
Ama dur bakalım,
Nerede kalmıştık?
Hikâyenin devamı şöyle gelişiyor:
Tanrı’ önce yağmur yağdırarak
Bu acılı yedi avuç toprağı
Bir güzel yumuşatmış ve bir güzel
Yoğurtmuş dört Meleğine
‘Çiğköfte’ yoğurur gibi,
Sonra da ona kendi eliyle biçim vermiş.
Burada çok ince bir nokta var.
Okuma biçimini şöyle bir değiştirip
Ayrıntıya şöyle bir zum yaparsam
Daha anlaşılır olur belki:
1. Ona, kendi eliyle biçim vermiş.
2. Ona kendi, eliyle biçim vermiş.
3. Ona, kendi eliyle, biçim vermiş.
Ona
Kendi
Eliyle
Biçim
Vermiş.
El – iy – le!
Eliyle!
El – im.
El – in.
El – imiz.
El – iniz.
El – leri.
Elim sende!
Toprak.
Toprağım.
Toprağın.
Toprağı.
Toprağımız.
Toprağınız.
Topraklar.
Topraklarımız.
Topraklarınız.
Toprakları.
Yedi avuç toprak olan.
Kendine ait olamayan.
Çalınmış.
Yedi avuç toprağını Yer’ in.
Sanki kendininmiş gibi.
Hiç düşünmeden genlerinde taşıyacağı acıyı.
Biçim vermiş.
Âdem’ ine.
Tasarım harika olmuş mu?
Kaynaklara göre (!) Âdem,
Seksen yıl (!) çamur yığını halinde kalmış.
Seksen yıl, dile kolay.
Seksen yıl mayasının tutması beklenmiş
‘Pişi hamuru’ sanki.
Ama hâlâ ruhsuzmuş!
Hâlâ ruhsuz!
Çünkü ancak yüz yirmi yıl sonra
Kendisine ruh verilecek kıvama gelmiş-miş.
Verilen ruhta ‘Hükümdarlık’ ruhuymuş!
Hem de! Bak hele!
Tanrı’nın bütün amacı,
Âdemi Meleklerine
Hükümdar yapmakmış..
..Meğerse.
Ama neden?
Tanrı neden buna ihtiyaç duyduğunu açıklamıyor
Bunu bir sır gibi saklıyor adeta herkesten.
En sevgili Meleği dahi bilmiyor nedenini.
İşin tuhafı dört Meleğin biri de
Merak edip sormuyor
Neden kendilerini yönetmek üzere
Bir hükümdar yarattığını Tanrı’nın.
Ama bir neden var mutlaka
Onu da bir tek O biliyor.
Düşünüyorum da
Azrâil bile Dünya’nın toprağını
Zorla almak gibi bir zorbalığa yeltenmişse,
Demek ki burada bir dert var kardeşim!
Bu şeye mecburlardı, bir şeyler..
Kötü giden.. yani
Onlar açısından kötü giden
Bir şeyler olmalıydı mutlaka..
Yani Tanrı ve dört Melek için
Bir zorlanma olmalıydı ki,
Acaba neydi o zorlanma?
Onların zoruna giden
Bir hükümdarın yokluğu muydu yani kısaca?
Peki buna zorunlu kılan şey ne olabilir?
Bir Hükümdar Olunmasının zorunluluğu..
Tek bir yetke olması ve o tek yetkece yönetilmek..
Şart mıydı yani?
Doğal bir yasa mıydı yoksa bu?
Dünya tepetaklak mı olurdu mesela?
Neden ama?
Neden yasa bunu gerektirmiş olsun?
Melekler bunu gerçekten merak etmişler mi? Hayır.
Anlayabilmişler mi? Hayır.
Onlar da işin esasını bir türlü anlayamamışlar ki
Bu yüzden, Tanrı Meleklere
Âdem’in önünde diz çökmelerini buyurduğunda
İçlerinden sadece İblis
(şu meşhur namı değer Şeytan)
Buyruğa uymamış, ya da,
‘Belki de bir tek o anladığından mı demeli? ! ’
Diye düşündürüyor içimdeki,
‘Şeytan! olmalı bunu düşündüren’;
‘Başka kim olabilir ki! ’
Diye yanıtlıyor yine kendisi.
Eee! Git başımdan!
Evet. Pekâla.
Bakalım neyi anlamış Şeytan?
Ve neyi anlamış ya da anlamamış diğer Melekler? !
Diğer Meleklerden de Şeytan dışında
İkinci en popüler olanı Azrâil.
Bu ikisinin popülerliğine ulaşan
Hiçbir Melek olmamış henüz bu kurumsallıkta. Nedense?
Evet. Tuhaf.
Bu gerçekten de ilginç bir hikâye.
Daha önce dinlediklerime hiç benzemiyor.
Evet. Bu Bambaşka bir yorum!
Yani dört Melekten ikisi çok popüler,
Can alan, can yakan ile aklı kışkırtan
Bütün puanları topluyor.
Diğer ikisinin mesameleri okunmuyor pek.
Nerede onlar?
Kimdirler?
İn midirler cin midirler, neyin nesidirler?
Bir bilen var mı, adları nedir,
Ne yaparlar, n’işlerler yüzyıllardır?
Duyulmuşluğu, görülmüşlüğü var mı?
Ellerinde, evlerinde, yün mü eğirmektedirler yoksa
Ahlayıp vahlayıp türkü yakıp çığırıp tekerleme gibi
“Yazık şu Âdeme, yazııkk! Kötü yollara düştü! ” mü,
diyorlardır acep? !
Her neyse zıplamayayım şimdi oradan oraya..
Sonra gel zaman git zaman Âdem’in yanına,
Hawa’nın yaratıldığını okuyorum yine aynı kaynakta.
“Havvâ! ” diye düzeltiyor Orhan abi. (..)
Öteki değil. Hançerli olanı bu. (..)
Hıh! Oğlu’da var tabii isminin sonunda rahmetlinin!
Ee, Yanlışları düzeltmek lazım,
Yanlış anlaşılmamak lazım di mi ya!
Kadınlığın İlk Kadın’larının en ilki olan,
Bu Havvâ Kadın’ı da yaratan yine Tanrıdır
Ama bu kez toprağın çığlıklarının
Henüz dinmeyen yankısı nedeniyle olsa gerek,
İkinci bir hırsızlığa meydan veremeyerek,
Eldeki malzemeyle yetinerek,
Âdem’in o narin, hepten acılı bedenindeki
Eğe kemiğinden çıkartır figürünü.
Ve Âdem’le çiftleştirir.. auu!
Eşleştirir..ee.. vs. işte.
Amaan! Üff!
Evlendirilmişler yani ne var bunda!
Karı-Kocalık kavramının ilk ortaya çıkışının
Top Model’ları onlar.
Tabii son modelleri de değil.
Benim günümde o denli çeşitli ki bu modeller.
Model model eşleşme var artık.
Bu ilk Kadın-Erkek eşleştirme tasarımı da
Baya ‘de mode’ kaldı benim günümde ya
Neyse artık konuyu dağıtmayayım yine.
Aa! Saat kaç oldu? (..)
Ooo! Daha çok işim var!
Uf! Bir masalla günü bitirdim ya olacak şey değil!
Havvâ ile başlayacak olan karışıklıklara doğru
Ufak ufak yelken açalım artık istiyorum.
Uzaktan uzağa.. en uzağa..
İlk Heykel’ den Günümüz Gen teknolojisine ve
Oradan da en uzak ihtimallere..
İhtimalsizlikler noktasına kadar..
Evet. Kanımca, öyle anlaşılıyor ki
Hiçbir ihtimalin kalmadığı noktadaydılar.
Ne Tanrı ne de Melekleri için
Artık hiçbir ihtimalin kalmadığı noktada
Âdem’i yaratmak fikri çakmıştı
Tanrı’nın zihninde. Ama..
Arzu ettiğimiz bir etkiyi elde etmek üzere
Karmaşık bir dizgeye el attığımızda,
Bir sürü arzulanmayan etkinin de
Doğmasına yol açarız.
Burada iyi niyet hiçbir işe yaramaz.
İşler sarpa sarmıştı, evet..
Melekler korku içindeydiler
Bir hükümdar olmalıydı başlarında,
Onları korumalıydı. Ama..
Tanrı’nın hükümdarlığı kadar güçlü bir hükümdar
Nereden bulunurdu?
Onu da Tanrı düşünsündü artık!
İşte düşündü ve yaptı.
Âdem’i yarattı. Ama..
Demek ki her zaman
tek bir etkiyle sonuçlanmıyoruz.
‘Tanrı’nın Tanrısal hükümranlığı’
Bu dört Meleği bu yüzyıllara
Buradan da gelecek yüzyıllara taşıyabilirdi ancak..
Taşıdı da.. Taşıyacakta.. ama..
Ama ara oyunlar olsun burada.
Reklam falan alalım. Sonra..
Reyting arttırıcı bir iki klişe sıkıştırmak lazım
Sıkıcı olmasın diye.. söylem..
Nanananammm!
21. yüzyıla taşındılar.. evet.
Gerçekten de.
Şeytan’a rağmen!
Şeytan’ı da taşıyarak taşındılar.
Oh! Müthiş!
Bu tasarım harika bir tasarım.
Dünya çapında.
Peki ya dünya?
Yedi kat yer?
Hâlâ mı olumsuzluyorsun Tanrısallığı..
Hükümranlığı.. Hıh?
Hâlâ mı acı çekiyorsun yeryüzü?
Alt tarafı yedi avuç toprağındı
Senden yoğrulan
Topo topu yedi avuççuk!
Ne vardı bu kadar çığırından çıkıp
Kıyameti koparacak! ?
Ne olurdu sanki
Sen de bu tasarıma eşlik ediverseydin? !
Asistanlık yapıverseydin bizim şu
‘İlahi Heykeltıraşa’!
Kendiliğinden gönüllü olsaydın ya vermeye
Varlığından yedi avuççuk, Hı!
Ne olurdu?
Zorlama olmazdı belki hayatta o zaman.
Hiç olmazsa. Acı olmazdı.
Kederli doğumlar ani ölümler olmazdı vs..
Neden zora koştun
Hâlâ da koşturtuyorsun kendini..
A, atacığım.
Neydi derdin tasan?
- Ah Havvâ ah! Ah Kadın ah! Bir bilsen..
- Ah! Evet ah bir bilsek.
- Bir bilebilsen! Şu geçmişte neler oldu?
- Ah! Ah!
- Ah Havvâ ah! Soyun sopun devrilsin emi!
- Hoppala!
- Namussuz!
- Ay! Nasıl konuşuyorsun Sen öyle!
- Kötü Kadın!
- Çth! Çth! Çth!
- Şirret!
- Aaa! Ama hiç yakışıyor mu yani senin gibi kerli ferli birine?
- Senin ağzını burnunu yırtarım gelirsem oraya!
- Aouüiiy!
- Dinden imandan ettin Sen Beni Ahlaksız!
- Şimdi bütün kabahat Benim oldu yani!
- Elâleme rezil ettin, tuh! Utanmaz arlanmaz!
- Ay kes artık!
Rezil rüsva olduk senin yüzünden şu evrene.
Yıldızlar gülüyor bak halimize.
Gezegenler sırıtıyor
Şu dünya’ya bak ne hale geldi diye!
Kapatalım bu konuyu artık.
Güzel güzel konuşulmuyor seninle.
- Pespaye Kadın n’olcak!
- Allahallah! Hay Tanrım!
Yahu nedir bu kadar çileden çıkaran Seni?
Ey Dünya, Ey Yaşam, Ey soluğum!
Ey değerler değeri, atalar atası,
Ey hamurum, çamurum, öz suyum, kuyum!
Ey geçmişimin kuşağı,
Bugünün gök kuşağı,
Geleceğimin köprüsü,
Nedir Seni yumak yumak olup ördüren,
Öfke ve kinle yaşamları?
Bu nasıl dertlenmek böyle?
Konuşalım bu kez hadi gel! Gel bana!
Bak, kimse dinlemeyebilir ama
Ben dinlerim Seni.
Derdini söylemeyen derman bulamaz dedirten
Senin toprağınım bak bana,
Senin torunun konuşuyor Sana!
Anlat, dök kuşaklarca içinde taşıdığın
O büyük acının nedenini.
- Ah! Havvâ ah! Ah! Kadın ah!
- Sen, tatlı dilin, güler yüzünle,
O yılanı deliğinden çıkaran Sensin!
O yılan ki benim bir tanecik..
Tek.. yaşamsal.. Ah! Ah!
- Anlat, anlat da kurtul sıkıntından.
Yılan Senin tek yaşamsal varlığındı biliyorum.
Ona bir kötülük mü yaptı ninelerimiz?
- Ona kötülük yapmadı, kötülük yaptırdı!
- Yaptırdı mı? Oo! N’aptırdı?
- O sakin sakin içimde öyle gerinirdi
Uyurdu uyanırdı. Kalkar gene gerinirdi.
- Eee!
- Onu ayartıp..
- Eeee!
- Onu ayartıp…
- Evet!
- Onu ayarttı işte hepsi bu. Hepsi bu.
- Çth! Çth! Çth! Off! !
Aaa! Olamaz. Hepsi bu diye kestirip atamazsın!
Olmadı bu!
Başka bir nedeni olmalı.
Daha mantıklı bir nedeni!
- Ah! Neyse geçmiş geçmişte kaldı artık
Yapacak bir şey yok.
Geçmişi yeniden düzenleyemezsin.
Olan oldu bir kere.
- Ama Biz çok değiştik. Daha da değişeceğiz.
Muhteşem şeyler başardık başaracağız da.
Yorumculuk Sanatını
Öyle güzel işler hale getirdik ki..
Geçmişi yeniden düzenlememiz
Mucize bile gerektirmiyen bir an meselesi.
Neden olmasın? Ben inanıyorum ki,
Bir gün bütün dertlerin çaresi bulunacak..
- Ah. Aman aman, Topraktan geldin
Toprağa gidecen gerisi var mı?
- Hayır ama.. doğrusu toprağa gitmeyebiliriz..
Yanii işin aslı…
- Evet.
- (..)
- Nedir işin aslı?
- (..)
- Haydiii.. gel anlat şu işin aslını bakalım,
Havva Kadın.
- Iıı! Sana bir tavsiyede bulunayım.
- Bulun bakalım.
- Asıl olanı ararken, asıl olanı kaçırma!
- Ne demek yani bu?
- Eh! Anladın Sen!
- (…)
Pekâla. Havvâ’ mızın başlangıcına
Geri dönelim bakalım..
Başka neler olmuş?
Kayıt Tarihi : 21.6.2009 15:13:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!