6-7 Eylül olaylarını anlatan Güz Sancısı filminin sonundaki hakiki belge fotoğraflarla bile ilgilenmeyen bir seyirci, bitiremediği patlamış mısır kutusunu sallarken bir yandan da mızırdanıp duruyordu: “Bak ne güzel anlatmışlar, biz de anlamış olduk vaktiyle azınlıklara neler yaptıklarını. Ergenekon’u da böyle güzelce kitaplarla, filmlerle anlatırlar inşallah. Valla, yalan yanlış haberlerle canımızı sıkıyorlar, iyice kafamızı karıştırdılar.”
Bugünlerde buralarda doğup büyüyen hiç kimse, zekâdan ve sağ duyudan nasibini almamış bu tür yorumları yadırgamıyordur herhalde. Böyle zamanlarda, sabırla derin bir nefes alıp tımarhane hayatına devam etmek lazım. Ben de öyle yaptım zaten ama itiraf etmeliyim ki şöyle konuşmak istedim onunla: “Hanımefendi fevkalade haklısınız. Zaten bu seyrettiklerinizin mahalle çetesi sandığınız Ergenekon zihniyetiyle hiçbir alakası yok. Bu adamların zulmü bambaşka. Biz de bunalmamak için gazeteleri okumuyor, televizyonlara bakmıyoruz. Bu konuda hiç kitap da yazılmadı. Zaten okusak da anlamak istemediğimiz için canımız sıkılıyor. Acele etmeye de lüzum yok. Gayrimüslimlere yapılanları izleyebilmek için bakın ne güzel sabrettik. Ümidinizi kaybetmeyin. Elli yıl sonra sadece Kürt oldukları için öldürülüp kör kuyulara, sokaklara atılan binlerce yoksul, çaresiz insanın, memleketin her köşesinden fışkıran bombaların ve silahların filmi de yapılır belki. Ama sakın endişelenmeyin, muhtemelen bu hadiseleri de ilerde mahallenizin sinemasında acıklı bir aşk hikâyesi eşliğinde seyredersiniz, çok sarsılacağınızı sanmıyorum. Bu arada bana da bu işlerle ilgilenenler anlattı; büyük gazetenin ‘anketör’ yazarı da sizin gibi filmi izleyip çok duygulanmış, mahcup olmuş. ‘25 yıl boyunca bir tek Kürdün kapısına işaret konmadı’ diyor, pek gururlu. Ne dokunaklı bir yaklaşım değil mi? Siz kafa karıştıran haberlere boş verin ama onu mutlaka okuyun, insan ferahlıyor. Hakikatle yüzleşmeye dair inancınız pekişir. Ama tabii ben yine de sizi yanıltmış olmayayım. Bakarsınız cevval Türk dizicileri, o kadar beklemeden nedense suç sayılmayan darbe girişimlerden de dizi yapar yakında. Biz de, evlerimizde yayılarak seyrederiz paşalarımızın gizli günlükleriyle zenginleşen renkli hayatlarını. Tabii o vakte kadar hâlâ bir tankın altında ezilmemiş, sokak ortasında ensemizden kurşunlanmamışsak! ”.
Bu sayıklamaları zihnimden geçirirken, bir kez daha Tanrı’ya bize içimizden konuşabilme yeteneğini bahşettiği için şükrettim. Eve dönünce bu gazetede yazan dostlarımdan birini aradım. Arkadaşım, her hafta köşesinde derdini yukarıdan aşağıya doğru ifade edebildiği için nispeten daha sakin ve olgun tabii. Benim bu coğrafyanın lisanını anlamayan şikâyetlerimi dinledikten sonra ümitsiz olmamamız gerektiğine karar verdi, ben de ilerde bu memlekete dair anlatmak istediklerimin listesini yapmaya...
Yazının okuduğunuz kısmından sonra niyetim köşenin ve sayfanın içeriğine uygun malum kültür-sanat mevzularına dönmekti. Nitekim öyle yapacağım ama korkarım aradan çekilerek zira giderek yükselen ateşim yüzünden düzgün cümleler kurmakta biraz zorlanıyorum. Hiç yazmamaktansa bu hafta bu köşeyle ilgilenenleri bilimin magazin hayatına teslim etmeyi tercih ettim.
DÂHİLERİN HOYRATLIĞI
Geçen hafta, Einstein’ın birinci dünya savaşı sırasında İngiltere’nin önemli bilim adamlarından Eddigton’la karşılaşmasını, savaşa karşı aldıkları tavrı ve görelilik kuramı üzerine yaptıkları çalışmaları anlatan bir film seyrettim. Fena halde ‘İngiliz’ olan bu filmin sanat yönetimi şahaneydi. Böyle yarı belgesel dönem filmlerinde seyirciyi yakalamak için aşk hikâyelerinin de araya serpiştirilmesi kaçınılmaz, haliyle arada Einstein’ın kadınlarının ‘soylu’ hayal kırıklıklarını da izledim. Zürih’teki karısını ve çocuklarını terk edip Berlin’deki akrabalarının yanına dönen Einstein, kuziniyle aşk yaşamaya başlıyordu. Seyirciye sadece çalışmak istediği vakit kadınlara karşı hoyrat olduğu kibarca sezdirilen tatlı bir ‘delinin’ aslında tam da öyle olmadığını biraz bildiğim için daha sonra hakkında yazılmış en iyi biyografilerden birini okudum.
Kitabın yazarı Jürgen Neffe, ödüllü bir akademisyen ve aynı zamanda tecrübeli bir gazeteci. O, dünyayı algılamamızı değiştiren çok özel bir ‘çocuğun’ hayatını, bilim dünyasıyla hiç ilgilenmeyen insanların bile edebiyat hazzı alabileceği biçimde yazmış ve kurgulamış. Belgelere, mektuplara, tanıkların hikâyelerine, röportajlara dayanarak hazırladığı kitabın en ilgi çekici bölümlerinden biri kuşkusuz ‘Einstein’ın Kadınları’. Yoksa siz şu meşhur ‘izafiyet teorisini’ nasıl keşfettiğini mi merak ediyorsunuz? Hayatının o kısmıyla ilgilenenler kitabı okusun. Gerçekten, müthiş bir hayat hikâyesinin arkasında, bilim dünyasının çalkantılarını, atom bombasının yapılışını, dönemin sosyal hayatını sürükleyici bir üslupla, hiç sıkmadan anlatıyor.
AYRILIK ANLAŞMALARI...
Doğrulanmayan gayrimeşru çocuklarını, zengin salon kadınlarıyla ve sekreteriyle yaşadığı gizli ilişkilerini saymazsak görünürde iki kadın olmuş hayatında. Çocuklarının annesi Mileva ve ikinci karısı (kuzini) Elsa. Anlaşılan, üstüne başına hiç dikkat etmeyen, formüllerin hayalî dünyasında yaşayan bu pasaklı adam, kadınları tavlamayı onlara sahip olmaktan daha çok sevmiş. Hayatta değil mektuplarında şefkatli olabilen, huysuz, eğlenceli, küstah bir bilim adamının yalnız kalmak istemesinin anlaşılmayacak bir yanı yok. Edebiyat, bilim, sanat tarihi onun gibi bencillerle dolu. Henüz karısıyla ayrılmadan birlikte olduğu sevgilisi Elsa’ya şöyle diyor: “Seni uzaktan görse bile sana nasıl solucan gibi davranacaktır. Karıma işten atamadığım bir memur gibi davranıyorum. Yatak odalarımızı ayırdım ve onunla yalnız kalmaktan çekiniyorum.” Aynı durumun on yıl sonra Elsa’nın da başına gelmesi pek şaşırtıcı değil ama kendisine dönmeye çalışan eski karısına anlaşma olarak hazırladığı liste beni bile biraz ürpertti doğrusu: “Bana odada üç öğün yemek çıkarılacak. Evde seninle oturmamı, seninle dışarıya ve yolculuğa çıkmamı istemeyeceksin. Ne benden öpüp koklama bekleyeceksin, ne de bana herhangi bir suçlamada bulunacaksın. Senden rica ettiğim takdirde yatak ve çalışma odamı derhal terk edeceksin, benimle konuşmayı anında keseceksin.”
Hiç bu kadar faşizan bir ısrarla ‘seni sevmiyorum’ diyeni duymamıştım doğrusu. İşin tuhafı, çaresizlik içinde bu gaddarlığa bile katlanan, Einstein için bilim kariyerini bırakan, kendisiyle sanat, bilim tutkusunu paylaşabilen Mileva’yı başka bir ayrılık anlaşmasıyla acımasızca terk etmiş.
ELSA MI, ILSE Mİ?
Baskıcı ve korumacı annesine benzeyen, dağınık saçlarını kesen, gazetecilerin önüne çıkarken giydiren, “Albert, hayal kurmayı bırak da yemeğini ye, sigara içme” diye onu şefkatle seven ikinci karısı Elsa’dan da şöyle bahsediyor: “Her ne kadar bazen insanın sinirini bozsa da, öyle kafası pek çalışmasa da altın gibi bir kalbi var.” O altın kalpli, kocasının arada başka kadınlara gitmesine anlam veremeyen kadın, ne zaman evliliklerin kastederek başkalarının yanında ‘biz’ dese, onu “kendinden veya bizden konuş ama asla biz deme” diye azarlıyormuş.
En berbat gerçek, bu kitap yazılmadan birkaç sene evvel çıkmış ortaya. 1918’de henüz evlenmediği Elsa’yı ve kızı Ilse’yi zor bir seçime zorlamış. Ilse, sevgilisine gönderdiği mektupta belli ki acı çekiyor: “Albert’in kendisi karar vermeye hiç yanaşmıyor. Benimle veya annemle evlenmeye hazır. Ona karşı asla herhangi bir tensel arzu hissetmedim. Onda bu durum farklı, kendisini nasıl zor tuttuğunu bana bir seferinde itiraf etti. Yardım edin bana! ”
Kuramlarıyla hayatın bilinen bütün kurallarını yıkan, insanlığın dünyayı algısını değiştiren bir adamın, kadınları böyle hor görmesine, aşağılamasına, kontrolden çıkmasına pek şaşırmadım. Öldükten sonra beyninin her kıvrımı titizlikle incelenen bu adam da netice itibarıyla hepimiz gibi bir sıradan bir fani, tuhaf meraklarıyla, günahlarıyla, zehirli hırslarıyla, bastıramadığı tutkulu arzularıyla hiç büyüyemeyen bir erkekti.
Ben sadece hazır bünyeler gerçeklerle yüzleşmeye alışmışken, belki arada yüzyılın en önemli adamlarından birisinin hakikatini de bilmek isteyen çıkar diye düşündüm.
A. Esra YalazanKayıt Tarihi : 5.3.2016 12:28:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![A. Esra Yalazan](https://www.antoloji.com/i/siir/2016/03/05/einstein-in-kadinlari-ve-yuzlesme.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!