Yan yana, kucak kucağa otururdu dağlar.
Hiç konuşmazlardı sular çekilince
Kim bilir kaç uzak istasyonda
Dillerinde biber gezinir gibi
Öyle gözü yaşlı, öyle çaresizdiler.
Kuşlar yağardı savunmasız dallarına
Güneş kilitlenirdi fersiz yamaçlara
Şımarık çocuklar gibiydi Eylül
Ölümle yaşam arası,
Övünerek başlattığı uykularla
Zifiri gecenin damından düşüp
Yer yer uçuklamış dudaklarıyla
Gökkuşağı olmaya özenirdi toprak.
Sürgit yığını sendeleyen bir yaprak
Çözülürdü tekinsiz aklımın ıslaklığında
Şuramda, yaralı bir orman uğultusu
Uyurgezer vedalarla yitirilmiş masallar
Bin asrın hasretinde gezinir
Sıkışarak asi damarlarımda demlenip
Aynı yörüngede kuşaktan kuşağa sızarlar
Son arzun nedir diyen turuncu şebboylar bile
Endişelidir nedense hep bu yüzden.
Boşunaymış bütün çırpınışlarım
Biz biliriz, tayfasız gemiler nereden geçer
Rüzgâr sertmiş, akıntı tersmiş umuru değil
Kuşatılır yere basmayan gökyüzü kuşlarla
Yine Güneş,
Bindiği yelkenlide görünür her sabah
Ve aynı yelkenliyle döner akşamları
Saklanıp okyanusunda gökyüzünün
Mısır’da…
Efsaneler öyle der.
Kayıt Tarihi : 4.5.2009 01:25:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (1)