Efsane Şiiri - Sebahattin Kömürlü

Sebahattin Kömürlü
820

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Efsane

EFSANE

Melekler,
Gökte kanat çırpmaktan yorulunca,
Çıktılar, topluca Tanrının katına,
Dediler, “ Ya Rab, günah işlemediğimiz bilinen gerçek,
Bir meyvenin tadı ne bilmeyerek,
Kalakaldık yıllarca,
İnsanoğlunun omuzlarında,
Dokunmadı ayağımız torağa,
Ne köpük, köpük dalgalarla oynamayı,
Ne açan bir gülü koklamayı,
Nasip etmedin, bize”
Allah,
Meleklere dedi: “isteğiniz ne”
Melekler, “bize ver dünya’yı bize”
Allah, düşündü,
Su üstünde balıkçıları,
Evlerde kitap okuyan çocukları,
Otobüslerde yolcuları,
Uçakları …
Düşündü,
Secdeye kapanan kullarını…
Ve,
Meleklere bıraktı dünya’yı.
Dünya,
Bizim diyordu rüzgarlar,
Yağmurların her damlası,
Güneşin ışığı,
Duyulmadık bir şarkıyı,
Doğudan batıya,
Gece gündüz haykırdı.
Tıkadı insanlar, kulaklarını,
Fabrikalar, kapadı kapılarını,
Atölyelerde, dönmedi dişliler.
Yola çıkmadı otobüsler.
Bomboş kaldı terminaller.
Ne trenler de kondüktör,
Ne uçaklar da pilot.
Cam fabrikaları, çalışmaya çalışıyordu.
Tüm, çerçeveler çift camlı,
Beş kanatlı, beş camlı.
Sonunda,
Cam fabrikaları da kapandı.
Delirmeyen doktor yok,
Teknisyenler, cetvellerini kırmış,
Kulak doktorları, çaresiz.
……
Bilgisayarların bilgisi, sıfır.
Bomboştu sahiller her temmuz güneşinde,
Sokaklar, kimsesizdi her iş günü.
Ne vapur düdükleri,
Ne, patlak egsoz sesleri.
Hiç kimse, geçmiyordu ana caddelerden.
Vitrinler,
Vitrinlerde mankenler,
Yine bakıyorlardı, bütün güzellikleriyle,
Kendilerine bakan, kimsenin olmadığı cadde ye.
Ölüler, gömülmüyordu.
Bir koku kaplamıştı evleri,
Duvarlar, delindi.
Açlık,
Bütün midelerde zehir….
Çocuk bahçelerinde, salıncaklar,
Lüks otellerin barlarında şişeler,
Kuaförlerde kadın saçları…
En büyük falcılar,
Son fincanlarında ki falı okumaya çalıştı.
İhtiyar bir nine,
Tıkamıştı,
Burnunu kulağını,
Geçmiş günlerini andı.
Balıklar,
Keyiflerince yüzdüler suda,
Ne ağ korkusu, ne misina…
Ağaçlar büyüdü,
Filiz verdi vişne.
Çürümedi elma.
Kimse, ölüsünü gömmedi,
Gömemedi.
Mezarcılar iflas etti.
Ana caddelerde, dükkan kirası,
Apartmanlarda, yakıt parası,
Kimsenin aklına gelmedi.
Bir kedi miyavladı,
Bir sokak köpeği havladı,
Her gün, çöp atılan köşe başına,
Çingeneler uğramadı.

Fareler,
Keyiflerince gezdiler,
Delik diplerine saklanmadan…
Ve
Kaybolmaya başladı insanlarda can.
Kimi yatakta,
Kimi koltukta,
Teslim ettiler, ruhlarını Tanrı’ya.
Melekler,
Sahip oldu dünya’ya.
Önce,
Su içtiler,
Can eriği yediler.
Sonra,
Tohum ektiler toprağa.
Toprak,
Nice, boyunduruklara koşulan öküzleri, nice çarıkları eskittiğini,
Bir zamanlar, kıraç topraklar boyunca,
Elliğe giden, genç kızları, gelinleri,
Hayal etti,
Eski günleri.
Kin doldu toprağın yüreğine,
Bunca sevgiliyi,
Nasıl ayırırdı melekler.
Büyüdü serviler, Tanrını katına ulaşmak için,
Toprağın acısını Tanrıya duyurmak için.
Yetmedi servilerin gücü,
Ulaşmak için Tanrıya,
Esen yeller, kırdılar kaburgalarını,
Bir anda…
Melekler, toplandılar bir ada’da bir araya,
Kurbanlar kestiler toprağa,
Koyunlar, kuzular,
Döktüler kanlarını,
Çimeler, yeşersin diye.
Güneş, aldırış etmedi,
Yeryüzünde olup bitene.
Boynu büküktü leyleklerin,
Her mevsim yine göç vardı,
Doğudan batıya,
Güneyden kuzeye.
Ilık sularda yüzdü melekler,
Et yediler, meyve yediler…
Sonunda toprak’ta boyun eydi, çaresizliğne.
Melekler,
Toprağı da ekip biçti.
Fırınlar dolusu ekmek yediler,
Süt içtiler,
Ölümsüzdüler, yiyip içtiler.
Her biri, dünyanın her yerini gezdi,
Mısır’da piramitleri,
Paris’te Eyfel’i,
İstanbul’da minareleri…
Beyenmedilermi.
Hiç biri, hayretini gizlemedi.
İnsanların gücünü,
En yaşlı melek,
Çıkıp, Tanrı’nın katına söyledi.
Dedi;
“Ya Rab,
Cennet ne,
Dünya cennetten öte,
Ne altından ırmak akan saraylar,
Ne de gül bahçeleri,
Dünya’nın güzelliğini tutamaz ki”
“Babil’in eski bahçelerini,
Betonarme evlerde,
Balkonlar dolusu çiçeği,
Kimler suluyor şimdi.”
Diye,
Sordu Tanrı.
Şaşırdı melek birden bire,
“düşünemedik onları “ diye,
Ayrıldı Tanrı’nın katından, döndü yeryüzüne.
Bütün, balkonları gezdi,
Suladı balkonlar dolusu çiçeği,
Çiçekler, yeşermedi.
Japon bahçelerini gezdi,
Sardunyalara acıdı en çok.
Buz gibi su içti, kara dağın gözelerinden,
Kuzu kulağı topladı, yemlik topladı yedi,
Kendi, kendine,
Ölümsüz olduğu için sevindi.
Bütün melek arkadaşlarına dedi ki,
Biz dik ölümsüz olan Kainat’ta,
Ölümlü insanlar,
Ne yaptı,
Bakınıza,
Balkonlar dolusu saksı ağlamak ta.
Karşı çıktı melekler,
Melek sustu.
Gözlerini oğuştur du,
Uyudu.
Karmakarışık bir rüya görüyordu,
Dalgalar,
Binlerce metre yükseklikte,
Sahiller insan doluydu,
Karılar, kızlar, çocuklar, analar, babalar, yaşlılar,
Her sahile ulaştığında dalgalar,
Sürüklüyordu insanları karanlık sulara,
Kaçamıyordu kimse,
Ayaklarının altında çivilerle,
Çakılı vermişlerdi sanki sahillere.
Ne ellerinde mızrak,
Ne bileklerinde kalkan,
Yoktu kendilerini savunacak aletleri.
Savaş uçaklarının motorları yorgun,
Füzeler yörüngesinden çıkmış.
Sahillerde kumlar kadar kalabalıktılar.
Gözleri yaşlı,
Saçları ak, ak
Durmuştu beyinlerinde,
Kılcal damarlar boyunca düşüce,
Derin kuyular gibi çukur çukurdu yanakları.
Ne genç kızlarda güzellik,
Ne delikanlılarda yakışıklılık,
Dinlemiyor dalgalar.
Yüzlerce metle geri çekilip,
Binlerce ileri atıla, atıla
Gömdü dalgalar,
Sahiller dolusu insanı,
Suların karanlığına…
Bin on yıl uyudu melaike,
Uyandığında,
Hatırlamaya çalıştı rüyasını.
Uzun zaman sonra,
Yıkadı elini yüzünü
Gördü,
Kanatlarında tüyler yolunmuş,
Yalvardı tanrıya,
Günahım ne diye…
Ağlayan bir çocuk sesi duydu,
Geri döndü.
Dallarda yapraklar solmuş,
Güneş batıyor.
Gök kubbe delindi birden bire.
Yağmur, dolu, kar
Bulutlarda ne var,
Ve,
Başladı melek ağlamaya,
Karıştı gözyaşları suya.
Dinmedi ağlayışı asırlarca.
Durdurmak için göz yaşlarını,
Saldı parmaklarını kara gözlerinin içine,
Aldı avuçlarına göz bebeklerini,
Görmüyordu artık hiçbir şeyi,
Attı avuçlarından göz bebeklerini denizin ta ortasına.
Dalgalar sürükleyip getirdiler göz bebeklerini sahile,
Hücum etti aç martılar iki göz bebeğine,
Çaresizce bakakaldı göz bebekleri,
Martıların gagalarının sivriliğine,
Binlerce gaga darbesi iniyorken üstlerine,
Karşı koydu yosunlar,
Sardılar çepeçevre göz bebeklerini,
Yağmur, dolu kar,
Dindi…
Dalgalar,
Hüzünlü bir türküye başladılar,
Öyle hüzün doluydu ki bu türkü,
Yok oldu bu hüzün karşısında meleğin üzüntüsü.
Yosunlar,
Sundular meleğe göz bebeklerini,
Melek,
Koydu göz bebeklerini göz çukurlarına,
Sıyrıldı karanlığın dehlizlerinden,
Gün ışığına.
Dalgalar sustu.
Çocuk ağlıyordu.
Melek koştu.
Koştu.
Bitimsiz maratonları bitirmeye.
Rüzgar pes etti.
Yıldızlar,
Yörüngesini değişti.
Melek,
Çıkıp Himalayaların en yüksek tepesine,
Haykırdı,
Ovalar dolusu yoncaya,
Bir dostum yok mu Dünya’da.
Çocuk ağlıyordu.
Melek yorgundu.
Bir avuç karı,
Çiğnemeden yuttu.
Yüreği ferahladı,
Teri kurudu…
Ve,
Allaha karşı secdeye durdu.
Üç yüz yıl aralıksız ibadet etti.
Uçan kuşlara bakmadan,
Ekşi eriklerden tatmadan,
Kışa, yaza,
Bahara,
Aldırmadan.
Yüz yıl sonra bir bahar,
Böğürtlen topladı dallardan,
Dalları kırmadan,
Uzandı boylu boyunca bir ceviz ağacının gölgesine,
Yine ağlayan çocuk sesi geliyordu,
Tepelerin gerisinde,
Sürülerini yitirmiş bir çobanın arayışı gibi,
Düştü bu inleyen sesin peşine.
Dolandı bahçeleri,
Dolandı bütün tepeleri,
Bulutlara seslendi bu ses ne diye.
Bulutlar isyan etti rüzgara.
Rüzgar haykırdı,
Sallandı dünya.
Bütün kıtalar da maymunlar şaşkın,
Serçeler,
Konacak dal yokmuş gibi,
Kanat çırpıyorlardı, boyna.
Martılar,
Hüzünle beklediler dalgaların dinmesini,
Melek, bir anda fark etti dünyanın değiştiğini,
O an,
Ağlayan çocuk sesi kesildi.
Melek,
Bahçelerden demet, demet çiçekler derdi,
Arkadaşlarının yanına gitti,
Meleklerin en genci,
Atıldı sevincinden kollarına,
Kucaklaştılar,
Kucaklar dolusu hasreti.
Değişmişti güneşin doğuşu yıllar sonra,
Ne yaprakların sararması,
Ne yağmurun yağması,
Hiç biri unutturamadı meleğe, meleğin rüyasını.
Bütün arkadaşlarına,
Dalgaları,
İnsanların haykırışlarını,
Ve
Yıllarca kulaklarını tırmalayan sesi, anlattı.
Sardunyaları, Japon bahçelerini,
Balkonlar dolusu saksını halini…
Ve bir de,
Ufuklar boyu batan güneşi.
Kara bulutlar geçiyordu üstlerinden,
Durmuyordu dallarda kızıl elmalar,
Gözyaşları, yanaklar boyunca damladı toprağa,
Ağlayamayan biri vardı,
Oda
Tüketmişti gözyaşlarını, yağmurlu bir havada,
Deniz kenarında.
İnsanları düşünüyordu meleklerden biri,
Yeni doğum yapan bir ana gelmişti aklına,
Sevinci kederi,
Her şeyi,
Nasıl yüklenmiş omuzlarına,
Hiç aldırmadan, bunca yükün ağırlığına
Doğrulmuş, dizlerinde dermana,
Yürü emrini vermiş,
Koşuyor geleceğin karanlığına.
Sonra,
Bir çiftçi geldi aklına,
Kara saban ardında, ho babam ho, akşamaca,
Bakmadan kendi yorgunluğuna,
Nasılda acıyor, boyunduruk altında,
Kara öküzlerin boynuna.
Bir savaşçı düşündü,
Şaşırdı kendi halına.
Haykırmak istedi Dünya’nın tepesine çıkıp
Kainata,
Nasılda çekiyor elindeki yayı,
Özlemlerini yitirdiğini,
Kuşların kanatları söylüyor
Şimdi,
Dağıt son umutlarını,
Benim gibi.
Kimsesiz sahiller boyunca,
Dalga, dalga,
Dalgalansın bundan sonra…
Ve
Karar verdi melekler, dünya’yı yakmaya.
Topladılar ormanlardan bütün kuru çamları,
Ateşlediler hepsini,
Dümdüz bir ovada şafak vakti.
Bir an,
Sıyrıldı yörüngesinden güneş,
Ne İbrahim Peygamberi ateşe atan nemrut,
Ne engizasyon mahkemelerinde papazlar,
Böyle bi ateş yakmadılar.
Yandı toprak.
Nehirler kurudu.
Denizler dolusu,su
Uçtu.
Dünya durdu.
Melekler, yok oldu.
Milyar yıl sonra Tanrı,
Doldurdu zaman saatinin zembeleğini.
Uyardı,
Derin uykularından, güneşi, dünyayı, ayı,
Kainat, dönmeye başladı dervişler gibi yani baştan…

Sebahattin Kömürlü
Kayıt Tarihi : 23.11.2011 10:49:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Cevat Çeştepe
    Cevat Çeştepe

    Şiirsel kaygı taşımadan, ne demek istediği gayet kolay anlaşılır bir manzum hikaye... Görülen o ki, meleklerin de içine gene kendilerinden biri olan şeytan girmiş...

    Emeğinizi ve şiir yüreğinizi kutluyorum saygı ile ...

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (1)

Sebahattin Kömürlü