Yola çıkarken yanıma aldığım öyle rastgele hazırlamış olduğum bavulum, yüzümde yağmurların resmettiği hüzün, hesabını kestiğim, canımı acıtan eflatun sevinçler, bulut olup güneşimi kapatırken, kayan yıldızların sonsuz nazı düşümde, bir de yola çıkarken yanıma aldığım yaralı kalbimin süslü etiketi.
Yaklaştıkça büyürmüş madde, yandıkça pişermiş insan. Söz, bilinçsiz esaretin koynunda gizlenirmiş. Nerede varsa dünyaya ait bir çile arar bulurmuş garibi. Virane yüreklere kurulan merhamet, adını taşıdığı o uzak ülkelerin sessiz rüzgârlarıyla anlam bulurmuş.
Düşümde gördüğüm parıltılı ve yaldızlı insanlar, hangi gecenin emanetidir. Her şey bir varmış bir yokmuş denkleminin içinde. Soluğu feryat olan bu devrin nasibinden kalan son manzaraları uzun bir seferde harcıyorum. Sermayem çok ötelerden nakşeden nihayetsiz ufukların keskinliği.
Kırılmış şifrelerde beliren harita, küçük odalardan oluşan bu sarayın anahtarı. Belki başlamayacak sana yazdığım senaryoların son kırıntıları. İnci gibi sakladığım kuşkulu adımlarım, doyamadan nasıl gider bir dağın heybetli duruşuna karıncaların soylu hisleri. Seni son bir kez görmek deyimini yazmışken o hep küf tutan odamın duvarına, geciken törenlerin hesapsızlığı vuruyor pencerelerimi. Resmini karaladığım hedefsiz günlerimin frekans bunalımından çıktığı anlarda yaşadım seni.
Yohdur anun yanında bir kılca i'tibârum
İnsâf hoşdur ey ışk ancak meni zebûn et
Ha böyle mihnet ile geçsün mi rûzigârum