Edebiyatın Eşsiz Fanusu :mehmet Akif Ersoy

Muhammed Aheng
60

ŞİİR


11

TAKİPÇİ

Edebiyatın Eşsiz Fanusu :mehmet Akif Ersoy


Mehmet Akif, 1873 yılının sonlarında Fatih’in Sarıgüzel Semti’nde dünyaya gözlerini açar. Akif’in babası Fatih Medresesi müderrislerinden Mehmet Tahir Efendi’dir. Çalışkanlığı ve temizliği nedeniyle Akif’in babasına “İpekli Temiz Tahir Efendi” adı verilmiştir. Akif’in annesi ise Emine Şerife Hanım’dır. Akif’in babası Tahir Efendi, ilim tahsil etmek için Arnavutluk’un İpek Kazası’na bağlı Şişa Köyü’nden İstanbul’a göç etmiştir. Tokat’ta doğan annesi Emine Şerife Hanım ise ilim ve alim merkezi olarak telakki edilen Buhara Kenti’nden gelmiş bir aileye mensuptur.
Babası oğluna “Ebcet” hesabıyla Ragıf adını vermişse de aile fertleri bu ismi Akif olarak değiştirmiştir.
Mehmet Akif dört yaşında iken Fatih’teki Emir Buhari Mahalle Mektebinde İlköğrenimine başlar. Daha sonra Fatih İlkokuluna geçer. Küçük yaşlardan itibaren babasından dini bilgiler alır. Üç yıllık ilkokulu bitiren Akif 1882 yılında Fatih Merkez Ortaokuluna başlar. Okul haricinde babasından Arapça; Gülistan ve Mesnevi okutan Esat Dede’den de Farsça dersler alır. Türkçe ve o dönemde popüler olan Fransızca derslerinde de çok başarılı olduğu görülmektedir.
Mehmet Akif ortaokul yıllarında şiire ilgi duyar. Şiir kitapları okumaya başlar. İlk okuduğu şiir kitabının Fuzuli’nin meşhur “Leyla ve Mecnun” adlı manzum eseridir. İlmin revaçta olduğu bir muhitte yetişen Akif, küçük yaşına rağmen (kafiyesiz, vezinsiz) şiirler kaleme alır. 1885 yılında ortaokulu bitiren Akif, kendi isteğiyle Siyasal Bilgiler (Mülkiye) Mektebinin Lise kısmına girer. Edebiyat yeteneği günbegün coşan Akif’in lisede Muallim Naci’nin öğrencisi olduğu için edebi muhayyilesi oldukça zenginleştirir. Akif, o dönemin edebiyat devi olarak lanse edilen M. Naci’den oldukça etkilenir. M. Akif, 1888’de Mülkiye Lisesini de bitirir. Aynı yıl Mülkiyenin yüksek kısmına devam eder. Hayatının akışını değiştiren; sefalet ve üzüntülerin başlangıcı sayılan bir vaka zuhur eder: Akif çok sevdiği ve çok şey öğrendiği babasını kaybeder. Üstad-ı Kâmil olarak tavsif olunan bu zat için M. Akif ileride şunları söyleyecektir: “ Benim hem babam, hem hocamdır. Ne biliyorsam kendisinden öğrendim.”
Babasız kalan Akif, bir yıl sonra da evsiz kalacaktı. Sarıgüzel’deki evleri çıkan yangın sonucu yanar. Çocuk yaşta babasız ve evsiz kalan; sonsuz acılara gark olan Akif Mülkiye Mektebini bırakıp daha rahat iş bulmak için Halkalı Baytar Mektebine başlar. Okulu birincilikle bitiren Akif, Tarım Bakanlığı Baytarlık Bölümünde memurluğa başlar. Görevli olarak dört yıl boyunca Rumeli, Anadolu, Arnavutluk ve Arabistan’ı dolaşır.
Daha Baytar Mektebindeyken kaleme aldığı dini, ahlaki ve aşk konularıyla ilgili şiirlerini bilinmeyen bir nedenle yok eder. Bu devrede yazdığı en eski şiiri “Destur” adlı manzumedir(1892). Sporla uğraşan Akif, özellikle güreş, gülle ve yüzme dallarında çok başarılı olmuştur.
Mehmet Akif, İslam birliği fikrini savunan Cemalettin Afgani ve Muhammet Abduh’un yazı ve düşüncelerinden etkilenir. Özellikle Abduh’un, geri kalan İslam ülkelerinin kalkınması için ”eğitime ve ilme” gerekli değerin verilmesi fikrini çok beğenir. Değişik dergilerde şiir, yazı ve çevirileri yayımlanan Akif, arkadaşı Eşref Edip ile beraber 1908’de “Sırat-ı Mustakim” dergisini çıkarır. İslamcı aydınların toplandıkları; daha çok din, felsefe, edebiyat ve hukuk konularından bahseden bu dergi 1912 yılında “Sebilürreşad” adını alır. Birbirlerinin devamı olan bu dergilerin başyazarı M. Akif’tir. Akif, şiirlerini, tercümelerini ve mensur yazılarını bu dergilerde yayımlar.
Mehmet Akif, Balkan Savaşı nedeniyle Baytar Mektebi Müdür Yardımcılığı ve üniversitedeki (Darülfünun) Edebiyat Öğretmenliği görevlerinden ayrılır (1913). Fatih, Beyazıt, Şehzadebaşı ve Süleymaniye Camileri’nde verdiği vaazlarla insanları din ve memleket savunması konularında bilinçlendirir.
1913 yılında (görev icabı) Mısır, Hicaz; 1914 yılında ise Berlin’e gider. İzmir’in Yunanlılar tarafından işgal etmesiyle beraber Balıkesir’e gider. Burada verdiği vaazlarla halkın direniş gücünü artırır. Gizliden İstanbul’dan ayrılan Akif, arkadaşı Eşref Edip ile 24 Nisan 1920 yılında Ankara’ya ulaşır. Burdur milletvekili seçilir. Konya isyanını bastırmak için Konya’ya gönderilir. Oradan Kastamonu’ya geçen Akif Nasrallah Camii’nde verdiği duygusal vaazıyla insanları milli mücadele konusunda aktif olmaya çağırır. Bu toprakları kaybetmemiz durumunda gidilecek, sığınılacak bir yerimizin olmadığını dile getirir. Anadolu’daki bu tür faaliyetlerinden ve izinsiz ayrılmasından ötürü “İstanbul’daki Darül Hikmeti’l İslamiyedeki” görevine son verilir. Ankara’da Tacettin Dergâhı’na yerleşen Mehmet Akif burada İstiklal Marşı başta olmak üzere çok sayıda güzel eser vücuda getirir. Birinci meclisin dağılması; yakın arkadaşı Ali Şükrü’nün öldürülmesi ve en önemlisi Milli Mücadele’den sonra inanç ve mefkuresine (İdealine) aykırı gördüğü uygulamalar nedeniyle yurt dışına çıkar. Kendi düşüncesinin uygulama alanı bulmadığı ve bu yüzden hayal kırıklığına uğradığını “Leyla” adlı şiirde dile getirir.
1925 yılında Kahire’den İstanbul’a dönen Akif, başyazarı olduğu dergi kapatılmış; kadim dostu Eşref Edip “ İsyana Teşvik” suçuyla ve idam isteği ile yargılanması Akif’i büsbütün hayal kırıklığına uğratır. Kısa süre içerisinde tekrar gurbetin yolunu tutan Akif, 1936 yılının yazına kadar dönmez. Mısır’da değişik işlerde çalışan; vatan hasretiyle yanıp tutuşan Akif, ancak hastalığının ilerlemesiyle yurduna dönebilmiştir. 27 Aralık 1936 yılının Pazar akşamı vefat eder.
AKİF’İN SANATI VE DÜNYA GÖRÜŞÜ:
8 Mart 1912 tarihli Sebilürreşad Dergisi’nde “Edebiyat” başlıklı yazıda M. Akif edebiyat için şunları dile getirir:
“Edebiyatı nasıl telakki ettiğimizi, nasıl bir meslek tutmak istediğimizi şimdiye kadar çıkan yazılarımız elbette göstermiştir. Şiir için, edebiyat için “süs”, “çerez diyenler var. Karnı tok, sırtı pek milletlere göre bu söz belki doğrudur. Lakin bizim gibi aç, çıplak milletlere süsten, çerezden evvel giyecek, yiyecek lazım. Onun için ne kadar süslü, ne kadar tatlı olursa olsun, libas hizmetini, gıda vazifesini görmeyen edebiyat bize hitap etmez.
Akif, şiirlerinin tümünde hakikatı dile getirir. Güzellik endişesi taşımaz. Kısaca o, hakikatı söylemek uğruna, sanatı, güzelliği, edebi zevki ikinci plana atar:
“Hayır, hayal ile yoktur benim alış verişim…
İnanın ki her ne demişsem, görüp de söylemişim
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek
Sözüm odun gibi olsun, hakikat olsun tek!”
Hayatı boyunca haksızlıklara ve zorbalıklara boyun eğmeyen Akif şu veciz mısrayı terennüm etmiştir:
“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem”.

Mehmet Akif, okuyup yazmaya küçük yaşlarda başlamış, ömrünün sonuna kadar bu alışkanlığını sürdürmüştür. Kendini göstermekten ve övülmekten hoşlanmaz. Konuşmalarına ve yazılarına ince nükteler serper; tartışmaktan hep uzak durmuştur. Hoş sohbet olan, şakalaşmayı seven Akif, vakarından asla taviz vermemiştir. Verdiği sözden caymamış; toplumun sorunlarını kendi sorunlarından öncelikli bilmiştir.
Toplum hayatını kucaklamak ve yerli bir edebiyat yapmak Akif’in sanat anlayışının temelini oluşturur. Toplumun aksayan yanlarını, en veciz ve duru bir şekilde dile getiren bir şairdir. Şiirin sınırlarını onun kadar zorlayan; şiir diliyle başarılı hikâyeler vücuda getiren; toplumsal unsurlar diye telakki edilen, “sokak, dükkân, kahvehane, meyhane, mektep ve cami” motiflerini onun kadar samimi bir üslupla şiirleştiren ikinci bir insana rastlamak neredeyse imkânsız gibidir. Şiirlerindeki feryad u figan yüreğinin ta derinliklerinden gelir.
Bülbül, Küfe, Çanakkale Şehitleri’ne ve İstiklal Marşı şiirleriyle edebiyatımızın şaheserlerini vücuda getirmiştir. İstiklal Marşı Yarışması’na para ödülü konulduğu için katılmayan, ikinci yarışmada da para ödülü olmadığı için katılan ve İstiklal Marşını yazıp tamamladıktan sonra para ödülü olduğunu öğrenen Akif ihtiyacı olduğu halde bu paranın tek kuruşuna dokunmamıştır. Bu jesti yapan, bu şekil davranan bir insan ne Türk edebiyatında ne de dünya edebiyatında bulunmamaktadır. Parasızlıktan dolayı arkadaşının paltosuyla meclise giden bu dava adamı, yüklü miktarda para kazanıyor ve tek bir kuruşuna dokunmadan bağış yapıyor. Bu davranışa hayran kalmamak elde değildir.
Çanakkale Savaşı’nın devam ettiği bir dönemde Mısırda bulunan Akif, aldığı haberler doğrultusunda kaleme aldığı meşhur “Çanakkale Şehitlerine” şiirinde sanki kare kare cephede savaşın içindeymiş gibi bir atmosfer bırakır zihinlerde. Cephede bulunduğu halde tek satır yazamayan şairlerin aksine cephe gerisinde, çok uzaklarda bulunmasına rağmen vatan, millet ve dini değerler için çırpınan bu örnek şahsiyeti genç nesillere en iyi bir şekilde tanıtmak hepimizin ortak görevidir.
Akif’in davası, gayesi, tavizsiz yaşadığı, yoluna her şeyini feda ettiği, ıstırap çektiği, yalnız kaldığı, hatta uğruna çok sevdiği memleketini terk ettiği “leylası, rüyası ve işinin hülasası” Ümmetçiliktir.
Akif’in anlayışına göre, medeniyetin beşiği, İslam dünyasıdır. İslam medeniyetine ve prensiplerine bağlı kalmakla yükselmek mümkündür. O, İslam’ı saflığı ve sadeliği ile yeniden güçlendirmek ve Batı’nın teknik ilminden istifade etmek suretiyle çağa ayak uydurmak düşüncesindedir. İslam Dini’nin çağdaş gelişmeye engel teşkil etmediğini şu beyitle dile getirir ironik bir edayla:
“Bir de din kaydını kaldırmalı zira o bela
Bütün esbâb-ı terakkimize engel hâlâ”

Ona göre, ilim ve teknikte Batı’ya; manevi ve ahlâki alanlarda ise Şark’a yönelmeliyiz. İlmin evrensel boyutunu şöyle ifade eder:
…”Alınız ilmini garbın, alınız sanatını;
Veriniz hem de mesainize son sür’atını.
Çünkü kabil değil artık yaşamak bunlarsız,
Çünkü milliyeti yok san’atın, ilmin yalnız.”

Asım, Mehmet Akif’in şiir külliyatı Safahat’ın altıncı kitabının adıdır. Manzum hikâye tarzında, konuşma üslubuyla kaleme almıştır. 2615 mısradan oluşur. Bu eserde hayal ettiği Müslüman gençliği tüm ayrıntılarıyla idealize ederek bu gençliğe “Asım’ın Nesli” adını vermiştir. Asım’ın Nesli, okuyan, sorgulayan, faziletli, yeniliklere açık ve bilgili bir nesildir. Asım’ın nesli, Kuranı hurafelerden arınmış bir şekilde anlar. Bu anlama statik değil, gelişen bilgiyle yoğrularak dinamik bir karakter arz eder. Bu nesil Kurana sadık, İslam’a gönülden bağlı olmalıdır. Ama Kuran sadece mezarlıklarda ölülere rahmet için ya da fal tutmak için okunmamalıdır:

İbret olmaz bize, her gün okuruz ezber de!
Yoksa bir maksat aranmaz mı bu ayetlerde?

Lafzı muhkem yalnız, anlaşılan, Kuran’ın:
Çünkü kaydında değil hiçbirimiz mananın

Ya açar Nazm-ı Celil’in, bakarız yaprağına;
Yahut üfler geçeriz bir ölünün toprağına.

İnmemiştir hele Kur’an, bunu hakkıyla bilin,
Ne mezarlıkta okunmak, ne de fal bakmak için.

İslam kardeşliğini çok önemseyen Akif’in Müslümanların batıl inanış ve düşüncelerine şiddetle karşı çıkar. Miskinliğini, geri kalmışlığını kadere yükleyenlere çatar:
…” Kadermiş! öyle mi? Hâşâ, bu söz değil doğru
Belanı istedin, Allah da verdi… Doğrusu bu.
Talep nasılsa, tabi netice öyle çıkar.
Çalış dedikçe şeriat, çalışmadın durdun,
Onun hesabına birçok hurâfe uydurdun!
Sonunda bir de tevekkül sokuşturup araya
Zavallı dini çevirdin onunla maskaraya!

Akif’e göre İslam idealini engelleyen iki mühim düşünce akımı vardır: Birincisi ve en önemlisi körü körüne Batı hayranlığı ve din aleyhtarlığıdır. İkincisi ise milliyetçiliktir. Milliyetçilik akımının öncüsü durumunda olan Ziya KÖKALP ile çok farklı kulvarlarda yürüyen Akif’in bu akımla yıldızı asla barışık olmamıştır. Mehmet Akif’in Darulfünundaki (Üniversite) görevinden ayrılmasının asıl nedeni milliyetçilerin baskısıdır. Bütün bunlara rağmen bazı şiirlerinde Ümmetçilik anlamında kullandığı “millet ve ırk“ kavramlarından hareketle Akif’i ırkçılık yapmakla itham etmek; onu toptan reddetmek büyük bir talihsizliktir. Akif’in ırkçılığa/kavmiyetçiliğe ne kadar karşı olduğu şu satırlara iyice bakmak lazım:
…” Hanı milliyetin İslam idi… Kavmiyet ne!
Sarılıp sımsıkı dursaydın a milliyetine.
Arnavutluk ne demek? Var mı şeriatte yeri?
Küfr olur, başka değil, kavmini sürmek ileri!
Arab’ın Türk’e; Lâzın Çerkeze, yahut Kürd’e,
Acem’in Çinliye rüchanı mı varmış? Nerede!
Müslümanlıkta “anasır” mı olurmuş? Ne gezer
Fikr-i kavmiyeti tel’in ediyor peygamber.
En büyük düşmanıdır ruh-i Nebi tefrikanın;
Adı batsın onu İslam’a sokan kaltabanın. (Safahat- Hakkın Sesleri)

İdealist, dindar, sanatkâr, hatip, âlim ve bildiklerini hayatına aynen aktarabilen, dünya edebiyatında bile benzeri olmayan bu bilge adamı hayırla anar; yeni neslin Asım’ın Nesli olmasını temenni ediyoruz. Nur içinde yatsın.

ESERLERİ:

MANZUM ESERLERİ
1-Safahat Dışında Kalan Şiirler
2-Safahat ( Yedi Ayrı Kitaptan Oluşur.)
a- Safahat
b- Süleymaniye Kürsüsünde
c- Hakkın Sesleri
d- Fatih Kürsüsünde
e- Hatıralar
f- Asım
g- Gölgeler
MENSUR ESERLERİ
1- Tefsirler
2- Vaazlar
3- Makaleler
4- Tercümeler
5- Mektuplar
6- Diğer Yazılar

KAYNAKÇA:

1- Mehmet Akif ERSOY: Safahat 2 Cilt. Yayınları
2- İhsan IŞIK: Yazarlar Sözlüğü. Risale Yayınları
3- M. Ertuğrul DÜZDAĞ: M. Akif ERSOY. Kaynak Yayınları
4- Prof. Dr. Orhan Okay: Mehmet Akif
5- Yrd. Doç. Hüseyin TUNCER: Meşrutiyet Devri Türk Edebiyatı.
6- Yrd. Doç. Hüseyin TUNCER: Edebiyat Araştırma Ve İncelemeleri. Akademik Kitabevi
7- Ana Britannica: M. Akif ERSOY. Cilt 6.


Muhammed Aheng
Kayıt Tarihi : 18.10.2018 13:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Muhammed Aheng