'Büyük yeteneklerin, dehaların, imkânlı toplumlarda ve bu imkânı ona hasredecek çevrelerde ortaya çıkması mutlu bir rastlayış, daha doğrusu ilahi bir lütuftur. Bundan mahrum olan yeteneğin, dehanın hiç bir şey yaşamayacağını söylemek istemiyorum. Bir şeyler yapacaktır mutlaka. Ama, boyut, hacim ve çap bakımından imkanların yeteneği, dehaya kazandırdığını yitirerek' (s.7) .
'Deha, taştan, topraktan, tabiattan ve toplumun kürek kemiğinden bir şeyler koparan güçtür. Elbet, zaman zaman kendisine dönüp, kendi kendinden de bir şeyler koparacaktır. Her ipta, büyük bir tüketime dayalıdır. Eğer tüketecek bir şey bulamazsa, daha kendi kendini tüketir'(s.9) .
'Tazimattan sonraki akımlar, bazı yazarlarımızın da belirttiği gibi bir takım denemeler, arayışlar ve tekliflerdir. Bu arayışlar ve deneyişler içinde, geçmiş edebiyatımızla bağlantısını tam kurup edebiyatımızı yeniden asıl eksenine oturtan bir akın olmamış ve temelde batı tipinde tek tek şairler gözükmüştür. Abdülhak Hamit, Fikret, Akif, Haşim, Yahya Kemal, Necip Fazıl gibi. Yeni edebiyatımız, kesik kesik günümüze kadar gelmiş, fakat henüz bütünüyle kendisini bulup geçmişle tam bağlantısını kurup, sağlıklı ve uzun ömürlü yeni hayatına kavuşamamıştır'(s.l2) .
'Osmanlıca diye bir dil yoktur, sadece ve sadece Türkçe vardır. Osmanlı dönemi, Türkçe'nin en zengin bir kültür ve medeniyet dili haline geldiği bir dönemdir' (s. 14) .
'Türkçeyi, Rumca ve Farsça arasında ezilip boğulmaktan kurtaran, atalarımız olmuştur' (s.15) .
'Millet, aynı ideale sahip insanların meydana getirdiği toplumdur' (s. 16) .
'Düşünür, bir cephenin fanatiği, partizanı olarak hareket etmişse o zaman beklenen fayda zarara dönüşmüş demektir' (s.19) .
'Osmanlı gerçeği aslında İslâm medeniyeti gerçeğidir. Ondan ayrı olarak düşünülemez. Osmanlı medeniyeti, İslâm medeniyetinin bir varyasyonudur. Ama her varyasyon gibi onun da kendine mahsus bazı tarafları vardır' (s.21) .
'Düşünür, daha soğukkanlı olmak ve mümkün olduğu kadar heyecanlarını zaptetmek zorundadır' (s.21) .
'Yahya Kemal'den sonraki şairler, onu ne kadar yıkmağa çalışmış olurlarsa olsunlar, onu ne kadar inkâr etmiş olurlarsa olsunlar, itiraf etmeleri mümkün olmasa da, O'ndan yararlanmışlardır. O'nun şiirini göz önünde tutmuşlardır. Fakat gerçek şudur ki, ne Yahya Kemal eski Türk şiirinin devamı olabilmiş, ne kendinden sonrakiler Yahya Kemal'in devamı olmuşlardır' (s.22) .
'Kaderin hamleleri tedricidir' (s.22) .
'Bence sanat eseri, öyle bir varlık yaratır ki, bir açıdan insanı metafizik yüksek fırınlarına sokup çıkarırlarken, öte yandan, tek başına bulutsuz ve sakin, zeytin dalı, çam kokusu ve güvercin dolu yaz göklerinde, yüksek heyecanlarda dolaştırır' (s.37) .
'Cephedeki bir adamın dikkati gibidir şair dikkati Akif'te' (s.50) .
'Akif gibi halkın yoksulluğunu halktan bir kişi olarak da yüreğinden duyan bir şair değildir Nazım Hikmet. Halkın derdi ve bu derdin gerçek kaynağı onu ilgilendirmez. O hep kendi doktrinini sayıklayıcısıdır. Bu bakımdan Türk toplumunun ideasına o da yabancıdır. Akif'in sıcaklığını, içtenliğini, yediliğini bulma imkânı yoktur Nazım Hikmet'te' (8.51) .
'Necip Fazıl'in şiiri ve düşüncesi, çıkışında, doğrudan doğruya insanın, hakikati arama, güzelin, iyi ve doğrunun en taze özlerini ve perspektiflerini (ben) 'in en mahrem varoluş kaygısıyla karşılaştırma atılımından doğmuştur' (s.53) .
'Zaman, bir sürekli ıstırabın şuurudur' (s.53) .
'Şiirin aktüel kaygısını, sosyal görevini Akif'ten aldığımız ilhamla, tarihe ve geleneğe dayanan yanını Yahya Kemal şiirinin örnek tutumunun dersiyle, hakikat ve varoluş, hayat ve ölüm, zaman ve ebedilik temalarını gıda edinmiş ruhun yeryüzüne çektiği çizgiyi Necip Fazıl'ın şiirinden izleyerek yenileyebiliriz edebiyat yapımızı' (s.54) .
'Mavera perdelerinin gerisinde, ebedi, ezeli gerçek olan Allah, 'ben'in kurtuluşunun da anahtarıdır. 'Ben'de ancak Allah'ın varlığını idrak, O'nun varlığıyla ilgi halinde olmakla ebedileşecektir. Ruhun sırrı çözülmüştür. Böylece bu çözümüyle de Necip Fazıl, baştan beri karşılaştırmalı olarak üzerinde durduğumuz şairlerden ayrılmaktadır' (s.69) .
'Necip Fazıl'da din, varılan doruk olmuş, oradan iniş ise artık şiirin sırf poetik alanında kalmamış, bir yandan eylemin, öte yandan ülkücü yazarlığın silahlarını da kuşanmıştır' (s.70) .
'İlk bakışta insanla eşyanın, benle dış dünyanın en çok hemhal olduğu intibaını veren 'Kaldırımlar' şiiri de, gerçekte, 'ben'in dışa uzayarak, adeta kendisini sınırlayan şartları aşmak istemesinin büyük çilesini dile getirmektedir. ' (s.73) .
'Necip Fazıl, 'Kaldırımlar'da insanın, bu evren karanlığında, mutlak gerçeğe ulaşma çabasını anlatmaktadır' (s.75) .
'Deha, çağı aşan espri doğarken halkın ruhunda geçmişi ve geleceği araya araya bulur' (s.85) .
'Yunus Emre, toplumumuzun yeni ve büyük bir hamlesinin başlangıcında, duyarlıkların keskin bir saflık kazandığı bir dönemde doğan ve bu halk ruhundan aldığı itilamla toplumun en derin, en zengin ve en doğal şiir dünyasını yüklenip gelen veli bir şairdir' (s.86) .
'Halk şiiri motiflerinden eşyanın ötesinde bekleyen mesaja giden ve ondan yeniden topluma dönen Necip Fazıl şiiri, uygarlığından soyulmuş bir toplum için, uzun vadede yeni bir kurtuluş umudunun kaybolmadığını, eşyanın ezildiği yerden mistik, tarihin koptuğu yerden metafizik kurtuluş çizgilerinin fışkırdığı ruhun uyanışı şiiri oluyor' (s.89) .
Sezai Karakoç, Edebiyat Yazıları, Diriliş Yayınları, İstanbul 1986
Durdu ŞahinKayıt Tarihi : 17.9.2007 15:23:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!