Kadın albatros bana erkeğini anlattı
onu seçmek için epey zaman harcamıştı
albatros eşini seçmek için onu sınavlardan geçirir;
kolay değildir kadın albatrosu döllenmeye ikna etmesi
kadın albatros erkeğinden söz almalı
bir kuş başına gelecekleri bilmeli değil mi?
Erkekler birçok kez gider. Kadınlar bir kez...
Sözler erkeklerin ağzından çabucak çıkar, beklemeden.
Kadınlar, bekleyip içlerini ezip ezip bir tek kez söyler:
"Bitti! "
Bir kadın bir adamı gerçekten bittiğinde terk eder. Sonra ne söylesen nehir akmaz geri doğru. Nehirler geri akıtılıyorsa...
Hiç gerçekten konuşulmaz artık.
Söylemiştim oysa; ben gürültüde kalıcı değilim.
Yeniden bir ayrıkotu bulmalıyım içimde.
Yoksa kendimi iyiden iyiye kalabalıktan biri sanabilirim.
Göçe yetişememiş bir kuş kadar üşüyor sağ elim.
Oysa büyük yüzölçümlü cümleler kurmak için
Meral için...
Yazmam böyle şeyleri. Özel meseleler bunlar. Ama sanırım bu kez kayda geçmeli. Niye? Anlatacağım.
Sabah sekizdi galiba, belki daha erken. Uyuyorum. Telefon çalıyor, telefonda bir kadın hüngür hüngür ağlıyor:
Yaşlanma, gitme korkusuyla başlar... 'Bırakıp gidebilenler' ise hayatta, 1-0 önde koşar...
İhtiyarlamak azizim, gitmek korkusuyla başlar. İçine bir şüphe düşüyorsa kapıyı çarpıp çıkacakken, duraksıyorsan, işte tam o an, yaşlanır insan...
Yeni bir başlangıç yapmak için üstat, önce boşlukta durabilmesin. Boşlukta "kalmaktan" kortuğun zaman, işte tam o an, bir daha yeni bir şeye başlayamayacak kadar ihtiyarlar, çökersin.
İnsan, sevgili arkadaş, zaman içinde yaşlanmaz aslında. Bir ikindi, zamanın nasıl da geçtiğini düşündüğünde, düşündüğü bütün o zamanların yükü üzerine bindiğinde ihtiyarlar. Tam o ikindi gitmeye karar verirse, şöyle yeniden "Ne yapmalı? " yaylasına çıkıverirse dirilir yeniden. Bağlantısızlığın yaylalarında iyi, sağlam, canlandıran bir rüzgâr eser. O rüzgâra çıkmazsan eğer, yeni bir şey olmaz. İhtiyarlamak, yeni bir hayat fikriyle, yayla rüzgârından üşüdüğün zaman başlar...
Aşk iki kişi arasında asla eşitlenmeyendir...
Gözün başkalarını da görüyorsa sevdiğini sevmiyor musundur artık?
Birini sevmek topyekûn kapattırır mı "dükkânı"? Kepenklerin inmeli midir, elenmiş un varsa elek asılmalı mıdır duvara?
İnsan güzel adamları ve güzel kadınları "görüyorsa" hâlâ, hâlâ "bakıyorsa", aklından "Acaba? " diye geçiyorsa, aslında o kadar da dolu değil midir içi?
Bir boşluk mu vardır aslında? Ondan mı yani mesela?
Dün, tam öğle üstüydü, Yenikapı feribot gişelerinde iki genç kadın konuşuyordu. Kadınların saçlarından vapurlar geçip gidiyor, kadınlar kendi saçlarına takılıp hep gişede kalıyordu. Biri diğerine dönüyordu aniden, bir cümleyi tam ortasından kuruyordu:
"Okumadıysan 'Ben sana mecburum'u oku."
Sonra genç kadın, firketeden kurtulan saçlarını topluyordu hamarat bir hızla, biletleri kesiyordu. Dün bir bilet gişesinde, düğünleri için çeyiz biriktiren iki kız, geçip giden bir gün gibi, Attilâ İlhan'ı anıyordu.
"BİZDEN bir ya da iki önceki kuşak bizim kadar çok 'son' görmedi. İlişkilerde bizim kadar çok son yaşamadılar. İşlerine bizim kadar hızlı son verilmedi, bizim kadar yeniden başlamak zorunda kalmadılar. Her son, yas demektir. Sonlandırdığınız şeyle ilgili ne kadar az şey hissederseniz hissedin bu, böyledir. Dolayısıyla bizler mutluluğun peşinden koşan ve aslında neredeyse aralıksız yas tutan bir kuşağız. Sevgililerin, arkadaşların, işlerin, evlerin, mahallelerin yani terk ettiğimiz her şeyin yasıyla doluyuz. Düşünün, anneannenizi düşünün..."
Böyle bitirmiştim "Aldatılmış Kuşak" yazımı. Mutluluk diye, ne olduğunu bilmediğimiz bir şeyin peşinden koşmaya esir edilmiş bir kuşak olarak aslında "Sonlar Kuşağı" olarak adlandırılmamız gerektiğini söylemiştim. Oradan devamla...
'SORUN SENDE DEĞİL...'
Ne kadar söylerse söylesin, istersen bin kere "Sorun sende değil, bende" desin, her ilişkinin sonu bir beceriksizlik yasıdır. İstersen kendin terk et. İstersen umurunda olmasın terk ettiğin sevgili... Yine de işte. Becerilememiş bir ilişkinin cesedi vardır ortada. Yürüyüp giderken sırtına eklenecek, giderek ağırlaşacak bir ölü daha. Her yeni ölüde, bir ikindi vakti, yalnız başına oturduğunda yapacağın toplu sayıma dahil edilecek biri daha. Ne çok ihtiyarlar insan o ikindi geldiğinde.
Düşün anneannen kaç kere terk edildi, kaç kere terk etti? Sırtında, senin sırtındaki kadar çok ölü olmadığı için belki ikindi olunca aklına börek yapmak gelebildi.
Bu şaire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!