Uzun yıllara yayılan bir türlü yazamadığım, yazdıkça o anlara gittiğim ”E Tipi Hilton” 5 nolu Diyarbakır cezaevini anlatan kitabım Kasım 2012 itibariyle Peri yayınlarından çıktı.
Yazdığım her sayfanın geceye yansıması kâbuslarla uyanmam oldu. İnsanlık dışı vahşet uygulamalar, işkenceler ve yanı başımızda yitip giden canlar…
Her cümlede o ana dönüp tekrar, tekrar yaşamak… Neydi bu kadar zulüme karşı bizi dimdik ayakta tutan güç…
“Umutlarımız ve hayallerimiz”
Yaktığımız devrimci ışık hiç sönmedi, sönmeyecek. Bize bizlere bu zulmü reva gören 12 Eylül darbecilerden tarih elbet bir gün hesap soracak
Nefes aldıkça kalemim hiç susmayacak….
Diyarbakır zindanını ve cehennemini anlatmak ve yazmak çok zor bir olaydır. Yazarken yeniden o günleri yaşamak ayrı bir işkencedir ama yazılması gerektiğine inanıyorum. Kendimle yüzleşmek, kendi kaldığım koğuşu ve yaşadığım koşulları yazmayı bir insanlık görevi olarak görüyorum. Bu cezaevinin her saniyesi, her dakikası, her saati, her günü, her gecesi ayrı bir cehennem, ayrı bir azaptı. Bu cehennemde yaşayan ölen, öldürülen her insan benim yüreğimde kahramandır. Çünkü burada yaşamak bu işkence ve zulüm tezgâhlarından geçmek bile başlı başına bir kahramanlıktır. 5 No’lu zindanı sanki bu dünyada bir yer değildi. Bizleri ayrı bir dünyaya götürmüşlerdi. Bu dünyada zulüm vardı, işkence vardı.
Bu dünyada zaman zulümden yanaydı ve bu dünyanın iktidarı olduğunu söyleyen Yüzbaşı Esat Oktay Yıldıran tarihteki zulümkar Dehak gibi her sabah kanla beslenirdi. Kan içtikçe daha çok kudururdu. Kuduz köpeği gibi gözleri kan kıpkırmızı olur, her gün daha çok kan isterdi. Kendisi bu zindanın Allah’ı olduğunu söyler, burada hiçbir insanın onun emirlerine uymadan, itaat etmeden, kurallarına uymadan yaşayamayacağını söylerdi. “Askeri okulumda bir sinek bile direnemez! Ne derdiniz olursa olsun bana gelin, ben Mevlana’yım. Ben istersem affederim. Gelin bu bölücü ve yıkıcıların dünyasını başlarına yıkalım, gelin itaat edin. En güzel koğuşlarda yaşatacağım, en güzel yemekleri vereceğim. Yoksa kimse buradan sağ çıkamaz. Mahkeme bıraksa bile ben bırakmam. Ben Kıbrıs savaşında Yunan askerini öldürüp kanını içen adamım! ” derdi
Evet, Esat Oktay Yıldıran böyle derdi. Kan içtiğini hoparlörden bütün cezaevindeki tutuklulara söylerdi. Bu sözleri söyleyen bu vahşeti yapan ve yaptıran biri insan olabilir mi? Diyarbakır zindanı böyle bir Zebani zindancı başının elindeydi. Ortaçağ karanlığındaki gibi astığını asar kestiğini keserdi. O zulüm makinesinin başıydı. İşkence yapmak istemeyen veya az yapan asker gardiyanlarına da işkence yapmaktan zevk alan bir sadistti. Koğuş gardiyanımız hep şunu söylerdi: “Koğuş akıllı durun. Eğer akıllı durmazsanız başta beni oyarlar, ben de sizleri oyarım.” (sayfa 33 ten alıntı.)
İsa TekinKayıt Tarihi : 8.11.2012 12:33:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
12 Eylül 1980 Askeri darbesinde ünlü Diyarbakır 5.nolu Askeri ceza evinde yaşadıklarımı gördüğüm vahşeti anlatmaya çalıştım.ülkemizde bir daha böyle bir vahşetin yaşanmaması için yazdım.bu kitabımı bu Cehenemde yaşamını yitirenlere adadım.tarihe not düşmek adına
öylesine içten soluyorum ki satırları
ne bileyim işte
bu bir bendemi oluyor bilmiyorum
dugusallığım
yazardan daha fazla sanıyorum
kutlarım yürekten yüreğini
TÜM YORUMLAR (2)