uçurumlar arşınladığında
henüz terlememişti bıyığı,
mezarlık duvarlarına tırmananların ele başıydı
gözü ela saçı sarı sevdalar edinirdi diğerleri
ve kitap arkalarına kazırlardı şiirleri
yine ve fakat nedense hep;
uçurum boylarını mesken tutan çocukları
/bekleşirdi her gözü ela saçı sarı..
yara kabuğu soymaya vakti olsaydı
yağardı sebebi malum bir sağanağı
gözlerinin zulası..
sonradan öğrendi ve şaşırdı
çocukların kabristandan geçerken ıslık çalıp gözlerini yumduğunu,
kitap ardı şiirleri yoktu ama rüzgarlardan kafiyeler aşırdı
ve uçurumlar gibi en güzel çiçekleri dibinde bitirirdi sümüklü burnu…
ayaza kesmiş hikayeleri birikmişlerin ellerine ‘hohh! ..’ları vardı,
der(di) ki üşümemeli çocuklar,
ağlamamalı analar,
ayrılmamalı aşıklar,
babasını da anlatırdı muhakkak mezarlığı anlatmasaydı
ve düşünürdü yalnızları, kayan yıldızları,
yarası acıyanları ve acıkanları..
ne de iyi biliyor yokluğu
fark ettirmeden hep bir şeylere sızlayan burnu…
kollarına hazin türküler yazıldı
ayrılığı kazıdı hanesine, tutarsız tutkulara meyilli bir el
gülümsüyordu üzerine çökerken simsiyah dağ
sonunu biliyor gibiydi yüzyıllardan da evvel..
şimdi dilinde garip-gureba bir e l v e d a
yazık ki bu el ve dağda (da) bulamadı meczup, umduğunu
başka bir meçhule gidiyor, çünkü sonu önceden peydahlamış bir aşka girdi burnu…
Kayıt Tarihi : 21.5.2010 00:48:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!