destansı zamanlardan geldik
ömrü kısa hikayelerden geçiyoruz
topraktan yükselen hayatlar düşüyor düşlerimize
acısı çok, acısı yok bir rüyadır suretleri
işte duvarda o fotoğraf
yine bir bedir midir önlerindeki
yürekler ebabil olmuş
gelmiş de çağın ebreheler’i
gözlerinde durmuş
şu boğazın suları ateş midir, kan mıdır
yiğitler toplanmış, mahşer var önlerinde
yoksa bu bir imtihan mıdır
öyle sıyrılmışlar ki ağırlıklarından
kalmamış ufuklarında bir dünya çizgisi
işte budur cihanın gördüğü
işte budur özgürlük yazgısı
kalpler dua olmuş, bedenler kuş tüyü
yürüyüp gelmiş asrın fil orduları
üstlerinde maskeli kartallar
her kıtadan korkak çakallar
bütün değerler ayaklarının altlarında
iğneden ipliğe dünyalıklarıyla
yürüyüp gelmiş yabanıl sürüler
bilmezler, ölüme böyle gidilmez
ekmeksiz, susuz geçilir bu yoldan
bedenler ağırlıktır yürümeye, koşmaya
pusatsız olmak gerek, özgürce buluşmaya
savaş ne karada ne havada ne de sulardaydı
boğaz boğaza iki alem
gündüz düşlerde, gece uykulardaydı
biri arkasına almış ma’sivâyı
birinin önünde günler beş çayı
‘’çanakkale içinde aynalı çarşı’’
büyüyor aynalarda sessizlik
sükût, top ve tüfeğe karşı
bir hayat var ortada, iki ölüm yan yana
bir yüzü ışık, bir yüzü zindan gecenin
ötede sütlü kahve, beride kanlı su
ve bir ipeksi dünya uykusu
ve taş yastıklarda sonsuzluk muştusu
hesap zor, seçim yokluğa denk
ya kurban olacaksın ya bu topraklarda koyun
soyunsun İsmailler, başlıyor oyun
ateş hırsızları, özgürlük simsarları
geldiler, içleri öfkeyle dolu
denizin, göğün mavisi, dalların yaprağı kirlendi
matemi vardı yağmurların
suda balık, gökte kuş zehirlendi
bu savaş asırların, en kirli tezgâhıdır
tozlu sayfaların, yankısı yok ahıdır
ah şu küfür ordusu, medeniyet tortusu
işte son klasiğin: ‘’çanakkale kâbusu’’
kıyamet düşerken o nazlı haritaya
minyatür tuvallerde renk renk olmuş acılar
şu siyah bulutlar ahımız
şu yanan deniz eyvahımızdır
kuşlar bile terk etmiş resimleri
geziyor her karede ruhunu arayan bir nefer
-birinin başı yükseliyor siperlerden
uzanmış, eli ufuklarda-
birinin sırtında dünyanın ağırlığı, gözleri engin sularda
nokta nokta büyüyor sanki bir nuh tufanı
fırçadaki son damla, şehidin sıcak kanı
delidolu, sevdalı çağlarında güneşi çalınmış çocuklardı onlar
yıldızlara döndüler bir sabah
rüzgarı dinmiş bir bayrak
yeniden rüzgar bulsun diye
kalem tutan elleri vardı, gittiler
gittiler, gözlerinden aydınlık akardı
her nefeste özgürlük, kalpleri sanki vatan
başka rüyada ölmek, sanki onlara haram
şimdi hepsi resulden, ötelere davetli
çanakkale mahşerinden, şehitlik icazetli
miş’li geçmiş zaman hikâyeleri, kurmaca metinler
anlatabilir mi mükellef sofralara sizi
konuşabilse bir çift çarık, bir bakır tas söyler en doğru sözü
olursa bu olur yaşanmışların özü
geçiyor bir sakanın su dolu testisi önlerinden
ana yemek, yokluk ve hüzün
belki yanında bir avuç kuru üzüm
maddeye mahkûm, tenekeye tahakküm
konuşsun roman çağının geveze filozofları
öylesine sonsuz ki çanakkale ruhu
toprağa dost, tarihe sırdaş olmuş
ölmeyecek
bir eşi bedir’de, bir eşi yarınlarda
al bayrağın hilâlinde, yıldızında
ve onunla beraber yerin, göğün yıldızlarında
sonsuza dek sönmeyecek
gittiniz, gittiniz
iki cihanın eşsiz kahramanları
yere düşürmediğiniz bayrak
şimdi omuzlarımızdan yükselir
bir bayrak değildir gökleri delen
hilalin gölgesinde, bu vatan yükselir
mâziden atiye alınan her nefeste
şahadet dilinden, ezanlar yükselir
ve o destanla göndere, bir bayrak yükselir
Sebahattin Günday
Kayıt Tarihi : 17.5.2021 19:03:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!