Yine karanlıktı odası. Yaklaşık altı aydır giderek artan zaman ile karalıkta oturuyordu. Karanlıkta ışık arıyordu. Çok korktuğu karanlığa alışmakta istiyordu. Gözleri kimseyi görmüyor. Sesler işitmiyordu. Dokunduğu bir şeyler vardı. Onları da hafızasında kalan görüntülerle şekillendiriyordu. Artık karanlıkta oturma zamanını dört saate çıkarmıştı. Saati kuruyordu ve zaman dolduğunda perdeyi açıyordu elektrik ile.
İlk başladığında sadece 10 dakika dayanabilmişti. Koşmuştu elektriğe. Göğsü daralmış, yalnızlığı had safhaya çıkmıştı. Televizyonu açmış, bir film izlemeye başlamıştı. Evliydi. Bir çocuğu vardı. Projesini eşine anlattığında çok saçma bulmuştu. İşten eve geldiğinde sadece akşamları görüşürken nasıl bir ayrılık olacaktı ki bu… Çocuğu okuyor ve onun desteklenmesi gerekiyordu. Bazı akşam gezmeleri, misafirlerin ağırlanması, alış verişte cabası. Evlilik sorumluk ve sosyal bir müessese idi. Haklıydı da. Fakat ışığını bulmaya ihtiyacı vardı. Bencil miydi? Kesinlikle. Ama bunu gerçekleştirmeden de geleceğini düşünemiyordu ki… arayıp bulamasa mutsuz da olacaktı. En azından gecenin bir bölümünde gerçekleştirebilmek için anlaşmışlardı. Her gün gece saat üç gibi kalkacaktı bu seanslarına.
Başlangıçta karanlığın içinde geçmişini seyrediyordu. Gözünde yaşadıkları ve iyi-kötü yaptıkları net bir şekilde canlanıyordu. Karanlıkta film seyreder gibiydi adeta. Karanlık sanki yaşadığı görüntülerle gündüz gibi bir perdeden yansıyordu gözlerine. Bazen gülüyor bazen ağlıyordu. Her gece artan kalış süreleri bu görüntüleri değiştirmiyordu. Hatıraları da aslında çok net değildi. Zamanla bu görüntüleri karanlık doldurmaya başlamıştı. Artık sinema sona ermeye başlamıştı. Kulaklarında umutsuzluk, sessizliğin içinde perişan etmeye başlamıştı. Bir şeyleri duymaya, bir şeyleri görmeye öylesi can atıyordu ama olmuyordu.
Artık karanlığa alışmıştı. Fakat hala onun içinde saklanmış ışığı arıyordu. Ahmet Yesevi’nin ışığını, Yunus Emre’nin sabrıyla, Mevlana’nın kızıl ötesi boyutlarında gezerek. Birileri gelmeliydi yanına ışığıyla, nefesiyle, canıyla… Öylesi sohbete, itirazsız ve can kulağıyla dinlemeye de ihtiyaç hissediyordu! Sabırla bekliyordu. Dilinden çıkacak, ister istemez bir şeyler mırıldanmalıydı. Varlığını anlaması için. Kendi sesini dinliyordu. Öğrendiği ne varsa zikirle dolduruyordu karanlığını. Vaktini böylece dolduruyordu. Bazen de düşünüyordu, vaktini doldurmak için mi karanlıkla oyalanıyordu..Kafasında böylesi o kadar çok sorular vardı ki…
Karaçalılar gibi yardan bitme bir çocuk
Çarpık bacaklarıyla -ha düştü, ha düşecek-
Nasıl koşarsa ardından bir devin
O çapkın babamı ben öyle sevdim
Çokda güzel yazıyorsun değerli dost..şevkin daim olsun..bence yazmaya devam et..beğenerek okudum çok güzel..tebriklerimi gönderiyorum..Ufkun YAREN
asıl içimizdeki karanlığa alışmak değilmi bizi aydınlık kılan... ama olmuyor işte insanız ve yırtamıyoruz karanlıkları...
çok güzeldi sürükleyiciydi...
tşkler...
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta