1489 yılında 8. papa İnnokenti büyücülüğü yasaklayan kararname çıkarır. Büyücülüğü tespite ilişkin bir takım klasik sorular hazırlanır. Şüpheliden istenen cevaplar alınana değin, vücudunu geren işkenceler uygulanırdı. 1450 ila 1550 yılları arasında yüzyıllık dönemde, sadece Almanya'da büyük kısmı diri diri yakılarak 100.000 kadar büyücü öldürüldü. Çünkü kötü hava koşullarından dahi büyücüler sorumlu tutuluyorlardı. Buna karşı çıkan birkaç gözü pekler de çare olamayacaklardı.
Nitekim Traves üniversitesi rektörü, Yargıç inanır Flade, pek çok kişiyi mahkûm ettikten sonra dahi, içine bir kuşku düşer. Yani cadılık suçunu itiraf eden insanların, işkencenin baskı ve ağırlığı dolaysı ile suçlamayı üzerlerine alıp kabul etmiş olabileceklerini de düşünür. Bu yerinde bir düşüncedir.
Bu kuşkuyla Yargıç Flade, artık büyücülere ceza vermekte, gönülsüz davranır. Vay sen misin böyle tavır koyan. Zavallı Flade erdeminden ötürü büyücü sayılır ve bu kez büyücülere uygulanan işkence Flade'ye uygulanır. Masum Flade işkenceye dayanamayıp büyücüler gibi suçu üzerine alır. Ve erdemli Flade 1589 yılında önce boğulur, sonra ateşte yakılır.
Luter'in protestanları da katolik tahakkümden aşağı kalmıyordu. O çağlar cadıya inanmamayı dinsizlik sayıyordu. Bu yüzden17. Yüzyılda cadılara ve hayaletlere inanmamak şüpheciliğin(septizmin -acabacılığın) en belirgin özelliği biliniyordu.
Tarihin çıkardığı, köhne inançların dâhilerinden biride; İskoçlu 1. James'tir! Bu düşünce sefili Danimarka'ya bir deniz seferi yapar. Yakalandığı fırtınanın sebebini bulmakta, eşsiz bir deha hayranlığı gösterir! Suçlu Dr. Fian'dır. Ha keza buna inanacak kadar yönetici ve güya aklı yeter dangalakların işbirliği ile suçlanır ve Dr Fian İşkenceye alınır. Zavallıya; Leith sahillerine çıkan ve İskandinavya'dan da gelen cadılarla birlikte bu fırtınanın müsebbiplerinden biri olduğunu, bir güzel ikrar, ettirilir.
Bu itirafı hemen geri alırsa da, işkence ağırlaşır. Ayak kemikleri birçok yerden kırılır. Yinede itiraf etmemede direnir. 1. James durumu gözlemektedir. Dr Fian'ın tırnaklarını söktürür ve parmak uçlarına iğneler sokulur. O çağın inancına göre “”Şeytan onun içine öyle girmişti ki, daha önce itiraf ettiği suçu sonuna kadar yadsıdı! ”” sonunda da diri diri yakıldı.
Bu olayların binlercesi, Avrupa'nın her yerinde oluyordu. Bazı fikirler vermesi açısından cadı cin meselesini bu kadarla yetinmek en iyisi.
1775 Massachuset eyalet depreminin sebebini kilise, Franklin'in sivri uçlu demirinden (paratonerinden) dolayı olduğu söylenecekti. “”Tanrı'nın gücünün elinde kurtuluş yok”” diye galeyan yapsa da, sivri uçlu demirler çatılarda boy atıyordu. Hâlbuki bundan dolayı da deprem daha sık görülmüyordu!
Orta çağ boyunca süren hastalıklardan kurtulma kör taassubunda kurtulmanın yolu, anatomi ve fizyoloji bilmekten geçerdi. Buda kadavraları insan vücudunu kesip biçmekti. Ne var ki Hıristiyanlık buna müsaade etmezdi. Çünkü bütün insanlığın kurtuluşu için, bir kez kuzu İsa kanını akıtıp, acı çekip kurban olmuştu. Artık kesme ve kan olmamalıydı. Mantık buydu. Savaşta öldürürdünüz, cadıları kesip biçerdiniz, ama amaç fenomeni incelemek olunca, olamazdı!
İmparator 5. Charles'ın hekimi Vasalius konumu gereği kovuşturulmaktan kurtulma pahasına bu alanda çalışmalar yapar. Kilise; insanın vücudunda çürümeyen bir kemik sayesinde yeniden dirildiğini söylemekle demlenirken,
Vasalius insan vücudunda böyle bir şeye rastlamadığını söyleyerek şimşekleri üzerine çekti. Fraklin de yoktu ki paratoneri koştura... Yıldırım düşecekti.
Bir punduna getirilerek, bir kadavra kalbinin neşter altında canlılık gösterdiği iddiası ile Vasillius engizisyona verildi. Kralın devreye girmesi ile kutsal topraklara yapacağı bir gezi ile hacı olup, günahlardan arınacağına hüküm olundu.
Fizyolojiyi ilk kez Harvey (1578-1657) ile bilimsel temele oturtuldu. İspanyol üniversiteleri 18. yüzyılın sonuna değin kan dolaşımını kabul etmeyecekti.
Çiçek hastalığına karşı geliştirilen aşı, kilisenin hışmını galeyana getirecekti. Ne demekti bu; Bu resmen “”Tanrı'nın cezasından kaçmak”” sapıklığı idi. Sanki bu olanların tümü kiliseyi çılgına çevirmek içindi. Kilisenin bir delilenmesi yatışmadan daha, diğeri patlak veriyordu. Üstelikte: “”Eyüp'ün çıbanları da şeytanın yaptığı aşı yüzünden meydana gelmişti. Kilise derhal manifesto yayınlanırsa da, hastaların hastalıktan korunma duygusu göz korkutmadan daha ağır basacaktı. Kilise hep yara alacaktı.
Ama mücadele sürecekti. Kilise çiçek aşısını; ””Göklere ve tanrı yasasına karşı geliş”” olarak bangır bangır bağıracaktı. Kembiriç (Cambridge) üniversitesinde aşı aleyhine çalışmalar (vaazlar) yürütülecekti. 1885 de Montrealde çiçek kör salgını baş gösterdi, Kilise desteği ile halk aşı olmaktan kaçındı. Burada bile cehalet, dünyanın her hangi bir yerinden daha farklı bir şey değildi. Bu salgında tanrı'nın bir laneti, günahkârlarında, günahlarının kefareti idi. Hem de bir yıl önceki karnavalda, tıka basa yenilip içilmesi ile Tanrı gücendirilmişti!
1847 yılı kiliseyi bir hayli köpürtecekti. İncil Hava'ya “”çocuğunu acı çekerek doğuracaksın”” demişti. Simpson denen bir zındık! Kadınların çocuk doğumları esnasında anestezi (uyuşturucu) kullanmasını öneriyordu! Adeta, sapıklık sanki kiliseyi hedef almıştı! Yoksa bu sakatlık kilisenin (dinin) her şeyi kuşatma heves ve böbürlenmesin bir sonucu olma sındı?
Simpson, önce erkeğin kloroform kullanmasında sakınca yok diye ortamı yumuşattı. Kilisenin memnun olacağı bir örnekle açıklama yoluna gitti. Sonrada Tanrının erkeği uyutup (uyuşturup) kemiğinde kadını yarattığını kiliseye sufle ettirdi.
Oysa dinin bilime karışması bugünde tartışma alanından çıkmış değildir. Daha geçenlerde din ayet dövme yaptırmanın bir günah olduğunu bunun “”Tanrı'nın yarattığını beğenmeyip, değiştirmek olduğunu”” söylüyordu. Oysa yüzyıllardır insanlar Tanrı'nın yarattığını beğenmeyip düzeltmek için diyanetin görmezlik müsamahasıyla sünnet oluyorlardı!
Bilim, toplum yaşamının; din halk yaşamının; yani iki ayrı alanın iki ayrı görünümüdür. Toplum olmasa bilim asla olamazdı. Halk yaşamı topluma getirilmediği sürece mesele olmayacaktı. Başlangıcın yaşamında toplum ve halk oluşumu aynı sürecin içinde birbirine ilişkilenip ayrışan iki alan olarak belirmeye başlamıştı. Ancak rönesanstan sonra toplum laikleşerek halk alanın öznelliklerini halkın kendisine bıraktı. Bu bir büyük bir aydınlanma idi. Çoklar karanlıkta olsa da.
Tarihin reformcuları Luther ve Calvin buna karşın bilimin de en azılı yobaz düşmanı olabiliyordular. Luter Kopernikus'u karşısına alıp demediği hakareti sözü, bırakmıyordu. Ha keza Calvin de öyle. Dünya ve Güneş'in nasıl çakılı halde durduğunu söylüyorlardı. Luter Güneşin olduğu yerde durduğunu, Calvin de Dünya’nın olduğu yerde durduğunu söylüyordu ve diyorlardı ki: ”Kopernik'in yetkesini, kim Ruhulküdüs'ün yetkisi üstüne koyabilir? ”” Dünya Güneş etrafında dairesel yörüngede dönüyor diyordu Kopernikus.
Oysa Dünya'nın döndüğünü M.Ö 3. yüzyılda (2300sene önce) yaşayan Samos'lu Aristharkos savunuyordu. Çeşitli gözlemler geliştirmişti. Aristharkos'tan kısa bir süre sonra yaşayacak olan Eratosthanes Dünya boyutlarının nasıl ölçüleceğini bulmuştu.
M.Ö. 130 yılında, Ptolemaius (Batlamyus) Aristharkos'un görüşünü reddetti. Ve o günün hâkim görüşü olan Batlamyusun düşüncesi de kendisinden sonra gelen dinlerinde felsefesi olacaktı. Artık Dünya’ya Ptolemaius’un görüşü egemen olacaktı, ta ki Kopernikus'a dek. Peşinde Kepler elips yörüngede Dünya'nın güneş etrafında diğer gezegenlerle döndüğünü söylüyordu. Batlamyus'un teorisini çürüten bilim, Batlamyus'u ilahi bilgi diye temel alan İncil ve kiliseyi de ister istemez kendiliğinden hedefe almış oluyordu. Kilise kendi kamburunu kendi üslenmişti.
Sürecek
a href='http://www.ozgurlukicin.com' target='_blank'img border='0' alt='Pardus... Özgürlük İçin...' title='Pardus... Özgürlük İçin...' src='http://www.pardus.org.tr/banner/bts01.png'/a
Bayram KayaKayıt Tarihi : 10.2.2009 09:22:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2009/02/10/dusunce-devinimindeki-mutluluklar-21.jpg)
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!