Kardeşleşme önce iki, sonrada birçok şehir devletlerinin hiç bilip tanımadığı bir yeni yaşam ve düzenleniş yükümüne sokmuştu. İç evlilik yasaklanmış. A şehri kızlarını B şehrine eş olarak veriyor, B şehri de kızlarını A şehrine eş olarak veriyordu. Bu eviriliş kan kardeşliği idi. Kardeşleşen toplumlar ittifakı ortaya çıkıyordu. Bugünkü bağlamda bir biyolojik kardeşlik değildi.
B şehrindeki tüm kadınlar, A şehrindeki erkeklerin karıları idiler. Doğal olarakta, A daki tüm kadınlar da B şehrindeki erkeklerin karısı oluyordu. B şehrinde doğan bir çocuk, eğer kız ise, ananın gelin geldiği yere A'ya gönderiliyordu. Yani ana yerli, ana soylu oluyordu. Sütannelikler ve sütanne kardeşlikleri oluşuyordu. Yani A toplumuna aitti. Böyle olunca bu kız artık B şehrine göre bir kadındı. Kendileri ile evlenilebilirdi, yani kendisini doğurtan babanın ve baba yerli erkek kardeşin karısı idi. Eğer doğan çocuk oğlan ise kadının gelin geldiği yerde kalıyordu, yani baba soylu idi. B' toplumunun aidi idi.
A şehrindeki insanlar, B şehrindeki insanlarla da kardeş olmuşlardır. Yani böylece iki şehir kardeşleşmiştir. Bu biyolojik kardeşlik değil, ama çok önemli barışa ve toplumsal evirilmeye atılmış çok büyük bir uygarlaşma adımıdır. A ve B kült şehirleri arasında birbirleri ile kan bağı kurmuş kardeşleşilmiştir. Bu ilişkilenişte, bu düzenlenişte, Ahlaki norm yasalar dayı ile yeğen, hala ile yeğen arasında cinsel ilişkiyi yasklıyordu.
A şehrindeki bir erkek B şehrindeki bir kadınla evlendiği zaman aynı zamanda kardeşi ile (kardeşleştiği, biyolojik olmayan) evlenmiştir. O zamanın kardeş kavramı böyle tanımlanıyordu. Aynı ana babadan doğmak bir kardeşlik değildi. Asla bu günkü kardeşin anlamını bildiğimiz gibi değildi. Toplumun bu ilişki biçimi zamanla da değişecekti elbet. Ama Tevrat'ın sayfalarına da, şimdi bizi şaşırtan bir deyişle geçecekti. İbrahim, kardeşim dediği, kardeşi olan Sara ile evli idi. Bu gayet normal ve ahlaki, o günün süren gelenek ve göreneğine uygun bir davranıştı.
Zaten Dumuzi (Habil) de kız kardeşi olan İnanna ile evlenmişti. Enkindum (kabil) da bir başka kız kardeşi iştar ile evlenmişti. Bu toplumsal dönüşüm ve yeniden yeniden düzen ilişkilenişleri, sözlü geleneğin kökeni olmaktan elbet kurtulamayacaktı.
Toplumsal ilişkilenişe birkaç örnek vermekle yetineceğim elbette bunların yönetim üzerinde inançsal etkileşimleri de olacaktı. Toplumlara bu yansıyışın olumlu olumsuz yön verirliği ve önemi, okurun tarih hafıza bilinci ile doldurulur diye detaya kaçmadan, ayrıntılaşmadan genel olarak belirtildi.
Burada inançların temelindeki bir başka olguyu çok temel bir olguyu, belirtmekte yarar var. İnsan ilk doğduğu süre içinde, belli bir dönemde beyin olgunlaşması doğduğu çevrenin her tür ses, ışık, şekil, renk, ısı, yüzey biçimleri ve tomografik şekiller vs. beyinin anlaması öğrenme ve yorumlaması huzurunu sağlama bakımından alt yapı kategorik kalıpları olmaları bizim öznelliğimiz üzerinde çok etkin izler bırakır. İnsanın anlağı, önce dünya şartlarının, sonrada sosyal ve yer çevre şartlarının sınırlılık damgası ile biçimlenir. Bu nedenle çok bilimsel olay ve olguları anlama güçlüğü çekeriz.
Doğduğumuz yerlerin cazip ve güvenli, gurbetinde tedirgin eden bizi özleten nedeni budur.
İşte bir yaşam çevre ve ilişkileniş biçimine duyulan huzursuzluğun ve gösterilen dirençlerin temelinde bu gelişmede vardır. Bir ilişki düzenine doğuyor, onu içsiniyorsunuz. Beyin o dokularla kısmen kategorize oluyor. Bu bir alışkanlık tır, alışkanlık sizin güven içinde oluşunuzun algısıdır. İlişki biçimini kavramasak da, bizde bir cennet algısı huzuru yaratır. Ve cennetten her kopuş ona dönüşün özlemini bizde tutuşturur, bu nedenle değişmeye direnç gösteririz. Eskiye vefa ve saygılama ile yönelen bir bağımız, bağ duygumuz gelişir. Ve dayanılmazlaşır. Gurbette sılaya ve sılanın ilişki biçimine özlemimiz oluşur.
Bu bağ duygusu: bizde, din bağ duygusunun, kutsamanın, sılanın yerinin; Hiçbir zaman doldurulmaz ve tartışılmaz ve dokunulmaz oluşunun, bizdeki ön hazırlığıdır. Zaten bu duygu bizde, cenin iken tek duyulan ses anne kalp ritminin güvencesinde oluşuna (cennetine) , ana kucağına, özlemimizi de ortaya kor. Anne kucağında susuşumuz, bu ritmin marifetidir.
Bu tür inanmalar, kişilerin ve halkın erincini sağlıyordu. Günün hay huy stres ve yalnızlık kaygılarından oluşan duygularını, iç huzurunu, gerilimini indirgiyordu. Tüm belirsizlikleri olumsuzlukları, nötralize ediyordu.
İnançların dirençleri saygılanan kişi, Ya da kişilerin ufukları ile ilgili idi. Bir fetiş anlayış toplumla çelişir olsa bile, diğer fetiş yorumlar tam aksi olabiliyordu. Çok inanlı olup, çok katı yaptırımı var olan, sert ve vahşi ibadetlerine rağmen, bazı kültlerin toplumsal yönetime etkisi genelde olumlu olabiliyordu. Ortamda çok düşünlü anlayışlar egemendi.
Eski çağ toplumlarından M.S. 18. yüzyıla değin, tam olarak nesnelin yasallığının ortaya konamamış olması, inanca ilişkin yasallıkların eksen olduğu toplumsal döngülerin o çağ içindeki ihtiyacını dinler, Ya da dinsel anlatımlar sağlıyordu. Halka ait bire bir ve toplumlara ait anlaşmaların eksenini bu buyuran din gücü ve Yüce Tanrı fikri sağlıyordu. Buyuran güç emri ile topluluklar arası anlaşma ve düzenlenme yönleniyordu. Tabii ki sezemediği ama kendisini duyuran nesnel ilişkinin imlemesi burada da etkin olup, kendini; sanki o şekil bir kutsal söz, ilah sözü gibi zorlatıyor, dayatıyordu.
İkinci olaraktan da, monoteist din dediğimiz anlayışlar, henüz ortalıkta yoktur. Daha bu anlayışın yerinde yeller esmektedir. Çünkü sürece, toplumsal gelişme ve erinçsel inanç anlayışı, bu evrimle içine girmemiştir. Toplum uzun süren komün yaşamını sürmektedir.
Monoteist anlayışların ortaya çıkması için, toplumun çok büyük bir aşama ve ilk toplumsal kırılma olan devrimsel süreçler yaşaması lazımdı. Bunun için köleci düzenin doğması gerekliydi. Çok büyük bir toplumsal tedirginlik ve çalkantılar şaşkınlıklar yaşanmalıydı.
İşte toplumsal gelişme, ezen ezilen çelişkisini iyice ortaya koymalı; mutlular mutsuzlar ayrışmalı, özgürler, köleler ortaya çıkıp, bir toplum bunalımı yaşanmalıydı. Bu KÖLECİ DÜZENDİ. Burada birliği, düzeni ancak düzenin içindeki sınıfsal ittifaklar sağlayacaktı.
Artık toplumlar arası birleşen ittifakların yerini, ittifak içi toplumsal eşitsizliğin yarattığı sınıflar arası ittifaklar sağlayacaktı. Ama düşünce gelişmesinin köküne de darı ekecekti. Köleci düzenin topluma getireceği ön görülemez, ahlaki ve erdemsel çelişkiler yaşanacak ki, ona uygun yorum ve tepki cevaplar oluşa bilsindi.
Değilse her şeyin bölüşüldüğü, dilenci ve yoksulunun olmadığı, bilinmediği komün düzeninde, sadaka verme fikrini icat edebilmek olanaksızdır. Eski toplumda sadaka bir kurbanın veya sunu bir adağın, sunulmasındaki gecikmeyi ifade eden sadugu idi. Köleci düzenle bu anlayış, sadakaya dönüşecekti. Artık tek bir şey gerekliydi monoteizm. Zaten çağların gelişimi bunu hazır etmiş, iç dış ittifakları ortaya çıkmıştı.
Ne zaman köleci düzen tarih sahnesinde görülmeye başlandı. Sistemin üst yapısı, bu alt yapıyı yansıtan düzenlemeyi getirecekti. İnsanlar Tek Tanrı'nın kulu (kölesi) idi. Oysa Komün toplumda köle (kul) yoktu. Toplumun yeni gelişmesi köleyi icat etmişti. Üst yapı; hukuk ve din artık köle kavramını işleyecekti. Toplumda hukuk ve din; hep köle, sadaka, rızık, kavramları ile yatıp; yine, rıza gösterme, boyun eğme, kanaatkâr olma, teslimiyet, tevekkül gibi köleci düzene, ne hizmet edecekse onlarla kalkacaktılar. Katı monoteist anlayışların; değişmez, karşı çıkılamaz, önerme verilemez, tartışılamaz, sadece inanılır, razılık gösterilir, kuralları vardı.
Karşı gelmek, aksini önermek; Tanrı'yı yadsımak ve dinden çıkmaktı. Çünkü esas olan imandı. Tanrı başlangıçta sözü söylemişti. Şimdi söz kaza oluyordu. Bunun değişmesini değil söylemek, akılda geçirmek bile küfür ve kâfirlikti. Rıza gösteren kullar (köleler) cennete gideceklerdi. Bu dünya sınav ve katlanma yeri idi. Kaderine katlandın mı, Şuna şuna inandın mı kurtulup gidecektin. İşte monoteist dinler böyle bir KURTULUŞÇU DİN anlayışını ortaya koyuyorlardı. Kurtulmak için, söylenene inanacaksın ve onu harfiyen yapacaksın. O zaman kurtulacaktın. Hoş görü bitmişti. Yönetene (kul sahiplerine) harfiyen uyacaktın. Söz babadan geliyordu? Bu göğün saltanatıydı!
Sürecek
a href='http://www.ozgurlukicin.com' target='_blank'img border='0' alt='Pardus... Özgürlük İçin...' title='Pardus... Özgürlük İçin...' src='http://www.pardus.org.tr/banner/bts01.png'/a
Bayram KayaKayıt Tarihi : 7.2.2009 10:27:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

TÜM YORUMLAR (1)