Bu hal Tevrat inanırları ile başlamıştır. Bir pagan Sezar iken Konstantin, iktidar olunca güya Hıristiyan birliğini, imparatorluk birliğine çevirmek için, dini toplumsal yaşamın temeline yerleştirdi. İktidar oluşla monoteist anlayış zulmü zirveye taşıdı. Bir kere, erkin gücü, kilise ile imparator arasında paylaşılamadığından, ilk önce, birlik buralardaki çatışmalardan dolayı da sağlanamıyordu.
Başlangıçta pagan Ya da payen Roma'nın, Hıristiyanlara bakışı şöyle idi: Hıristiyanlığa tahammülsüz, hoşgörüsüz, olmalarından ve tek kurtuluşçu anlayışın kendileri olmaları vs. hesabı ile Hıristiyanlara, (dinsizlik aşılıyorlar diye) işkence ve zulüm yaptılar. Konstantin’le birlikte iktidar olan Hıristiyanlık, iktidara geçince payenlere zulüm ve işkence uyguladılar. Adeta tam bir hoşgörüsüzlük abidesi sergilendi. Kendisini mutlak kurtuluşçu din ilan eden Hıristiyanlık, rakipleri öldürerek düşünmekten kurtarıyordu!
Hoşgörüsüzlük bununla kalsa iyi! Ortodokslar sapkınlara zulüm ederlerdi. Alev alev odun yığınları üstünde kadın erkek yakılırdı. Yakılan sapkınlık aslında özgür düşünce idi. Farklı inançtan müminlerle ve aynı inançtan olupta, farklı düşünen müminler, kişisel fikirler yakılıyordu. Nasıl Hıristiyanlığa inanmak özgür düşünce ise, inanmamakta özgür düşünce idi. Ama monoteist anlayış insanları yakıyordu. Hem de kendi mümkünlüğünü sağlamaya muktedir Tanrı adına!
Katolikler de Protestanları yakıyordu. Bu son iki olay, ilki ortodoksların güya sapkınları! Yakması; katolik ve Protestanların da, bir birini yakması, monoteist anlayışların doğal olarak ikileşip çoklaşması, plürallaşmasıdır. Kendi kendinin, mümin evlatlarını yemesidir. Hoş evladı olmayan anlayışları da, yemesi gerekmiyordu ya...
Her dönemin moderinite akım ve düşünceleri, bir makul seviye ile hoş görü edilerek, moda akım olarak esmeye ve akmaya başlar. Bu modern akımlar (Hıristiyanlık) iyice yer tutunca hantal olur. Hantallaşmaya karşı direnç ve kopuşlar başlar. Böylece hantal zemin haklı olamayınca haksız olacak; kendi zemininde yükselen, yeni akımlar nedeni ile zalim ve zulüm eden olacaktır.
M.S. 312'de İmparator Konstantin'in müsamahası ile yaygınlaşan Hıristiyanlık; 1054'lere gelindiğinde hayli eskimişti. Düşünce gerilemiş, kendisi tutuculaşmış, hoşgörü literatürde adeta silinmişti. Şiddet ve kendisini cebren ortaya koyuş vardı. Örneğin kilisenin, papazın yanılmaz oluşu, rahiplerin evlenemez oluşu gibi birçok sebeplerle mevcut kilise (katolik anlayış) eskimişti. Eski olduğu için yeni (Protestanlık-ortodokslar) vardı.
Artık 1054 ten itibaren bir birini aforoz eden doğu (ortodoks) ve batı (katolik) kiliseler birliği vardır. 1500'lerde buna yenileri eklenecekti.
Tabi bu olanların temelinde, yönetir olma gücü, yönetimlerin de üstünde olan, ekonominin gücüne göre de bir yönlendirilişti bu. Dolaysıyla egemenliğin paylaştırılması idi. Tabanda ise; müminlerin aşkı vardı! Tanrı aşkı, sapıklara karşı Tanrı rızası için ve Tanrı'nın yanında savaşma aşkı! Gibi soyut, tamamen korkutulmaya dayalı bilinçsizlikti. Bilinçsizce oluşan inandırılmışlıklar; mümin insanların, samimi ama bağnaz tutumu olup çıkmakta idi. Hâlbuki bunun açık okunması ise, kilisenin sömürüsüne mürit olmaktan başka bir şey değildi. Bunu gören Luther incilin (okunup anlaşılsın diye, kilise egemenliği karşı) , çevirisini yaptıracaktı.
1215 yılında İngiliz kralı John ve 3.papa ve baronlar arasında bir anlaşma gerçeklenir. İmzalı bu sözleşme, anayasal hukuk ve insanlık hakları bağlamında, temel sayılabilir bir belgedir. Kral; halk ve din adamları adına, bazı yetkilerinden vaz geçiyordu. En önemlisi kralın sözü ve yetkileri yasaların üstünde olmayacaktı. Magna Karta sözleşmesiydi bu. Bu, bir kilisenin zaferi olsa da; evirilen insanlığa yetki devri bilinci yansımasıydı sonuçta, ortaya çıkan. Sonra da bu, güçler ayrılığı tutumlu, demokratik anlayışlara biçimlenecekti.
18. yüzyıl sonlarına doğru Fransa'daki toplumsal tedirginliklerde, bir takım insan hakları taslak ve girişimleri ortaya dökülür. Tabidir ki, bu girişimler; herkesçe içsinizmiş ve içlerine sindirilmiş değildir. Örneğin 29 Mart 1790 bildirisindeki “” papalığın herkese, din konusunda istediği gibi düşünme ve düşüncesini serbestçe açıklama”” özgürlüğünü tanımak isteyen ifadelerine karşılık papalık; alabildiğine hırs ve kızgınlıkla, savunma ve saldırıya geçmiştir.
Gergin ve uzun tartışmalar sonunda iyi papazlar (anayasalcı papazlar) ve kötü, kafa tutan anayasa karşıtı ve halk düşmanı ilan edilen papazlar, diye ayrıştırıp dövüştürülen ortam yaratıldı. Ancak bu ortam 1793 de iyi papazın olamayacağı kanaati ile pekişti. Çünkü dendi ki; “”ülkeden yana yemin eden papazlar da en az yeminsiz, yemin etmeyen papazlar kadar ülkeye zararlıdır.”” denmesi ile bu anlayış karar birliği olarak kabul edildi.
Devrimcilerin çoğu dinsiz ve dine karşı idiler. “”Çünkü”” diyorlardı; “” dinde mantık gücüne karşı zorba ve mantığı geriletici, baskılayıcı ve çürütücü bir alışma ve eğitim gerektirme gerçeklendirmesi vardır. Dediler. ”” Doğal ahlakı koymayı; mezarlıkları: “”Ölüm sonsuz bir uykudur”” diyen, sözün yazımı ile donatıp laikleştirmişlerdi. Bu yazım ve anlayışı Paris komününe kabul ettirirler. Ama konvansiyon (anayasa hazırlayıp sunan, yâda düzenleyip değiştiren kurul) bu kadar açık davranamaz korkar ve geriler.
24 Kasım 1793'te Paris komünü “”Paris'teki bütün kilise ve tapınakların kapatılmasını ve din ve inançların önlenmesini”” kararlaştırdı. Hatta “” tapınak Ya da kilisenin açılmasını isteyenlerin tutuklanması “” kararı aldı. Çünkü ortam alabildiğine cehalet ve din istismarı sığlığı ile geçilmez olmuştu. Tıpkı bir zamanlar, en son M.S.435'te Hırıstıyanlığın paganlara yaptıkları, aynı ile vaki; kiliselerin kendi eli ile kendi başlarına geliyordu.
Şüphesiz ki bu insan haklarından bir sapıştı. Tabii ki konvansiyon, bu cesur, atak, gözü pek kararı; kalıcı olaraktan da ve hatta hiç, uygulayamaz.
Hebert'çileri saf dışı kılan, Robespierre, sanki yapılanlar hiç olmamış gibi bir gerileyiş ve kendini yükletiş ile her kendisini tüketenin, kolaylıkla ve rahatlıkla başvuracağı gibi yine Tanrı anlayışını devlete egemen kılar. Ve daha da ileri cüret eder: “”:Çevresini kendisi gibi düşünmeyen herkesi; Tanrı tanımaz sayar.””
Bu mantığın varıp geleceği yer yine Konstantin düzeyine inmekten öte bir şey olmayacaktı. Sadece zaman ve zemin farklı idi. İkinci yılda çıkarılan yasa ise: “”Fransız halkı, Tanrının varlığını tanıyor ve ruhun ölümsüzlüğüne inanıyor”” anlayışını yasada pekiştirecekti.
Robespierre Tanrı tanımazlığın putunu kıran adam diye sayılanır! Put kavramı bir düşünceyi ve kendi düşünmenizi kavrayamamakla eş deyiştir. Eğer Tanrı tanımazlık bir putsa, Tanrı tanırlıkta aynı oranda bir puttur! Bu, düşünce yetiremeyip, düşünce koyamayıp açıklayamayanların, hüner ve mantığıdır. Bu kez de, herkesi giyotine gönderen Robespiyer 'in kendisi giyotine gidecekti. Bu bağlamda Tanrı inancı tekrardan unutulmaya başlar.
1794'te gelindiğinde artık kilise ile devlet tamamen ayrılmıştır. 1795'tede inanç özgürlüğü ilan edilir. Artık kilise şunu ””Fransız yurttaşlarının tamamının egemenliğine inanıyorum. Cumhuriyet yasalarına boyun eğip saygı göstermeyi, söz veriyorum””demeyi nispeten kabul etmiştir. Yani kiliseden beklenen anlayış tutum buydu. Nafiledir. Yine çatışmalar başlar. Jakobin'ler kiliseye karşı kin duyarlar. Ortam hararetle şiddetlenir. Bonapart devreye sokulmak istenir.
Önce, Hıristiyanlığa, bir Roma dini diye karşı çıkılır. Ve “”kilise mihrabının”” karşısına “”yurt mihrabı”” konur. Krallık ve kralcılar kiliseyi desteklerler. Rahiplerle uğraşan Jakobenci dernekler, Bonapart'ın müdahil olması ile durumun tersine döndüğünü görürler.
Özgür düşünme adamıdır Bonapart. “”Mısır'da müslümandım, buradan da halkın iyiliği için katolik olacağım, aslında dine inanmam”” der. “”Dinsiz devlet, pusulasız bir gemi gibidir, devlet sürekli ve sağlam desteği ancak dinden sağlayabilir! Servet eşitsizlikleri olmadan bir toplum var olamaz. Servet eşitsizliklerini de siz, ancak din ile yapar ve sindirtirsiniz.
Tıka basa yemekten şişmiş birinin yanında; aç olarak öleni açıklayıp sindirten: - Tanrı böyle istedi, kimin zengin, kimin fakir olacağını Tanrı önceden diledi. Ancak öte dünyada iş başka olacaktır diyen, bir otorite (devlet) olmalıdır”” der Napolyon Bonapart. Böylelikle dini, dünyevi egemenliğin bir pragması olarak savunur.
Hükümet ile saygın 7. Pie arasındaki anlaşma Katolikliği bir “”devlet dini”” kılmaktadır. Bonapart artık usul usul monarşiye kaymıştır. Kendisi bir agnostik (bilinemezci) olan Bonapart; kiliseyi, Konstantin gibi, iktidarın bekçisi ve memurları yapmayı aklına koymuştu. Bir kez yol iyice sapmıştı. Fikri berraklığını tersten ele alan Bonapart, erkin cazibesinde başka davranıyordu. Monarşi kol geziyordu. Fransız cumhuriyeti yaralanmıştır.
Fakat Bonapart şunu başarır. 1795'te din adamlarına yaptırılamayan, kiliseye ettirilecek yemini, rahtlıkla ettirtir. Artık kralı 18. Louis'i tanıyan papa, şimdi birinci konsül Bonapart'ı tanımaktadır. 1804'te imparator olacak Napolyon'u papa kutsayacaktı! Buda yeryüzü egemenliğinin payı mal edilmesidir. Fakat şerler de ziyanına rağmen, karşı sürece, en azından olgunluğun başarılmasına süreçleşecekti.
Artık yeniden diktatörlük gelmiştir. Fransa'nın özgür düşüncesi susturulup, düşünce adamları sürgün ve tecritlere, hapislere uğrar. Yeniden hapishaneler kurulur. Kurulan hapishane kadar, Fransa özgür düşünmekten yoksun kalır.
Nihayet Napolyon'un çaptan düşmesi ile kilise bu kez çarkla gerisin geri 18. Louis’i tanır. İmparatorluğun bu baskısı, 1 yüzyıl kadar, özgür düşüncenin tehdide maruz kalmasına neden olacaktır.
On dokuzuncu yüzyıl, laiklik yüzyılıdır. Artık özgür düşünce “”savaşan laikliktir.”” Kilise yeni cüretle, inanç ve vicdan özgürlüğüne karşı, apaçık cephe alıp, cephe açacaktır. 18. Lui kilise ile “”kutsal ve bölünmez teslis”” adına kutsal ittifak anlaşması imzalayacaktır.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 29.10.2008 10:46:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!