18. yüzyılda sapkın! Mezheplere karşı, örneğin, Protestanlara karşı, öyle tüyler ürperten işkenceler uyguladılar ki akla ziyan. Manevi işkence ise had safhada idi. Bir Protestan çocuğun vaftizini, yine bir Protestan papaz yerine, bir katoliğin yapması, yasal ve cebri tasarrufla zorunluluk haline getirildi.
Volter Bastill'e hapis olur. Diderot'un hazırladığı ansiklopedinin 2. cildinin yok edilmesi emir verilir. Holbach'ın L'Esprit'si yakılır. Felsefe sözlüğü yakılır.
1762'de tutuklanma kararı çıkacak olan Jan Jak Russo, çareyi kaçmakta bulacaktı. Özgür düşünceye (sapkınlığa) karşı duyulan kin ve öfke, ancak bir şuursuzluğun eseri olabilirdi. Ve haksızlıkla garaz olmanın infialidir. Bir zorbanın egemensel bir gücü yitirmesinin eseri olabilir denli şiddetli idi bu uygulamalar.
1724 yılında yayınlanan bildiriye göre, eğer bir kişinin yasa dışı toplulukta (sapkınlıkta!) bulunduğu anlaşılırsa, küreğe (forsa olarak) gönderilecekti. Ve kiliselerde ki vaftizi her durumda, kişi hangi mezhepten olursa olsundu, Katolikler yapacaktı.
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...