18. yüzyılda sapkın! Mezheplere karşı, örneğin, Protestanlara karşı, öyle tüyler ürperten işkenceler uyguladılar ki akla ziyan. Manevi işkence ise had safhada idi. Bir Protestan çocuğun vaftizini, yine bir Protestan papaz yerine, bir katoliğin yapması, yasal ve cebri tasarrufla zorunluluk haline getirildi.
Volter Bastill'e hapis olur. Diderot'un hazırladığı ansiklopedinin 2. cildinin yok edilmesi emir verilir. Holbach'ın L'Esprit'si yakılır. Felsefe sözlüğü yakılır.
1762'de tutuklanma kararı çıkacak olan Jan Jak Russo, çareyi kaçmakta bulacaktı. Özgür düşünceye (sapkınlığa) karşı duyulan kin ve öfke, ancak bir şuursuzluğun eseri olabilirdi. Ve haksızlıkla garaz olmanın infialidir. Bir zorbanın egemensel bir gücü yitirmesinin eseri olabilir denli şiddetli idi bu uygulamalar.
1724 yılında yayınlanan bildiriye göre, eğer bir kişinin yasa dışı toplulukta (sapkınlıkta!) bulunduğu anlaşılırsa, küreğe (forsa olarak) gönderilecekti. Ve kiliselerde ki vaftizi her durumda, kişi hangi mezhepten olursa olsundu, Katolikler yapacaktı.
1757'de Fransa'da kraliyet bildirisi şöyleydi: Nantes Fermanından ve 1724 bildirisinden daha şedit ve cüret olup, cürette daha ileri gidecekti: “” Dine saldırıcı, zihinleri bulandırıcı! Otoriterliğe karşı gelinici, düzeni bozucu yazı yazan, yazdıran, bunları yayınlayan ölüm cezası ile cezalandırılır”” denecekti. Bu tanım açıktır ki, Katolikliğin dışındaki diğer tüm mezhepleri tanımlıyordu. Öyle ya birlik beraberlik gerekli idi. Konstantin'le de çimento olma anlaşması imzalanmamış mıydı? Özgür düşünce de neydi? Tiberyüs'ten daha geri düşen bir anlayış, zaman ve zeminde tutuşturulacaktı; Fransa kraliyet bildirisi ile.
İşte laiklik böyle bir zifiri karanlığın içinde çıkacaktı. Mutluluğu, gelişmeyi, aklı kullanmayı özgürlüğü, erdemi sağlayamayan monoteist anlayış; nicelenen özgür düşüncenin karşısına, sapkınlık olarak dikilip, böylesine hunharlaşacaktı. Kendi eli ile kendi idamını hazırlıyordu. Hem de Tanrı adına! Ya aforoz ediyor, ya yakıp öldürüyor; ya da, babasının mülkünden atar gibi müminlerini dinden atıyordu. Veya kitleleri harekete geçirip azgınlığın darbelerini dehşet saçarak gösteriyordu.
Toplumsal belirişte, bu zulme karşı, yeni bir duygu, yeni bir ahlak ve görev anlayışının bayraktarlığı çıkmıştı. Volter. Kürek mahkûmu olanlara ve bunların öldürülen elebaşlarının haklarını savundu. Protestanları savunup bireyleri ve halkı örgütlüyordu. Katolik kilisenin zulmüne karşı bayrak açıyordu. Sirven ayaklanması ile bu tür zorbalıklara bu tür yobazlığa bu tür bağnazlığa, kökten dinci, fundamentalist Katolik anlayışa darbe vurulmuştu.
Kilise şövalye La Barre'nin, ayin alayını selamlamadığı gibi, sudan gerekçe ve bahanesi ile bile canavarlaşacaktı. Kilise önce şövalyenin dilini koparacaktı. Yetinmeyip sonra başını gövdesinden ayıracaktı. Bununla kalmayıp, cesedi meydanda yakacaktı. Bu bir haksız olmanın, kendisini savunamamanın deliriyumu (akut beyin yetmezliği, betin bulanıklığı) idi. Bu tutumla halkın yakılması ve gözdağı verilerek düşünme hürriyetinin iğdiş edilip, yerine korkunun oturtulması idi. Başka türlü bu kin, bu öfke ve bu garabeti anlamak olanaksızdır.
Volter bu olayla, bir kez daha ortaya çıkar. Mücadelesi; bu cellâtları, beşeri toplum yasaları karşısındaki sanık sandalyesine oturtmaya yetecekti. Zafer galiplerindi, galipler zulme direnenler, bilim ve aklı kullanarak, toplumsal nesnel işleyişten yana olanlardı. Yükümsel haklılıklardı.
Soyut düşünmelerin (inançların) artık, toplumsal pratiği ve toplumsal haklılığı olamazdı. Soyut düşünme ve anlamalar, özgürce düşünülüp, savunulmalı. Öznel alanda, halk içinde yaşanmalıydı. Birliği değil, aksine çok oluşluluğu sağlamalıydı. Çokluk ve etnitise halkın oluşumu idi. Çünkü birlik sağlama bu alanda, bir sönme, bir donuklaşan, bir geri kalış, gericilik ve yobazlıktı. Evet, çoklu düşünme, düşünsel kaostu, ama zorunlu olaraktan da, yol buradan bu kaostan çıkacaktı.
Düşünce, birbirine anlatılır, fikri alış verişte bulunur, tartışılırdı. Ama bilimsel düşünceler (inançlar): dayatılan bir şey olmazdı. İnançlar öznel kaoslarla sınırlı yer ve zamanda, kural dışılıklar (istisna) olmaktan öte gitmeyecektir. Ancak toplum içinde gelişen, kendi kendini nesnel gelişmelerle yenileyip, dönüştüren soyutlamalar makbuldü. Durağan olanın, fosil nicelenmeyen düşünce ve inancın toplumda hiçbir kıymeti harbiyesi yoktu.
Nasıl size, bu otomobili alacaksın, bu yiyeceği yiyeceksin, diye dayatmayı yeğlemiyorsak; yenen rızıkların çeşitliliği, çoklu rızıklardan yana olanaklardan da, şartlarımıza uyanı seçip, kullanıp, mutluluk sağlıyorsak. Bu seçilen rızıkların, yarar ve zararını; çabasını nasıl tercihen yaşıyorsak, katlanıyorsak; çoklu soyut inanma ve düşünmeler de; bizim tercihen seçkimizde, birlik olmadan, uygulama alanımız içinde olabilmelidir.
Belki de, tüm tek Tanrı'lı inanç ve dinlerdeki farklı ayrışmalardaki nicelenmeler anarşi ve patırtı kütürtü düzleminde çekilmeden, aynı düzlemin farklı çeker alanları olan mezhep ve tasavvufi düşünmeler, kendi içindeki anlayış birlikleri düzleminde, yaşadığımız bir mutluluk olmalıdır. Kendi düşünme (inanma) muktedirliğine, sahip olamayanlar, Ya da; bir üye grup aitliğinin atmosferini solumak, ya da paylaşmak isteyenler için bu birliksel yapı gözetilebilir.
Aslolan anlayışsızlık, düşünce üretip söyleyememe, tekli, monocu, akortlu tek tip anlayışlar olmamalıdır. Aslında tek Tanrı düşüncesi de, monocu, tek tip, yekpare bir anlayış düşünce yaklaşımları içinde değildirler. Tanrı anlayışınız ne olursa olsun, Yüce Tanrı'yı sanki öyle davranır da, böyle davranamazmış gibi, kayıt altına sokan anlamalar çok yanlıştır. Bu, analiz yapmayan verimsiz anlamalar için uygun bir düşünme şeklidir. Yüce Tanrı bizim kıt anlamamıza göre; “”davranamama sınırlılığı”” istediği gibi davranamaz yapılmıştır!
Sınırsız davranıp belirir olan yüce Tanrı'yı, örneğin varlıkları ilkten beri nasılsa şimdide öyle değişmeden var kılmaktadır demek, böyle bir yanılgıdır. Yüce Tanrı'yı öyle sınırlayan bir his inanmalardır. Bu tip yaklaşımlar monocu anlama ve anlatışların çelişkisidir. Oysa Yüce Yaratan, sınırlı ve sınırsızlık gerektirmesini aynı anda, gerektirip süreçleşmektedir. Yani Yüce Tanrı'nın varlıkları değiştireceğini de, değiştirmeyeceğini de olumlamalıyız. Ancak bunların nerelerde nasıl belirdiğini, olgu, olay, gözlem ve deneylerden çıkarmalıyız.
Oluşlar; evrenin gelişme dinamiği gibi görünmektedir. Olayların sınırlılığı ve sınırsızlığı da kendi bağlamında başlatıp bitiren, bitenle yeni başlangıçları sınırsızlaşan bir yaratılış var kılmakta gibidir. İşte bu halin, bizde yansıyan anlama ve duymaları kanı ve sanılarımızdır. Sanılarımızın yansıması da bizlerde, zorunlu olarak yine, kendimizden ötürü, farklı farklı yansır olacaktır. Bunlarda birlik beraberlik değil, anlama anlatım, çokluğunu ve zenginliğini sağlayacaktır. Zaten yaratılışlar, zıtlanıp çelişkileşmeyi de zorunlu öngörmektedir. Biz de, böylesi Tanrı yaratışına aykırı olamayız
Şu çok önemli bir husustur. Bizim düşünmelerimiz zorunlu olarak Yüce Tanrı'yı sezmenin ve aynı zamanda da kendimizin Yüce Tanrı'yı tanımaya, bilmeye yönelen gayretimizin de ötesinde çaresizdir. Zorunlu olarak Tanrı'yı bilemeyiz. Biz sanki Tanrı'yı biliyormuşuz gibi, Tanrı'dan da aşkın bilgimiz varmış gibi, yanlış tutumlarla, Yüce Tanrı'yı, kanılarla davranıp davrandırmamaya biçimleyen hayaller var ediyoruz. Oysa biz, olay ve olguların iz düşüm yansımalarından, bilincin yapılaşma sınırlılık ve muktedirliği fantezisi ile Yüce Yaratan'a çekimlenen düşüncede var eden, ama asla Yüce Tanrı olmayan, anlamalar çıkarmaktayız.
Artık filozoflar, yanlışlıklar komedyası ve zulüm içindeki kiliseye karşı idiler. Bunun yanı sırada dinin bu tür yanıltan tutumlarına karşı, açık ve korkusuzca mücadele verilir oldu.
Ağırbaşlı, halim selim liberal Katolik, Montesquieu dahi şunu söylemeyi gerekli görür: “” Papa; bir alışmanın, bir tekrarla, tekrar eden davranışla, karşılarında boyun kırılan, modası geçmiş bir puttur.”” Yani derki Montesquieu: “”Pagan (politeist) putların yerlerini yeniden ve çaktırmadan bu rahip (papazlar) putlar almışlardır.”” demektedir.
Diderot bazı bazı Tanrı tanımazdır (ateisttir) . Holbach sistemli bir yol ve yordamlı Tanrı tanımazdır. Volter incil'e saygılı. Montesquieu katoliktir vs. Bu nedenle Avrupa uyanışını gerçekleyen düşünce ve mücadele insanları, ortak noktadan ve birlikte hareket etmezler.
Holbach dini: “” İnsan türünün özgürlüğüne, mutluluğuna, erincine karşı bazı sahtekârların kurduğu bir birliktir.”” diyerek eleştirecektir.
Ortalık; kan, kin, gözyaşı, işkence, mutsuzluk, huzursuzluk, savaş, yobazlığın kol gezdiği bir haldi. Özgün düşünce yakma yıkma ile aforozla, toz dumandır. Monoteist katolik anlayış, kendisini devletin ve toplumun odağına konması ile Avrupa'yı yaklaşık 1300 senelik zaman zarfında, gelip getirdiği yer burası idi: 20 yıl, otuz yıl ve 100 yıl süren kutsal din savaşları Avrupa'yı bitirmişti. Direnişte buradan çıkacak, Avrupa dini ait olduğu alana oturtacaktı. En azında bunun düşüncesini söyleyip, legalitesini sağlayacaktı.
Her şey ve herkes şaşkındı. Artık “”Hoşgörünün bir erdem olduğu “” dillenmeye başlamıştı. Ve Volter'de, Calas olayından sonra hoşgörü üstüne adlı bir yapıtı oluşturdu. Ve Volter, “”hoşgörüyü bir insan hakkı olarak görüyordu.”” ve devamla; “”insan hakları doğal oluştan, haklardan sonra gelir”” deyip “” Doğal hakların üstünde yükselir”” diyecekti. Dahası “”bu iki hak, doğal hak ve insan hakkı, öte dünyada değil, yeryüzündedir”” diye haykıracaktı.
Volter hoşgörü üzerine yazmasında; “”Kendine yapılmasını istemediğin bir şeyi başkasına yapma”” der. Oysa bu ilkeye göre, bu ilkeye göre davranan dinler ve din öğreticileri dahi, bir başkasına şunu: “”Benim inandığım şeye, sende inan, yoksa işin bitiktir.”” dememeli idi. Diyor Volter. Ayrıca; “” Bir Tanrı olduğunu bilmek için İsa adlı bir Yahudice ne ihtiyaç vardı”” diyecekti.
Hoşgörü, elbette inanç alanının, halksal alanın en önemli uygulaması idi. Politeist dinler ve özelliklede monoteist dinler, genelde iktidarda oldukça şiddet ve hoşgörüsüzlük tutumlarını uygulamışlardır. İkisinde de erk, birlik sağlamak için, Ya da kendi inancının egemenliği için güç ve şiddeti kullanmışlardır.
Sürecek
Bayram KayaKayıt Tarihi : 26.10.2008 11:09:00
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
![Yıldız](/Content/img/y_0.png)
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
![Bayram Kaya](https://www.antoloji.com/i/siir/2008/10/26/dusunce-devinimindeki-mutluluklar-11.jpg)
Sorununuzu anlıyorum ve üzgünüm.
Ancak takdir edersinizki, sizden dinlediğim kadarla siz haklısınız. Ne var ki bir haklılama için tarafları dinlemek de gerekli. Kaldıki bir üyeyide tamda ve direk ilgilendirir mevzuu değildir. Kişiler kendi sorumluluklarının haklılığını ilgili yerde savunmalı.
Bir sutunun her yenilenen çalışmasında aynı konuyu yazar olmanızın değerleme takdirini size bırakarak saygılarımı iletirim.
TÜM YORUMLAR (1)