Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 10

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 10

Sofu Robert, 1022'de piskoposlar ve baronlar kurultayından; “”sapkınlar yakılacaktır”” diye karar çıkartır. Özgür düşünce cenderededir. Yağma, ölüm, korku, tırsma kol gezmektedir. Engizisyonun sanıkları, yaşlı, hasta, güçsüz, sakat, kadın erkek, çocuk olabilmektedir. Çocukları, ana babaya karşı şahitlik etmesi gözü dönmüşlüğü içinde davranılırdı. Bunlar yetmez gibi, işkenceler, dar ağaçları ve alevli meşalelerle de zulüm ve öldürme ayyuka idi.

Özgür düşünme artık sadece sapkınlarla! (heteredoks kesim) * skolâstiklerin düşünce çarpışması değildir. 13. yüzyılda Bacon “”deneysel bilim”” demiş, yalnızca deneyin doğrulayıcı olduğunu söylüyordu. Bu söylemle, öylesine bir sarsıntı yaratılır ki, faturası; Bacon'a yalnızlaştırılmaya, kimse konuşturulup ilişki kurdurulmamaya, yani tecrit edilmeğe mal olmuştur. Buda bir çeşit aforozdu.

1346'da “”Olasılığın basit bağıntısından nedensel bağıntılar çıkartılmıştır”” diyen Nikolas d' Autrecourt kilisenin temellerini sarsmıştır. Tabii ki, kilise; yazılarının yakılmasına karar vererek, gülümseyen; sözde müşfik yüzünü göstermiştir!

Oresme 14. yüzyılda yerin günlük devinimlerinden bahisle, analitik geometrinin temellerini atmıştır. Ne demekti bu? Dünya düz ve Kudüs tam Dünya'nın ortasına denk geliyordu. Böyle diyordu kilise, var mıydı Tanrı buyruklarına aykırı konuşmak!

Birçok Hıristiyan, bugün bizi şaşırtacak ve küçük dilimizi yutturacak denli şiddetle, ruhban sınıfına saldırıyorlardı artık. Sizin açınızda yukarı tükürseniz bıyık, aşağı tükürseniz sakaldı. Ama kitleler anlayıp değerlemek yerine, yükten boşalmışlık psikolojisi ile vahşetle davranıyordu. Bu da hayli kaale alınması gerekiyordu.

Papaz ve piskoposların öldürülmesi 13. yüzyılda sık rastlanan olaylardandı. Auxerre Kontu Pierre De Courtenai kiliseleri yıktırır, yetinmez piskoposunun gözlerini oydurur!

Bretagne kontu Pierre De Dreux ve adamlarına, papazlara kötü davrandırır onlara işkence ettirir idi!

Avrupa monarşik kralların, dediğinin dedik olduğu bir yönetim tarzının hüküm sürmesini istemektedir. Açıkça bu kilisenin otoritesini kırmaktı. Yani bu eğilim toplumsal gelişmede ani ve olaya ilişkin nesnel kararın tez elden alınması idi. Kilise bu akışa ayak uyduramaz. Dünya ve toplum süratle değişmektedir köleci düzenin ürünü olan Hıristiyanlık, devlet dini olduğunda kendisini bambaşka bir biçimlenme anlayışının kulvarı içinde bulmuştu.

Yani kilise kendisini feodal düzenin içinde bulmuştu hayli afallamıştı. Öngörüsü olan eski dönem toplum ve halk kültür ittifakları yetmiyordu. Daha bu düzenle tamda kafa kafaya verip, anlaşıp uzlaşmışken; düzen kapitalist yaşam ilişkilerine kaymakta idi. Kilise iyice şaşkınlaşıyor ne yapacağını bilemez tutumla ceberutlaşıyordu!

Kilise hem egemenliğini sürdürüyor, hem değişmelere uyum sağlayamamasının haklı eleştirilerini yapan çevrelerin güya sapıklıkları İle uğraşıyordu. Bir yandan da kendi çağ dışı kalışının köhne öğretilerini; işkence ve zulümle; aforozla, baskı ve yıldırmalarla ihraç ediyordu. Bu nedenle de yakıyor yıkıyor ve yeni düzen burjuvaları olan yeni tip soyluların saldırısına uğrar oldular.

Kilise ve dinler burjuvazi denen bir toplumsal oluşumu ne bilebilmişler ne öngörmüşlerdi. Çünkü oluştukları dönemin ve oluştukları dönem öncesi toplum ve halk kültüründe böylesi bir sınıf tanımlaması yoktu. Zaten bir halklar kültürü cemi olan kendisi, başka türlü nasıl bilebilecektiler?

Kilise gücü ile kilise adaleti, monarşi gücü ve monarşi adaleti ile kıyasıya çatışıyordu. Yani yer ölçüsü ile gök ölçüsü müsademeye girmişti.

Dindar Fransa kralları inançlı kimselerdi. Buna rağmen kilise mahkemeleri ile kralın mahkemeleri arasında, sürekli bir mücadele vardı. İşte krallar bu nedenle, kendi söz ve ikballeri için, büyük bir hırsla yapıyı, kilise adaletini kırarak, kral adaletine kaydırırlar. Yani adaleti yapıyı laikleştirmişlerdi. Bu hareket, yasama yapan meclislerin tutumuna kadar yansıyacaktı.

Aslında bir reformist olan Luther ve Calvin elbet çok çok önemli işler başardılar. Ancak düşünceleri aynı Katolikler gibi idi. Bunlar da aynen Katolikler gibi; “” Doğru, ancak Tanrı'sal esinle bulunur. Bu esinlerin tümü de İncil de vardır.”” diyorlardı. Yani ayrılıklarına rağmen temelde bunlar düşünce haklarının sınırsız olmasını ve herkesin gerçeğe serbestçe, kendi seçtiği yoldan gidebileceğini”” dahi kabul etmiş değillerdi.

Birçok bakımdan Luther oldukça gerici idi. Bugün için, sadece ufacık, minicik, ama hiçte kolay olmayan; başarılması dahi düşünülemeyen bir gözü peklikle ve kararlılıkla ve başarı ile etkisi ile kocaman bir sonuç doğuran protestosunu yapmıştı. Tabii ki nesnel koşullarda bu tutum lamaya hazırdı. Yani kendi dinini, kendi dilinde yazıp okumak için İncilin Alman dilinde, yazıp basacak matbaa da artık bir somutluktu.

Ucuz ve kısa sürede çok baskılı basım, herkesin İncil’e kolaylıkla ulaşıp, karşıladığı bir ihtiyaçtı. Dinde reformlarla bilinçlenen kitleler Rönesans’a karşı halkı duyarlaştırmıştı. Halkın epey bir kesimi Hanyayı Konyayı anlar olmuş ruhban sınıfını kaldırmış, akılcı girişim deneme ve buluşlara daha bir güvenli yönelir olmuştular. Artık Dünya'nın dümdüz olmadığını, okyanuslar ötesinde cinler âleminin ve cehennemin bulunmadığını biliyorlardı. Halkın yeniye ve bilime karşı ilgili kılınması bakımından bu sözde sapkın reform hareketleri hayli katkılıklar yapan, bir hamle olacaktı.

İnsanın insanlığını anlaması için biraz daha vardı ama olsundu. Artık yeni insan, kendisi ile savaşmanın mutluluğunu fark eden insandı. 1800 yıldır süren ve bir alçak gönüllülükle Tanrı buyruğuna uymak olan ERDEM; şimdi, kişinin kendisi ile savaşı olmuştu. Kişiyi kendi ile ve doğa ile ve toplum ile ve çevreyle çatıştırmak ve kişiyi kendine karşınlıkla, kendisini aşmaktı erdem. Artık uysallıkla riayet ederliğin anlama yorumunun yerini, sorgulayarak, deney ve eylem yaparak şartlarını bulmasını hararetle ister olacaktı. Artık Dünya'da, kendisini değiştiren, aklını ve bilimini rehber edinip dönüştüren, yepyeni; Yeni insan vardır.

Tarih açıkça şunu göstermiştir: İster dinler olsun, ister halklar; en zayıf en güçsüz ve en korunmasız oldukları azınlık durumlarda; yeniyi, farklıyı temsil ettiklerinde, kovuşturma ve zulüm görmüşlerdir. Ne var ki kendileri güçlendiklerinde ise; zulümden doğanlar: zulüm etmeye, kendileri cellât olup, asıp kesmeye başlarlar. Bundan, bu yaşayıştan hiçbir ideoloji masum değildir. Adil ve ahlaki olduğunu söyleyen Hiçbir monoteist dinler dahi bu acizlikten kurtulmuş değildir.

Hıristiyan dünya, kendisi ile savaşmanın mutluluğunu sezip, kendi ile savaşmanın, mutlak gerekliliğini bilmişti. Bu, bugün dahi % 20'lik, azınlık bir kitle bilincidir. Bu azınlığın varlığı, Dünya'yı uzayda devindirmeye yetişte, artmıştı bile. İnançlarını ve dinlerini sorgulayıp, çok uzun mücadelelerle ve kanla, ölüm ve gözyaşları pahasına, kazanımlardan sonra, bilim ve aklı batı yeğleyebilmiştir. Batı felsefesinin temelinde akıl ve bilimin yanında sömürüde yatmaktadır. Batı zenginliği ve gelişmeyi böyle yaratmıştır. Sömürü durumun olumsuzudur.

Daha doğu, kendi ile mücadelenin mutluluğunu bile hissedememiştir. Çünkü kendisini kul kertesinde, aciz görmektedirler. Her halde bir Avrupa kadar 1800 yılda onlar sürecinin olgunlaşmasını bekleyeceklerdi! Oysa önlerinde zengin bir insanlık deneyimi vardı. Aynı sürecin acı tecrübelerini yaşaması gerekmeden aklı kullanabilirdiler. Dünya'yı yeniden ve yeniden, tekrardan keşfetmek gerekmiyordu. Öyle, birilerini sapık, yoldan çıkmış, şeytanın igvasına uymuş, zındıklık, ateistlik, kitaplarını bozmuşlar sayarak, bu işler olmuyordu.

Avrupa'da 1450 matbaanın keşfidir. 1492 den sonra Amerika'nın keşfinin yankıları kör inançların yıkılmasıyla insanlarda kiliseye (İncil’e) karşı var olan güvensizlik ve şüpheleri, hem pekiştirdi hem de artırdı. Hâlbuki İsa'nın çömezleri (yardımcıları- havarileri-misyon üslenirleri) , İsa'nın direktifi ile insanları aydınlatın diye, açık gizli bilgilerle donatılıp gerekli tüm irşatları yapmışlardı! Hem de bir olanın yardım ve gayreti ile yapmışlardı!

Havariler yeryüzünün her yerine her şeyi bilip söyleyen Tanrı adına gönderilmiş irşadılar yapılmıştı. Dahası bunlarla yetinilip, kalmayaraktan Yüce Tanrı her halka, uyarıcı ve irşatçılıkla yükümlüler gönderilmişti. Ama her nedense Dünya bir türlü irşat olamıyordu!

Ne var ki Batı Avrupa ile Çin arasında, koskoca bir ülke olduğunu, buralarda ve Afrika'da Âdem baba düzeyinde insanların olduğunu, her şeyi bilen bir Tanrı; hem de söylenmedik yaş kuru hiç bir şey bırakmadığını söyleyen Tanrı, bunları söylemeyi unutmuştu. Bu âdem babalara irşatçı göndermeyi unutmuştu. İşte kızılca kıyameti koparanda bu basit anlamalar olacaktı. Geçmişten haber veren Tanrı, nedense mevcudu hatırlayamamıştı. Yeni coğrafyalarda yeni insan topluluklarına, her ne kadar; ”” Her yüzyılda bir, her halka, uyarıcı sakındırıcı göndeririz”” denmişse de buraların unutulmuş olduğu görülmekte idi.

Neden ise, bizler bile bu bilinçle, bu aşılamayla Atatürk'ün dahi böyle; yüzyılda bir seçilmiş gönderilenlerden olduğunu söyler dururuz da, Buşmanlar'a; Aborjinler'e; neden böyle bir sakındırıcı gönderilmediğinden hiç bahis etmeyiz. Şüphesiz ki, geçmiş ve hal ve gelecek Tanrı'nın sözüdür. Ve her şey sürecindeki gibidir. Yüce Tanrı buna aykırı söz söylemezdi!

Monoteist anlayışlardan biride mümin kişiye ahret hayatını kazandırmaktır (insanın kendisi ile savaşmasının, manevi duygu ve öznel yönünün, en güzel keşfidir) . Ama yeryüzünde mutluluğu bile aramak çılgınlıktı. Oysa hiç değilse; insan kendi kendini kontrol edip, zaman zaman, arzularına ram olmamanın, kendisine karşı kendisinin savaşını vermenin mutluluğunu da duyabilirdi. Yazık!

On sekizinci yüzyılda Oresme ve Kopernik'in kilise ile uzlaşan tavırlarının yanında Galile yargılanır. Yargılanması sonunda tören vari biçimden dinden atılır! Ve hapse konur.

13 Nisan 1598’de Nantes Fermanı yayınlanır. Milan Fermanı gibidir. İki ferman kimi noktalarda benzeşir ve ayrışırlar. Amacı Fransa’da bir monoteist anlayış plüralizmi (yetki hiyerarşi çoklaşması) olan iç işleyiş mezheplerden; Katoliklik ve Protestanlık inancını bir arada barış içinde yaşamalarını öngörmüştür. Oysa Milan Fermanı pagan halkla (politeist yaşamla) monoteist halkın barış içinde bir yaşamalarını öngörüyordu.

Sürecek

*Heterodoks: farklı bakış açısını ortaya koyabilen farklı olabilendir Ana inan konusunu, farklı düşünüp yorumlayanlara, sapkında denecek anlamalarla Heterodoks denir. Ancak bu kesimde kendisini sahih, doğru anlayıp yorumlayan olarak kendilerini bir ortodoks olarak tanımlarlar.

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 25.10.2008 14:24:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya