Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 08

Bayram Kaya
2924

ŞİİR


13

TAKİPÇİ

Düşünce Devinimindeki Mutluluklar 08

Monocu dinlere, kendi içinden yaşanıp bakıldığında, sınırlılığı fark etmeden, sınırsız engin duygulara kapılınırdır. Pek çokta kişisel anlamalarla çıkarılan hoşluklar, düşüncelerin iç içe geçişindeki geçişenlikler, mutluluk coşması algılanmalarıdır. Ve böylece inançlar, bir ruh disiplini üretim alanı olmaktadırlar. Kendi sınırlılıkları ile yani belli şekli uygulanmasından doğan yapabilirlik memnuniyetiyle; soyut telakkilerin davranımları birleşince; kişiler boyut değiştirmişlik algısına girmektedirler.

Bu durumda, ibadetin sınırsız ve tekrarlanır yapabilme verimliliği insana; inançları kendi kurgularıyla da çıkarsamalar düşündürtür. İnançlardaki edimlerin ifasıyla duyulan tinsel rahatlama; yine kişiye kendisini tinsel rahatlatır olmanın güvende oluşu hissini verir. Bu hazla kişi sürekli ve sınırsızca davranmayı, öznede pekiştirmektedir. Monoteist anlayış, böylece, kişi anlayışlarıyla da tekilleşerek kişilerle yoklaşan bir alan olmaktan kurtulamaz.

Dıştan bakıldığında, kişi algısıyla sınırlı soyut oluş, kişi gözünde bakınca sınırsız olmakta gibidir. Sonuçta kişi; o yapısal anlayışın dışında davranamayan, farklı yapılanmaları yapı içinde telakki edemeyen ya da aksi durumların da olacağı düşünemeyen, düşünmeyi dahi istemeyen davranışlıdır. Buda o inancı sınırlar daraltır. Tek oyuncağından başka oyuncağı olmayan çocuğun; tüm kurgularını, bu tek oyuncağa sahibi yet üzerine kurgulaması gibidir. Her şey bu tek oyuncağın kırılması yitimi ile biter.

Tek oyuncağa sahibi yetle, aksi davranış ve farklı düşünce üretilemez. Bu da kısır davranış oluşturmaktır. Farklı pratiklik oluşturulamamasıdır. Tek durumların içine düşülen sukutu hayali ile yeni durumlara adaptasyon olamamayı yaratır. Adapte olamama durumu insana boşlukta kalmanın duygusunu verir. Bu soyutlanır olma yalnızlığıdır. Derbeder edicidir. Kişide, yatkınlık kabulüne göre, bedensel düşünsel iflasları tetikleyebilir.

Politeist yaklaşımda, çocuğun oyuncak zenginliğinden ötürü, sınırsız kurguları vardır. Yani sadece bez bebeği olan çocuğun kurguları ve yapabilirliği ile bunun üstüne, birde treni, topu vs. olan çocuğun kurguları ve yapabilirlik kıyas alanı sınırsızlığı aynı olmayacaktır. Sınırsızlık birinde, bir birim üstünde olurken, diğerinde farklı ve birimler üzerinde, sınırsızca gelişecektir.

Monoteizmin sıkıntısı; plüral (çoklu-çokçu) düşünmeyi, tek olanın uhdesinde akıllıca birleştirirken; merkezi otoritede yapılanmanın gereklerini yerine getirmiştir. Çok çeşitli totem toplum ittifakları bir merkezi otoritede aitleşmeyi zorunlu olarak ön görüyordu. Bunu da en iyi, politeizmin birleştirilmiş bir benimsemesi olan tek Tanrılı dinler yapardı.

Ancak bunlarda birlik uğruna farklı düşünmelerin önünü kapatıp, çelişmeleri vermeyi ihmal edip unutmuş olması handikaplarıdır. Monoteist anlayışlar, farklı düşünceyi sapkınlık bidat saymakla; farklılıkları bir kusur, bir noksan olurluk, mükemmel oluştan ıramak görmüşlerdir Oysa mükemmellik sanılan her şey, kaotik çelişmelerin, süreçleşen olmalarıyla; daima aşılmaktadır. Ve aşılan bu süredurumlara tepkiler, halkta; alışmaların rahat oluşundaki o anlara; duyulan özlemin ifadesidir. Değilse mükemmellik sonsuzca olan, bilinebilir olan ve dural olan bir şey değildir. Gelişmenin ortaya koyduğu aşamalarındaki bizim; çıkarsama, hoşlanma ile bilinebilir durumlardaki ilişki bağlarını kurabildiğimiz akıl koyuşlarımızdır.

Monoteist anlayışlar, Tek Tanrı fikrini, ne Musa ile ne de İsa ile insanlara, toplumlara, halklara iletilip bildirilmiştirler. Bu mümtaz kişilikler, sadece kendilerinden önce var olan düşünceleri ete kemiğe büründüren, onları daha bir derli toplu sistemleştiren ahlakçılardır. Bu tür düşüncelerin; kartopu gibi çığlaşmasını, özleştirici eksen ve çekim alanı olmasını, halkın aidiyet yoğunlaştırmasını, süblime etmeyi gerçekleyen erdemci öğretmenlerdir. Bu tür gelişmeyi, izlenen yol ve yöntem haline getirişte katkın olan, onları geliştiren nüvelerdir.

Evet, Tanrı birdi. Ama bir; bir uyumluluk değildi. Aksine bir kırılma bir faylaşma idi. Her şey birden, birin eğimleşmesinden, birin çelişkili oluşundan, birin dingin olmamasından çıkıp doğuyor, gelişiyor; yol alıyordu. Tanrı bir türlü son sözü söylemiyordu. Oysa dinler, Tanrı adına son sözü söylemiş, her şeyi oldurup bitirmişti. Sonsuzca olacaklar, olup bitmiş; bir ataletsizlik içinde oluşu nedeniyle, her şey dinlerce, bilinir olmuştu! Oysa biz olumsallıkla olamlar üzerinde davranıp şekilleniyorduk. Bu da henüz bitmemiş süren bir yasallıktı.

İmparator Konstantin, M.S. 313 yılında Milan Fermanını yayınladı. Bu fermanla, dinlerin özgürlüğü ve inançların özgürlüğü sağlanıyordu. Çok sürmeden kendiside bir Hıristiyan olacak olan Konstantin; 314’te Milan Anlaşmasını kaldırmayacaksa da, özünü yok sayıp hızla ahalisini bir Hıristiyanlaştırma sürecine sokacaktı.

Aslında Hıristiyanlık imparatorluk için sıkıntılar içermekteydi: 1-Hıristiyanlar paraya hiç değer vermeyip, zenginliği aşağılamakta idiler. 2- Bekârlığı övüp, yüceltip evliliğe tepkili duyuyorlardı. 3- Memuriyetten nefret ediyorlardı. 4-Asker olmaya karşı idiler, askerliği tınmayıp asker olmuyorlardı. Vs.

Böylelikle Kleman, Orige gibi kişilerin “İsa’nın çocuklarının asker olamayacağı”” yaygı ve öğretisi ile müritleşen ünlü bir komutan* tekrar askere çağrıldığında; “”Ben İsa’nın çocuğuyum, askere gitmem”” diyecekti. Böylece imparatorluğa asker olmama direnişleri başlatılmıştı. Askere katılmaktansa ölümü yeğliyorlardı. Çünkü: ünlü Hippolyte kararları ile “”Askerlerin kiliseye girmeleri dahi yasaklanmıştı”” bu askerden, askerlikten nefret edişti

Yıl 314’te kurultay kararı alınmıştır. Bu konularda yapılan birçok tartışmalardan, sonra alınan kararlarla; silahını barışta dahi terk edenlere aforoz uygulanmıştır. Hileyi şerri ye; egemen güçle uzlaşma; kendini buradan da belli ederek, bir çıkış yolu bulup; yığınlara istediklerini yaptırma etkisini ortaya koyacaktı. Yol açık ve netti! Çare bulunmuştu. Kilise yönetimle uzlaşıp, ferman yayınlayacaktı: Kilise; “”Hıristiyanlığın aşırı hükümlerinin uygulanmasını mümin olan herkese değil de, sadece dünyevi olmayan insanlara; yani rahiplere uygulanır”” diye bir çırpıda söyleşi verecekti. Ve devamla; ““kitleler dünyevidirler. Öyle ise onlar için olamaz “” denecek, böylece mesele kökten ve tekrardan çözülecekti!

Başlangıçta, Hıristiyanlığın yayılmasında gözetilen yararcılık, şimdide başka bir uzlaşı için feda ediliyordu. Neydi bu uzlaşı?

İmparator Konstantin sabıkların (kendinden öncekilerin) düşünü gerçekliyordu. Bütün Sezarlar, imparatorluğu bir birlik etrafında birleştirmek istiyordu. Bu birliği toplumun sınıflı yapısına göre, ekonomik olarak o günlerde sağlayamayacağına göre; aksine ekonomik zaaf ve bozukluk, ayrılığı daha da körüklüyordu. Öyle ise öznel öğelere sarılmak adeta denizde yılana sarılmak gibi bir şeydi. Zaten monoteizm merkezi otorite için vardı.

Konstantin Hıristiyanlığın teklik, tek fikir ve tek anlayış ve tek biçim var oluş etrafında kümelenişini, birden imparatorluğun birliği için kurtuluş görmüştü. Acaba Hıristiyanlığı imparatorluğun resmi din yaparak, imparatorluğun birliği sağlanamaz mıydı? Yıllardır eza cefa ettirdiği akım olan Hıristiyanlık, şimdi can yeleği ve kurtuluş simidi olmuştu. Denize düşen eline yılan geçiremedi ise de, Hıristiyanlığa sarılmıştı.

Öbür Sezarlar bu birliği sağlamak için yanlış dala tutunmuşlar gibiydi. Bir pagan zihniyet olan çoklu, çok köklü var oluş düşüncesi olan; Tanrı Sibel’e ve Mitra’ya sarılmışlardı. Oysa bu tanrılar “”Hoşgörülü”” idi bu birliği sağlamazdı. Hoş görü, birliğin değil farklı var olmanın, farklı düşünsel gelişmenin toplumsal olmayan, halksal olan yaşam biçimi idi. Hâlbuki yeni akıma, Hıristiyanlığa dayanmak, bambaşka bir şeydi!

Kilisenin yararı neydi? 1-Hırıstıyanlığın, İmparatorluk dini oluşu ile kilise imparatorluğun egemenliğini ve gücünü de paylaşacaktı. 2-Artık bir zamanların sapkınlığı sayılan dini Hıristiyanlık (dinsizlik) kovuşturulamayacaktı. O günün politeist, çoklu yaşam alışması ve çoklu ifade anlayışı da, tekli (monoteist) akım anlayışı ile ezilecekti. Hıristiyanlar politeizmi, dinsizlik, sapıklık görmenin meşruiyetini sağlayacaktılar. Üçüncü olaraktan da İmparatorluk, Hırıstıyanlığın bekçisi olacaktı. Çünkü İmparatorluk; kendi birliğini, Hırıstıyanlığın güya birleştiriciliğinde(!) görüp, imparatorluğun harcı yapmıştı. Her halde harcı zayii etmezdiniz!

Sonuç: din imparatorluğun birliğini sağlayacak, imparatorlukta; Hırıstıyanlığın var kalma ve yayılmasının bekçisi olacaktı! Dinsizlik, bir anda din olacaktı! Pragma ve zaman; bunu gerektirmişti!

Artık “”hoşgörüsüzlük”” hâkimdi. Artık evrene, topluma ve her şeye tek pencereden bakılmak istenirken, hiç bakılamaz olacaktı. Bakılamayacaktı. Gayrı kıpırdanmayacaktı. Bir olan, her şeyi bilen, ne yapacağımızı saniye saniye önceden belirleyen, biz ne yaparsak yapalım baştaki değiştiremeyeceğimiz bir sonuçla karşı karşıya idik. Aksini düşünmek ve karşı davranmak küfür ve karşı gelme sayılacaktı. Akıllara pranga vurulacaktı. Birlik hiç sağlanamayacak, saman alevi gibi olan birlikler, süreçleşince tez elden teröre dönüşecekti. Oysa politeist anlayışta bir toplumun tanrısının dileyişi, diğerinin karşı koyuşu ve insana yardım eden bir yüreklendirmesi idi.

Geçmişte politeist anlayışlarla da, Mısır, Sümer, Asur, Eti vs uygarlıkları kurulmuştu. Şimdi bozuk yapının tutkalı tek Tanrı’cı anlayış olacaktı. Oysa yapının temeli somut ve nesneldi: üretim ve tüketim ilişkisi idi. Toplumca üretim, toplum oluşları, toplumları sağlıyordu. Bunun tüketimindeki, olabildiğince hakkaniyet, toplumsal huzuru ve birliği gerekli kılıyordu. Tevhide Monoteist anlayış; bu üretim tüketim ilişkisine insanları; tam da, egemenliğin istediği gibi, kendisine ve topluma, en iyi biçimde bir içsel korku imleciyle, yabancılaştırıyordu.

Sürecek

*Askerliğe direnişi sağlayan Komutan Tipasius

Bayram Kaya
Kayıt Tarihi : 23.10.2008 09:57:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Bayram Kaya