Gündoğuya çağ yelleri yapışmış, günbatının eğnisinde bulutlar… Bir kareye oturmuşlar; gelip geçeni gözlerler…Emziğine birkaç damla su sürecekleri adam! ararlar.
Günler; kervanlar, kafilelerle gözlerinden geçer, gider. İçlerinde adam yok! Bu, nedir böyle! diye gördüklerine sitem ederler. Başka bir güzergâha mı kaymıştır ne; adam’ın ayak sesi duyulmaz.
Günlerin, takvimden bir ateşte kaynayan aşı bütün buharlarını yanmaya yatırmışken kalabalık içinden; dizlerini yarı yanağına dek titremeye terk etmiş biri, çıkagelir. Çölüne tilkilerin bile yüz vermediği, kaktüslerine çekirgelerin dahi tünemediği hal ve gidişinden bellidir. Bir kara çağ deliğinin, yer’inde duramayan kapağına yüzükoyun kapandığı ve Oturan bir Boğa’nın, küre’nin karanlık dibine attığı Apaçik bir tekmeyle de kapaklandığı yer’den uğuruna uğradığı da… Bir çeşme oluğu, bir dere şırıltısı, bir kaynağın can evinin kapısını bin elle çalan elleri…Bir vaha, bir serap… Bir damlacık dil üstü! .. Neler verilmez ki!
Bulutlar da bu yanda beklemekten bunalmışlardır. Neredeyse yamakları yumruk yumruğa…İşte! Beklenen an, bir tarafın dizlerini, öte yanın gözlerini Siyu toprağında petrol bulmuş Co gibi bağlamıştır. Olanlar olacaktır.
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Bu şiir ile ilgili 0 tane yorum bulunmakta