Düş Sonrası Yazıları Şiiri - Mehmet Ödemiş

Mehmet Ödemiş
3

ŞİİR


1

TAKİPÇİ

Düş Sonrası Yazıları

Free Web site hosting - Freeservers.com


DÜŞ SONRASI YAZILARI

Herkes rolünü kendisi yazıp kendisi oynuyor, şu hayatta?

Hiç sahiden kendisi olan yok mu?

Tüm gayretini kullanıp, bir arayışa başlayanları hayal kırıklığına uğratıp, başarısızlığa mahkumiyet icbar eden ne?

Gerçekten bu olumsuzluklar için o kadar mı sebep var? Sanıyorum esas olumsuzluk, bu soruya olumlu cevap verenlerden sudur ediyor.

Bir yirmi “dört saat” içerisinde, kaç tane tuhaf diyerek geçiverdiğiniz olayla karşılaşıyorsunuz?

Şu üzerine giyindiğini zannedip sokağa çıkan genç kız ne kadar da masum duruyor. Farkında olmaksızın üzerinde taşıdığı misyonun ayırdına varma çabasında mıdır ki?

Ya şuradaki delikanlı, omuzlarından sarkan, briyantinli saçlarıyla bir bubstil görüntüsü çizmiyor mu? Her iki tip de anlam ve amaçtan yoksun olan yaşamlarında, ne kadar muhteris görünüyorlar.

Yaşanılan bu bunalım da neyin nesi! Nasıl bir paradoks bu? Nereden yayılıyor bu pis koku? Modern zamanların klasik ıstırabını yaşayan insan fıtratını mı yaşıyor yoksa!

Belki de bu girdapta “bir arayış” saklıdır. Tarihin aydınlık sokaklarından sızan bir melankolinin anımsanma çabasıdır, yaşanılan.

Çok katlı bir apartmanın minyon penceresinden etrafa anlamsız, soluk bakışlar dağıtan sen küçük kız, ne anlarsın ki gurup vaktini bir çam ağacının altından izlemenin o muhteşem hazzından.

Bir yaşam bizimkisi, hiç güneşe doğmamış, hep güneş bizim üstümüze doğmuş. Pragmatist ve hedonist kaygılar, anlık tutkular, sonlu sevdalardır, belki de yaşanan sıkıntıların yegane müsebbibi.

* * *

Etrafta şöyle bir arz-ı endam ettiğinizde o kadar çok “gülen insan” görürsünüz ki inanın ban rolleri icabıdır bu. Daha yüzyıllar öncesinde bu senaryoyu görmüştü, Mütenebbi. Çünkü ilk insandan beridir bu trajedi.

“Ve ken zâ bi-mısra kesirun min’el-müdhıkati

Ve lâkinnehü dahikun ke’l-bukâi”

(ve çoktur Mısır’da gülünecek işler

gel gör kİ ağlamak gibidir, bu gülüşler)

İşte hepsi anlamlandıramadığımız anlamlandırmakta güçlük çektiğimiz, çekiniğimiz ve korktuğumuz bir “altmışüç”...

* * *

Aşkı özümseyen biri için sevgilinin iki dudağının arasındadır yaşam ve ötesi. İşte bu aşk, onun ilk fetişidir, belki de. Öldüğünde dahi onun gamzelerine gömülmeyi arzular. Oysa onun varlığına aldırmayan bir “Mona Roza” vardır karşısında. Ve sonunda dayanamayıp şöyle haykırır, yüreğinin izbe varoşlarından:

şimdi uzaklardasın belki

gecenden geçemiyorum

hep kırılıp dağılıyorum

nasılda istiyorum bir bilse

bir bardak su gibi

başucunda olmayı. (1)

Belki de bu müstetir anlam, yaşamını gençlik iptilalarıyla yakmaktır. Saman alevi gibi ve fonksiyonsuz...

Belki de bu kaosta, siz de Şahmeran gibi bir kalede inzivaya çekilmekte bulabilirsiniz çareyi. “O”nsuzluğun sıkıntısını çekiyorsunuzdur. Şeddad gibi uğruna iremler, yeryüzü cennetleri tanzim edeceğiniz bir sevgili bulamamışsınızdır. Bu kesafet esnasında, kim bilir belki de ansızın, bir karıncanı ayak sesinden esinlenerek, bir karanfilin ruhunu okumanın da lojistik desteğiyle “Hikmet” “Aşkın anlamı” yakalarsınız. Bir ışık sezinlemişsinizdir artık, labirentin ürkütücü caddelerinde.

Bazen tuğyana gelen duygularınız, tüm ideallerinizi, içselleştirmek üzere olduğunuz aşklarınızı, bir kenara fırlatmak ister. Anımsayacak davanız olduğunu düşünürsünüz de yine de kendinize gelmekte güçlük çekersiniz. Platonik aşklardan yorgun yüreğiniz, adı “Vedud” olan bir “Sevgili”nin ta içinizin güzelliklerinden bir yerden seslenmesi ile sakinleşir de düzlüğe çıkar aklınız, soluklanırsınız. Kin ve nefret bırakır yerini yeni bir sevgiye / Sevgiliye...

Ertelenmiş sevdalar, yaşanmamış zamanlar, söyleyecekken yutkunduğunuz tüm sözler, bir kor gibi yer etmişken içinizde bir yerde, söylenmiş tek bir güzel sözde, O’nun ruhunu soluduğunuz tek bir anda, su serpilir yüreğinize adeta. Melce edineceğiz (sığınabileceğiniz) bir Darü’l-Erkam’ınız vardır artık, sizin de.

Zaman gelir şehit düşen aşklarınızın namazını “Kutlu Nebi” kıldırır, ardında saf saf meleklerle. Kalbinizin bir yönü “muti günahlara” çağırırken, diğer yönü “asi sevaplara” çağırır da itidal çizgisinden sapmamak için az efor harcamazsınız.

Ama bu olguların hiç birinin anlamsızlığa bürünerek elinizden sıyrılmasına izin vermemelisiniz. Anlamlandırmaya çalışmalısınız, en küçük şeyi bile. Yoksa bu modern labirentte kaybolmak işten bile değil.

Acaba bu girdaptan kurtulmak için olgulardan yansıyan her fenomende ölümü hatırlayıp, onunla bir ilişki mi kurmalı? Ya da ölümle nasıl bir ilişki kurmalı? Meterling’in dediği gibi “her sabah beş dakika düşünmeli” mi ölümü, Nietsche, “sabahın aydınlığında düşünmek varken okumaya ne gerek var” derken kastettiği ölümü düşünmek miydi?

* * *

Hepsi, anlamlandıramadığımız, anlamlandırmakta güçlük çektiğimiz, çekindiğimiz ve korktuğumuz, bir “ALTMIŞ”...

“Oklar kurşunlar gelirken üzerime
Döndüm gülerek baktım”(2)

diyemiyorsanız eğer, sığınabileceğiniz tek melce “Kutsal”a ve “içinizdeki öz”e dönmenizdir. Bu savaşta yalnız başınıza olmanız güçtür, göğüsleyemezsiniz ki gelenler postmodern oklarsa.

Çıkış yolunuz “Rabb”inizin size verdiği rolü oynamanızdır. Fıtratınıza aykırı olan, size dayatılan rolleri bir kenara itmenizdir. Ancak o zaman hakettiği manayı yüklersiniz, yaşamınıza. Ve ancak o zaman etrafınızda vukû bulan rutin işlerde, bir yaşama sevinci, bir tat bulursunuz.

Söz söyleyenin olmakla birlikte, her şey sözcüklerin esas sahibine irca olunur...

Kaynakça

(1) Arif ay – Bin Yılın Destanı (s.229)

(2) C.Ü. Hasannebioğlu – Ölüm Bile Aşk İle (s.73)

Mehmet Ödemiş
Kayıt Tarihi : 25.12.2002 19:00:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Mehmet Ödemiş