DURAK
Durak... Evet, işte şu evimin pençeresinden gördüğüm pazar yerinin kenarında, Belediye'nin alüminyum ve cam bileşiminden yaptığı, yağmur öğlelerinde sığındığım yer... En çok da, yağmur ikindilerinde kaçırdığım otobüsler ardından komşumuz Necmettin'le söyleştiğim yer. Söyleşirken, üç kez hükümeti yeniden kurup, dört kez sanayileşmeye çare bulduğumuz, yirmiz kez de depreme dayanıklı bir Antalya kentini yeniden inşaa ettiğimiz, kısa süreli bekleme yeri...
Durak... Dur ve ak... Doğrusu birbiriyle çelişen durmak ve akmak fiillerinin iki emir dilini kendi bünyesinde maharetle toplayan çok ilginç bir kelime... Çoğu kere durduğum, hayır hayır, benim durduğum değil, bizim bıçkın şoför Nuri'nin yüzbin çalım ve artistik düdüklerle gelip yolcu almak için durduğu mekân.
Durak... Gidek, gelek, inek vb gibi bir kelime... Hadi gari, duralım bari dercesine bir kelime... Fazla ilerlemeyelim de bu noktada durak…
Yorgunum, bahar geldi, silah kullanmayı öğrenmeliyim bu yaz
Kitaplar birikiyor, saçlarım uzuyor, her yerde gümbür gümbür bir telâş
Gencim daha, dünyayı görmek istiyorum, öpüşmek ne güzel,
düşünmek ne güzel, bir gün mutlaka yeneceğiz!
Bir gün mutlaka yeneceğiz, ey eski zaman sarrafları! Ey kaz kafalılar! Ey sadrazam!