gök
dağıtırken
yüzündeki
kuş sürüsünü
anlatacak birini aradı
üzüntüsünü
sessizlik
kendi üzerine
düşen bir gölgeydi
bölemedi o bile
yağmurun
çatlak ve boğuk gürültüsünü
sadece suskun muyum
yoksa ölü mü
ve
ömrüm ile önüm arası
çarpı mı
yoksa
bölü mü
nedense
kedere razıydım
dünden
ama ne yapsam da
razı değildim
kendimden
ve yaşımın taciri
yaşlı dünya
daha
dörtte birini bile
göremeden
sana küstüm
ben
içinde dönüp
durduğum
üçte dördü
dünya sandım
bunca zaman
ama neden
neden
neden
yürüyeceğim
tüm yollar çizilmiş çünkü
ben daha
emeklemeyi bile
öğrenemeden
yaslanacak
bir
dağ bulamayınca
yassı bir uçurum
olur insan
daha doğrulmadan
acemilikle
kendini doğuran
(namahrem)
doğurdukça
kendini
yine
ve yeniden
sevemeden
sokaklara bırakan
(mahrem)
resmi bir hürriyet
olmalıydı gençliğim
yazgısının harfleri
kurşuni bir tokadı değil
ılık kırları çağrıştıran
yaşlılığı aksayan
bir ergen oluyorum
yaşlandıkça
tek ayağı değil
hayatı aksayan
kanadın kırgınlığı
en çok
onu kullanmayı
unutan
kuşadır
ibreler uçmaya
ve
gözler durmayadır
neden her şey
aramadan sunuldu bana
içim sürekli buğulanan
ve
hiç tutmayan
nemli
dalgın bir mayadır
ve kuş
kışın ısınamayan
bir evde
kıyafetler bile
çuval renginde
bir arka odadır
çocuk,
diyeceğim
diyemiyorum
uçurumların var
diyorum sadece
çünkü ben sadece
bunu
demeyi biliyorum
şehrin
ışıklı
ve
sabahsız
ve
ıssız
sokaklarına bakan
uçurumların var
sokaklar
ama
bakmaz hiç
sana
atılırken kalbin
bir hüzün kazanına
kendi içinde
kayna
kayna
—
kayna
ölümü görmüş gibi
bu yaşta
ağlama
gördüm desen de
inanmazlar sana
sen ölümü değil
yalnızca
önünü görmelisin
bu yaşta
belleğimi çatlatan
radikal bir
uçurum gibi
içime döndükçe
derinleşir
ve süzülür bir
sivrilikte
göğsüme açtığım
oyuktaki ayna
dünyayla vuruştukça
fırlar parçaları
ve
batar damarlarıma
sonra dikine dikine
kelimeler vurur
damaklarıma
ve aklımda uçuşan
uzaklara bakan
çilekeş sorular:
/bu kadar acı
neye değecek/
/bu kadar sabır
neye yetecek/
/zaman ne zaman
yaşamaya gelecek/
gülünç soruları
kan rengiyle
kuşatan
dik bir yokuş
olur kalbim
gece yarısı
keser kendini
gözyaşının tuzuyla
bununla
dinsin ister ağrısı
en son
ne zaman bakmıştım
bir şeylere
şaşkınca
ama ben
kapatıp gözlerimi
saplanmıştım bir kamaya
zaman su gibi aktıkça
kalbim
çok yol geldik
biz
seninle
ve hep
senin yüzünden
titreşen bir
yorgunluk oldu
zaman ensemde
ve oluk oluk
ağlayan bir gurbet
kendime dair
varlığın
varlığımın üzerine düşen
ağırlıklı bir hecedir
yüklemi pasiftir
ve
o pasifleştikçe
üzerine
daha çok
yük yüklenir
edilgen bir özneyim
kendi yaşamımda
—utangaç
ve sahipsiz
varlığın
yeryüzünün çatlağı
git
ve aramızda
kalmasın artık
bir kan bağı
çünkü
içimde akışıp duran
bir soru:
herkes yaralıysa
neden bir tek
benim evim
kırmızıya boyalı
ezberlediğin öğütler
bir yıldızdır
toz sandıkça
dökülür saçlarına
ama unutma
başkasının yıldızından
sana yol olmaz
çünkü
öğütler asla
ayaklarını uzatamaz
yaşamın
gerçek kıyılarına
bir kendime
bakıyorum
sonra bir de
bir de
kendime
ve
körüm
ve nankörüm
kendime karşı
mutluluğu arıyorum
sefer tasında
ve sonra
kendimi
mutluluğun hasında
çalıntı bir çehreyi
sırtımda taşıyorum
ve biçilmek için
incitilmiş bir
yorgunluk gibiyim
aslında
harflerin sesi
değil
içine atılmışlığın
duvarlaşmış sertliği var
artık sadece
boğazımda
Kayıt Tarihi : 18.1.2025 23:11:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!