bir şeylerin kıyısında olduğumuz doğrudur
fakat, hiçbir gün, hiçbir gemi, bu kıyıya gelmeyecek
anlamasanız da anladık deyin
anlaştıysak ölebiliriz artık
ve biz artık, ne çok utancı düşürmeden taşıyabiliriz
oysa, bizim utancımız yeterdi bize
acımız, yüreğimizin dikine uzanırdı
bir yüreğimiz vardı evet; uzun, upuzun
sevdâlar kurup duruyorduk, erken vâkitlere
kurardık, ne iyi, ne güzel kurardık hem de
ne çok arzuyduk, ne çok
gülü de gülşende bırakalı çok oldu
kurşunu eritip, bozuk paralar döküyorduk
bozuk paralardaki din ve vicdân hürriyetine inanır olduk
kıskanmayı öğrettik birbirimize, sevmekten öte
üç kere yağmura çıksak, soluyordu arkadaşlıklar
meşin toplar bile alelacele eskir oldu sonra
aklımızı atlayıp, güneşe çıkardık ruhumuzu
ütüsüz pantolonlara benzedik giderek
acılar güneş almıyorsa, hüzünler hep nemli kalır
güneşsiz yaşayamaz olduk
güneş, yılan gibi girince, dağların koynuna
asılsız intihar haberleri düşüyordu aklımıza
eskiden de akşamlar, hep böyle mi olurdu?
en güzel akşam, böyle mi olunurdu?
sâhi, bizden önce de karanlık
hep böyle tutumlu muydu?
kaypak ruhlar, bir yerden sıvışıverirdi illâ ki
akşamdan kaçamadık biz, yakalandık
kuduz köpekler, yapıştıkça paçamıza
ruhumuzda kaşıntılar duyar olduk
şimdi soruyoruz, yaban otlarına
yağmuru seven çocuklara
- ellerimiz, ne güne duruyor bizim?
ellerimiz, ellerini arıyor ağrının
hayat, gülünç bir baş ağrısıdır, olsa olsa
aşk, bayat ekmeklerden yayılan bir hastalık
ölüm, bozuk paralardan bulaşan tetanos
banka veznelerinden, dövizcilerden, istasyon büfelerinden
üç-beş hayal bozdurup, günü kurtaralım diyorduk oysa
şapkamızdan tavşan çıkmazdı nasıl olsa
külleri, henüz kararmamış bir emek duruyor alnımızda
soframızda deliveren otlar
bir yaz günü denizden doğru geliveren, ikinci el şiirler
deniz deniz olsaydı, biz de girerdik
denizde iki yunus atlasa, şâir olurduk
tutardık bir şiirin yepyeni ellerinden
bir şehire yazılan şiirlerden, denize dökülen bir nehir
bazen, büyük ateşlere benzetirler orada büyük şehirleri
ateş de ateş olsaydı bâri
sadece, ateş olarak kalabilseydi öyle
orman orman olsaydı, yangın da bir şeye benzerdi elbet
bu şehir, adamakıllı şehir olsaydı
iki şiir okusak, semtimizin, sanki denize çıkan,
bir sokağı olacakmış sanırdık
ama, biz bu şehri, hep yangından yeni kurtarmışız gibi sevdik
şehir dediğin, yap-boza döndü iyice
bozduk yapamıyoruz, ellerimiz yetmiyor düzeltmeye
bu şehir, şimdi kaçıncı eldir ki böyle?
kendimden sonrasının ellerini sayamam
bencil miyim, yoksa ben?
oysa ben, sıkılmaktan bile sıkılmıyordum meselâ
onuncu kuştan sonra, bütün kuşlar aynı oluyordu
martı oluyordu da, yine de sıkılmazdım vapura binmekten
sıkılacak olsam, kendimden sıkılırdım
nasılsa kendimizdik, dünyanın en dar sokağı
bilemezdik bir gün, ellerin de el olacağını
bilseydik, başka türlü mü yaşardık?
daha doğru, daha namuslu eller mi tutardık?
bu kadar bulanık bakmasaydık hayata
rûyaları da daha güzel görür müydük?
rüzgârı da görürdük belki, ormanın saçlarını tararken
gerçeği düşte ararken, ararken yetişen imdâda sabahları
uykuyla sabahın el ele, kol kola yerinde puhu ötüşü işte
işte, o kadarcık olduğumuz, ne kadarcık kaldığımız
bir ev gezmesine gidecekmiş gibi kalkıp
sonra yine korna sesleri, nârâlarla bir sabah yine
sonraları, hep > kum + su = çamur
ayağımıza bağlanmış demirli betondan prangalar
evler, arabalar, sonra yine evler
sağa sola gelişigüzel savurduğumuz
taştan oyduğumuz mezarlar, demirden kirli atlar
düzenin düzensizliğine bölük bölük teslim alınmış, kâğıttan askerler
çok iş, çok açlık, çok uyku; her şeyden az az, her şeyden çok
bizim mühürlenmiş, hedefe kilitlenmiş, soğuk damgalı sââdetimiz
ve çabalayıp durmamız bundan, hep benzemek için bir başkasına
makyajlanmış kederler içinde, ütülü ve bir örnek gezeriz
sonra merâk ederiz herkesi, hatırlayıp her şeyi, not ederiz
hatırlamak; zihnin kemendi, düğüm yeri aklın
hatırlamak; dümdüz bir şehri gezer gibi; adapazarı’nı belki
belkilerden hep en sonuncusu
hatırlamak; bir uzun çarşı gibi
son yenilen yemekten, kahvelerden, keyif çaylarından,
ikinci leblebilerden, ot kokularından, ıtırlardan tüterken
evet, iptilâdır ya hayat da, yürek büsbütün istilâ sonra
sonra, bir başkası, bize benzemekten tanıyamayız kendisini
yok gibidir, aynaya bakmak gibi, aynadaki kir gibi
yenlerimizle silmek gibi o kiri
ölmemiz bir işe yaramayacaksa, yaşayalım bâri
ölsek bile, hep başka biri gibi, başkayı yaşamışız gibi
dünya bu; tanıyan, tanımayan herkesin geldiği bir ölü evi
hem nasılsa ellerimiz kirli, elektrikler kesik oradan sonra, sular bile kirli
ellerimizde kalan, yanık, kirli sarı elektrik ampulleri
biz ne zaman, biz her zaman, bir şeyler yapabilirsek, gerçekten
kendimizi iyi hissederek, mutluluk değil, bencillikle hâlbuki
meselâ, yılın ilk dondurmasını yerken ve derken, yaz gelirdi
dalgaları karşılarken, denizkızı buluruz diye sevinirdik
ellerimiz, bulut bulut parçalanmış, acemî çocuk elleri
yaş alırdık kışlardan
bir doğu türküsü gibi gelip, dağların arasına yerleşen
ve ölürdük, çağlayan sular gibi, çoğala çoğala, oluklardan taşınırdık
ve der ki gönlün ev sâhibi:
- daha derine gömün ölülerinizi,
gözünüzü toprak bile değil, çamur doyuracak
16 Nisan 2016 Cumartesi / Gölcük
Halil IşıkKayıt Tarihi : 17.4.2016 14:14:00





© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!