Dünyanın En Dar Sokağı Şiiri - Halil Işık

Halil Işık
52

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Dünyanın En Dar Sokağı

bir şeylerin kıyısında olduğumuz doğrudur

fakat, hiçbir gün, hiçbir gemi, bu kıyıya gelmeyecek

anlamasanız da anladık deyin

anlaştıysak ölebiliriz artık

ve biz artık, ne çok utancı düşürmeden taşıyabiliriz

oysa, bizim utancımız yeterdi bize

acımız, yüreğimizin dikine uzanırdı

bir yüreğimiz vardı evet; uzun, upuzun

sevdâlar kurup duruyorduk, erken vâkitlere

kurardık, ne iyi, ne güzel kurardık hem de

ne çok arzuyduk, ne çok

gülü de gülşende bırakalı çok oldu

kurşunu eritip, bozuk paralar döküyorduk

bozuk paralardaki din ve vicdân hürriyetine inanır olduk

kıskanmayı öğrettik birbirimize, sevmekten öte

üç kere yağmura çıksak, soluyordu arkadaşlıklar

meşin toplar bile alelacele eskir oldu sonra

aklımızı atlayıp, güneşe çıkardık ruhumuzu

ütüsüz pantolonlara benzedik giderek

acılar güneş almıyorsa, hüzünler hep nemli kalır

güneşsiz yaşayamaz olduk

güneş, yılan gibi girince, dağların koynuna

asılsız intihar haberleri düşüyordu aklımıza

eskiden de akşamlar, hep böyle mi olurdu?

en güzel akşam, böyle mi olunurdu?

sâhi, bizden önce de karanlık

hep böyle tutumlu muydu?

kaypak ruhlar, bir yerden sıvışıverirdi illâ ki

akşamdan kaçamadık biz, yakalandık

kuduz köpekler, yapıştıkça paçamıza

ruhumuzda kaşıntılar duyar olduk

şimdi soruyoruz, yaban otlarına

yağmuru seven çocuklara

- ellerimiz, ne güne duruyor bizim?

ellerimiz, ellerini arıyor ağrının

hayat, gülünç bir baş ağrısıdır, olsa olsa

aşk, bayat ekmeklerden yayılan bir hastalık

ölüm, bozuk paralardan bulaşan tetanos

banka veznelerinden, dövizcilerden, istasyon büfelerinden

üç-beş hayal bozdurup, günü kurtaralım diyorduk oysa

şapkamızdan tavşan çıkmazdı nasıl olsa

külleri, henüz kararmamış bir emek duruyor alnımızda

soframızda deliveren otlar

bir yaz günü denizden doğru geliveren, ikinci el şiirler

deniz deniz olsaydı, biz de girerdik

denizde iki yunus atlasa, şâir olurduk

tutardık bir şiirin yepyeni ellerinden

bir şehire yazılan şiirlerden, denize dökülen bir nehir

bazen, büyük ateşlere benzetirler orada büyük şehirleri

ateş de ateş olsaydı bâri

sadece, ateş olarak kalabilseydi öyle

orman orman olsaydı, yangın da bir şeye benzerdi elbet

bu şehir, adamakıllı şehir olsaydı

iki şiir okusak, semtimizin, sanki denize çıkan,

bir sokağı olacakmış sanırdık

ama, biz bu şehri, hep yangından yeni kurtarmışız gibi sevdik

şehir dediğin, yap-boza döndü iyice

bozduk yapamıyoruz, ellerimiz yetmiyor düzeltmeye

bu şehir, şimdi kaçıncı eldir ki böyle?

kendimden sonrasının ellerini sayamam

bencil miyim, yoksa ben?

oysa ben, sıkılmaktan bile sıkılmıyordum meselâ

onuncu kuştan sonra, bütün kuşlar aynı oluyordu

martı oluyordu da, yine de sıkılmazdım vapura binmekten

sıkılacak olsam, kendimden sıkılırdım

nasılsa kendimizdik, dünyanın en dar sokağı

bilemezdik bir gün, ellerin de el olacağını

bilseydik, başka türlü mü yaşardık?

daha doğru, daha namuslu eller mi tutardık?

bu kadar bulanık bakmasaydık hayata

rûyaları da daha güzel görür müydük?

rüzgârı da görürdük belki, ormanın saçlarını tararken

gerçeği düşte ararken, ararken yetişen imdâda sabahları

uykuyla sabahın el ele, kol kola yerinde puhu ötüşü işte

işte, o kadarcık olduğumuz, ne kadarcık kaldığımız

bir ev gezmesine gidecekmiş gibi kalkıp

sonra yine korna sesleri, nârâlarla bir sabah yine

sonraları, hep > kum + su = çamur

ayağımıza bağlanmış demirli betondan prangalar

evler, arabalar, sonra yine evler

sağa sola gelişigüzel savurduğumuz

taştan oyduğumuz mezarlar, demirden kirli atlar

düzenin düzensizliğine bölük bölük teslim alınmış, kâğıttan askerler

çok iş, çok açlık, çok uyku; her şeyden az az, her şeyden çok

bizim mühürlenmiş, hedefe kilitlenmiş, soğuk damgalı sââdetimiz

ve çabalayıp durmamız bundan, hep benzemek için bir başkasına

makyajlanmış kederler içinde, ütülü ve bir örnek gezeriz

sonra merâk ederiz herkesi, hatırlayıp her şeyi, not ederiz

hatırlamak; zihnin kemendi, düğüm yeri aklın

hatırlamak; dümdüz bir şehri gezer gibi; adapazarı’nı belki

belkilerden hep en sonuncusu

hatırlamak; bir uzun çarşı gibi

son yenilen yemekten, kahvelerden, keyif çaylarından,

ikinci leblebilerden, ot kokularından, ıtırlardan tüterken

evet, iptilâdır ya hayat da, yürek büsbütün istilâ sonra

sonra, bir başkası, bize benzemekten tanıyamayız kendisini

yok gibidir, aynaya bakmak gibi, aynadaki kir gibi

yenlerimizle silmek gibi o kiri

ölmemiz bir işe yaramayacaksa, yaşayalım bâri

ölsek bile, hep başka biri gibi, başkayı yaşamışız gibi

dünya bu; tanıyan, tanımayan herkesin geldiği bir ölü evi

hem nasılsa ellerimiz kirli, elektrikler kesik oradan sonra, sular bile kirli

ellerimizde kalan, yanık, kirli sarı elektrik ampulleri

biz ne zaman, biz her zaman, bir şeyler yapabilirsek, gerçekten

kendimizi iyi hissederek, mutluluk değil, bencillikle hâlbuki

meselâ, yılın ilk dondurmasını yerken ve derken, yaz gelirdi

dalgaları karşılarken, denizkızı buluruz diye sevinirdik

ellerimiz, bulut bulut parçalanmış, acemî çocuk elleri

yaş alırdık kışlardan

bir doğu türküsü gibi gelip, dağların arasına yerleşen

ve ölürdük, çağlayan sular gibi, çoğala çoğala, oluklardan taşınırdık

ve der ki gönlün ev sâhibi:

- daha derine gömün ölülerinizi,

gözünüzü toprak bile değil, çamur doyuracak

16 Nisan 2016 Cumartesi / Gölcük

Halil Işık
Kayıt Tarihi : 17.4.2016 14:14:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Halil Işık