zamana çarpa çarpa, upuzun merdivenleri tırmanıyor rüzgâr
eski bir baş ağrısına konmak için
yaz güneşi yuvarlanarak batıyor gözlerimde, sızıp kalıyor
bir çocuk ağlıyor, biliyorum
çünkü ben, ne zaman, nerede bir çocuk ağlasa
çok çocuklu bir âilenin, en eski gözyaşı olurum
en eski dâveti olurum, dünyanın
ölüler, şöyle yazmak ister mezar taşlarına:
-biz vardık, siz neredesiniz?
batmakta olan bir gemiden filikalara atlarcasına:
-biz sonra geleceğiz, denilir
mermer avluda çocuklar yarışır, güneşte pişen taşlarla
zihnim oynar yerinden, kavrulur yüreğim
avuçlarımdan sızar biriktiğim
şimdi ne sürsem yakışır geceye
nereye sürünsem, yeni keşfedilmiş bir başka ot kokusu
esâretin tozunu alacak
bahçe bahçe büyüyecek bizim çocuklar
yerini alarak beton iskeletlerin
gümüş kaval mağrurca ötecek, hür kafalarda
sular, ak benizleriyle nilüferlere kalacak
hastaneler kapanacak bir bir
yeşil kuduracak, mâvilikler boy atacak
gökyüzü toprağa yaklaştıkça, büyüyeceğim biraz daha
ter ter dolarak, umudun harcına
umut diyorum, kıyaslanamaz mutlulukla
dünya denen paslı makas, iyiliği budayamaz
çocuklar seksek oynayamaz, kurşun seken avlularda
yalnızca geceleri işleyen bu saat
zamanı değil, sabrımı ölçer ancak
12 Nisan 2016 Salı / İstanbul
Halil IşıkKayıt Tarihi : 13.4.2016 23:38:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!