DÜNYA AHİRET DENGESİ VE VERASET
Müslümanların Kuranı yanlış anlamaları, Kuranı bırakıp bir takım felsefeleri ve mistik inanışları takva zannetmeleri ve özelliklede felsefi tasavvufun İslam dünyasında hakim kültür haline gelmesiyle Kuranın bu eksende yorumlanmaya ve tefsir edilmeye başlanması Müslümanların dünya olgusunu algılama noktasında içinden çıkılamayacak bir çıkmaza düşmelerine ve Allah’ın kendilerine yüklediği yer yüzünün hilafeti ve verasetini(Bk.:Bakara:29 Enam:165,Araf:69-74,Yunus:14,73,Neml:62,Fatır:39,Sad:26) kaybetmelerine yol açan bir uçuruma yuvarlanmalarına sebebiyet vermiştir.Tabi ki bahsettiğimiz bu süreç uzun bir zaman almış Asrı Saadetten sonra ortaya çıkan saltanat serüveniyle başlamış ve en son Osmanlı devletinin zayıflayıp yok olması ve yerine İslam dünyasında seküler hukukun yerleşmesiyle emperyalizmin hakimiyetine kendisini teslim etmiştir bu sürecin algılanması ve yeniden bir dirilişin yaşanması dünyanın yeniden tanımlanması ve Kuran bağlamında dünya ahiret birlikteliğinin ve dengesinin sağlanması ile mümkündür.Sorunu tanımlayabilmek ve giderebilmek elbetteki kaynağına gitmekle mümkün olduğundan bizde bu sorunun kaynağını tespit etmeye ve olumsuzluğu gidermeye hiç olmasa bu bağlamda atılacak adımlara bir katkı sunmaya çalıştık.Asrı Saadetten sonra Muaviye ile başlayan ve dünyevileşmenin başlangıcı olarak nitelendirebileceğimiz süreç zevk ve sefaya düşkün olan Yezidin ehli beytin bireylerine zulmetmesi ve hilafet merkezini Medine’den Şama taşıması, Emevi sülalesinin israf ve debdebeli bir hayatı benimsemesi,saraylar yaptırması ve yeni Müslüman olmuş halka iyi davranmaması v.s dünyevileşmenin yaygınlaşmasına sebebiyet vermiş bu zihniyet Abbasilerle de devam etmiş bu süreçte insanlar ya saltanat taraftarı olmuş ya saltanatla mücadele etmiş yada bu iki tavrın dışında bir tavır geliştirerek münzevi hayatı seçmiştir daha sonra saltanata karşı çıkanların acı kayıplar vermeleri ve başarısız olmaları ile birlikte toplumda saltanat taraftarı ve onlardan uzak duran zahitler olarak iki tip insan prototipinin kalmasıyla seçenek(Sosyal tavır) ikiye inmiştir daha sonra kendi felsefelerini de üreten bu düşünce kemikleşmiş ve bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır.birisi dünyevileşmeyi diğeri ise mitleşmeyi (Ruhbaniyet) temsil eden bu iki aşırı uç neredeyse hakikati kendilerine uydurma adına bir düşünce sistemi geliştirmiş ve bu sistemlerini İslam adına sunar duruma gelmiştir. Kuran’a parçacı yaklaşan ve esasen Antik felsefe,Hint mistizmi, doğu felsefesini ve Hıristiyanlığın ruhbaniyet(Bk:Hadid:27) anlayışını İslam’a taşıyan bu düşünce sistematiğinin öncüsü olan mutasavvıflar dünyayı çok kötü bir şekilde tavsif etmişlerdir. Mesela kendinden önceki sûfîlerin Kuran yorumlarını derleyen Ebû Abdurrahmân es-Sülemî(ö.412/1021) ,şu sözleri nakletmiştir: Zünnûn el-Mısrî: Dünya mezmûm(zemmedilmiş, kınanmış) olarak yaratılmıştır. Ebû Bekr el-Verrâk: Dünya bela, meşakkat ve hevâ yurdudur. Her kim bu dünyadan yana muradını ifnâ ederse her şeyden/belâdan salim olur. Sehl et-Tüsterî: Dünya tıpkı bir ağaç gibidir. Kökü cehalet, dalı yiyip içme, giyinip kuşanma, uyuyup istirahat etme, kadın, güzel koku ve malı sevmektir. Semeresi ise ilâhî azabı mucip olan günahlardır.(Tefsirüssülemi Hakaikuttefsir:C.2S.233) sûfî müfessir Kuşeyrî (ö. 465/1072) de şöyle bir izah getirmiştir: “Dünya hayatı yok olmaya mahkumdur. O ne [bir saniye] rötar yapar ve ne de bir yerde karar kılar. O filhal Allah’tan alıkoymaktadır. Gerçi ekmek aş verir ve fakat karın doyurmaz. Tıpkı çocukların oyunları gibi hiçbir kural (istikamet) tanımaz. İnsanı haktan ve hakkı hakkıyla kavramaktan alıkoyar.”(Kuşeyri Lataif’ul İşarat C.3 S.290)
Ebû Hâmid el-Gazâlî’nin (ö. 505/1111) İhyâu Ulûmi’d-Dîn adlı tasavvuf klasiğinin Zemmü’d-Dünyâ bölümünde de dünyayı tahkir ve tezyif eden birçok manidar söze rastlamak mümkündür. Gazâlî’nin bu bölümde aktardığı bilgilere göre dünya mutasavvıfların gözünde maddeye yönelen nefsin arzularından (hevâ ve şehvet) ibaret olup bütün kötülüklerin kaynağıdır. Çünkü dünya özü itibariyle insanı alçaltan ve aslî maksadını ona unutturan bir niteliğe sahiptir. Hakk’a giden yoldaki en büyük mâniadır(engel) . Bu yüzden kimi sûfîlerce “domuz” diye adlandırılmıştır. Dünya yalan, âhiret gerçektir. Dünya ile âhiret iki kuma gibidir. Biri memnun edildiği ölçüde diğerinin rahatsız olması kaçınılmazdır. Dünya Allah’ın düşmanıdır. Dışı çekici bir kadın, içi çirkin bir kocakarı gibidir. Allah dostu olan bir insanın dünya ile ilgi kurması muhaldir.(Gazali İhya:C:3S:214-225)
Gazâlî, hayra vasıta olan nesnelerde kısmen de olsa hayır bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak dünyanın mutlak surette bir düşman olarak algılanmaması gerektiğini söyler ve böylece tasavvufî gelenekte daha mutedil bir anlayışı benimser. Bununla birlikte, dünya sevgisinin mutlak surette
ciddi bir tehlike ve risk içerdiğini belirtmeyi de ihmal etmez.
Özetle, dünya sevgisi ile âhiretin birlikte yürümeyeceği, yani bir koltuğa iki karpuz sığdırmanın mümkün olmadığı, tasavvufî öğretinin en temel prensiplerinden biridir. Bu yüzdendir ki dünyaya adamakıllı mesafe koymak, seyr-i sülûkun ön koşullarından biri addedilmiştir. Kuşeyrî’den öğrendiğimize göre seyr-i sülûkta samimi, azim ve sebat sahibi olan bir müridin dünyevî ilgilerden kendini soyutlaması gerekir. Alâik ve şevâgıl denen bu ilgileri bir kenara koymak ve böylece dünyevî angajmanlardan kurtulmak (ferâğ-ı kalb) tasavvuf yolunun esasıdır. Dünyevî ilgilerin başında mal tutkusu gelir. Kendisine çok önem atfedildiği için mal-mülk ister istemez insanı hak ve hakikatten uzaklaştırır. Bu yüzden hubb-i mal(Mal sevgisi) ve tûl-i emeli(uzun vadeli dünya işleri) terk etmek gerekir. Keza hubb-i câh ve riyasetten de (makam, mevki ve liderlik tutkusu) vazgeçilmelidir.() Bir mürit bütün dünyevî ilgilerden kendini soyutlamadıkça ona herhangi bir zikir telkininde bulunmak caiz değildir.(Kuşeyri:Errisale:S:380-381) Sülemî ve Kuşeyrî diğer büyük sûfîlerden de şu sözleri aktarmışlardır: Yahyâ b. Muâz: Dünya İblis’in içkisidir.Kim ondan bir yudum içerse
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...
İslamiyet ne yazıkki kişi yada kişilerin klişelerinden ibaret olmaya dönüştürülmüştür. Kitap kişilerin(tarikat-cemiyet...) dinine hizmet ettirilmeye çalışıldığından Dinciler tarafından Allah ile aldatılma da müslümanlara güzel işlenmiştir. Din hurafaden ibaret olmaya döndürülmüştür. Knayan yaraya merhem olma gayretiniz hiç sönmesin. Hürmetler..
Önder GÜL
Tamamen katılıyorum görüşlerinize malesef kurana uyması gerekenler kuranı bırakmış fetvalara sarılmışlardır bu din dışı islamda şirk sayılan bir görüştür çok başarılı bir yorum gereçek bir bakış açısı kutlar saygılar sunarım
Bu şiir ile ilgili 2 tane yorum bulunmakta