Dünya ahiret dengesi ve veraset

Yusuf Aygun
27

ŞİİR


0

TAKİPÇİ

Dünya ahiret dengesi ve veraset

DÜNYA AHİRET DENGESİ VE VERASET
Müslümanların Kuranı yanlış anlamaları, Kuranı bırakıp bir takım felsefeleri ve mistik inanışları takva zannetmeleri ve özelliklede felsefi tasavvufun İslam dünyasında hakim kültür haline gelmesiyle Kuranın bu eksende yorumlanmaya ve tefsir edilmeye başlanması Müslümanların dünya olgusunu algılama noktasında içinden çıkılamayacak bir çıkmaza düşmelerine ve Allah’ın kendilerine yüklediği yer yüzünün hilafeti ve verasetini(Bk.:Bakara:29 Enam:165,Araf:69-74,Yunus:14,73,Neml:62,Fatır:39,Sad:26) kaybetmelerine yol açan bir uçuruma yuvarlanmalarına sebebiyet vermiştir.Tabi ki bahsettiğimiz bu süreç uzun bir zaman almış Asrı Saadetten sonra ortaya çıkan saltanat serüveniyle başlamış ve en son Osmanlı devletinin zayıflayıp yok olması ve yerine İslam dünyasında seküler hukukun yerleşmesiyle emperyalizmin hakimiyetine kendisini teslim etmiştir bu sürecin algılanması ve yeniden bir dirilişin yaşanması dünyanın yeniden tanımlanması ve Kuran bağlamında dünya ahiret birlikteliğinin ve dengesinin sağlanması ile mümkündür.Sorunu tanımlayabilmek ve giderebilmek elbetteki kaynağına gitmekle mümkün olduğundan bizde bu sorunun kaynağını tespit etmeye ve olumsuzluğu gidermeye hiç olmasa bu bağlamda atılacak adımlara bir katkı sunmaya çalıştık.Asrı Saadetten sonra Muaviye ile başlayan ve dünyevileşmenin başlangıcı olarak nitelendirebileceğimiz süreç zevk ve sefaya düşkün olan Yezidin ehli beytin bireylerine zulmetmesi ve hilafet merkezini Medine’den Şama taşıması, Emevi sülalesinin israf ve debdebeli bir hayatı benimsemesi,saraylar yaptırması ve yeni Müslüman olmuş halka iyi davranmaması v.s dünyevileşmenin yaygınlaşmasına sebebiyet vermiş bu zihniyet Abbasilerle de devam etmiş bu süreçte insanlar ya saltanat taraftarı olmuş ya saltanatla mücadele etmiş yada bu iki tavrın dışında bir tavır geliştirerek münzevi hayatı seçmiştir daha sonra saltanata karşı çıkanların acı kayıplar vermeleri ve başarısız olmaları ile birlikte toplumda saltanat taraftarı ve onlardan uzak duran zahitler olarak iki tip insan prototipinin kalmasıyla seçenek(Sosyal tavır) ikiye inmiştir daha sonra kendi felsefelerini de üreten bu düşünce kemikleşmiş ve bir disiplin olarak ortaya çıkmıştır.birisi dünyevileşmeyi diğeri ise mitleşmeyi (Ruhbaniyet) temsil eden bu iki aşırı uç neredeyse hakikati kendilerine uydurma adına bir düşünce sistemi geliştirmiş ve bu sistemlerini İslam adına sunar duruma gelmiştir. Kuran’a parçacı yaklaşan ve esasen Antik felsefe,Hint mistizmi, doğu felsefesini ve Hıristiyanlığın ruhbaniyet(Bk:Hadid:27) anlayışını İslam’a taşıyan bu düşünce sistematiğinin öncüsü olan mutasavvıflar dünyayı çok kötü bir şekilde tavsif etmişlerdir. Mesela kendinden önceki sûfîlerin Kuran yorumlarını derleyen Ebû Abdurrahmân es-Sülemî(ö.412/1021) ,şu sözleri nakletmiştir: Zünnûn el-Mısrî: Dünya mezmûm(zemmedilmiş, kınanmış) olarak yaratılmıştır. Ebû Bekr el-Verrâk: Dünya bela, meşakkat ve hevâ yurdudur. Her kim bu dünyadan yana muradını ifnâ ederse her şeyden/belâdan salim olur. Sehl et-Tüsterî: Dünya tıpkı bir ağaç gibidir. Kökü cehalet, dalı yiyip içme, giyinip kuşanma, uyuyup istirahat etme, kadın, güzel koku ve malı sevmektir. Semeresi ise ilâhî azabı mucip olan günahlardır.(Tefsirüssülemi Hakaikuttefsir:C.2S.233) sûfî müfessir Kuşeyrî (ö. 465/1072) de şöyle bir izah getirmiştir: “Dünya hayatı yok olmaya mahkumdur. O ne [bir saniye] rötar yapar ve ne de bir yerde karar kılar. O filhal Allah’tan alıkoymaktadır. Gerçi ekmek aş verir ve fakat karın doyurmaz. Tıpkı çocukların oyunları gibi hiçbir kural (istikamet) tanımaz. İnsanı haktan ve hakkı hakkıyla kavramaktan alıkoyar.”(Kuşeyri Lataif’ul İşarat C.3 S.290)

Ebû Hâmid el-Gazâlî’nin (ö. 505/1111) İhyâu Ulûmi’d-Dîn adlı tasavvuf klasiğinin Zemmü’d-Dünyâ bölümünde de dünyayı tahkir ve tezyif eden birçok manidar söze rastlamak mümkündür. Gazâlî’nin bu bölümde aktardığı bilgilere göre dünya mutasavvıfların gözünde maddeye yönelen nefsin arzularından (hevâ ve şehvet) ibaret olup bütün kötülüklerin kaynağıdır. Çünkü dünya özü itibariyle insanı alçaltan ve aslî maksadını ona unutturan bir niteliğe sahiptir. Hakk’a giden yoldaki en büyük mâniadır(engel) . Bu yüzden kimi sûfîlerce “domuz” diye adlandırılmıştır. Dünya yalan, âhiret gerçektir. Dünya ile âhiret iki kuma gibidir. Biri memnun edildiği ölçüde diğerinin rahatsız olması kaçınılmazdır. Dünya Allah’ın düşmanıdır. Dışı çekici bir kadın, içi çirkin bir kocakarı gibidir. Allah dostu olan bir insanın dünya ile ilgi kurması muhaldir.(Gazali İhya:C:3S:214-225)
Gazâlî, hayra vasıta olan nesnelerde kısmen de olsa hayır bulunduğu düşüncesinden yola çıkarak dünyanın mutlak surette bir düşman olarak algılanmaması gerektiğini söyler ve böylece tasavvufî gelenekte daha mutedil bir anlayışı benimser. Bununla birlikte, dünya sevgisinin mutlak surette
ciddi bir tehlike ve risk içerdiğini belirtmeyi de ihmal etmez.
Özetle, dünya sevgisi ile âhiretin birlikte yürümeyeceği, yani bir koltuğa iki karpuz sığdırmanın mümkün olmadığı, tasavvufî öğretinin en temel prensiplerinden biridir. Bu yüzdendir ki dünyaya adamakıllı mesafe koymak, seyr-i sülûkun ön koşullarından biri addedilmiştir. Kuşeyrî’den öğrendiğimize göre seyr-i sülûkta samimi, azim ve sebat sahibi olan bir müridin dünyevî ilgilerden kendini soyutlaması gerekir. Alâik ve şevâgıl denen bu ilgileri bir kenara koymak ve böylece dünyevî angajmanlardan kurtulmak (ferâğ-ı kalb) tasavvuf yolunun esasıdır. Dünyevî ilgilerin başında mal tutkusu gelir. Kendisine çok önem atfedildiği için mal-mülk ister istemez insanı hak ve hakikatten uzaklaştırır. Bu yüzden hubb-i mal(Mal sevgisi) ve tûl-i emeli(uzun vadeli dünya işleri) terk etmek gerekir. Keza hubb-i câh ve riyasetten de (makam, mevki ve liderlik tutkusu) vazgeçilmelidir.() Bir mürit bütün dünyevî ilgilerden kendini soyutlamadıkça ona herhangi bir zikir telkininde bulunmak caiz değildir.(Kuşeyri:Errisale:S:380-381) Sülemî ve Kuşeyrî diğer büyük sûfîlerden de şu sözleri aktarmışlardır: Yahyâ b. Muâz: Dünya İblis’in içkisidir.Kim ondan bir yudum içerse
ancak kıyametteki toplanma kampında ayılır… Dünya makyajlı bir gelin gibidir. Dünyaya
rağbet edenler onu[n saçlarını] taramak ve süslemekle meşguldür. Zahit onun yüzüne kara
çalar, saçını yolup elbisesini yırtar; Allah ile meşgul olan ârif ise ona bakma külfetine bile katlanmaz,ona hiç iltifat etmez. Ebû Osmân el-Hîrî: Her kim dünya ve dünyalıkla mutlu olur vebu mutluluğu onu Allah’tan uzaklaştırırsa kesinlikle aldanmıştır. Dünyanın evveli belâ, ortasıeza-cefa, sonu da fenâdır. Vâsıtî: “Dünyanın metâı azdır” demek, “Dünyayı insanların gözündeküçült ki onu terk etmek kendilerine zor gelmesin” demektir. Bk. Sülemî, Hakâiku’t-
Tefsîr, c. II, ss. 108, 111, 133, 155; Kuşeyrî, er-Risâle, s. 119
Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi bu anlayış Kurana devşirme kültürlerin ve inançların etkisiyle parçacı yaklaşımdan kaynaklanan ve özde Kuranın ortaya koymaya çalıştığı nizam(dünya ahiret dengesi) anlayışı(Bk:Bakara:200-202) ile taban tabana ters olan bir anlayışın ürünüdür. Bu yaklaşım güya ahireti kurtarma adına dünyayı reddeden ve Müslümanları geri dönülemeyecek bir mahkumiyete mahpus kılan bu sayede de hem dünyalarını hem de ahiretlerini yok eden bir uçuruma yuvarlamıştır. bu yaklaşım sahiplerinin Kurandan kendilerine delil aldıkları ve görünüşte dünyayı zemmeden ayetlere gelince (Bk:Kasas:78-83,Şura:20,Rum:7,Kiyamet:20-21,İnsan:27,Ala:16-17) bu ayetler indikleri ortam ve vasfettikleri insan tipi ve Arapların dünya ve ahiret telakkileri bilinerek okunursa çok kolay bir şekilde görülecektir ki bu ayetlerde zemmedilen dünya değil insanların ona yaklaşma biçimidir çünkü Araplar ahirete inanmıyorlar(Bk:Casiye:24) ve dünyayı mal mülk evlat çokluğu,oyun eğlence ve maksimum düzeyde zevklenme yeri sayıyorlar ahireti ise alaya alıyorlar(Bk:Enam:29) ve eskilerin uydurması(Esatirul Evvelin) olarak nitelendiriyorlardı.(Bk:Kalem:15) bu ayetlerde geçen bir takım kavranlar vardır ki bu kavramlar:La’ib:oyun anlamına gelen bu kelime sözlüklerde:Sahih bir maksada matuf olmayan her türlü fiil anlamına gelmektedir bu tip fiiller abesle iştiğal olan davranışlar olarak ta ifade edilebilir,bir diğer kavram Lehv: insanı asli amaç ve önemli işinden alı koyan uğraş anlamında kullanılmaktadır(Lehvel Hadis) .bir başka kavram Meta: kendisinden bir şekilde faydalanılan ve faydası kalıcı olmayan nispi fayda anlamına kullanılmaktadır(Metaün Kalil) kavramlardan biride Araz: olup bu kavram: dünya metaını gelip geçici olduğu anlamına gelmektedir yine bu kavram renk ve tat gibi daimi olmayan ve özsel varlığı bulunmayan şey anlamında da kullanılmaktadır. Kuranda bahsettiğimiz bu olumsuz anlamdaki diğer bir kavram,Ğurur kavramı olup bu kavram: aldanmak,müşterisini kandırmak, malı allayıp pullayarak hoş göstermek dünya malının aldatıcılığı(Metaul Ğurur) anlamında kullanılmaktadır. Dünya ile ilgili bu ayetlerde geçen bir kavramda Ziynettir bu kavram ise:süs,çirkin olan bir şeyin süslenerek güzel gösterilmesi bu kavramın bir versiyonu olan Züyyine ise: inkarcıların dünyevi hayatı kendi gözlerinde güzel ve çekici görmeleri anlamında kullanılmaktadır.Dünya ile ilgili kullanılan diğer bir kavram Fitnedir.Fitne:imtihan vesilesi,sınama aracı ve saptırıcı etken anlamına gelmektedir,diğer bir kavram ise Hayr olup bu kavram dünya ve mal sevgisi anlamında kullanılmaktadır.Dikkatle incelendiğinde bu kavramları geçtiği ayetlerde zemmedilen ahireti dünya lehine reddeden ve tercih edenlerin tavrı idi.Tam olarak şunu söylemek uygun düşer ki Allah bu ayetlerde dünyayı putlaştıran(İlahlaştıran) Arapların bu İlahını reddetmekte kozmik dünyayı değil ilahlaştırılmış süfli değerleri(dünyevileşme) zemmetme anlamında dünyaya ve onun geçiciliğine vurgu yapmaktadır.bu vurgu İlahi ve sürekli olan aşkına mukayese ile ilgilidir yoksa dünyayı reddetme anlamı içermez. aslında ‘dünyada ahiret te Allah’ındır.(Bk:Necm:25,Leyl:13) ve Allah yer yüzünde yarattığı her tür varlığı insan için bir nimet olarak nitelemektedir nimet ise yukarıda nakillerini yaptığımız felsefi tasavvufun yaklaşımı ile algılanacak olumsuz bir mana asla ifade etmez.
Yukarıda yaptığımız tasavvufun önder isimlerinden alıntılar dikkate alınırsa şimdi dünyayı bu gözle algılayan Müslümanların onun(Allah’ın yer yüzündeki halifeliğine ve verasetine talip olmaya takati ve niyeti kalır mı? tabi ki kalmaz maalesef kalmamıştır da bu felsefeyle Müslümanların dünya olan ilgilerinin zayıflaması bunun neticesinde önce ceberut sultanlar sonrada seküler emperyalist güçler dünyanın verasetini ve yönetimini onu sahipsiz bırakan Müslümanların elinden almış buna karşı çıkan mazlumları ise açlığa,yoksulluğa, kana ve zulme boğmuşlardır.Müslümanları zillete duçar eden bu anlayışın ideal olarak sunulmasında bir takım maksatlı çalışmaları etkisi varsa da genelde Kurandan ve onun anlaşılmasından uzaklaşmanın rolü esas sebep olarak gözükmektedir.Tabi bu netice olarak Sultanların ve emperyalistlerin işine yaramıştır bu telakki sebebiyle sünnet olan ticaret ve Müslümanların temel yaratılma sebebi olan hilafet (dünya hakimiyeti) şer güçlerin eline (Bu gün bu güç Yahudi,Ermeni ve Siyonistlerin elindedir.) geçmiştir.Bu düşünce Müslüman’ı ticaret yapmayan,yönetici olmayan,mal edinme ve güçlü olma çabasından uzak hele de dünyaya hakim olma ve iktidarı eline geçirme idealinden uzak bir münzevi derviş haline getirmeye çalışmaktadır.Bu düşünceye göre Müslüman dünyada ne kadar mutluysa Allah’tan ve ahirettten o derece uzaktır Müslüman’ın dünyada mutlu olmaya hakkı yoktur,yönetmeye ise hiç yoktur,o dünyadan ölünceye kadar çekilecek ve ölünce mutlu olacaktır. Oysa Allah bakınız ne buyuruyor:’Yemin olsun ki biz zikirden(Kitap) sonra Zebur’da da şunu yazdık:Yer yüzüne benim Salih kullarım varis olacaktır.’(Enbiya:105) oysa bu düşünce sahipleri saadeti bu verasetten kaçmakta görüyorlar.Şimdi biz olaya Kuran çerçevesinde bakmaya çalışalım: Allah Necim Süresinin: 40-41. ayetlerinde insan için ancak maddi ve manevi çalışıp çabaladığının karşılığı vardır ve insan emeğinin karşılığını mutlaka alacak.’ buyurarak emeğin gereğine vurgu yapmış, ve başarının ilahi kanunu ortaya koymuştur. bu gün gayri Müslimlerin dünya hakimiyetini elde bulundurma sebepleri bu sırrı keşfetmelerine dayalıdır.Yine Allah Nebe süresi:9-11.ayetlerinde geceyi dinlenme ve istirahat gündüzü ise çalışma ve gayret(maişet ve ibadet) vakti olarak yarattığını belirtmekte ve dünyevi emeğe dikkat çekmektedir.Mülk süresi:15.ayetinde ise ‘ Allah yer yüzünü sizim emrinize vermiştir,yer yüzünde gezin dolaşın ve rızk olmak üzere size verdiği şeyleri elde ederek istifade edin.’buyurarak hem dünya için gayret sarf etmeye hem de dünyanın insanın istifadesine sunulduğuna işaret edilmiştir. bu istifadenin ölçüsü ve niteliği ‘ Ey Adem oğulları Her secde mahallinde (Mescit) güzel elbiselerinizi giyin,yiyin için,fakat israf etmeyin..’(Bk:Araf:31,İsra:26,Taha:81) buyurularak meşru ölçülerde Allah’ın nimetlerinden istifade etmenin gereği ifadede edilmekte, asla bu nimetlerden uzak durma konusunda bir ima dahi bulunmamaktadır.Bakınız Araf süresi 32. ayet bu düşünce sahiplerine nasıl bir cevap veriyor.’De ki; Allah’ın kulları için yarattığı temiz rızkları kim haram(yasak ve pis) kıldı De ki:onlar dünya hayatında da kıyamet günüde müminler içindir.İşte bilen bir topluluk için ayetlerimizi böyle açıklıyoruz.’buyrularak bu felsefe sahiplerinin güya fazilet olarak sundukları davranışların aslında Allah’ın helallerini haram kılmak iddiası olduğu ortaya koyuluyor. yine ‘Ne elini boynuna bağlayıp cimri kesil,nede elini büsbütün açıp tutumsuz olma,yoksa pişman olur,açıkta kalırsın.’(Bk:İsra:29) ayetiyle hem mülk edinme,hem de var olandan verme konusunda dahi bir dünya ahiret dengesi ortaya konulmaktadır,yukarıda dünyayı zemmeden felsefeye işi bırakırsak zaten dünya kötü olduğundan Müslüman’ın mal edinmesi mümkün olmadığı gibi kazara varsa var olanın arınmak için tümünü vermek gerekmektedir..çünkü onlara göre ayetlerin aksine(Bk:Muhammet:36) mülk kirlidir. Casiye Süresi 14.ayetinde ‘Allah gökte ve yeryüzünde bulunan her şeyi sizin yararınıza sunudu.’ Denilerek eşyanın mubahlığına,Cuma süresi 9.ayetinde ‘Cuma günü ezan okunduğunda,alış verişi bırakarak namaza koşun.’ 10.ayetinde ise ‘Namazı kılınca yer yüzüne dağılın ve Allah’ın lütuf olarak verdiği şeyleri elde etmek için için çalışın.’ifadesi ile Müslüman’a hem çalışmanın hem de ibadetin ölçüsü verilmekte dünya ahiret dengesine vurgu yapılmaktadır,Allah’ın verdiği dünyalığa lütüf denmiştir.ayrıca ibadetin tanımını Allah’a itaat bağlamındaki bütün işler olarak düşündüğümüzde(Bk:Enam:162) esas ibadetin Allah’ın yer yüzü hakimiyeti olan tevhidi gerçekleştirme çabası olduğu anlaşılması gereken yegane hakikat olarak önümüze çıkmakta(Bk: Bakara:193) ve bu Müslümanların dünya ekonomisi ve teknolojisine sahip olmasını gerekli kılmaktadır peki yukarıda alıntısını yaptığımız felsefe ile bu nasıl mümkün olacaktır anlayan izah etsin.

Kuranın dünyaya bakışı insanın dünyayla kurduğu iletişimin niteliğine ve amacına göre iki yönlü bir perspektif içermektedir.Dünya inanan insan için Allah’ın iradesini gerçekleştireceği, rabbinin kendisine verdiği hilafet, veraset ve velayet görevini kullanacağı nimetlerinden helal ve meşru biçimde istifade edeceği ve bu nimetleri insanlar arasında adilane bir biçimde tevzi edeceği bir sınanma,imtihan ve hilafet paidahıdır.İnsan dünyayı imar ve ihya ile vazifelidir(Bk:Hud:61) ,dünyada ve kainatta var olan bütün eşya ve varlıklar onun emrine amade kılınmış(Bk:Bakara:29,Rad:2,İbrahim:32-34,İsra:70,Nahl:80-81) ve onun meşru ve ilahi ölçülerde istifadesine sunulmuştur bunun sebebi onun rabbi tarafından kendisine sunulan vazifeyi bihakkın yerine getirebilmesini sağlamaktır.İnsan dünyayı Allah’ın mülkü ve iradesinin kendisi vasıtasıyla tecelligahı olarak algılamalıdır.bu insanın evrenle ve dünya ile kuracağı ilişkinin meşru biçimidir Allah müminlere de çalışmalarını emrederken miskinliği ve sefilliği yasak eder.hatta ‘ miskin ve asalaklara mallarınızı yedirmeyin’ uyarısında bulunur(Bk:Nisa:5,Furkan:67) , Yine O’ dilediğine dilediği kadar hesapsız verir(Bk:İsra:30,Sebe:39) ,Allah’ın vermesini ayetlere parçacı yaklaşalar olumsuz algılayan yaklaşımın aksine Allah vermesini inanan insan için bir lütuf olarak nitelendirmekte(Bk:Kasas:77) ve şükredenlere hesapsız bir biçimde vereceğini ve nimetini artıracağını belirtmektedir(Bk: İbrahim:7) .Şimdi soralım Allah zemmettiği şey hakkında şükrederseniz artırırım der mi? Allah Peygamberlerinde ve kullarından bir kısmına makam, bir kısmına bol rızık bir kısmına da kalabalık ümmet v.s. vermek suretiyle nimetini değişik şekillerde Salih kullarına sunmuştur.Hz.Davut ve Süleyman’a mülk ve krallık veren, H.z Yusuf’a bakanlık ve vezirlik veren,Hz.İbrahim’e bol bereket veren ve daha bir çok kuluna bol nimetler veren ve kullarının bu nimetlere şükrünü öven Allah bu kullarından verdiği dünya güzelliklerini terk etmelerini istememiştir. Onlardan istediği tek şey bu nimetlerin şükrünü eda etmeleri yani her hususta kendisine itaat etmeleri ve hakimiyetini bütün kainatta gerçekleştirmeleridir. Yine Kasas süresi ayet:77 de: ‘Allah’ın sana verdiği şeylerle ahiret yurdunu kazanmaya çalış dünyadan da nasibini unutma.’ Bu ifadelerin sunduğu modelle yukarıda takva adına insanlığa model sunanların görüşünü acaba uzlaştırmak mümkün mü? Tek kelimeyle hayır, ayette ifade edilen şey açık Allah bu ayette ey kulum Karun kadar zengin olmanda asla bir problem yok hatta eğer bunu hayır ve meşru biçimde kullanıyorsan ne ala fakat hayra kullanırken malın kaynağını asla kaybetme saçıp savurma ve malını sefillere ve asalaklara yedirme diyor,bu ayetin tefsiri budur.Bu düşünce sahiplerine sormak lazım Ebu Bekir, Osman b. Affan, Abdurrahman b. Afv zengin oldukları ve Allah yolunda harcadıkları için cennetle müjdelenmediler mi? Abdurrahman öldüğünde malı bu günün büyük zenginleri kadar çoktu.Hz.Peygamberin fakirliği özendirdiği yönündeki hadisleri bu bağlamda değerlendirilmelidir Peygamberimizin güçlü ve zengin olmayla ilgili rivayetleri ise olayın Müslümanların dünya hakimiyeti ve Allah’ın evrensel iradesinin gerçekleşmesini sağlamaları anlamında anlaşılması gerekir onun esasen ümmetten istediği,Allah’ın verdiği nimetlerin şükrünün eda edilmesidir.Peygamberimizin dünyadan elini eteğini çekmek isteyen üç sahabeyi(Abdullah b. Ömer,Ebu Derda, Osman b.Mazun) uyarması ve esas takvanın bu olmadığını belirtmesi ise meşhur bir hadisedir. Yine Adiyat süresinde malı da(Hayrı) çokça istiyorsunuz derken maldan hayır olarak bahsedilmiş burada sadece malı isteyenin isteme amacı zemmedilmiştir.Eşyada asıl olan mubahlıktır. zemmedilen yahut metih edilen eşya ile kurulan ilişkinin meşruiyet biçimidir.Allah’ın inananlarda istediği proje (Allah’ın iradesini bütün dünyaya hakim kılma) oldukça güçlü ve imkan sahibi olmayı gerekli kılmaktadır onun için Allah o günün kavramlarıyla Müslümanlara düşmanlarına karşı mukavemetli ve güçlü binekler beslemelerini emretmektedir.(Bk:Enfal:60) bu ise imkan gerektirir oysa yukarıda alıntı yaptığımız zevat bu gücün zerresini şeytanın içkisinden saymakta bulaşanları ise Allah adına tehdit etmekte ne yaman çelişki! . Öte taraftan dünya kozmik olarak ve nimetleri itibari ile Allah’ın ayetlerinden bir ayettir.(Bk:Rad:3) İnsan ona nefretle değil hayret ve merakla bakmalı(Bk:Mülk:3-5) onun inceliklerini ve kanunlarını keşfetmelidir (Bk:Abese:24-32) bu söylediğimizi başaran batılılar kainata hükmetmekte ve Allah’ın insanın hizmetine verdiği kainattan her türlü istifade nimetini kullanmaktadır oysa bu nimetlerden esas yararlanması gereken Müslümanlar ise mahkum ve zelil durumdadır bunun altında yatan şey dünyaya Allah’ın işaret ettiği gözle bakmayıp takva zannettikleri zaviyeden bakmalarıdır.bu bakış maalesef bizi bilim ve keşiflerden mahrum bırakmıştır.Esas olan dünyayı kesben değil kalben terk etmektir bu da bir fikir önderinin dediği gibi parayı cebine imanı gönlüne koyarak hareket etmeyle mümkün olabilecek bir durumdur.Bir de her türlü faydalı iş olarak tanımlayacağımız Amali Salih kavramı Allah’ın övdüğü ve insanlara faydalı olan her tür iş anlamında düşünülürse Müslüman’ın insana ve dünyaya bakışı daha faal bir hal alır.Müslüman’ın yaptığı şeriata uygun her tür iş ameli Salih kapsamında değerlendirilir.Zaten insan için hayat ve ölümün var olması Salih işlerin ölçülmesi içindir.(Bk:Mülk:2) felsefi tasavvufa göre ise tanımlanmış ibadetler kapsamı dışındaki işlerin tümü tuli emeldir,kişiyi Allah’tan uzaklaştırır.Dünyayı boş bir bekleme yeri olarak telakki eden bu düşünce zahitlik dışındaki Allah’ın meşru kıldığı davranışları Allah’tan uzaklaştırıcı nitelikte gördüğü için bu alandaki gereksinimlerini ya çok kısıtlı karşılamakta ve gerisini yine yanlış yorumladığı Tevekkül kavramıyla karşılamaktadır oysa gerçekte miskinlik olarak adlandıracağımız bu anlayış bütün çabayı sarf ettikten sonra sonucu Allah’tan bekleme anlamana gelen Tevekkülle karıştırılmıştır.Birde şunu ifade etmek gerekir ki eğer İslam dünyaya ehemmiyet vermeyi meşru görmeseydi imkan sahipleriyle ilgili Zekat,Sadaka, İnfak,Kurban,Hac,Karzı Hasen(Karşılıksız borç) gibi mali ibadetleri emretmez ve Kuranın en geniş anlatılan hüküm ayetlerinden olan miras konusunu Kuranın içeriğinde bulundurmazdı.Hayra ulaşmayı sevdiğimiz şeylerden vermeye bağlayan(Bk:Aliİmran:92) İslam malı sevmeyi(Koruma) ve sevdiğinden bir ölçüde(Bk:Muhammet:36) vermeyi gerekli görmektedir.(Bk:Bakara:177) Bütün bunları söylerken şunu ifade etmek gerekir ki İslam dünyevileşmenin(Seküleriz) bayraktarlığını yapan Yahudi felsefesi ile dünyayı pis ve Allah’tan uzaklaştırıcı(Mistizm) gören Hıristiyanlık ve doğu felsefelerinin arasında dengeyi ve itidali(Bk:Bakara:143) sağlayan bir yol olduğunu ifade etmek muradındayız.İslamı iki cihan saadetini sağlayan bir din olarak tanımlamak en doğru yaklaşım olacaktır. yoksa biz dünyayı kurtarma adına ahireti unutmayı telkin eden bir anlayışın tarafı değiliz.Biz şunu söylüyoruz dünya bu felsefelerin sunmaya çalıştığı gibi ne bir çile hane nede bir sürgün yeri değildir bilakis o bir tarla yani kişinin ektiğini kıyamet günü biçeceği bir mezradır.ondan küsen ahiretini kaybeder onu ziraata uygun eken yarın ahirette hasadını görür.Zaten mantıklı düşünen herkes anlar ki imtihan ahirette değil dünyada yaşanmaktadır,cennette cehennemde dünyada kazanılmaktadır. Zahitlik dağa yahut mağaraya çekilmek değil, toplumdan uzaklaşmak asla değildir, zahitlik toplumun içinde günahlara bulaşmamaya çalışarak toplumu hayra yönlendirmektir,Kuranın en mühim emri olan iyiliği emir ve kötülükten nehiy vazifesi Müslüman’ı toplumdan uzaklaşmaktan alıkoyan en mühim düsturdur.(Bk:Ali imran:104,110) hatta bu emri bırakmanın Müslümanları zillete düşerecek bir durum olduğu(Bk:Maide:78,79,Enfal:73) Kuran da geçmiş ümmetlerden örnekler sunularak belirtilmiştir.Bu anlayışın doğurduğu en hazin sonuçlardan biriside bizzat bu anlayışın laikliği İslam ülkelerine davet etmesidir din dünyadan bu felsefe yoluyla elini çektirilince dünya sekülarizmin kucağına düşmüştür.zaten laiklik din ve dünya işlerini ayırmak olduğundan bu felsefe dolaylı olarak bu anlayışa dünya ahiret ayrımı yaparak yol açmıştır. Oysa İslam ne batı medeniyetinde ve felsefesindeki Kiliseyi reddeden ve dünyayı her şeyin önüne koyan(Sekülarizm) ne de doğu felsefesindeki Mistizm yani hayatı kiliseye çeviren ve hayatı (Yaşamın getirdiği aktiviteleri) yani dünyayı yok sayan anlayış değildir İslam bu iki nizamı da reddeder ve iki cihan saadetine dayalı bir hayat nizamı öngörür,üstelik şu var ki dünya birey olarak insan için geçici olsa da bir varlık olarak insan cinsi için kıyamete kadar devam etmektedir,eğer Allah insana dünyayı boş vermesini ilham etseydi şu anda ilk insanın yaşadığı ilkellik devam ederdi oysa insan devamlı çabalayarak dünyayı imar ve ihya etmektedir. Bu onun İlahi vazifesidir.Kuranda kafirlere verilen imkanlara Müslümanların özenmemesi ile ilgili ayetlerde yanlış yorumlanmaktadır,burada işaret edilen iman ile dünyalık menfaat seçiminde onların dünyayı ahireti ihmal ederek gayri meşru yollardan kazanmalarıdır dolayısı ile burada Müslümanların uyarıldığı şey kafirlerin eşya ile iletişimindeki meşruiyet biçimidir.Allah kitabında mal ile iletişimin Müslüman ile kafir açısından mukayesesini yapmakta ve malı değil iletişim biçimini değerlendirmektedir.(Bk:Kefh:32-46) Allah’ın burada misal olarak verdiği iki kişinin tavrı irdelenirse; burada imanlı olan malı meşru biçimde ve helal yoldan talep ederek rabbine şükrü ihmal etmezken kafir olan malı rabbinin rızasına tercih etmekte ve öncelemektedir,bu şekilde Kuranı bütünsel okuyamayan ve münzevi hayat felsefesini benimseyen kimseler kendi anlayışlarını Kurana ve Müslümanlara dikte etmekte ve ümmete tekva adına zarar vermektedirler.Özellikle tasavvuf kitapları ayetlerin nüzul sebeplerini ve indirildiği ortamı dikkate almayan bu tip çarpıklıklarla doludur.
Sonuç olarak şunu söyleyebiliriz ki dünya ve ahiret birbirinin alternatifi ve zıddı değil doğal sonucudur,Müslüman’ın vazifesi dünya imkanlarına adaleti, güzelliği ve hakkı hakim kılmak anlamında bir miras ve emanet bağlamında yaklaşması ve Allah’ın iradesini sağlama anlamında bu verasetin gereğini yerine getirmesidir.Dünya nimetleri insanın istifadesi için yaratılmıştır ve meşruiyeti helal ve faydalı kullanım koşuluna bağlanmıştır,Müslüman’ın güçlü olanı zayıf olanından bilgili olanı cahil olanından zengin olanı fakir olanından daha üstün ve hayırlıdır,Allah’ın nimetlerini onun rızasına uygun bir biçimde kullanmanın ve tüketmenin hiçbir mahsuru olamaz bunun bir sınırı da yoktur.Ruhbaniyet ise özü itibariyle sosyal bir din olan İslam’a aykırıdır,İslam’a göre zahitlik yapılan her işte Allah’ın rızasını gözetmektir,Allah’ın rızası için yapılan işlerde ise dünyevi uhrevi ayrımı söz konusu olmaz.
YUSUF AYGÜN/ İLAHİYATÇI
[email protected]

Yusuf Aygun
Kayıt Tarihi : 20.6.2008 09:27:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Önder Gül
    Önder Gül

    İslamiyet ne yazıkki kişi yada kişilerin klişelerinden ibaret olmaya dönüştürülmüştür. Kitap kişilerin(tarikat-cemiyet...) dinine hizmet ettirilmeye çalışıldığından Dinciler tarafından Allah ile aldatılma da müslümanlara güzel işlenmiştir. Din hurafaden ibaret olmaya döndürülmüştür. Knayan yaraya merhem olma gayretiniz hiç sönmesin. Hürmetler..
    Önder GÜL

    Cevap Yaz
  • Cebbar Korkmaz
    Cebbar Korkmaz

    Tamamen katılıyorum görüşlerinize malesef kurana uyması gerekenler kuranı bırakmış fetvalara sarılmışlardır bu din dışı islamda şirk sayılan bir görüştür çok başarılı bir yorum gereçek bir bakış açısı kutlar saygılar sunarım

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (2)

Yusuf Aygun