Var oluş dış dünya ile yalıtımın birbirine karşılıklı oluşuydu. Suların karalara düeti gibi. Dağların düz alana karşıtlığı gibi. Ormanın ağaçsız bozkıra karşıtlığı gibi. Çölün vahaya karşıtlığı gibi. Bataklığın açık alana karşıtlığı gibi bir yalıtımın (ortamın) dış dünyaya ve yalıtımların yalıtımla birbirlerine düetiydi.
Organlar iş birliği gibi devasa bir bedene daha çok enerji bulup harcamaktansa; en az dış dünya ilişkisi içinde olan virüs gibi bir var oluşun; bu devasa organizmanın DNA'sını kontrol edip kendisine uygun enerji sentezleri yaptırması daha avantajlı bir düet ve niş alanını doldurmaydı, belki de...
En az dış dünya ile olma yalıtması inorganik bileşiklerle atom düzeyinden hücre düzeyine geçmişti. Böylece en az dış dünya ilkesi hücre düzlemiyle de kişi özneli (bilen ben olan) sürece gelmişti.
En az dış dünya ilkesiyle oluş dışın enerjisinden kopmak demekti. Kendisinden kopulan enerji; gereksinimi duyulandı. İthalatı duyulan enerjiydi. Yalıtımlı iç çevreniz enerji bağıntısı nedenle sizi dış dünyaya mahkûm ediyordu. Bu nedenle “en az dış dünyaya göre oluşun seçme ayıklaması nedenle seleksiyon” vardı.
Sen altınsın ben tunç muyum?
Aynı vardan var olmuşuz
Sen gümüşsün ben saç mıyım?
Ne var ise sende bende