istanbul'u düşünüyorum Orhan Veli gibi
gözlerimi açmak istemiyorum
korkuyorum
İstanbul'u düşünüyorum
düşüncelerimden geçen vapurlar
düdük çalıp
hangi iskeleye yanaşacaksa
ona yaklaşıyorum
iniyorum
bir duman bırakıp ardımda
bir sevda bırakıp ardımda
bir gülücük karşımda
duruyorum
bir balık olmayı
oltaya takılmamayı
önümden geçen her kadının adını
ezbere biliyorum
İstanbul'u düşünmeyi nereden öğrendim
İstanbul bilmiyor
ben de bilmiyorum
şarkıları gezdiren
adı yazar üstünde her vapurda
bir sıcak çay ve simittir
martıdır
minaredir
İstanbul
adına vurulmuştum
düşündüm
kahroldum
haline
İstanbul
üzülüyorum
İstanbul'u düşünmeyi
İstanbul'da
yaşamayı
İstanbul'da
öğrendim
İstanbul'u biliyorum
bildikçe daha çok üzülüyorum
İstanbul
eğer sen bir kadın olsaydın
ben sana aşık olurdum
önce dudaklarına bakardım
dudakların ıslak olurdu
eminim
dudakların
ıslak dudakların
-bir sırrı söylemek ister gibi-
söyler miydi
genç miydin
güzel miydin
geçmişinde
ne hazineler
ne güzellikler
ve ne aşklar gördün
İstanbul
bir ben
bir de sen vardın İstanbul
yanı başımızdan vapurlar geçerdi
martılar giderdi peşi sıra
uzak denizlerden gelmiş gibi
yanaşmıştım ruhunun kıyılarına
yanakların ıslak değildi
ağlamamıştın
sevindim
ne ağlamanı isterdim
ne de üzülmeni
dayanamazdım
yanaklarından akacak gözyaşlarına
en büyük sırrımdın sen benim
kimselere açamayacağım
duvarların yerine
yüreğime kazıdım adını
ne kaçabildim senden
ne de yaklaşabildim sana
boğuldum duygularında
ama adını koyamadım
gün oldu nedensiz yaşadım
ve olur olmaz şeylere üzüldüm bazen
işte bugün gençliğimde aradım seni
ve üzüldüm bulamayınca İstanbul
soğuk geçen bir kış günü
gördüğüm bir düş
bir yaşam vaat etti bana
neydi bilemedim
inanmakda istemedim
bedenlerimiz ruhlarımızın önünde uçuyordu
gri bulutların altında
bizi yıldızlardan gizleyen
kanatlarımız yoktu
lakin uçuyorduk o gece
karanlığa rağmen
bir mucizeydi
tek gri bir bulut kalmamıştı
yani hava güneşliydi
gece olmasına rağmen
düş kuruyordum üstüne İstanbul
sanki bir bilinmezi yaşıyorum
dünyanın dönüşüyle ilgilenmeden
ve güneşe yakınlığını ölçmeden
gözlerimi sermişim denizlere
düş kuruyorum üstüne
kuzey yıldızı şahidimdir
bir geceydi anladığımda
ve soluduğumda derinden
ay gördü hepsini
geçtim kerelerce
çizgilerin üstüne basaraktan
çok zaman
kimseler görmedi halimi
demek istediğim
bir garip haldeydim ben
tarihin yalanları
gri bir bulut
gri bir deniz oldu
günlerden pazardı
ıslaktı dudakları İstanbul'un
gelip geçenlerin ruhları sarkındı
adı çok uzundu bazılarının
geçtim hepsinden
yalnız senin ismini sakladım
isminden geriye kalan
bir kaç kare film
bir kaç şiir
kırılmış mermer sutunlar arasından
süzülüp yol boyu
esir aldı kalbimi
oturduğum mermer basamaklarda
hayalini kurdum
eski dünyaların
en büyük kubbeyi yapmak istedi
Mimar Sinan
Koca Sinan
selam sana ey Koca Mimar
en güzel yapıları yapan
gerçek mimar
güzel mimar
hüznü taşıyor bu taşlar
tırmanırken basamakları
gecikmiş baharı beklerken
geçmiş baharda kalan aklım
ve yüreğim
yüreğim sende
hala sıcak
sıcak ellerin aklımda
geçmiş kaç yüzyıla rağmensoluk soluğa
baktı ardından
anlamsızca
sular kıyıdan çekilirken
adını yazdım kaç kere
dalgalar silsin diye
İstanbul
sanki çok zaman oldu
tanıyalı birbirimizi
ama konuşamadık çok zamanda
canımızın çektiği ve içemediğimiz
canımızın çektiği ve yapamadığımız
nice güzel şey gibi
canımız çekti ve...
zaman uzar zor anlarda
Einstein buldu bunu
benden önce
çok nazlandın
kızardın
utandın
yüzüme bakamadın
ben gülünce
güllerin yapraklarının döküldüğünü gördüm
duvarları ören ustalar
ışığı hapsettiler
içinde yok oldum ben
ne alırım
ne satarım
yaşamdan
yaşama dost oldum ben
iki güneşin arasında kaldım
yanarım
yanarım ben
ve dudakların
dudakların hala ıslak
dudaklarımı uzatsam öpemem seni
küstüm de diyemem sana
İstanbul
adalara dokunamadım
seninle hiç başbaşa kalamadım
tepelerden bakınca yoruldum
eziliyorsun sandım
ah İstanbul ah!
bıraktım gemileri karadan giden
bana bir gül ver
bir gülüver
susuzluğum
sarhoşluğum sana
öyle bakma
yağmurlardan arta kalmış
savaşlardan çıkmış gibi
yok olmuş yıkılmış gibi
n'olur gülüver İstanbul
gülüver ıslak dudaklarınla
susuzluklar beni ürkütüyor
işe yaramaz kalabalıklar
sarmış seni
istilamı var
korkutuyor beni
uzak değildi çok
sukunet sarmıştı her yeri
sevdalar ölümsüzleşirdi kubbelerde
ancak yine kin
yine haset
yine savaş vardı sahnede
aşklar çekildi kıyıya
buram, buram kokusu şarkılarda
herşey ölümlüydü ölümden korkmayanlardan
başka
hergün ayrı güzeldi
ve tekrar değildi
bir boğazda
bir haliçte
kaç gören göz vardı seni
kaç dudak dokundu dudaklarına
dudakların hala ıslak İstanbul
bir gün boğazdan
bir gün haliçten
resmini yaptım
fark etmedim
gözlerinin dalışını
fark etmedim
dağılan mürekkepte
dağılan düşüncelerini
geçen kayıkları
tutulan balıkları
beni ayakta tutan senin sevdan oldu
beni bulutlarda gezdirende
beni sana bağlıyan
yok desem olmaz
bir çocukluğum var
içinde bir çocukluğum
seni bana bağlıyan
bir gülüşüm var
bir gülüşüne vuruldum yani
uçmak sözcüğünü yakaladım
seni bana bağlıyan
uçtum yani
Galata'dan
İstanbul meydanlardan seyrettim seni
meydanlarda yandım
yangın yüreğiydi sanki
haykıramadım en büyük sırrımı
kimselere bahsedemeyeceğim
adını koyamayacağım
İstanbul
zamanı yok ağaçların
sabretmeye
bir buluta
bir kuşa
bir güne hasret
benim zamanım yok
yaşamaya
sana hasret
geçen gemilerde olmayı ben istedim
geçen gemilerden el salladım sana
tarifsiz kederlere ben de düştüm
neşe getirdim
hüzün götürdüm
gemilerden sana bakıp İstanbul
yokları taşıyan bir yürek
yok değildi gözlerindeki neşe
ben belki ona vuruldum
onda kaldı aklım
aklıma takıldın
ıslak dudaklarınla İstanbul
güneş taşar penceremden
aya sorulur sevdan
sen yine de bekle beni
hangi meydanda
hangi kıyıda
hangi sokakta olursa olsun
gelirim ben
arnavut taşlarında sek sek oynayan
bir çocuk olurum
sana bakar çocuk olurum
sayıları tek tek
sevdaları toptan satarım
İstanbul'u arıyorum ben İstanbul'da
zamana adını yazıp
saklayabilirsin sayfalarda
her yanım deniz olurdu sana benzesem
yaşım kırk değil
bin olurdu
söylenirdi
öykülerde
İstanbul 'a aşık oldu adam
bin yaşında
kaçmaktan
gitmekten
kurtulmaktan
vazgeçerdim
İstanbul seninle
yanıbaşında olurdum
dudaklarına dokunmak için
bir öpücük için
gemilerin karadan yürüdüğünü duydum
senin için
ben geç kaldım sandım
sana ulaşmaya
ama sen kimseye varmamışsın hala
gözlerimle gördüm
oturdum işte
çiziyorum
kıyılarını ezbere
çarşılarını rengarenk
camileri pembe
gözlerini yeşil
uçuşuyor entarin
entarin renk renk
mısır çarşısında baharat
haliçte sandal
kız kulesinde bir çift göz olsam
ben sana kurban olsam
ben sana kurban olsam
sevgin içimde
yüzüm güneşe dönük
öylece kalsam
kalsam
kalsam
İstanbul
dudakların hala ıslak
28 Nisan 2003
Hüseyin Mustafa GüvendağKayıt Tarihi : 28.7.2005 23:45:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!