Sosyal münâsebetler mantalitesinde; dost olmak ve dost kalmak kadar,güzel bir şevk yoktur sanırım.
Kimi dostluklar vardır; buz üstüne yazı yazmak gibidir,gelip/geçicidir.
Kimi dostluklar vardır; menfaate dayalı,çürük tespih ipliğine benzer ve hafif bir zorlamada kopar kendiliğinden.
Kimi dostluklar vardır; hasbîdir,”Allah içindir” kadimdir,kalıcıdır. Öyle çabuk parlayan, çabuk sönen cinsten değildir. Tasada ve kıvançta,düşmede ve kalkmada,varlıkta ve yoklukta kısaca; iyi ve kötü günde birlik olmayı,birlikte ağlamayı ve birlikte gülmeyi gerektiren dostluklar! .
Gâliba bunlar biraz günümüzün ötesinde ve eskilerde kaldı.Bir bakıyorsun,iki kişi arasında sarsılmaz gözüken çelik gibi dostluklar; sudan bahanelerle yerini küslüğe,gevşekliğe ve karşılıklı unutmaya/unutulmaya bırakmıştır.
Hani o baba/dedelerimizin zamanındaki dostluklar! . “Kardeş” gibi desem,kardeşlik ne ki! . Bir asker arkadaşlığı,bir gurbet arkadaşlığı ve bir yol arkadaşlığı; ölünceye kadar hükmünü, hatırını sürdüren,can bağına dayalı hasletler içeriyordu.Sadeydi,samimiydi,marazsızdı.
Hatırlıyorum da,dedemin bir dostu/arkadaşı geldiğinde; görülmedik bir tâzimle,sevinçle günlerce ağırlanır,yolcu edilirken de “hicran” yaşanırdı. Veya tekrar gelmesi dört gözle beklenirdi.
İki gözüm pınar oldu gel gayrı.
Elim değse akan sular tutuşur
İçim dışım yanar oldu gel gayrı.
Ayların sırtında yıllar taşındı,