Dün gece Tanrı’yla bir sofra kurduk
Saz çalıp eğlendik sabaha kadar
Arz-u hal eyleyip, hal hatır sorduk
Birlikte demlendik sabaha kadar
Dizine yaslandım, zaman çürüdü
Bir gece dedimse, on bin yıl sürdü
tozlu bir şemsiye durur
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Devamını Oku
çatı katındaki odanın
kuytu bir köşesinde
kumaşındaki eski yağmurların
hüzünlü kokusuyla
Gömleği peşinen önden yırtık bir şiir... Üslup laubali... Bazı satırlarda kafiyeler fahiş-fahişe gibi iğreti.... Estetiği cesetleyip gömmüş bir kelimeler yallaması.... Şair OTlaşmıştır ve TAnrısını da otlaştırmıştır... Tanrılar çeşit çeşittir.... Şiir yanılsaması bu kelimeler çöplüğündeki TANRI şairin kendi tanrısıdır... Tanrıların sayısı sayılamamıştır bugüne kadar... Sanki bir kadını tanrılaştırmış ve onunla eğlenmiştir bu şairimsitrak özne... Allah kelimesi kullanılmadığı için BİRİCİĞİMİZE söz söylenmiş saymıyorum .... Zira ki bizim rabbimizin Sofraya ihtiyacı yoktur...
Dedi hiç hırslanma boşa o telaş
Çok bela getirir başa bu telaş
Ne katran kazanım, ne kor, ne ataş
Çok acemi bir kafiyeleme... Üstelik lafımtrak öznemiz kafiyeyenin şiiri kurtaracağını bilemeceyecek kadar da uykuda.... Rüyası bol olsun... ve tanrısı kendisiyle ölsün... Bizim tanrımız ölümsüzdür...
Hadsizlik,kendini bilmezlik dolu bir şiir..hatta şiir değil de sanki laf salatası...
Şuara Suresinin Işığında Şiir ve Şair / Şeref YILMAZ
“Şairler var ya! Bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer / Görmez misin, onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar / Onlar, yapamayacakları şeyleri söyler /Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı
çok zikredip ananlar ve zulme maruz kaldıktan
sonra haklarını savunanlar müstesna”
Yerleşik hayatın hüküm sürdüğü her yerde, insanoğlunu değişik şekillerde etkilemiş olan şiir, farklı tanımlamalarla bugüne kadar gelmiştir. Denilebilir ki şair sayısı kadar şiir tanımı vardır.
Tarihten bugüne, insanları etkilemiş olan şair ve şiir gerçeğinden, Kur’an-ı Kerim Şuara suresinde söz etmektedir. 227 ayet olan surenin, sadece son dört ayeti şairlerden söz eder. Buna rağmen surenin, “şairler” manasına gelen “şuara” ismini alması, konunun önemini ortaya koymaktadır. Bu yazıda, şair ve şiir konusunu, “Şuara suresi”nin ışığı altında değerlendirmeye çalışacağız.
“Şuara suresi”nin 223 ayeti Mekke’de, şairlerden söz eden son dört ayeti ise Medine’de nazil olmuştur. Surenin, şairlerden söz eden son dört ayetinin meali şöyledir:
“Şairler var ya! Bunların peşine de sapkınlarla çapkınlar düşer / Görmez misin, onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar / Onlar, yapamayacakları şeyleri söyler / Ancak iman edip güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme maruz kaldıktan sonra haklarını savunanlar müstesna”1
Surenin bu son dört ayeti, şiirden çok şairler için bir çerçeve çizmekte, şairlerin her an düşme ihtimali olan tuzaklara ve tehlikelere dikkat çekmektedir. Ayetlerde yer alan bazı anahtar kelimeler üzerinde durarak, çizilen çerçevenin etrafında dolaşmaya çalışalım.
İlk ayette, “Bunların peşine sapkınlarla çapkınlar düşer.” deniliyor. Kur’an-ı Kerim meallerinin birçoğu, aşağı yukarı bu meyandadır. “Sapıklar ve azgınlar” şeklinde mana veren mealler de vardır. Bu ayette geçen anahtar kelime: “gâvûn”dur. “Gâvûn; dalalette olan, haybet ve hüsrana uğrayan, hevasına boyun eğen” manalarına gelmektedir. Birçok mealde, bu kelimenin Türkçe karşılığı “sapkın” olarak verilmiştir. “Sapkın”, Türkçede “doğru yoldan ayrılan” demektir. Bazı mealler, bu kelimenin yerine “sapık” kelimesini kullanmayı tercih etmiştir. “Sapık” kelimesi de aşağı yukarı bu manadadır.
Bu ayet inince, Hasan bin Sabit, Abdullah bin Revaha ve Kab bin Malik ağlayarak, Allah Resulü’nün huzuruna gelirler. “Allah, bu ayeti indirdiğinde bizim şair olduğumuzu biliyordu.” derler. Bunun üzerine Allah Resulü: “İman etmiş olanlar ve iyi amel işleyenler müstesna” ayetini okur ve “İşte bunlar sizlersiniz.” der.2
Ayetteki “gâvûn” kelimesinde mündemiç olan “hevasına boyun eğen” manası, müfessirlerin bu kelimeyi “azgın” şeklinde yorumlamasına kapı aralamıştır. Zira hevasına boyun eğen bir kişinin, şeytanın tuzağına düşmesi ve onun oyuncağı olması çok kolaydır. Şeytanın yönlendirdiği insan, sapmış ve azmış bir insandır. Kur’an-ı Kerim’in birçok yerinde “azgınlık, sapıtma ve şeytanın şaşırtması” manasında, bu kelimenin iştikaklarının/türevlerinin kullanıldığını görmekteyiz.
Şairlerle ilgili ayette, bu kelimenin tercih edilmesi, cahiliye dönemi şiiriyle doğrudan ilgilidir. Cahiliye dönemi şiirinde, üç temel unsurun ağırlıklı olarak varlığı dikkat çeker: Birincisi, o dönem şiirinde şehevî duyguları kamçılayacak konulara sık sık yer verilmesi. İkincisi, cahiliye dönemi şairlerinin, şiiri menfaat için övme ve yerme aracı olarak kullanmaları. Üçüncüsü, o dönem şiirinde asabiyetçi, kavmiyetçi unsurların ağırlıklı yer tutması. Bu çerçevede cereyan eden cahiliye dönemi şiirini ve şairini, Kur’an-ı Kerim zemmediyor. İkrime bin Abdullah el Berberî, “İki şairin, karşılıklı birbirlerini hicvettiklerini, insanlardan bir grubun birisini, diğer grubun da ötekini desteklediğini, bunun üzerine Allah Tealâ’nın, “Şairlere gelince, onlara da azgınlar uyar.” ayetini indirdiğini nakleder.3
Cahiliye döneminde şairler, gerçekleri görmezden gelip aklın hayalin almayacağı, mantıkla bağdaştırılamayacak sözler peşinde koşuyorlar, en önemlisi menfaat gereği bugün “ak” dediklerine ertesi gün “kara” diyebiliyorlardı. Bir şair, aldığı bir kese altından dolayı, iyi birisini yerin dibine batırabiliyor, yine menfaat elde ettiği zaman, kötü birisini göklere çıkarabiliyordu. Kur’an, hakikatle bağdaşmayan bu tavrı zemmediyor.
Cahiliye döneminde şair olmak önemli bir işti. Bir kavmin, iyi bir şair çıkarmış olması övünç vesilesiydi. Şairi olmayan kavim, bunun eksikliğini her zaman duyardı. Şairlerin bir sözüyle savaş başlar, bir sözüyle de yıllardır devam eden savaşlar son bulurdu. Güçlü şairlerin en iyi şiirlerinin, Kâbe’nin duvarına asıldığını ve bu şiirlere “muallâkat-ı seba” denildiğini biliyoruz.
Ayetlerdeki tertip ve ahenk karşısında şaşırıp bir söz bulamayan müşriklerin, ilâhî kelâma “şair sözü” yakıştırmasında bulunmalarından dolayı Kur’an-ı Kerim, şair ve şiir konusuna dikkat çekmiştir. “Hakka suresi”nde bu meseleyi âdeta müşriklerin yüzüne çarpar ve onlara meydan okur. “O bir şairin sözü değildir.” der.4
Şuara suresinin 225. ayetinde ise şöyle denilmektedir: “Onlar her vadide şaşkın şaşkın dolaşırlar.” Bu ayette geçen “yehîmûn” kelimesi, “şaşkın şaşkın dolaşmak” manasındadır. Kelimenin kökü “h(e)y(e)m(e)” dir. Bu kelime Arap dilinde, “nereye gittiğini bilmeden dolaşmak, şaşkınlık” manasındadır.
Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, bu ayeti şu şekilde yorumluyor: “Şairler; eğri-doğru, iyi-kötü her konuya dalar, her vadide otlar, ifadede ne kadar şaşkınlık ve şiddetli arzuya dalarsa o kadar etkili olacağından, her telden çalmak için, iyi-kötü her vadide sarhoş bir şekilde dolaşırlar.”5
Elmalılı’nın, “otlarlar ve her telden çalarlar” tabiri oldukça dikkat çekicidir. “Otlamak” kelimesinin Türkçemizde, “menfaat peşinde koşan ve başkalarının sırtından geçinen” gibi manaları çağrıştırdığını, çağrıştırmanın da ötesinde bu manaları ihtiva ettiğini söyleyebiliriz. Zira bir hayvan, bir yerde otlarken, insiyak dediğimiz güdüleriyle, menfaatinin peşinde koşar. Bu durumdaki şairi ve şiiri Kur’an-ı Kerim zemmediyor. Burada karşımıza, şaire ve şiire dair bir çerçeve çıkıyor. Seyit Kutup, “Fîzilâli’l-Kur’an”da bu konuyu şöyle ele alır: “Onlar, gelen tesirlerin yönüne ve muhtelif anlarda kendilerine hâkim olan hislere göre hareket edip dururlar (…) Onlar, hayallerinde ve his âlemlerinde kurdukları dünyalarda yaşarlar ve bununla iktifa ederler. İslâm ise tasavvurların gerçekleşmesini ister ve onun tahakkukuna çalışır (…) Bununla beraber İslâm, bizatihi şiir sanatlarına karşı çıkmaz. Karşı çıktığı, şiir sanatlarının takip ettiği yoldur (…)”6
Mehmet Vehbi, “Hülâsatü’l-Beyan”da bu konuyla ilgili şunları söyler: “Şairler, kemal-i hayretle, işlerine yarayan her vadiye giderler ve ağzına gelen her şeyi söylerler. Meselâ, bir kimseyi methettikten sonra zem, zemmettikten sonra methetmekten, tahkirden sonra tazim ve tazimden sonra tahkir etmekten çekinmezler ve efallerinde vaki olan tenakuzdan asla utanmazlar ve sözleriyle de asla hak aramazlar, işlerine nasıl gelirse öyle söylerler.” 7
226. ayet, “Onlar, yapamayacakları şeyleri söylerler.” diyor. Bu ayette de yine şaire ve şiire dair, karşımıza bir çerçeve çıkıyor. İnsanın yapamayacağı şeyleri söylemesini, ilâhî kelâm tasvip etmiyor. Sadece burada değil, başka bir ayette de yine aynı konuya dikkatlerimizi çekiyor: “Niçin yapmadığınız şeyleri söylüyorsunuz”8 diyor. İnsanın, yapmadığı şeyleri söylemesi ya da söylediği şeyleri yapmaması, inandırıcılığı kaybettiren en önemli hususlardan biridir. Sözleriyle davranışları, birbirini tamamlayan kimseler makbuldür. Ancak bu tür kimselere güvenilebilir.
Son ayette ise, “İman edip güzel ve makbul işler yapanlar, Allah’ı çok zikredip ananlar ve zulme maruz kaldıktan sonra haklarını savunanlar müstesna.” deniliyor.
Bu ayette birkaç husus üzerinde durulmaktadır. Şairlerin bu kadar zemmedilmesinden sonra, şaire ve şiire dair meselenin istisnası ortaya konuluyor. Bu istisnaların birincisi, “iman edip güzel işler yapmak”; ikincisi, “Allah’ı sık sık anmak”; bir de, “zulme maruz kalınca kendini savunmak.”
Kur’an-ı Kerim’in ortaya koyduğu bu istisnalar, “Şiir bundan ibarettir.” manasına gelmez şüphesiz. Bu istisnaları, “Şiir budur.” şeklinde anlamak yerine, “Şiirde bunlar göz önünde bulundurulmalıdır.” şeklinde anlamak daha doğru olur kanaatindeyiz. Öyleyse şairler, Allah’ın hoşnutluğunu kazanmaya vesile olacak iyi ve güzel işler yapmalı, Allah’ı zikretmelidir. Bu, aynı zamanda şiirin de Allah’ı zikretmesi manasına gelir. Aslında şiirin Allah’ı zikretmesi, şiirin tabiatına en uygun durumdur. Çünkü şiir kadar zikre ve duaya yakın bir söz yoktur. Şiire; fazlalıklardan arınmış, en saf ve en yalın söz nazarıyla bakarsak, böyle bir söz en çok duaya yakışır ve yaklaşır. Şairlerle ilgili bir başka istisna ise, “zulme uğrayınca kendini savunmak.” hakkıdır.
Zulüm, hiçbir coğrafyada, hiçbir şekilde tasvip edilemez ve insana yakışan bir davranış biçimi değildir. Zulüm payidar olmaz. Zalim de öyle… “Zulüm ile abat olanın, ahiri berbat olur.” atasözümüz, ayet ve hadislerin kültürümüzdeki yansımasıdır. Şairlere, zulüm karşısında kendini savunma hakkı verilmiştir. Bu istisna şu manaya gelmez: Şiir, sadece bir başkaldırı, bir isyan, bir zulme karşı savaşma aracıdır. Hayır! Şiirin görevi sadece bu değildir.
İslâm; fazilet duygularından ve gerçeklerden uzak, şeytanî duyguları kamçılayan şiirlere kapılarını kapatmıştır. Bununla beraber Allah Resulü, şair Nabiğa’ya iltifatta bulunmuştur. Nabiğa; Efendimizin huzurunda, “Şerefimiz göğe çıktı, biz daha üstünü istiyoruz.” deyince, Efendimiz Nabiğa’ya lâtife yollu sorar: “Göğün ötesinde nereyi istiyorsun?” Nabiğa, “Cenneti istiyorum.” der ve başka güzel bir şiirini daha okur. Efendimiz de bunun üzerine, “Allah senin ağzını bozmasın!” der. Nabiğa, Efendimiz’in duasına iki şekilde mazhar olmuştur. Hem güzel şiirler söylemiş hem de yüz yirmi yaşına kadar yaşamasına rağmen ağzından bir tek dişi eksilmemiş; bir rivayete göre de dişi eksilse bile hemen yenisi çıkmış.9
Efendimiz’in ve Kur’an-ı Kerim’in bu mevzudaki tavrı, hakikatperest olmadan yanadır. Hayal, dinen haram olmadığı gibi zararlı da değildir. Tasvip edilmeyen ve muzır olan hayalperest olmaktır. Hayali olmayan insanın şair olması ve şiiri yakalaması muhal gibidir. Hayal, yerine göre ibadet hükmüne geçebilir. Hayal kurmak ve gaye-i hayal peşinde koşmak ayrıdır; hayalperest olmak yine ayrıdır. Birincisi, zararsız hatta gereklidir; fakat ikincisi muzırdır. Hayallerin en önemli özelliği, gerçekleşebilir olmalarıdır. Hayal kurmak; insanın ufkunu açar, ümidini kamçılar; ancak hayalperest olmak, hayalle hakikati karıştırmak demektir. Hayalperest bir kimse, hakikatten uzaklaşır ve böyle bir kimse, kelimenin tam manasıyla şaşkın şaşkın dolaşır. Kur’an, bu tavrı tasvip etmiyor.
Sadece şiirde değil, bütün edebî eserlerde hardal tanesi kadar da olsa hakikat bulunmalıdır. Her edebî eser; hakikatten söz etmese bile, hakikat üzerine inşa edilmelidir. Hayal, eseri süsler; yeter ki o eserde zerre miktar hakikat olsun. Temsilî ve hayalî hikâyeciklerle, çok büyük hakikatlerin anlatıldığı bir gerçektir. Yeter ki her hayalin, hakikate dönük bir yüzü olsun. Bediüzzaman, “Muhakemat” isimli eserinin “unsur-u belâgat” bölümünde; “Her hayalde, bir hakikat danesi bulunmalıdır.” der. Bu bakış, aynı zamanda İslâm’ın da edebiyata bakışıdır. Müslüman bir edip (şair ya da nasir) hayalperest davranamaz. Hayalperestliğin ifrat noktalarından biri kabul edebileceğimiz “fantezi” peşinde koşamaz.
Fethullah Gülen’in, “Şuara suresi”nin 225. ayeti hakkındaki, günümüzle irtibatlı mülâhazası oldukça dikkat çekicidir: “Nazmın veya nesrin ayrı ayrı vadilerine dalarak, ‘romantizm, realizm, rasyonalizm…’ deyip esas mevzuyu ve muhtevayı, mana ve gayeyi bir tarafa bırakır, şaşkın şaşkın sağda-solda dolaşırlar.”
“Görmedin mi onlar, her vadide şaşkın şakın dolaşırlar.” ayetini İbn-i Abbas, “Onlar her boş söze dalarlar.” şeklinde yorumlar. Hasan Basri bu ayetle ilgili şunları söyler: “Allah’a yemin olsun ki, onların şaşkın şaşkın dolaştıkları vadileri gördük. Bir keresinde filâncaya sövmede, başka bir keresinde filâncayı övmede…” 10 Katade der ki, “Şair, bir kavmi batılla över, diğer bir kavmi batılla kötüler.” Demek ki doğru ve yanlış meselesinde şairin kendisine bir istikamet belirlemesi önemlidir.
Şairlerin, “yapmadıkları / yapamayacakları şeyleri söylemesi” de, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Bu ayetten dolayı, şairlere had (ceza) uygulanması konusunda, İslâm âlimleri ihtilâfa düşmüştür. Şairler, yapmadıklarını dedikleri için, onların sözüyle amel etmemek gerektiğini söyleyenler olmuştur. Bu konuya Hazreti Ömer’in yaklaşımı dikkat çekicidir. Hazreti Ömer, İbn-i Nadle’yi, Basra’daki Meysan’a vali tayin etmişti. Bu zat, şairdi. Bir şiirinde şöyle demişti:
“Eğer sen benim has nedimim isen büyüğüyle beni sula. Ağzında tülbent olan şu küçüğüyle beni sulama/Yıkılmış bir köşkte sohbet etmemiz herhalde müminlerin emirinin hoşuna gitmeyecektir.”
Bu söz, Hazreti Ömer’e ulaştığında, Hazreti Ömer: “Evet, Allah’a yemin olsun ki bu benim hoşuma gitmiyor. Ona kim rastlarsa haber versin ki, ben onu valilikten azlettim.” demiştir. Daha sonra İbn-i Nadle, Hazreti Ömer’in yanına geldiğinde, ona ciddi sitemde bulunur: “Ben bir yudum bile içki içmiş değilim. Ağzımdan böyle bir söz kaçıverdi.” der. Hazret-i Ömer şu cevabı verir: “Evet, ben de bunun böyle olduğuna inanıyorum. Ancak böyle bir söz söylediğin için seni yine de azlediyorum.” Hazreti Ömer, İbn-i Nadle’yi azletmesine rağmen, ona içkiden dolayı had (ceza) uygulamamıştır.
Şiir, bir bakıma “sözü güzel ve farklı söyleme sanatı” nın adıdır. Allah, Kur’an-ı Kerim’de doğrudan: “Şairler, kelimelere farklı manalar yüklemesinler, mübalağa yapmasınlar, kelime oyununa başvurmasınlar, alışılmış dilin dışında, anlaşılmayan bir dille konuşmasınlar.” buyurmuyor. Demek ki bu hususlar, şair ve şiir için doğrudan yasaklanmamıştır. Şair, kelimelere farklı manalar yükleyebilir, kelime oyunlarına yer yer başvurabilir, mübalağa da yapabilir. Ne var ki, yalan söyleme hakkına sahip değildir. Yalan söylemek, aslında bir hak da değildir. Şair, yapmadığı şeyi söylememelidir.
Sonuç olarak, ayetin şairleri ikaz etmesi, İslâm’da şiirin yasak olduğu manasına gelmez. Söz konusu ayetlerden, bu şekilde mana çıkaran İslâm âlimi olmamıştır. Ayetlerin nazil oluşundan bugüne kadar birçok büyük zat ve Allah dostu, bizzat şiire ilgi duymuş ve bizzat şiir yazmıştır. Öyleyse söz konusu ayetlerde üzerinde durulan ve dikkat çekilen konu bizzat şiir değil, şiirin muhtevasıdır.
____________________
DİPNOTLAR
1. Suat Yıldırım, Kur’an-ı Hakîm ve Açıklamalı Meali, Işık Yayınları, İstanbul, 2002, s. 375.
2. İbni Kesir, cilt 11, Çağrı Yayınları, İstanbul, 1986, s. 6115.
3. İbni Kesir, s. 6113.
4. Hakka, 69/41.
5. Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Feza Gazetecilik A.Ş., İstanbul, s. 120.
6. Seyit Kutup, Fîzilâli’l Kur’an, cilt 11, Hikmet Yayınları, İstanbul, s. 99.
7. Mehmet Vehbi, Hülâsatü’i beyan Fi Tefsiri’l Kur’an, cilt 10, s. 3966, Üçdal Neşriyat, İstanbul, 1968.
8. Saf, 61/2.
9. Bediüzzaman Said Nursi, Mektubat, Işık Yayınları, İstanbul, 2001, s. 148.
10 İbni Kesir, s. 6113.
mecazda olsa Rabbi kişilşeştirmek haşa ve sanata ne de dinimize yakışmaz insanı küfre götürür.sanat bakımından incelediğimizde ise eksikleri olan bir hece şiri ..
Dedi hiç hırslanma boşa o telaş
Çok bela getirir başa bu telaş
Ne katran kazanım, ne kor, ne ataş
Su serpti küllendik sabaha kadar
bu tekrarı kim görecek diye sabrettim.
şeref öztürk usta gördü..
şiir yazmayı bildiği gibi okumayı da biliyor..
sanki ilk dizedeki telaş'ı talaş yapsa şair..
birileri hazır ormanı yok ediyorken..
ormanı yok edenler geriye talaşlarını bırakıyor gibisinden mesela diye düşündüm...
sonrasına telaş da gerçekten çok cuk oturuyor gibi oluyor..
yoksa daha başka bir kelime olabilir mi..
günün şiirleri çok öğretici olmaya başladı..
şiiri uyağı derken uygarlığı bile öğreneceğiz gibi duruyor bu sayede..
teşekkürler antoloji.
Yorumumu yazdıktan sonra bakayım dedim kimler ne demiş bu şiire.Şaşkınlık içinde kaldım okuyunca yorumların bir kısmını beğenen olmuş,anlayan olmuş,anlamayan olmuş.Küfür sayan olmuş,küfür eden olmuş.Oysa bu konuda öyle bir yorum var ki Asım Yapıcı hocam dan Onu okumadan yorum yazdığım için ben bile utandım.Öncelikle her düşünceye saygılı olmayı öğrenmeliyiz.Sosyalist düşünceli biriyim ama edebiyata siyasal penceremden bakmam yazarken düşüncem doğrultusunda yazmaya çalışırım.Seçici kurulu kutluyorum.Şeref Öztürk (Usta)
Sevgili üstad Harika dizeler güzel bir kurgu .Sadece 4. kıtanın ilk iki satırında üst üste gelimiş iki aynı sözcük dikkatinden kaçtığını düşünüyorum ona bir şekil verirsen daha da güzel olacak.Kutluyorum saygılarımla .Şeref Öztürk (Usta)
heceyi günümüzde böyle kullanan biriyle karşılaşacağımı düşünmemiştim.
teması-içeriği-dili çok iyi.
belli ki bir ozan eseri.
ben gene de bir yere değineyim. hece-kıt'a-uyak gibi fiziki kalıplara uyma zorunluluğu, bazı yerlerde sanki şiirin ahenk ve değerine zarar vermiş.
5.inci kıt-adaki
*ve* sözcüğü ile *o da* söz ve takısı gibi.
mutlu oldum ve kutluyorum.
saygılar
yanantoz
Bir gece boyunca, bin sual sorduk
Adem’den bugüne çok kafa yorduk
Gökten yere inen bir çift tohumduk
Birlikte, çimlendik sabaha kadar
şiiri konu olarak çok beğendim. İnsanların neye nasıl baktıklarına bağlıdır algıladığı şeyler. Şiir hece olarak bazı hataları içinde barındırsa da konu çok güzel işlenmiş. özellikle final dörtlüğü çok güzeldi.
Nasıl insan sevgilisinden bir şeyini saklamazsa yaratanını seven bir yüreğin tüm mahremiyetini onunla paylaşması görülüyor. Samimi bir inanç gördüm şiirde. Yaratıcısını varlığında hissedip sohbet etme yürekliliğini gösteren bir kalemi hissettim. Şiir olarak ahım şahım bir şiir olmasa da, konu seçimi çok yerindeydi.
İki gün peşpeşe antolojinin aynı konu da şiir seçmesi onların seçimidir. Bana kalırsa günün şiiri kriterleri nedir onu da bilen yok. Bu şiir şiir yapısı olarak hatalı bir şiir. hataları var. o halde günün şiiri olamaz. Ama okunacak bir şiir midir. evet okunacak bir şiirdir. şairin konuyu işlemesi çok güzeldi. Anlatımı çok sade ve anlaşılır bir şiirdi.
Kutluyorum değerli kalemi. Yaratanıyla kurduğu bu içten bağlılık için.
Yarın da Salman Rüşdi'nin varsa bir şiirini, yoksa yazılarından birini günün şiiri seçin de tamam olsun bu iş. Altına bundan çok daha yorum yazılacağının garantisini veririm size.
Bu şiir ile ilgili 146 tane yorum bulunmakta