Dönüşü Olmayan Bir Sevdanın Peşinde -2- ...

İsmail Aksoy
1898

ŞİİR


17

TAKİPÇİ

Dönüşü Olmayan Bir Sevdanın Peşinde -2- (İsmail Haydar Aksoy)

Gece. Kopkoyu. Ama adamı kadına getiren yollar aydınlıktı. Adamı kadından ayıran bütün yollar karanlıktı. Kadının kızdığı zamanlardaki kararan bakışları gibi karanlıktı adamı kadından ayıran yollar. Simsiyah. (Ulaşım araçlarının farlarının ön tarafta olmasının en önemli nedeni, kavuşturan yolların aydınlık olması zorunluluğundan olsa gerek) .

Gece kopkoyu idi. Ama adamı kadına ulaştıran yollar aydınlıktı. ''Gönül Yarası'' adlı film gösteriliyordu otobüste. Adamınsa gönlündeki yarası sızlayıp duruyordu hep.

'Buralarda mobil telefonlara çağrı bırakmak seni düşünüyorum anlamına geliyormuş. Bu duruma göre senin telefonuna bir hayli çağrı bırakmam gerekiyor gün boyunca' diye yazmıştı adam kadına. Ve ondan sonra da sürekli olarak çağrı bırakıp durmuşlardı birbirlerine.

Dağla deniz arasına sıkışan bir ırmak gibiydi kadının bakışları. Üzerinden geçtiği her kayanın rengini alan binbir bakışı barındırır gibiydi kadının yüzü. Bal rengi gözlerin tadı, kar ile pekmez karışımının tadı gibiydi. İnsanın beynini bir an donduran, sonra yavaş yavaş ısıtan bir renk kıvamındaydı. Kar ile pekmez karışımı gibi. Adam sormuştu kadına: 'Sen biliyor musun yüzünün bir ırmak olduğunu? '. Ve gözyaşları, gözyaşları... Dünyanın bütün kuraklıklarına yetecek kadar gözyaşları vardı sonrasında. Adamın gözleri ise hem nemli hem de namluydu.

Gizli bir bahçede gizlice tutulan eller ve gizlice barındırılan düşünceler vardı. Gizli bahçede gizlenemeyen duygular ve gözyaşları da. Ve susarak onaylıyordu adam kadının gözyaşlarını ve dokunuyordu kadının gözyaşlarına içinin içindeki gözyaşlarıyla. Adam kadınla en çok ağlamayı paylaşmıştı belki de. En çok susmayı. Suskunca durmayı en çok.

Gözleri yıldızlar kadar yakın olan kadın, aynı zamanda binbir bakışlı bir kadındı. En çok ensesinden öpülmeyi seviyordu kadın. Ve adam sadece ensesinden öpmüyordu kadının. Ensesinden, ruhundan ve yüreğinden de öpüyordu kadının.

Adamla kadın birbirlerini sürekli düşünüp duruyorlardı. Uzayıp giden yollar boyunca ve kimsenin beklenmediği o terminaller boyunca düşünüp duruyordu adam kadını.

Bedeninin çarmıhında gerilmek istiyorum demişti adam kadına. Golgotha'daki İsa gibi. Bedeninde uyumak istiyorum. Bedeninde sönmek istiyorum. Bedeninde ölmek istiyorum. ''Ecce Homo''(''İşte İnsan'') denilebilsin diye, bedeninin her yanını şenlendirmek istiyorum demişti adam kadına.

Elimde olsa senin sancıyan tüm yaralarını söküp atmak isterdim demişti kadın adama. Birbirimize merhem olduk diye düşünmüştü adam. Kanayan yaralarımıza. Kabuk bağlamış ve irin toplamış yaralarımıza.

Sadece söylenen sözlerle değil, suskunlukla da iletişim kuruyordu kadın ve adam. Ve sevda akıp gidiyordu ebru tutmuş damarlarda. 'Ben miniminnacık bir kadınım işte' demişti kadın. 'Hayır, sen benim bedenimdeki bütün damarların toplamı kadar uzunsun' demişti adam. Damarlarındaydı kadın adamın. Ebruya kesmiş ırmaklar boyunca akıyordu kadın adamın deniz kadar engin yüreğine.

Yollar boyunca uzayıp duruyordu çıplak bedeni kadının. O diri beden yeryüzü gibi uzanıp duruyordu. Memelerin Toros dağlarının dorukları gibi diyememişti adam kadına. Dölyatağın senin uzayıp gidiyor bir kanal gibi diyememişti adam kadına. Panama Kanalı'ndan hiç geçmemişti adam. Panama Kanalı gibi senin dölyatağın diyememişti adam kadına. Bedenin bir dünya gibi senin diyememişti. O kadar çok şey vardı ki adamın kadına söylemediği... O kadar çok şey vardı ki adamla kadının birlikte yapamadığı... O kadar çok kent vardı ki el ele dolaşılmadık.

Aşka giden yollarda işaretler yoktu hiç. Karanlıktı yollar. Ama adamı kadına götüren bütün yollar apaydınlıktı. Gözleri yıldızlar kadar yakın olan kadın, tıpkı değişik zamanlarda değişik şekillerde görünen bir gezegen gibiydi. Yeryüzü gibiydi. O mavi yumurta gibiydi kadının yüzü.

Bir gün seninle birlikte Van'a gidelim demişti adam kadına. Uzun bir otobüs yolculuğundan sonra, Van'da bir kahvaltıhanede seninle uzun uzun susarak kahvaltı yapalım demişti adam kadına. Bunu demişti adam kadına. Ama sen benim içimin Şemdilli'sisin, Tatvan'ısın, Muş'usun diyememişti nedense. Sen benim yüreğimin Kürdistan'ısın da diyememişti nedense. 'Ez lı ta gelek pır hez dıkım' demişti adam kadına. Ve kadın Kürtçe bilmediği halde anlamıştı bunu. Zaten 'seni çok çok seviyorum' denildiğini anlamak için mutlaka söylenilen dili bilmek gerekmiyordu hiç.

'Issız bir adaya düşmeden yanıma alacağım üç şeyden biri sen olmasan bile, mutlaka hayalin olur senin' diye yazmıştı adam kadına. Ve adamın bir yanı 'deryada çalkalanır' dururdu.

Adam kadınla her yere gitmek istiyordu. Dünyanın bütün kentlerini kadınla birlikte gezmek istiyordu. Ve kadın adamın bir sözüyle dünyanın öbür ucuna gidebilecek kadar çok seviyordu adamı.

Uzakta şehrin ışıkları görünüyordu. Ve kırkikindi yağmurları boşanıyordu. Ve kırkikindi yağmurlarıyla diniyordu paranoya. Ve şehirde işler yolunda sevgilim diye geçiriyordu içinden adam.

Gene başladı sayrılık. Belki hep olacak bu sayrı olma durumu hayatımızda. Belki hep birbirimizden ayrı duracağız ve hep sayrı kalacağız.

Biliyorsun sevgili sevgilim 'ilk bakışta aşk'a inanmadığımı. İnandığım 'son bakışta aşk'tır ve son bakışmalarımız ''müthiş'' büyük bir aşkı barındırıyordu.

Sevgili sevgilim. Sen benim elimden düşen elma şekerimdin. Sen benim ulaşamadığım çikolatamdın. Sen benim harçlığımla alamadığım pamuk şekerimdin. Sen benim bayramlarda alınmamış olan urbalarım ve ayakkabılarımdın. Sen benim gönderilmediğim mandolin kursumdun. Sen benim her şeyim değildin belki. Ama sen benim bir şeylerimdin sonuçta.

Sevgili sevgilim. Belki bilmiyorsun: Seni ben bir erkek olarak kadınımsın gibi, bir baba olarak kızımsın gibi ve bir çocuk olarak annemsin gibi sevdim, seviyorum ve seveceğim. Başka türlü davranmak elimde değil.

Bunu da bilmeni istedim.

(26-29 Aralık 2005. Denizli) .

İsmail Aksoy
Kayıt Tarihi : 29.12.2005 02:50:00
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

İsmail Aksoy