Cânlar, riâyet eyleyib erkâna, döndüler;
Tennûrelerle tâir-i perrâna döndüler.
Bir bir uyub imâma, duyub aşk Ezânını,
Tekbîrlerle Kıble-i cânâna döndüler.
Mollâ-yi Rûm, verdi semâ’ emri anlara;
Adam yaşama sevinci içinde
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Devamını Oku
Masaya anahtarlarını koydu
Bakır kâseye çiçekleri koydu
Sütünü yumurtasını koydu
Pencereden gelen ışığı koydu
Bisiklet sesini çıkrık sesini
Değerli orhan balkarlı bey,
İşlerimin yoğunluğu nedeniyle bugünkü yorumları okuyamadım ama en son sizin yorumunuzda söylediğiniz bir şey dikkatimi çekti..eğer kasteddiğiniz bu günün şiiri ise , bu şiiri kuvvetle muhtemel ben mehmet kaplan hocanın cumhuriyet dönemi şiir tahlillerinde okumuştum..ve sanırım müstakilen onun bu şiirine tahsis edilmiş bir yorumdu..sözünü ettiğim kaynak kitaba şu an itibarıyla ulaşamayacağım için teyid edemiyorum
Diğer taraftan naci beyin gece yaptığım yoruma bir göndermesi olmuş..gece mevlananın anlaşılması ve günün içinde hayatın içinde yaşanması esas olmalıdır..yoksa bu anma günleri veya haftalarının hepsi , tamamı çetin altanın deyimiyle türkün türke yaptığı övgüler haline dönüşüyor..
Mevlana üzerine yazmak başka örneğin..mevlevilik üzerine yazmak başka..mevlana işte bir faninin yaşadığı kadar yaşamış ve gitmiş...kendi dönemi arkasından ve önünden alsan bir bir buçuk asır..ama mevlevilik dediğimizde asırların yorumu söz konusu
bugün örneğin klasik ( geleneksel)mevleviler bugünkü şairimiz de dahil bir ruh halinin bir atmosferin içinde ve dar bir alanda kendi kendilerine gayet mesrur ve mest bir halde yaşıyorlar mevleviliği..Bir kere mevlananın şiirlerinin günümüz türkçesiyle olanlarının artması gerekir diye düşünüyorum
Şu andaki zamanımın darlığı nedeniyle fazla açamasam da konuyu sanırım A. Kadir 'in şu dil içi çevirisi benim söylemek istediklerimi daha iyi anlatacaktır..
YENİLİĞE DOĞRU
Her gün bir yerden göçmek ne iyi,
Her gün bir yere konmak ne güzel,
Bulanmadan, donmadan akmak ne hoş.
Dünle beraber gitti cancağzım,
Ne kadar söz varsa düne ait.
Şimdi yeni şeyler söylemek lâzım.
A. Kadir
( yuva kurmaya çöp taşıyan kırlangıçlar gibi) tabirinize layık nolabilirsem ne mutlu.Naci bey..Kurulmuş yuvalar yıkılıyor,günahsız yavrular yuvasız kalıyor..Bu hengame de bir yavrumun yuvasına bir tuğla hükmünde olan o çerçöplerin değerini bilenler bilir.Yazı sanatla edebiyatla
antolojinin sayfasında verilen haberle ve en önemlisi şairin şiirinin tuğlaları hükmünde olan kelimelerle (lisanla)
ilgilidir.O gazete bu gazete meselesi değildir vesselam.
Bende vezni;
mefûlü mef’ûlâtü mef’ûlâtü fâ'ilün,
diye buldum Osman Bey.Bir yerde yanıldım mı aceba? Ama her halükarda sizin dediğiniz doğru o mısrada ve başka mısralarda aksıyor gibi.
Bu şiir bildiğim kadarı ile basılı bir kitapta yok.Şair bazı mahalli dergilerde falan yayınlamış o kadar. Orjinal yazılımında bu aksamalar olmayabilir.
Buna mecbudum Osman bey. Eski yönetici arkadaşla yıldızım bir türlü barışmadı ve kendisine o burayı terk etmediği müddetçe sayfaya girmeyeceğime dair söz verdim. Çok mecbur olmadan da gerçekten sayfaya adımımı atmamaya gayret ettim. Şimdi ise yönetim değişti ve güzel bir çalışma ürünü ile mukaddime yaptı. İnşaallah bunlarla da ayni sebeplerden dolayı ters düşmeyiz! Zira eski yönetici arkadaş Yasaklılığımı kaldırıp'Hak Şahini' rümuzumu iade etmedi. 1200 küsur şiirim halen o sayfa da mahkum durumda. Bizi Hanımın ismiyle kızın ismiyle ve takma isimlerle yazmaya mecbur etti. Sayfada seviye çok düşmezse girerim düşerse, kendi sayfamın çeçevesi içerisinde çalışmama devam ederim.
Bütün dostlara yeniden merhaba.
Hayırlı çalışmalar.
‘’Müştâklar, şuâına Şems’in tutuldular;
Yaklaşmayın ki âteş-i sûzâna döndüler. ‘’
Mevlana’yı sevenler Şems’in ışıklarına tutuldular ve yakıcı ateşe döndüler. Bilindiği üzere Şems Mevlana üzerinde büyük tesiri olan yaşamı ve kişiliği esrarlı bir velidir. Mevlana’ya aşk ve cezbe yolunu gösteren o dur. Mevleviler Şems’e büyük saygı gösterirler. Şair Arapça güneş anlamına gelen Şems’in anlamından da faydalanmıştır. Ona yaklaşmak tehlikelidir.
‘’Mutribler uyudular neye, gûyâ hezârler,
Tehlîl nağmesiyle gülistâna döndüler.’’
Mevlevi ayininde musiki büyük yer tutar.Mutribler yani şarkı söyleyenler neye uyarak tehlil yaparlar.Tehlil İslam dininin birlik fikrini özetleyen ‘’Lailahe-ill-Allah’’ sözünü tekrarlamaktır.Şair şarkı söyleyenlerin nağmelerini bülbüllerin gül bahçelerine dönerken çıkardıkları sevinç seslerine benzetmiş.
‘’Mebhût olub Mukabele-e Mevleviyyeden,
Münkirler ittika ile îmâna döndüler. ‘’
Semâ sırasında Mevleviler birbirlerinin yüzlerine bakarak, karşılarındaki insanda tecelli eden ilahi nuru takdis ederler. Bu merasime mukabele denir. Semâ esnasında insana gösterilen saygı çok canlı ve manalı bir şekilde ortaya konulur. Şair bunu gören inkârcıların imana geldiklerini söylüyor.
‘’Bâd âba, nâr hâke hemen kıldı ser-fürû;
İblîs-şîmeler bile insâna döndüler. ‘’
Rüzgar suya, ateş toprağa boyun eğdi. Şeytan tabiatlılar bile insana döndü diye anlaşılabilir.
Sözü edilen dört unsur.eskilere göre hem kainatın, hem de insanın maddi varlığının esasını teşkil eder.Bunlardan her biri ayrı özellik taşır ve insanda bir huy teşekkül eder.Tanrı insanı bu dört unsurdan yarattıktan sonra ona can vermiştir.Şeytan bunu görmeyerek onu sadece su ve topraktan olduğunu sanmış ve hakir görüp hak Teala secde etmesini emretmesine rağmen secde etmemiştir.Bu dört unsur arasındaki tezat dile getirilmiş.Mevlevilik en zıt varlıklar arasında bile bir ahenk temin eder.Şeytan gibi kötü huyluları bile imana döndürür.
İslamiyet’in birlik fikrine dayanan Mevlana, çeşitli din ve mezheplere mensup insanlar arasında ahenk kurmaya çalışmıştır.Bu gün büyük bir fikir adamı olarak kabul edilişi bundandır.
‘’Bakdım dönüb gelenlere, sandım misâl-i mevc,
Ummândan ayrılıb yine ummâna döndüler. ‘’
Tasavvufta deniz ve dalga birlik ve çokluk anlamındadır.Tanrı sonsuz deniz insanlar ise onun dalgalarıdır.Deniz ve dalga benzetmesi ile Mevlana ile onu sevenler arasındaki münasebetlere telmih vardır.
‘’Der-gâh-i Pîre lâl girenler, Kemâl veş,
Hassân-i hoş-zebân-i sühan-dâna döndüler.’’
Mevlana dergahına Kemal gibi dilsiz girenler peygamberi öven güzel sözler söyleyici Hassan’a döndüler.
Bir baksana şu Evren'e!
Hayat bulur döne, döne
İslamdadır gerçek yaşam;
Huzur dersen, ol pervane!
Seçici kurula teşekkürler. Güzel bir başlangıç yaptıkları için kendilerini tebrik ederiz. Bazı aykırı seslerin yükselmesinden rahatsız olmamalarını da özellikle tavsiye ederiz. İmthanın gereğidir deyip geçin lütfen! Muhalefetsiz demokrasi olmaz!
Sevgiler saygılar...
Zerre döner, küre döner, şems döner
Ayak döner, gövde döner, baş döner
Şu hüccacın semahına, baksana
Tavafında herhepsinden hoş döner!
Bu güzel şiiri yazan merhuma Allah (cc) tan rahmet diler, neşrine vesile olan yeni yönetime binler teşekkür eder ve bütün gönül dostlarına gönül dolusu selamlarımı takdim ederim.
Herkese hayırlı çalışmalar.
Güncel haber üzerine Anlamak için sabırla okumak lazım vesselam.Tabi ki biraz da beyin. :))
Kim ölmüş, kim?
Geçen akşam bir şey oldu. Televizyonda bir yarışma programı. Üniversite son sınıf öğrencisi, mühendis adayı bir genç yarışıyor. Sunucu soruyor: 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, sözündeki 'mürşit' ne anlama gelir? ' Dört seçenek: amaç, zenginlik, kılavuz, kudret... Yarışmacı şaşkın. Bocalıyor, kızarıyor, kekeliyor, çaresiz, cevap yok! Salondaki seyirciye soruluyor, onlar da bilemiyor kılavuzun anlamını. 'Joker hakkımı kullanacağım' diyor mühendis adayı, 'babama soracağım! ' Sunucu nezaketle babasını arıyor. 'Hayatta en hakiki mürşit ilimdir.' sözündeki 'mürşit' ne anlama gelir? Amaç, zenginlik, kılavuz, kudret... Baba da düşünüyor, çabalıyor, cevap yok!
Şu birkaç dakikada gördüklerim, duyduklarım gerçek mi diye soruyorum kendi kendime. Ürpertici... Yıllar önce, neredeyse yirmi yılı buluyor, bir grup eğitimci oturmuş tartışıyorduk. Öfkeyle ayağa kalkıp 'Gün gelecek' dedim, 'gençler Türkçe konuşmayı, okuyup yazmayı unutacak. Öyle bir çağa gidiyoruz.' Yukarıdaki manzaranın utancıyla etrafıma bakınırken o şiddetli kehaneti hatırladım. Evet o gün geldi, Türkçe konuşmayı, okuyup yazmayı bilmeyen çocuklar, gençler hatta 'büyük'ler öyle çok ki...
Bir bu değil, okumak-yazmak değil. Ne yana baksanız, hangi kapağı kaldırsanız, diz boyu köksüzlük, hazır lezzet düşkünlüğü, keyif budalalığı, dünbilmezlik... Sonra adamakıllı küstahlık! Bilmemekten, yetersizlikten gelen o masum utangaçlık ah, nerede?
Gazeteler, televizyonlar; haberler, spotlar, fotoğraflar... Sahih olan nerede? Bir tek dertleri var; okunsun, izlensin! Bu başlık okutur, bu resim patlatır, bu spot ilgi devşirir! Çoğu yalan, yalan, yalan! Hakikât öyle mahcup, öyle uzak, öyle pusup kalmış çok uzakta, derinlerde. Hakikatin esamesi okunmuyor. Gördüğümüz, onun giydirilmiş, süslenmiş, cilalanmış ve adamakıllı saptırılmış gölgesi.
Bir oyuncu ölüyor. Yarım asırlık tiyatro sanatçısı, Sönmez Atasoy ölüyor. Ertesi gün gazetelerde (bizimki dahil) 'Halo Dayı hayatını kaybetti, Halo Dayı'yı yitirdik, Halo Dayı öldü...' Halo Dayı, oyuncunun, geçen yıllarda bir dizide büründüğü karakter. Yarım asırlık Devlet Tiyatroları sanatçısı, rol aldığı onlarca oyun, rejisör koltuğunda yönettikleri, yazdıkları... Hiçbirinin anlamı, önemi yok. Hepsi çöpe! Ve belki de yalnız ekmek parası için oynadığı bir dizideki karakter, bütün o elli yılın üstüne gelip konuyor. 'Halo Dayı öldü! ..' Tiyatroya, sanata, emeğe, oyunculuğa saygısızlık. Böyle başlık okutur çünkü. Filan dizinin etiketiyle... Dünbilmezlik; kaypak, cıvık, köksüz bir 'bugün' esareti. Bulaşıcı bir hastalık...
Burada durmayacak bu hastalık, biliyorum. Birikimler, emekler, hassasiyetler çöpe atılacak büsbütün. Ne var prim yapacak, diye soracaklar. Bir hikâye, bir skandal, şöyle ışıltılı, patlamaya müsait popüler bir şey, yok mu? diyecekler. Ölümler bile haber olmayacak. Bir büyük şair, usta bir romancı, sinema sanatçısı, tiyatro ustası, ses sanatkârı öldüğünde, 'neyi var? ' diyecekler... Hangi dizide oynadı, hangi skandalla anıldı? Hangi kadınla, hangi erkekle? .. Sanatı, şiiri, romanları, filmleri, sahneye akıttığı terler, buharlaşıp gidecek o saat. Hiç yaşamamış gibi.
Bu çılgın, bu yatışmaz, Necatigil'in deyişiyle, bu 'çok çiğ çağ', hakikatin bütün saflığını önüne katıp süpürecek. Ve bize cilalı, vıcık vıcık haberler, görüntüler kalacak. Biz, tiksinip gözlerimizi kapatacak, kulaklarımızı tıkayacak ve köşemize çekilip kadim kitapların sayfaları arasında ölmez ışıklar arayacağız.
Şimdi çok uzaklardan bir akşamüstü kızıllığı. Gün kararıyor, dışarıda köpek havlamaları, kuzu sesleri, toz toprak ve kuşlar uçuşup geçiyor kızıl ufuklardan. İçeride, radyonun başında iki çocuk, kardeşim ve ben... Radyo'da Çocuk Bahçesi'ni dinliyoruz. Hafta içi her akşam 18.20'de. Sadece on dakika. Hiç bitmesin istenen on dakika. Sönmez Atasoy'un babacan sesi. Dinlediğimiz, uzak ülkelerden meçhul insanların hikâyesi. Fakat öyle içindeyiz ki, can kulağıyla, sabırsızlıkla, yaşıyor gibi... Bitiveriyor on dakika. Ertesi akşama kadar sabırsız bekleyiş... Hafızanın damağında tarifsiz bir lezzet.
Sönmez Atasoy işte odur. Radyoda bir ses. Uzakta bir yerde, iki köy çocuğunun akşam sevinci. Sönmez Atasoy, sayısız oyun: Kırlangıçlar, Şerefiye, Zoraki Tabib, Cadı Kazanı, Romeo ile Juliet, Gecikenler, Genç Osman, Ana Hanım Kız Hanım, Kanlı Nigar, Sinan, Haydutlar... Sönmez Atasoy, sahnede, mikrofonda, hep babacan... 'Halo Dayı' değil!
'Mürşit'in anlamını bilmeyen mühendis adayı, Sönmez Atasoy'a 'Halo Dayı' diyen gazeteci, aynı, aynı, aynı, hep aynı! Gitgide daha 'çok çiğ çağ'... Gitgide daha çok mide bulantısı.
Hakikat, eski bir şarkıdır aramızda. Hatırlamak, kederli, daima...
[email protected]
17 Aralık 2011, Cumartesi
‘’Dervâze-i Niyâz önünde duran derd-mendler,
Dermân-i feyz-i Pîr ile Lukmâna döndüler.’’
Mevlana’yı ziyaret edenler arasında hastalar, sakatlar çeşitli dertlerden muzdarip insanlar vardır. Onlar da ’’Dervâze-i Niyâz’’ istek kapısı önünde şifa dilerler ve Mevlana’nın verdiği dermanla iyileşirler.
‘’Devlet-serâ-yi nâzı bulan nev-niyâzlar,
Âsûdegân-i Ravza-i Rizvâna döndüler. ‘’
‘’Devlet-serâ-yi nâz’’ ile kastedilen Mevlevi dergahıdır.Tarikata yeni giren ve ilk kez semaa katılan kişiye ‘’ nev-niyâz’’ denir.şaire göre bunlar ‘’Ravza-i Rizvâna’’ cennet bahçesinde oturanlara dönerler.
‘’Bir özge bâr-gâh arayan dil-harâblar,
Feyfâ-yi pür-serâbda atşâna döndüler.’’
Ondan başka bir sığınacak yer arayanlar serap dolu çöldeki susuzlara döndüler.
‘’Zulmetde çırpınanlar, ilâhî ziyâ ile,
Râh-i sedâdı seçdiler, im’âna döndüler.’’
Karanlıklarda çırpınanlar tanrının ışığı ile doğru yolu seçip her şeyi görüp imana döndüler.
‘’Mekşûf olunca sirr-i Usûl-i Usûl-i Dîn,
Nefs ü hevâ sapıkları im’âna döndüler.’’
Din usullerinin sırrı açılınca şahsi ihtiras ve arzularına kapılanlar imana döndüler.’’ sirr-i Usûl-i Usûl-i Dîn, ‘’ den kasıt mesnevidir.Mesnevi Kur’an’ın sırlarını açıklayan bir kitap olarak kabul edilir.
Aristo’dan bu yana eski Yunan poetik metinlerindeki tarif ve tanımlamalardan yola çıkarak çanak çömlek yapımını bir bakıma iptidai sanat saymak mümkün.İlk zamanlar insanlar yiyecek içeceklerini koymak, saklamak için yapmışlar çanağı çömleği.Aradan bin yıllar geçmiş halen çanak çömlek yapılıyor.Ama çoğu turistik süs eşyası olarak değerlendiriliyor.
Amaç hep vardır o gün ihtiyacını gözeten insan bu gün zevkini gözetip yine çanak çömlek yapmaya devam etmektedir.Amaçsız ameliye mi olur?
Toprağın altında çatır çatır çatlayıp yarılan tohumun yeni bir cana dönüşürken çıkradığı sesleri duyabilmek kabil mi? Halbuki o bir insanın annesinden doğarken çıkardığı ‘’ıngaa ıngaa’’ seslerinden farksızdır ve aynı amaca hizmet eder.Yani bir yeni can oluşturma ameliyesi.
Canlıların özündeki amaç aynıdır.İnsan yapıtlarında da bu değişkenlik gösterse de hep bir amaç vardır.Günümüz Türkçesinden ayrı tamam, geriye meyilli tamam, ama ideolojik kokuyor sözü önyargılı olmak kendinle çelişkiye düşmektir.
İnanmıyorsun diye şairin inancından rahatsız olmak neden?Sanatı kendi inancımızın terazisine koyduğumuz zaman yaptığımız eleştiri reel ve nesnel olmaz.O yapıttan anlamamış ya da o yapıttan alacağımız keyfi alamamış oluruz.
Bu şiir ile ilgili 39 tane yorum bulunmakta