Garson kahveleri getirdiğinde, iki büklüm oturduğu tahta iskemlede hafiften doğrulup teşekkür etmek istese de bunu yapacak gücü kendinde bulamadı. Gözyaşlarını gizlemeye çalışan bir gülümsemeyle başını öne doğru sallayıp, kendisine gülümseyen –bu temiz yüzlü delikanlıya minnettar olduğunu belli etti. Önünde duran kül tablasında yanan sigarasına rağmen bir sigara daha yaktı; derin bir nefes çektikten sonra sigarayı, karşısında boş duran iskemleye doğru uzatarak kendi kendine bir şeyler mırıldandı.
Garson; biraz evvel kendisinden bir takım –garip isteklerde bulunan bu adamın hala başında bekliyor, yaptığı manasız hareketlerde anlamlar arıyor fakat “deli herhalde” diye düşünerek bu anlam aramayı fazla uzatmayıp sessizce ona bakıyordu. Saçında yer yer siyahlar kalmış olsa da sakalı tamamen ağarmış; siyah bir pantolon, siyah bir gömlek, siyah ayakkabılar, siyah saat ve parmağındaki siyah yüzüğüyle tepeden tırnağa siyaha bürünmüş bu adam tek başına geldiği halde iki kahve sipariş etmiş, ortanın bi tık üstü şekerli olsunlar diye sısı sıkıya tembihlemiş ve fincan yerine kâğıt bardakta istediğini üç defa tekrarlamıştı. Şimdi de karşısındaki boşlukla muhabbet ettiğini görünce “deli herhalde” diye düşünmekten kendini alamamış, adamı seyretmeye başlamıştı.
Garsonun meraklı gözlerle kendisini seyrettiğini fark eden adam kısık bir sesle “otursana” derken, eliyle de, söylediğini tasdik eder gibi, karşısındaki boş iskemleyi gösterdi. Adamın hikâyesini, anlatacaklarını, gizlemeye çalıştığı gözyaşlarını, bir anlam veremediği tavırlarını ve tüm bunlarla birlikte onu kendisine “deli herhalde” diye düşündüren şeyi merak eden garson, büyük bir heyecan ve derin bir sessizlikle boş iskemleye oturdu…
….
Andıkça
Ne zaman seni düşünsem içim ürperir,