& * Dökülgen Üzümü * & (Öykü...)

Arif Tatar
292

ŞİİR


44

TAKİPÇİ

& * Dökülgen Üzümü * & (Öykü...)

Gerçek Hayat Hikâyeleri’nden...

Kurtuluş Parkı’nın karşısında dolmuştan indim. Ayaklarım, gerisin geri gitmek istiyordu sanki. Heyecanlandım! Birkaç yanlış girişten sonra adresteki sokağı, sonra evi bulabildim. Apartmanın kapısından girerek beş numaralı kapının ziline bastım. Kapıyı Özden açıp şaşkınca gülümsedi:
“Buyurun... Dayı, siz ha! Elindekini alayım. Şuraya buyurun lütfen! ”
“Sizi iyi gördüm. Osman? ”
“Eksik olma dayı, gelmek üzere; ne iyi ettin. Aklıma karışık düşünceler gelip gidiyordu. Geldin ya yeter! ”
“Bu sabah geldim memleketten, valizi emanete bırakıp işlerini yaptım.”
Böyle kısa sohbetimiz bir süre devam etti. Bundan tarifsiz zevk aldığı belliydi Özden’in.
Kapının zili çaldı:
“Herhalde Osman.”
“Hayatım, dışarıda öyle bir soğuk var ki ellerim dondu sanki... Gülme Özden! Eğilip fısıltıyla,
“ Misafir var...”
“Kim? ”
“İçeri girince görüp şaşıracaksın! ”
“Dayıcığım, hoş geldin! Özlettin kendini.”
“Geldim ya... Sessiz sedasız değil mi? ”
“İtiraf edeyim içimde bir ses birinin geleceğini fısıldıyordu sanki. Şu işe bak, hayret! ”
Özden’e bakarak gülümsedi.
Özden, mutfakta habire hazırlık yapıyor. Arada konuşulanlara katılmak istercesine mutfağın kapısında görünüyor, “Dayı! ” diye söze başlıyordu. Özden’in bu cana yakınlığına Osman’ın sımsıcak gülümsemesi yetiyordu. Ben de Özden’e iltifat etmek için fırsat kollar gibiydim ve deyiverdim:
“Özdenciğim, daha çok konuşacaklarımız var...”
Şen şakrak tekrar tekrar gülüp mutfağa gitmişti. İlk akşam böyle sımsıcak geçti. Sokak lambasının aydınlığıyla sepken sepken karın yağışı görünüyordu. Hayatın dizi dizi sürprizlerini düşünerek başımı yastığa koyunca oldukça yorulduğumu anladım. Uyumuşum.
Günler, dolu dolu geçip gün günü tatlılaşıyordu. Osman’ın nöbetçi olduğu anlar ona iyi bir arkadaş olmuştum. O, anlatıyor, ben dinliyordum. Bir akşam dedi:
“Dayı, dersinden geri koyuyorum galiba; sen, bana bakma...”
“Yok, yok... Seni dinlerken de çalışabilirim ben...”
Gülümseyerek kalkar,
“Artık çayı koyayım.” derdi.

Aradan tam on beş gün geçti. İmtihanlarım bitmiş sonuçlar bir iki belli oluyordu. Mezun olduğumu söyleyince önce durgunlaştı; nedense hoş bir gülümsemeyle,
“Demek öyle dayıcığım, çok güzel, duygulandım! İnanamadım. İnanamıyorum...”
“Bitti artık Özden. İlk anlar ben de inanamadım doğrusu...”
Hemen sormuştu:
“Nerde göreve başlarsın dayı? ”
“Yarın çıkışı almaya çalışacağım. Herhalde ilk göreve burada başlarım.”
Gözlerinin sıcaklığı adeta fışkırdı:
“Öyle mi? Dediğin gibi olur mu dayıcığım? ”
Ben endişesini, durgunluğun, şaşkınlığın sebebini sezmiştim. Onu rahatlatmak için dedim:
“Niye olmasın, elbette olur...”
O akşam Osman, biraz geç geldi. Kapıdan girişinde benzi sapsarı, eli midesinin üzerindeydi. Bakınıp,
“Midem... Öğleden sonra iyice fazlalaştı.”
“Doktor ne diyor? ”
“Üşütmememi tembih etti.”
“Ilık süt vereyim mi? ”
“Hele dur hele Özden. Belki biraz sonra...”
Osman, başını çevirip bakarak sordu:
“Bugün ne yaptın, nasıl geçti dayıcığım? ”
“Sonuçların hepsini aldım. Artık mezun oldum.”
“Ya, ne güzel, tebrik ederim dayıcığım! ”
“Sağ ol, eksik olma yeğenim.”
Sütü içince Osman’ın midesi oldukça rahatladı. Üçümüz karşılıklı oturduk. Özden bir başkaydı. Benim hafifçe ayaklandığımı görünce sevecen takılışıyla dedi:
“Dayıcığım, yorgunsun ama size sürprizler hazırladım... Anlatabiliyor muyum?
“Teslim oldum...”
Gülüştük.
Uyumak mümkün mü?
Bir hafta sonra iş başı yaptım. Görev yerim Ankara’ydı. Üç gün sonra da geçici görevle Malatya’ya gidiyordum. Ne de olsa bu bir ayrılıştı. Son defa akşam (pazar akşamı) karşılıklı oturduk. Özden, burukça bir bakışla gülümsüyor:
“Gidiyorsun ha dayıcığım? Hep arayacağım; öylesine alışmıştık ki ev boş boş olacak! ”
“Özden... Yapma! Yine gelirim, geleceğim...”
Ertesi gün Malatya’ya hareket ettim. Yaklaşık bir yıl (Malatya-Adıyaman) görevde bulundum. Yine Şubat ayında Ankara’daydım. Kapıyı Osman açtı:
“Dayı, dayıcığım! Hoş geldin...”
“Sağ ol, yeğenim. Ya siz? Özden yok galiba? ”
“Yaramazlık yok. Özden de biraz sonra gelir.”
“İşte yine geldim size! ”
“Sefa getirdin dayıcığım.”
“Yıl nasıl da geçiverdi değil mi? ”
Kapı şıkırtısını duyunca gülümsedi Osman:
“Çok şaşıracak şimdi! ”
“Hayatım... Bugün ne oldu biliyor musun? Bu yokuşta öldürüyor beni. Mutfakta mısın? Çok acıktım! ”
“Hayır, hayır! Salondayım...”
“Kimi görüyorum dayı! Hoş geldin. Özlettin... Nasılsın dayıcığım? Nihayet geldin demek...” Tekrar tekrar bakıp gülümsedi.
“İyiyim. Ya siz, Özden? ”
“Bildiğin gibi dayıcığım, aynı, git gel...”
Uzun uzun ışıltıyla bakınıp kıkırdadı...
“Ne yaparsın sağlık olsun... İşte şimdi üzerime dingin bir huzur çöktü...”
***
Sabahleyin şiddetli bir kar yağmaya başlamıştı. Yürüyerek Kolej durağına ulaştığımda oldukça üşümüştüm. Özden’in akşamki sevinci, cana yakınlığı, hayat doluluğu, barışıklığı aklıma gelince gülümsedim kendi kendime; hayalimden o kadar çok şey gelip geçiyordu ki... Otobüsün gelmesi uzamıştı. Böyle karlı havada bu kaçınılmazdı tabii ki... Tayinim, bugün belli olacaktı. Tarifsiz bir sevinç çökmüştü içime, elimde değil! Memleketin sıcaklığı sarınca, bir başka oluyordu insan... Oda arkadaşım içeri girince ilk sorusu tayinle ilgili oldu:
“Bugün de çıkmadı değil mi? ”
“Maalesef! ”
“Çıkar, çıkar; hiç acele etme! ”
“Bir şey yaptığım, yapacağım yok zaten canım.”
“Aldırma, bazen akışına bırakmak gerekir; taşlar yerini bulur... Anlatabildim mi? ”
“Sağ olasın... Eksik olma! ”
Tayinin uzaması bana dayanılmaz bir sıkıntı veriyordu. Bugün tam yirmi gün olmuştu. Bendeki durgunluğu, Özden, hemen fark etti:
“Dayı niçin keyifsizsin? Ihlamur yapayım mı? ”
“Tayin işine kafayı taktım. Malatya’da bana tayinin çıktı demişlerdi; oysa hiç aslı yokmuş! ”
“Dayıcığım düşündüğün şeye bak... Yoksa bizi bırakıp gitmek mi istiyorsun? ”
Biraz daha yaklaştı yanıma, eğreti gülümseyişiyle yüzüme baktı. Ben de başımı eğerek,
“Olur mu Özden, sizi hiç bırakır mıyım? ”
“O zaman rahatla dayıcığım. Osman, gelene kadar uzanıp dinlen. Ben de yemeği hazırlarım bu arada. Sürpriz bir şey yapacağım size... Tamam mı? ”
Battaniyeyi üzerime örterken ondaki hayatın sıcaklığını iliklerime kadar hissetim...
***
Böyle tam bir buçuk ay geçti... İş yerinde sabahın ilk saatlerinde tayin emrini aldım... Kolay değildi! Hayatımın belli bir kısmı Adana’da geçecekti artık... Hayatı zorlaştıran ve renk katan sürprizler her an olabilirdi. Hazırlıklı olmak gerekiyordu. İşyerinde bugün oldukça yorulmuştum. Düşünceye daldım. Özden’e “Bu akşam gidiyorum! ” nasıl diyecektim? Hem üzülecek hem de sevinecekti... Sevinç ve hüzünler hayatın ayrılmaz bir parçası değil miydi?
O akşam herkesten önce eve gelişimden bir şeylerin olduğunu anlamıştı Özden, hemen sordu:
“Gidiyor musun yoksa dayı? ”
Zaman kazanmak için başımı yana çevirip, dudaklarımı ıslatarak çaresizce dedim:
“Evet, Özden... Tayin emrini aldım, gidiyorum artık! ”
“Ya, öyle mi? Yine de güzel, dayıcığım! ”
“Osman da çok gecikti. Dayıcığım? ” Fevkalade bir şey söyleyeceğini ümit edip, yüzüne baktım:
“Efendim... Söyle, vaz mı geçtin? ”
“Söylemekte zorlanıyorum... Evimizi o kadar ısıttın ki odalar hiç ısınmayacak gibi... Bilirsin ki benim bünyem çok hassas, bu yüzden çok üşürüm! ”
Esas maksadının bu olmadığını kendisi de biliyordu... Hiç üstelemedim ben de ve ekledim:
“Çok iyi anlıyorum Özden. Hep ilk fırsatta geleceğim size...”
“Gelirsin değil mi? ”
“Tabii ki mutlaka! ”
Sevinç yüklü her zamanki gülümsemesi yapıştı yüzüne... Kapıdan çıkarken tekrar dönüp gülümsedi.
***
Benim, Adana yıllarım başlamıştı... Bu yaz onlar, Diyarbakır’a tayin oldular. Ben, askere gittim. Hayatın ne getireceği bilinmezdi tabii ki... Bayramdan bayrama görüşür olmuştuk... O geçen yılları yâd etmeden edemezdik... Söz sözü açıp oraya gidiveriyordu... Gelecek bahara evleneceğimi öğrenince sevinçle yanıma yaklaştı:
“Demek, dayı, seni ebedi kaybedeceğiz; öyle mi? ” “İlahi Özden... Sen de böyle dersen...”
“Şaka, şaka... Gün belli olunca hemen geliriz; dayıcığım! ”
O gün, tekrar tekrar bakışıp gülüştük... Hayat, ne güzeldi! Sevdiklerin, sevenlerin arasında daha, daha bir başkaydı? !
***
Su gibi geçiverdi yıllar... Onlar, tekrar Ankara’ya tayin oldular... İş nedeniyle Ankara’ya sık sık gidiyordum... Yıllar, her şeyi o kadar değiştirmişti ki! Bazen fark edilmiyordu... Her gidişimde Özden tam karşıma oturup her şeyi ayrıntılarıyla sorardı bana. Osman da sessiz bir tebessümle bakıp dinlerdi.
Son yıllarda haberleşmemiz dışında görüşemez olduk... Onlar, benim iş şartlarımı çok iyi biliyorlardı; bu yüzden hiç sitem etmezlerdi ama beni, özleyeceklerini biliyordum...
Bir gün emekliye ayrılıp memlekete yerleştikleri haberini aldım... Önümüzdeki gelen kurban bayramında mutlaka memlekette olmak istiyordum... Eşime dedim:
“Herkesi öyle çok özledim ki... İşten bunaldım; bir yere gitmeliyiz...”
“Anlıyorum... Farkındayım...”
Kurban bayramında memleketteydik.
Baharın verdiği gizemli duygu, bol ısıtan güneşin kuşatışı ve bayramın zengin sevinci sevgi kucağımızın daha genişleyip açılmasına sebep oldu... İşte yine canca kanca gönül gönüle beraberiz!
Unutulmayacak bir bayramdı... Özden, yine şen şakrak eski günlerden dem vuruyordu... O gece geç vakte kadar ablamda sohbet ettik ama özlemi hiç dinmiyordu! Sezgilerime dayanarak eskiye göre biraz durgun ve derindi... Ne de olsa yılların ağırlığı, dinginliği var diye geçiştirdim kendi kendime...
Dört günün sonunda biz Adana’ya döndük.
***
Bayramdan bir ay kadar sonra gece geç vakitte bir telefon geldi, kız kardeşimdi...
“ Alo... Ya siz? Özden mi hasta? ! Sabah erkenden hastaneye giderim, söylerim. Sağ ol görüşmek üzere.”
En yakındaki koltuklardan birine oturup kaldım. Eşim yanıma gelip oturdu, sordu:
“ Kötü bir şey mi oldu? ”
“Özden... Özden çok hastaymış! ”
Hastanede ikinci gün ilk ameliyatını oldu... Osman, çok perişandı, nasıl olmazdı! Onu bir süre teselli ettim... Narkozdan çıkınca odasına girdik... Beni görünce o halinde bile ışıldadı. Yatağın ucuna oturmamı ima etti. Oturup dedim:
“Seni görmeden gitmek istemedim...”
“Dayıcığım benim! ”
Sözleri zor döküldü dudaklarından...
Osman, aşağıya benimle birlikte indi ve dedi:
“Doktorlar, her şeyin yolunda olduğunu söyledi.”
“Özden... Ah Özden! Nutkum tutuluyor... Ne diyebilirim ki yeğenim! ”
“Sağ ol dayıcığım, sen de yoruldun... İyi ki sen varsın...”
“Beni yoran başka şey var yavrum! Hoşça kal, üzülme! Hemen ara beni...”
“Güle güle git dayıcığım! ”
***
Altı ay geçti, geçmedi... İşyerinin telefonu çaldı; yeğenimdi:
“Osman, hastanede misiniz? Oldu, hemen geliyorum! ”
Balcalı Hastanesinin Nükleer Tıp Ünitesine gittim. Osman, beni görünce yaklaştı:
“Muayene gününü bir ay sonraya verdiler. Onun için aradım seni dayıcığım.”
“Bir görüşelim, hallederiz sanıyorum.”
İlgili hekim durumu izah edince gelecek hafta bu güne çekti muayene gününü.
Özden’in olduğu yere geldik... Beni görür görmez canlandı derin ve pembemsi gülümsemesi hiç gitmedi yüzünden. Yanındaki sergiyi yayarak oturmamı söyledi. Bir süre sonra ayrıldık.
***
Yıllık izine temmuz ayında ayrıldım... Ertesi gün, geldiğimizi duyan herkes toplanmaya başladı. Özden, biraz uzakta kalmıştı. Yerinden kalkıp yanıma oturdu:
“Dayıcığım, izniniz ne kadar? ”
“Bu ayın sonunu buluruz sanıyorum. Duruma göre uzatabilirim de.”
“Gelmişken biraz kalsanız ne iyi olur, burada havalar da iyi gidiyor...”
“Hakikaten çok güzeldi havalar; serin... Yeşil, bir başka bürümüştü her yeri sanki...
Bir gün bahçede hep birlikte oturmuştuk... Dökülgen üzümünden iri ve altın sarısı renkli salkımı koparıp Özden’e uzattım... O kadar memnun oldu ki! Ben de hiçbir şey düşünmeden Özden’e uzatmıştım üzüm salkımını... Oysa doktorun bazı şeyleri yasakladığını çok iyi biliyordum... Özden için yemiş veya yememiş hiç önemli değildi! İkramı ve ikram etmeyi o kadar çok seviyordu ki... Osman, kenar bir uçta içine gömülmüş hüznü içtiği hâlde, ışık vermeye çalışıyordu... Özden, olduğu yerde ayağa kalktı, çitmik çitmik ayırdığı salkımı herkese pay edip uzattı...
O gün akşamüzeri bambaşka bir duygu ve ışıltıyla ayrılırken dedi:
“Yarın görüşürüz değil mi? Gün upuzun olsa da geçiveriyor... Bugün de bitti işte! ”
Çaresiz, yarın, yine beraberdik! Hep böyle günler, yıllar; beyaza, yeşile, güneşe ve sevince doysaydı? !
***
Yaklaşık altı ay geçti... Belli aralıklarla kontrole geliyorlardı. Özden’in günden güne kötüye gittiğini seziyordum. Ramazan bayramında yine memleketteydik. Bayramın ilk günü Özden’i görmeye gittik... Nafile! Düşüncelerim karıştı! Simsiyah kara bulutlar çöktü! Özden’i belki bir yıl önce kaybetmiştik! Oysa hayatın tatlılığı, güzelliği ve ıpılık geçici meltemin dokunuşu, bize gerçek hayatı sunmuş gibi gelmişti? ! Kaderde acıları tatlılaştırmak vardı... Ufuktaki pembe çizgiler, üşüşen girift renklerin cezbedişi... Bir fiske hayatın kendisiymiş meğer!
Önümüzdeki hayatı bekleyecektik... Özden’i kaybetmenin yangınıyla; Osman’la göz göze gelmeye hiç dayanamaz olmuştum... Öyle de olsa, tek sığınağı bendim... Ona hayatın tatlılıklarını sunmak en başta benim görevimdi... Ablam, gelip yanıma oturdu oysa hiç konuşamadı... Bayram olduğu için fazla kalamadan ayrıldık...
Hafta sonu Adana’ya döndük.
***
Eşim gelip yanıma oturdu:
“Hayatım, bizim çaresiz kaldığımız anlar da vardır; ne yaparsan yap, hüküm yerini buluyor... Ona dua etmekten başka çaremiz yok, yok! ”
“Doğru... Gün günü ölümün yaklaştığını bilerek yaşamak; oysa ölüm her zaman yakın! İşte bu ince çizgiyi fark ediyordu Özden... Hayatı şu ana kadar hiç bırakmadı... Herhâlde bu duygu da insana apayrı bir haz veriyor olsa gerek...”
“Günlerce her telefon gelişte, “Ölüm haberi! ” diye telaşa kapıldığım oldu... Günlerce bekleyip acıyı içtim!
Beklenen son bugünmüş, bakışan gözler diyordu:
“Başınız sağ olsun! ”
Bu kadar kolay mıydı? !
Apar topar hastaneye gittik... Özden’in ardından yürümek! Özden’in gülümseyişini son defa görebilmek için!
O gün, duyanlar gelip toplandı... Akşam oldu. Titreten bir üşüme herkesi mi sardı bilemem ama ben iliklerime kadar üşüyordum; üşüyordum! Hiç durmayan feryat figanı da hiç duymaz olmuştum...
Gecenin nasıl geçtiğini hiç hatırlamıyorum... Oysa öyle uzun bir geceydi ki? !
Sabahleyin gözler bir noktada, sessizliğin derine gömülüşü, ulvi bir sesin bürüyüşü vardı...
Tabutun ucundan ilk tutuşumda Özden’in sevinç ve gizem yüklü sesini duyar gibi oldum:
“Dayı, dayıcığım! Üzülme! Hep yanınızdayım! ! ! ”
Yılların selini boşaltmıştı gözlerim, uçuk bir bulutun arasında gölgeli siluetler menzile yürüyordu... Kalabalık o kadar çoğaldı ki!
Son menzil iyice yaklaşmıştı... Musalla taşında bile bana o kadar yakındı ki! Şu anda yüce yaratıcıya iltica etmemi fısıldayınca gaipten gelen bir ses, kendime gelir gibi oldum... Dua, namaz, menzilin de sonu... Sonların en güzeli!
Osman, mezarın başında gözüme ilişti... Perişandı! Biliyorum; Özden, bu akıtılan gözyaşlarına hiç mi hiç razı olmazdı! Nedense tam aksine gözyaşlarımız fışkırıyordu... İmamın okuduğu Kuran ayetlerine kulak verip, dikkat kesilerek çöktüm... Bu ulvi sesin bengi su ikramından doyasıya içmek... Hayatın derinliğinde O’nu görmek... Dönüşün mutlaka O’na oluşunu idrak, her şeyin sahibini görürcesine, Mutmain kalbin huzuruyla O’na dönmek!
Başımı kaldırıp etrafa baktığımda herkes dağılmaya başlamıştı. Kalkıp Osman’a yaklaştım:
“Haydi, Osman, biz de gidelim artık! ”
“Dayıcığım, dayıcığım! ”
Dönüp bana sıkıca sarıldı... Vücudunun sıkletinde acının yakışını bana gizemle boşalttı! Ben de sessiz çığlığımı gözlerime verip başımı Özden’in mezarına doğru çevirdim... Uçuk pembelikler çökmüştü... Kulaklarıma derin bir çağrının ebedi nutku döküldü:
“Dön... Öyle dön ki... Bak! Etrafa bak, dön bir daha bak? ! ”
Biz uzaklaştıkça ebedi bir sessizlik, üşüşen bir beyazlık; mutlaka huzur âleminin sevinci vardı... O âlem o kadar kalabalıktı ki hepsi birden bizi yollayıp gülümsüyordu... Rahatça uyursun artık Özden; o dayanılmaz acı çekişlerin de yok? ! Ebedi huzuru da bulursun!
Rahat uyu! Yanındakiler hiç yabancı değil!
Osman’la adım adım uzaklaşıp yürüdük.

Ocak–2005

Arif Tatar
Kayıt Tarihi : 8.3.2011 16:40:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Hikayesi:


Hiç unutamadığım solmaz gül misali Özden’e... Bal dilinizden küçücük bir dua... Duamız var ki ayaktayız!

Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.
  • Ender Selvi
    Ender Selvi

    Duygu paylaşımınız içimizde şiirsel bir hikaye ile birleşti.Hüzünler içinde kocaman bir teşekkür ve usta kaleme selam ve saygı bırakıyorum..

    Cevap Yaz
  • Filiz Kalkışım Çolak
    Filiz Kalkışım Çolak

    Allahtan rahmet diliyorum özdene sayın hocam...ölmün ne acı şey hakikatten..size metanet diliyorum emeğinize yüreğinize sağlık...saygılarımla..

    Cevap Yaz
  • Mustafa Yılmaz İsmailoğlu
    Mustafa Yılmaz İsmailoğlu

    Pamuk diyarının OZAN'ı. Şiirinizi beğendim. Uzun da olsa sabırla okudum Çok güzel sözlerle çok duyguyu paylaşmışsınız. Gönlünüze sağlık. Benim de şiirlerime bakmanızı dilerim. Usta bir şairin görüşleri beni sevindirir. Selamlar.

    Cevap Yaz
  • Canan Ereren
    Canan Ereren

    Öykünüzü dikkatle okudum ve hayat'ın acı gerçeği...yeğeninize rahmet sizlere başsağlığı diliyorum Sn:Arif Tatar,kaçınılmaz son,kabullenmek zor olsa da.Yüreğinize sağlık.Saygım ve duamla...

    Cevap Yaz
  • Senem Aygül
    Senem Aygül

    Merhaba Arif Bey,
    Ben sizin yazdığınızı okurken ,yaşadıklarımı bir daha hissettim.Öte tarafta harika bir kaleminiz,akıcı ve sürükleyici hikayeniz beni mest etti.Tebrik ederim ,ancak bu kadar güzel anlatılabilir.

    Cevap Yaz

TÜM YORUMLAR (69)

Arif Tatar