Bu hafta sonu havayı bir insanla bütünleştirdim adeta.Bir insan düşünün; her şeye sinirleniyor,diyelim hızlı,hızlı gederken kapının kolu(tutamağı) elbisesinin koluna takılıyor ve onu çekiyor
Veya giderken ayağına halının ucu takılıp onu sendeletiyor gibi çok ama çok basit şeyler çileden çıkmasına neden oluyor,fırtına gibi hissediyor kendisini o insan.biliyor bunların hiç biri bu kadar sinirlenmesine sebep değil.Hani bir ağlasa içini boşaltsa rahatlayacak sükûta erecek ama ağlaması içinde sebep yok,ne yapsın.Kafasının içinde gelmişi,geçmişi evirip çevirmeye başlıyor.Yok rahmetli
şöyle yaptıydı,yok filanca şunu yaptıydı da ondan böyle olmuştu,derken gözpınarları muslukları zorlamaya başlıyor.birden iri,iri damlalarıyla yağmur pencerenin camlarını yıkamaya başlıyor.öyle bir güzel yağıyor ki anlatılamaz.
OOOhhh! be uzaktan uzağa gelen gök gürültüleri; koluna takıldığı için duvara çarpmasıyla badananın hafif bozulmuş haline yada ayağına takılan halının katlanmış olduğunu görüp o zamanlardaki halinin komikliğini düşünerek kahkahalar atmasını anımsattı.
İşte böyle,doğa ve insan dünyanın birbirini tamamlayan iki ayrı parçası.
Aşağıda gönderdiğim yazıyı okurken,bir ben değilmişim böyle hisseden diyecektim ki benden beterleri de varmış dedim
Aşk işareti ile doğanlar yaşarken dünyaya talip olmazlar...Bilirler ki ne isteseler,neyi ansalar,ne kazansalar aşkın dışında hiçbir şey avutmaz onları,teselli etmez...Gönüllü sürgündür onlar...Gizliden gizliye hissederler bunu...Sonsuz bir ışıktan kopup gelmişlerdir geldikleri yere...Kopup geldikleri ışığa inançları ne kadar büyükse,içlerinde ki acı da o kadar derindir...Bu acı hatırlatır onlara kopup geldikleri yeri...Bu acı hatırlatır onlara kim olduklarını ve niye varolduklarını...
Kalplerinde aşk işaretiyle doğsa da bazı günler yorulur insan karşılıksız sevgilerinden...Yorulur kendisini anlatamamaktan...Sevgilim der,sevgilim der,ama,sevgilim dediği yanında değildir,bilir...Bazı günler insan soluksuz kalır,içindeki sevgili olmasa bile karşısındakine deliler gibi sarılır...O olmadığını bile bile sonsuz bir umutsuzlukla sarılır...İnsan soluksuz kalmaya görsün,sevgili diye bütün yanlışlarına,bütün kaçışlarına,kendine yaptığı ihanetlere sarılır...İnsan bir kere içindeki aşktan umudunu kesmeye görsün,her şey olmak,her yere yetişmek için bu hayat düşer...Her şey olduğunu,her yere yetiştiğini sandığı anda,ortada kendisi yoktur artık...Kaybolmuşluğa çok yakındır...Kopup geldiği ışığa inancı azalmıştır...Daha az acı çekiyordur artık...Ama daha mutsuzdur eskisinden....Daha mutsuzdur,o ışığı acı çekerek özlediği günlerden...
Soluksuz kaldığım kendime bile sakladığım günlerden bir gündü...Kaybolmuşluğa yakındım...İçimdeki acı hızla eksiliyordu...Işık soluyordu,soluyordu tıpkı sesim gibi...Soluyordu içimdeki aşk işareti gibi...Öylesine kaybolmuştum ki bulamıyordum artık içimde neyi yitirdiğimi,neyi kirlettiğimi...Öyle uzaklaşmıştım ki kendimden,kendimi bulmak için birine ihtiyacım vardı...
Onunla nerede ve nasıl tanıştığımız önemli değil....Gerçekten değil...Kaybolmuş insanlar birbirini çabuk buluyor....Umutsuzluk umutsuzluğu çağırıyor...
Konuşmaya susamıştık...Sanki ikimizde dilini,kültürünü bilmediğimiz uzak ülkelerden henüz dönmüş gibiydik bu ülkeye...Oysa böyle bir şey yoktu...Hep buradaydık...Hep o ışığımızdan kaybolduğumuz yerde...O ışığı orada bırakıp bu dünyaya,bu hayata gönül indirdiğimiz,her şey ve her yerde olduğumuzu sandığımız yerde...Hep o soluksuz kaldığımız yerde...Daha vakit var,o ışığa sonra dönerim, dediğimiz bu yerdeydik ikimizde...