Dnm 14/15-05-'05 Şiiri - Akın Akça

Akın Akça
1865

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Dnm 14/15-05-'05

Sadece bacaksızdı Arkadyalı yerküre içi hava balıkçıları ama artık çolak da olmuşlar. Shagma çocukları; demek bir yerde bir yanlışlık var!

Kendi elindekilerle mutsuz olma lüksüne sahip değildir insan, çünkü bazen mutsuz olabilir elindekiler ile ki bu vakitler daha çok azmetmeye başlamıştır zaten …
Elindekilerle mutsuz olmamayı seçmiş, kudurmuş bir insan; hayat bu..talan, değil cehennem, cennete kışkırtan! ...
Seven koşan, Dimitri ya Serhan, süngülerle koşan, bir avuç sudan gelen, bir avuç suya giden, ama bunu aradığından! …
ki aradığınca başaracağından, başaracağınca büyüyeceğinden! ...

En büyükleri bir pohpohlamadır ağlayışların, öyle olagelmiştir, bunları belirtecek kadar yürekçe zengin tüm şahsiyetleri gibi sahip olageldiği tarihin;
olsa olsa bir övgüdür, bir yalan değildir, riya olamaz cesaret verişler; suya çıkmalar –ardından batışların, bağırmalar, kurtarmalar ve teşekkür etmeler.. her sefer.

Bağırmalar, kurtarmalar ve teşekkür etmeler de gücünü alıyor ondan, sevgiden; yolu sevginin buyken ki söz konusu olan bitmeyen, nikbin bir ebedi sevgiyken.
O zaman haydi cesaret verelim az da olsa kadere, çıksın mutluluklar sipere, gizli kalmasın, hiç gizli kalmasın! ...

Kader, kederdir. İnsansa hayatın ta kendisidir. Meşakat kederdir ve meşakatin sonu mutluluk; yaşam, ikisinin arası, öyleyse keder bile bu ikisinin arası.
Keder, mutlulukla kederin arası. Yani uğradı aslında onun değişime kendisi. O vakit keder zaten yokmuş, yoktu. Demek mutluluklar siperdeydi…
hali hazırda beklemekteydi, sabırla, bilen sabırla, umutla, şuurlu umutla.. ve hep! …
(Hayatsa insan ve insan hayatken ve bu ikisi birbirlerinin aynası olan, birbirlerinin arası değerleriyken;
kederde değildir ki insan, gerilemeye doğru değil, ilerlemeye doğru bir ara noktada duygu ve zekasıyla orda durup dururken! …)
(Güzeldir çehresi bırakmayışın mücadeleyi, mücadelenin sürdürülmesidir bundan daha güzeli!
İnce bir tül kadar saf ve sadedir hava meleklerde ve Donne’nin “hava ve melekler’inde de…
Bakarız bazen ve ince bir tül göremeyiz, tülü şeffaf olarak düşünürüz.
Halbuki şeffaftır zaten şeffaf olan. Sonra az dikkat eder seyrettiğimiz tüle, onu kenar kısmından görürüz)
Bir de bilinense …

Haydi “fora” diyelim aynı yöne ve aynı konum üzerinde, yelkenlere,!
*

Onun şeytani küçük ve tüysü dokusu’ydu insanı hasta ediveren ve dokuma tezgahıydı onun dertli-nasırlı avuç içleri, aldırmadan geçiveren zamanın.
Her zamanki gibi akıtmaya çalışıyordu vakti, bilinmeyen bir konumdaki odundan küçük-kulübe’sinde bu yemyeşil ormanın içli-güleç-içi’nde.
Yarım kalan kutsal sanatsal karmaşası gibi Tanrı’nın gecelerinin, hem O’nun –diyeyim gündüzlerinin ama- karartma geceleri sahte-kör mutsuzluklarının,
Sürüp gidiyordu gözlerinden doğru süzülürken aşağıya çehresinden.. ağır ağır –sanki saatleri durdurur, üzüntü adına- yarım kalan mutsuzluklar.
Böyle katmerli sulandırıverir, sonra ani bir mahkeme salonu celse mührüyle hakimin birinin, inerdi kasap bıçkını bir delikanlının elinde düşün, tezgaha.
Çok fazla düşünürdü, çok fazla; ama düşüneni düşünen de düşünürdü çok fazla, belki ondan daha da fazla. O kasap tezgahında yani dokuma…
Eli eline, kolu koluna karışır kalırdı; “Huylu huyundan vazgeçmez” der gibi hep bekler, durur ama ses vermez gözler’i balık(la) sular hülyalı, kanlı kanlı.
Sonra, “Yolcu yolunda gerek” diyerek ani kıvırmalar sergiler –ki belli, ki usta elinden çıkma kalifiye manevralar- küfürler savurur daha da çanaklaşırdı sözleri.
Sanki birini bekliyor gibiydi, görüntüsü, hele ki ruh hali adımları öyle garipti ki, gülümsediğinde ağlar, ağladığında da gülerdi ve ki bu hiç bana mısın demedi.
Küçük bir televizyonu vardı, rahatça şarkı dinleyebileceği, izlediği çünkü radyo işlevindeydi onun, şarkıcılar değildi televizyona bakarken izledikleri.
Görmez gözü onun ama değil sağır hiç, baktıkça görür, gördükçe algıladığını daha izler; bu gibi, gülerken ağlar, ağlarken güler; neşun tomruk ruha siner.
Yağmur yağıyordu o gün: Birden hareketlenmiş, hemencecik pencereye seğirtmiş, eşik-öte her bir karışı kolaçan etmişti; demişti: Hani nerde diri? ”
Sanırım ki, yaşlı paratoner ağaçlar’ı üzerlerine dert okyanusları’nı çeken, görmüştü o dışarıdaki; onlar, dile getirmek gibidir “filhakiki” yi, “filvaki” yi …
Gece karanlıktı ve yağmur yağmıştı ama yine sabah olduğunda güneş belirmiş, dert okyanusları, ayrıntılar ebemkuşağı okyanusu tek bir olmuştu.
Solucan sessizi-patırtılar eti kemik geçtiğinde bellidir Çarşamba’ların gelişi Perşembe’lerden ya da tam tersi, veya gök katında didinen ressamın
Tuval spatulasıdır çok kişinin gönül yarası, kederleri ya da peronda bekleyen petrol trenidir ilginç bir tersinmeyle, Gençlik yaz kampındaki
Jason’ın veyahut Robert Englund’un Elm dehşet pençeleri. Sonuç aynıdır; dağ kulübesinde yankılanan masaldır, karda gezinip iz bırakmaz-hortlak …
Evet kar, işte bu kar yağmıştı o gün ve o baraka ve o havada çıkan gökkuşağından sonraydı, kar yağdı, lapa lapa boşandı, sanki evli çiftler boşanmıştı.
Dur durak demedi, haftalar sürdü ve belki bir o kadar sürecek, ancak fasulye sarmaşığında dev duvar saati, bir merdiven gibi tırmanan şu fasulye ağacı hani, göğü!)
O çıkacak yine, göğü! ! Kemancının kaşları hep keman oldu, aslında Perşembe’lerin gelişi Çarşamba’lardan belli, o halde karartılar niye bu denli?
Sorulmalı, öğrenilmeli, kesinlikle peşinden ilerlenilmeli ve uzayan giden-sarmaşığı onun peşinden katedilmeli, çıkmaz sokak karartısı bir tavuk karası hadisesi
Kör etmişti bir gece civcivin gözlerini ve sonra horozlaşarak o izbe şatoya yerleşmişti, şehrin ışıklarında yaşar aslında kendisi, ama ağaçları da tabi çok, çok severdi
Yüreği atıyor şu an çocuk eline damıtılan öbek soğan özü gibi, kat kat zarları soyuyorsun, sayıyorsun ‘var daha ne kadar? ’, fakat gerçeği de biliyorsun.
Çünkü çok kordur o merkez; ey, ez geç zarları, soğan zarlarını! Her seferden bile bir başka yak farları: uzunları yak uzunları, çünkü yol uzun! bazen kısaları yak;
Issız bir yolda, çakıltaşlarıysa dostun ve kilometre-mihenk taşları’ysa dostun; şanslısın, kartalın içindesin, yolda başka araç görünmese de.
Geç bir yerlere rahatla, sendelesen bile, ama sen.. çabaladıkların’da, kısalar da gerek, buyken soluk aldığın havaya borcun, ona nefes alıp verdirmek.
İşte o fasulye sarmaşığını arayan gözlerdesin, o kızı, ki o fasulye ağacının kendisi olabilir; zamanlama hayatta önemlidir, sayaçlar çok kere sana görünmese bile.

-
Bir deneme.
Tomruk neşun: neşe+keder+tomruk (çocuk eline dağıtılan soğan özü gibi)
(yarım kalan mutsuzluk= tam süren mutluluk)

Akın Akça
Kayıt Tarihi : 15.5.2005 13:22:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Akın Akça