Dizilmek kurşuna birden bire

Sebahattin Kömürlü
820

ŞİİR


3

TAKİPÇİ

Dizilmek kurşuna birden bire

Bu,
Can
Bu, ızdıra ba
Daha fazla dayanamaz
Anla...

Binlerce yıldır yağar yağmurlar bu topraklara,
Sor,
Parlayan yıldızlara, güneşe, aya,
Sensizlik çok acı…
Ve
O kadar zor yaşamak…

Alıyorlar böyle, benden beni.
Ben,
Yitirdim kendimi,
Seni,
Gördüm göreli.

Bir gün
Duyacaksın,
Buralardan gittiğimi.
Dalgalar çağıracaklar seni,
Anlatacaklar sana
Seni
Ne kadar sevdiğimi...

Artık
Bu şehir,
Avutamaz seni.
Martıların çırpınışları gibi,
Hücum etme boş yere sahillere
Onlar neyle ye bilirdi,
Her akşam güneşin batışı ile,
Şu
Şarkıyı mırıldanacaksın…
aldı,
dalgalar aldı.
Şimdi yemyeşil yosunlar arasında,
İstiridye kabukları,
Çakıl taşları,
Ağlamazlar, biliyorsun
Balıkların gözyaşı,
Doldurdu,
Dereleri, denizleri gölleri…

Haydi,
Kendine gel,
Soğuk bir rüzgar çıktı birden bire,
Bunun sebebi ne,
Bilmiyorum,
Niye?
Ruhum üşüyor şimdi,
Kıpkızıl ufuklarda
Uzaklaşan güneş ile…

Bu şehir,
O kadar küçük,
O kadar büyük,
Öyle acı masız ki.
Eğer,
Özlediğin gün olurda beni,
Duymak ister isen sesimi.
Mühürdar sahilleri boyunca,
Çıkmaya çalıştığım,
Yokuş yollara,
Sor,
Onlar
Anlatacaklardır sana
seni ne kadar sevdiğimi...
................
Bir karabatak, bir karakarga,
Daha gelecek yarınlar var dünyada,
Mutluluklar diliyorum sana.

Ve ben,
Bu
Şehre
Öyle
Küskünüm
Ki
Ne seni anlaya bildiğimi söyleye bilirim,
Ne de
Başka birini...

Şimdi
Moda koyuna çekilmiş sandallarda,
Bir
Gitar çalıyor durmaksızın,
Mum ışığı altında,
Bir piyanist, vuruyor piyanonun tuşlarına,
O
Bambaşka bir şeyler çalıyor, durmaksızın,
Oysa
Dokuzuncu senfoni çınlıyor kulaklarımda.
Bir, ressam tanıdım,
Bahariyeden biraz ötede,
Koskoca bir kedisi vardı,
Gündüz gece,
Süslerdi dünyasını,
Süslerdi rüyalarını,
Rengarenk tuvallerde
Işıkları
Bambaşka hale büründürmeye çalışırdı…

Bir
Dondurmacı vardı,
Dondurmanın, kralını yapardı.
Bir gün, gitti,
Dönmedi bir daha.
O günden beri,
Bu şehrin dondurmaları,
Dondurdu
Kanımı.

1972 yılında,
Bir martı tanıdım,
Haydarpaşa açıklarında.
Kanatları kırık,
Gagası kapalı,
Gönlü,
Hepten yaralı…
Biliyorum, soluyor dağlarda kır çiçekleri…
Nevruzların boynu bükük…
Tek solmayan,
Çamların yaprakları.
Gezmek,
Bir bahar sabahı bütün kırları,
Uyumak,
Bir ceviz ağacının ağır gölgesinde,
Dalmak,
Derin rüyalara,
Hint filmlerinde,
Ki
Gibi...
Olmak,
Bir Kızılderili.
Karşı koymak,
Davullarla, totemlerle, oklarla
Karşı koymak,
Delikli bir boruya...

Güney Afrika’da,
Yedi yaşında bir çocuk olmak,
Tatmak acıların en acısını…
Yeni doğmuş bir bebek gibi,
Emmek,
Annenin memesinden,
Hayat zehrini...

El Salvador’da,
Binlerce cesetle,
Isıtmak toprağı,
Sevindirmek,
Solucanları, akrepleri, yılanları...
Bir Hint fakiri gibi sessiz,
Açlıktan uluyan bir it gibi çaresiz,
Afrika ormanlarında,
Yamyam gibi,
Elemsiz kedersiz, dertsiz...

Ve
Dünyanın
En zengini gibi,
Yatlarda, arabalarda, özel uçaklarda,
Yaşamak,
Yaşamın hakkını verircesine...
Yaşamak.
Amerikada bir zenci gibi,
Dizilmek kurşuna...
Birden bire,
Bir beyaz kızı öpmek gibi…
Yargılanmak,
Papazların kanunlarında.
Engizisyon giyotinlerinde,
Yitirmek hayatı...
Ve
Karşılamak
O
Muhteşem halk zaferini…
Fransız ihtilali’ni,
Bastilkalesi’ni, yıkanlar gibi,
Açmak bütün bütüne yaralı göğsü,
Dağıtmak kara bulutları...
Hz. Muhammed ’in,
Çöllerde getirdiği,
İnsanlık
Sevgisini
Sunmak,
Kadeh, kadeh
Şerbet gibi...

Seyretmek bir gül bahçesini, seher vaktinden önce,
Tomurcuklar üstünde biriken su damlacıklar ile
Açmak doğaya bütün kapıları,
Doğan güneş ile
Koparılmak.
Acımasız bir elde,
Küsmek her şeye,
Konmak süs diye,
Cam bir kavanoz içinde
Dökmek yaprakları dalları…

Dolu, dizgin
Düşmek yollara, yollara...
Halay çekmek, dalgalar gibi,
Okyanuslarda,
Arkadaş olmak balıklarla,
Şarkı söylemek
Yunuslarla
Yan yana...

Havalanmak,
Nesli tükenmekte olan bir kuşla,
Sohbet etmek
Kırk gün kırk gece.
Dinlemek anlattıklarını…
Sürünmek,
Karıncalarla ağustos ayının sıcağında,
Taşımak bir buğday tanesini,
Bir milyon kilometre öte.
Nefes almak,
Bu büyük başarıyı,
Kutlamağa,
Davet etmek bütün insanları
Yedi kıta da…

Uyanmak ansızın, derin uykulardan,
Sensizliği hatırlayıp,
Sensizliğin acısına
merhem olur umuduyla
Düşmek
Yollara, yollara…
Konaklamak binlerce handa,
Sormak,
Binlerce insana.
Kurda kuşa,
Kuşburnuna...
Anlatmak bu sevdayı,
Alıç ağaçlarına...

Boynu bükük, kaldığıma yandığımı sanıyorsan,
Aldanıyorsun dünya…
Bir sabah uyanıp, kalp atışlarına,
Dayanamadığım an var ya…
Bağlıyor,
Sımsıkıya toprağa…
Sensizliğe,
Alışacağımı sandım yıllarca,
Vurdumduymaz oldum dedimse de,
Bir sel çıktı,
Deli gönlüm üstüne,
Hücum etti durmaksızın
Üst üste,
Yıktı bütün setlerini gönlümün,
Şu
Zavallı ömrümün,
Daha ne kadar dayanacağını
Bilmiyorum,
Ama
Dolapderede Çingenlerle,
Fikirtepe’de, çocuklarla,
Tophane karakolunda polisler ile
Ve ben,
Türkiye’nin bir köşesi İstanbul şehrinde,
Bunca,
Çaresizlik içinde…
Her batan güneş ile batıp gitmek istesem de,
Tutuyor dalgalar,
Atıyor
Yeniden sahillere...

Güneş mi doğdu, nerde parlayan yıldızlar,
Diyorlar
Ki,
Geldi geçti.
Esen yel gibi.
Anlatamıyorum derdimi.
Anlayan yok…
Binlerce,
Mısra...
Çare,
Bembeyaz kağıtlar üstünde,
Anlamsız cümlelerle,
Kaybolur giderim…
Umut
Umutsuzluktan
Öte...

Bir gün, dinerse bütün denizlerin dalgaları,
Başımın ağrısı, gözümün yaşı,
Islatır yağmurlar toprağı taşı,
Bu çöllerin böyle cayır, cayır yanması,
Dayanamıyorum,
Yaprakların sararması
Sensizlik,
Sensizliğin acı sı…
......................................

Ta, o günden beri,
Her anım asır sanki…
Nefes alıp
Vermek,
Zor …
Hatırlayıp gözlerini,
Sessizliğin çaresi gibi,
Boyun eğmek,
Kesmek bilekleri…
Seyretmek bir deli gibi,
Kıpkızıl akan selleri...

Şu an,
Kadıköy’den ayrılıyorum.
Dalgalar, martılar…
Sağımda solumda insanlar,
Her biri, bir şey düşünüyor.
Bilmediğim...
Kim bilir, kimler ağlıyor,
Hasretini çektiğim...

Zaman, zaman dursun isterim,
Zaman.
Böyle
Senden ayrı...
Biliyorsun, yaşayamam.

Çengelköy’de
Ulu bir çınarın gölgesinde,
Dalıp gittim bu akşamüstü, boğazın şırıltılı namelerinde,
Sesin çınlıyor kulaklarımda,
Gündüz gece.

Bu gün,
Hiç,
Ama hiçbir şey düşünemedim yine,
Sadece sen, sadece sen
Ve
Seni öldürmeye kara veren ben,
Şunları yazabildim,
Dinle;
öyle boş ki hafızam,
Bir derin kuyu gibi.
Unuttum şimdi tümden,
Uğuldayan yel gibi,
Sanki
Ben değilim beni,
Alıp gittiğin günden beri,
Özlüyorum bir şeyleri,
Ama
Bilmiyorum
Neyi? ”
Bir çınar ağacının gölgesinde,
Şimdi,
Öyle boş ki hafızam,
Unutmuş gibi seni.
…………

Unutmak,
Bu kadar kolay
Bir mısralık bir olay,
Olaydı,
Yaradan,
Seni,
Beni,
Bu alem’i,
Unuttuğumu söyleye bilirim, haydi,
Parçalanan bir yüreği onarmak mümkün değil ki.

Tek, bir yıldız bile yok bu gece semada,
Yağmur da durdu bir anda.
Bu sokak
Öyle sessiz,
Öyle gürültülü ki,
Bir kara bulut gelir,
Alır götürür her şeyi
…………..

Gece bekçilerini düdükleri,
Böler
Cinlerin perilerin hayallerini,
Yıkık kalmış bir handa,
Konaklayan
Yolcular gibi,
Ağlıyor bir gitarcı şimdi,
Dökülen
Gözyaşlarını toplamak istedim,
Bana dedi ki;
Git,
Çöllerde dağılan bir kum gibi,
Yaşamak bu dünyada,
Bir ömür
Yetmez ki”.

Kuşlar, hepten yuva kurdurlar,
Sığırcıklar dutlara saldırdılar,
Sadece bülbülün feryadı,
Guguk kuşunun arayışı,
Durmayan zaman,
Dayanılmaz baş ağrısı,
Bundan sonra bu hayatı
Yaşamak mı?

Bir ev mi yanıyor,
Bir yer mi yanıyor,
İstanbul sahillerinde bu gece,
Bir şeyler
Alev, alev yanıyor,
İtfaiyecilerin kırmızı lambaları,
Hortumlardan fışkıran suları,
Söndürmüyordu yangını,
Söndürmüyordu, yangınla yanan umutları.

Hepten, kederliyim yine,
Her gece diyeceğim lakin
Günüzlerim de
Aynı hikaye.

Bazı, bazı
Bırak her şeyi olduğu gibi,
Kuşlar bile konmuyor pencereme eskisi gibi,
Çaresizliğin böylesi,
Ganj nehrine atılan ölü bir Hintlinin külleri gibi...
Kırk güneşi altında
Kalmış,
Kokan bir ceset gibi...

Şimdi isyan etme zamanı,
Zaman.
Yeri göğü yaradan,
Ve
Bu bedene,
Bu,
Canı koyan.
Ki
Sende biliyorsun…
Sensiz,
Çaresizlik içinde...

Dağlarda,
Düdek toplayan,
Isırgan otunu, bilmeden elleyip ağlayan,
Şimdi,
Çok uzaklarda
Çocukluğumdan arta kalan,
Tozlu bir yol,
Kızgın bir güneş,
Bir koyun sürüsü,
Bahçeler,
Bahçeler dolusu meyveler,
Yedi veren güller,
Başkaca
Hiç bir şey hatırlamıyorum.
Anla.

Beyrut’ta, ağlıyor insanlar yan yana.
Siyonist’ler,
Zapt ediyor, Lübnan’ı.

Bu gün,
Bir resim gördüm.
Bir el,
Sadece bir el,
Dikenli teller ile kucaklaşmış parmaklar.
Ve ben,
Darmadağın oluverdim...
Birden...
Bir el,
Dikenli
Teller içinde,
Tırnakları etinden ayrılmış.
Bir şeyler isteyen,
Sayı sayar gibi.
Milyarlara yakın,
Haydi,
Kalkın
İnsanlar
Şu
Ele
Bakın...
Dikenli tellere tutunmuş bir el.
Kimin eli olduğunu bile
Bilmiyorum
Ben.

Sevmiyorum,
Televizyon seyretmeyi.
Bütün kemikleri meydana çıkmış bir ana,
Basıyor kemikten yavrusuna bağrına.
Çocuklar ağlıyor,
Çocuklar,
Kimi
Umutla
Yarınlara bakıyor,
Kimi,

Karnının gurultusunu, susturmaya çalışıyor,
Sus
Tu
Ra
Mıyooor....

Dallarda sararan yapraklar,
Esen rüzgara boyun eğip kopar.
Umutla bağlandıkları dalları,
Yapayalnız bırakmaları,
Daldan, ayırmadan önce ki, anla,
Toprağa düşmeden önce ki anı,
Bu
Sonsuz boşluğun anlamını,
Ya rab,
Senin aşkın,
Durmaksızın
Anlattı…

Kadıköy deyince,
Akan sular durur,
Önce,
Dalgalar sahillere vurur.
Sonra,
Martılar uçuşur…
Ve
Birden,
Sen gelirsin aklıma
Söyle
Neden...

Hiç
Ama hiç bir anlamı yok yaşamın,
Arının balına hile katan insanoğluna,
Bu kadar sevgi çok,
Biliyordum,
Ama
Sevmeden yapmıyorum
Dostum.
Sevmek için doğmuşum...

Kopardılar,
Çamlıca da,
Kopardılar papatyaları.
Kuzguncuk ta da kopardılar.
Hepsine ayrı, ayrı yalvardım.
Koparmayın, koparmayın çiçekleri.
Zaten ne ki,
Bir kaç günlük ömürleri,
Onlarında gülmek hakkı değil mi?
Koparmayın,
Koparmayın çiçekleri...
Ama
Kimse dinlemedi.
Kopardılar,
Kopardılar çiçekleri...
Ağlatmayın dedim çocukları,
Onlar
Dövdüler.
İşte,
Böyle bir ortamdan,
Ben gibi deli
Sevgi bekledi...

Ne doğan, ne batan,
Güneşlerin anlamı kalmadı anlayan,
Karşı dağlarda,
Duman, duman,
Durmaksızın,
Uzaklaşan
Gör,
Bağrıma bir yara kanıyor durmadan.

Bütün pınarları kuruyor gönlümün, yavaş, yavaş.
Satırlarımın sonumu geldi ne,
Kıracağım bir gün bu kalemi.
Bunca anlamsız cümleyi,
Niye yan yana getirdi.
Sonsuzluğu,
Bir tek Beethoven seslendirdi.
Ağlamayı, gülmeyi
Bu gibi
Kısa vadeli, dünya işlerini,
Unuttum gitti, tümden
Sevmeyi,
Sevilmeyi.

Moda koyu ile
Kalamış koyu
Kucak, kucağa
Her gece, binlerce peri, dans eder san ki,
Bütün güzellikler, parlayan ay
İnan
Sensiz...
Hiç
Bir
Şeye
Yaramıyorlar.

Bir kız çocuğu tanıdım, Kabataş’ ta
Tek başına
Yüklenmiş,
Hayatın yükünü,
Omuzlarında
Ağır bir boyunduruk.
Elinde çanta,
Bir kaç bez parçası çanta da
analığım evden kovdu dedi.
Bana.
Sanki bütün dünya yıkılıyordu o an, orda.
akrabalarımdan geliyorum,
Üsküdar’a gideceğim
Dedi.
Ve
Aldı başını gitti.

İstanbul boğazı, kiminin neşe kaynağı,
Kiminin
Kurtuluşunu sağladı.
Bu gün,
İstanbul boğazının sularında,
Bütün iyi niyetim,
Ölüyordu bir daha.

Bütün dünyanın derdine,
Bir günlüğüne çare,
Olur ise ölümüm,
İşte,
Koyuyorum başımı giyotine.
Yeter ki,
Ağlayanları gözyaşı
Bir an dine.

İntihar, edeceğimi zannetmiyordum,
Lakin bu gece,
Öyle, garip duygular içindeyim ki
İntihar etmek bile,
Kurtaramaz beni.
Samuraylar gibi,
Saplamak bir hançeri
Mide boşluğundan içeri
Mayakovski gibi
Yaş otuz iki demeden haydi,
Son ver, kendi ellerinle…
Bunca rezillikleri,
Ben gibi
Çaresiz bir kul
Çekemez ki...

Aşiyan’da ağlayan Fikret’in sesi,
Sait Faikten, kısa bir hayat hikaye si, okur gibi,
Nazımın güle bilmesi
Yeseninin
Yedi enikli köpeği,
Köprü üstünde,
Ayrılmak zorunda olan
İki kız gibi…
Hatırlıyor mu sun,
Mecnundan Leylayı ayıran kara diken gibi...
Ölümüm bile temizlemeyecek,
Bu, çilekeş ömürdeki,
Pislikleri...
Puşkin’den bir mısra,
Şekspir’den balat,
Hafız Burhan’dan şarkı,
Yunus’tan ilahi.
Bunca sevgi dolu kalbi,
Bu kadar acımasız hale sokmak
Niye
Ki...

Sevmediğimi söyleye cem,
Bütün soranlara.
Bu, topraklarda yaşayanlara,
Bu yalanı,
Gerçekmiş gibi anlatacam...

Yardan,
Yarattığını
Sevdiği için yaratıyor,
İnan.
Sevmedim desem,
İşte
Bu
Yüzden yalan…

İstanbul sokakları, bir garip görünüyor gözüme,
Yakın zamanda
Kör olacağımı
Bile, bile
Ağlıyorum işte.

İnsanlar,
İnsanları
Tanımayan insanlar,
Koşanlar
Koşuşanlar,
Bir şeyler arayanlar,
İnsanlar,
Yaşayan insanlar…
Ölen,
Öldürülen,
Öldüren
İnsanlar.

Sen
ki,
Söylemeden gittin,
Sensizliğin çaresini.
Bilmiyorum,
Suçum neydi...
Şu serin esen yel gibi,
Uzaklaşmak,
Terk etmek bu kenti,
Belli
Bile, bile bölmüş Tanrı,
Bu İstanbul şehri’ni.
Bütün sevenlerin hasretini,
Toplasalar alnımdan akan teri,
Bir,
Sel olur giderdi.
Seni,
Nasıl
Sevdiğimi, söylesem,
Sen bile
Bilemen ki...

Yeni caminin önünde güvercinlere,
Zehir attılar buğday tanesi diye,
Bir
Dilenci gibi,
Alçalmaktan öte,
Bu
İnsanların,
Bunca
Acımasızlığı
Niye…

Dönüyor dünya.
Dönecek
Afganlı ğardaşlarımın halına,
Acımak istemiyorum ama,
Doluyor gözlerim,
Pişmanım şu anı yaşadığıma.
Haykırışları çocukların,
Bir bayrak altında,
Binlerce kalp atıyor bir anda,
Gökte kara bulutlar,
Kıraç topraklarda susuz ağaçlar,
Karılar, kızlar,
Cirit oynanan topraklar,
Unutmuyorlar,
Unutamıyorlar,
Arkalarında kalmış vatanlarını,
Bağırlarındaki bir tutam yaşam aşkını,
Diriltiyor yeniden,
Yeni doğan bebeğin sesinden,
Belli
Gelecek günler,
Bu günlerden,
BİTECEK İNSANIN İNSANA ZÜLMÜ.

Bir zamanlar
Şu türküyü söylerdim
kader kapısından girdik içeri
Bilmem bilerek mi bilmeyerek mi? ”
Ben miydim bir bahar sabahı,
Yeşeren dalları,
Uçuşan kuşları,
Unut diyorlar,
Geçmişte kalan anıları...
Bir gün unutacağım
Yıkık kalmış duvarların altında,
Unutulanların haykırışları.
Çemberli taştan atlayan,
Kahraman bir askerin aşkı.
Unutulacağım,
Tüm unutulanların
Tatlı hatırası.
........................

Bundan sonra,
Ağlasan bile,
Dönemem göz yaşlarını silmek için geriye.
Itrinin,
Unutulmuş bir bestesini dinliyorum,
Şimdi,
Karşı sahillerde,
Sultanahmet’in altı minaresinin,
On sekiz şerefiyesi de,
Bu ramazan gecesinde,
Evrende,
Nefes alıp veren her şeyi,
Davet ediyor
Sevgi ye...

Unutuyorum
Mu,
Ne?
Gün geçtikçe,
Kapanıyor gönlümde,
Kapanmaz gibi görünen yara…
Seyreyle bulutları
Bir akşam üstü,
Mühürdardan,
Öylesine dans ediyor ki dalgalar,
Kıpkızıl bir örtüyle kaplanan Marmara’dan,
Binlerce melodi dinliyor um.
Şu, an
İnsanları, düşünüyorum.
Seni düşünüyorum.
.......

Ne zaman yer düşen bir yaprak görsem,
Dizlerim titrer.
………..

Dağlar da,
Tek başına,
Kaybettiği kuzuyu arayan çobana,
Eşlik bile etmiyor
Gökte yıldızlar.
Öyle suskun ki bu gece,
İstanbul’da bütün sokaklar.
Deli olmamak mümkün değil,
Kahpe dünyanın kahpeliğine,
Bir ananın boynunun bükük kaldığını,
Bile, bile
Bırakıp giden birine,
Altı aylık yavrusuna,
Sahip çıkmayan bir baba,
Hey dünya hey,
Yalan değilsin de nesin,
Söyle bana…

Doluyor gözlerim,
Doldu yaşla bir daha,
O kadar uğraştılar, düşmek için toprağa,
Kapkara asfalt yollar da,
Bir karış toprak,
Yok…
Kayboldu iki damla, gözlerimin sonsuzluğunda...
Diyorlar
Ki
Aldırma.
Herkesin kaderi
Ayrı yazılmıştır
Nasılsa...
Ayaklarında,
Nasırın acısına,
Dayanamayan biri desin...

Git gide, kayboluyor gözlerimin feri.
Açlıktan nefesi kokan biri,
On bir yaşında bir kız çocuğu şimdi,
Nerde?
Ne yer?
Ne içer?
Ağlar mı?
Güler mi?
Çaresizliğini
Gelene geçene söylese,
Gelen giden,
Dinler mi?

Öyle bir evrimden geçecek ki bu topraklar,
Bütün insanlar,
İnsan olacaklar...

Ne hüzünlü bir şarkı,
Ne de,
Kayıkçı Kul Mustafa’nın ağıtı,
Hiç biri yansıtamaz,
Yirmi birinci yüzyılın eşiğinde,
İstanbul kentinde,
Çileli insanlar ile,
Yolunu kaybetmiş bir ülkede,
Yaşamaya çalışıyor,
Kırk beş milyon fert,
Kırk beş milyon dert...

Hey...
Sevgili,
Yanımda olsan
Şu an...
Darmadağınık Dünya’dan,
Uzaklaştırsan beni bir an...
Ağaçları,
Acımasızca kesilmiş bu şehirde,
Kuşlar bile konacak bir dal bulamıyor.
Bu çaresizliğe,
Katlana bilir mi serçe.

Seviyorum,
Seviyordum,
Sevdim,
Seveceğim,
Kağıt toplayan, Çingene yi,
Yavrusunu özleyen bir annenin hasreti,
Dağlarda eriyen karların akışı gibi,
Sonsuzluğun sonu yok
Biliyorsun
Benim gönlümdeki sevgi,
Sonsuzluğun
Ta
Kendisi…

En sonunda,
Yine sana dönüyorum.
Birden bire havalandı martılar.
......
Birden bire,
Parçalandı yüreğim.
Bundan sonrası,
Ansızın,
Şu şarkıyı hafızam hatırladı.
dalgalar sürükledi beni bu sahillere

Şimdi, isyan edeceğim,
Umutlarımızı, aldılar diye.
Hayallerimizi yıktılar, yaşadılar diye.
Alınları dünya da,
Terlemedi, bir kere bile.
Tam yirmi beş sene, hizmet etti devlete,
Köyde, kentte, şehirde,
Televizyon nedir bilmeyen köylüye,
Televizyon diye,
Reklam sundu devlet.
Aldılar,
Yirmi beş yılın karşılığı,
Beş on kuruş parayı,
Reklam ağaları,
Acımasızca
Harcadı.

Beş milyon nüfuslu bir kentte,
Beş bin beş yüz kahve,
Yüz elli kütüphane,
Beş bin beş yüz kahvede,
Yok boş bir sandalye,
Yüz elli kütüphane,
Sadece bu yönümüz bile,
Yeter övünmemize.

Köylerimiz,
Köylülerimiz,
Efendilerimiz...
İstanbul’a, Ankara’ya,
Akın eden emekçilerimiz,
Almanyada, Libyada
Arabistan, Kuveyt, Irakta
Nefes almaya çalışan
Yedi yüz bin çocuk
Üç milyon fert
Beş milyon işsiz,
Memleketim,
Memleketimiz.

Hep,
Düşünürdüm,
Neden türkülerimiz dertli diye...
Oysa
Bile, bile yansıtmış ozanlar,
Çekenleri, çekilenleri,
Boyunduruk altında terleyen bir çift öküz gibi,
Gerçeğin ta
Kendisi,
Anadolu ezgileri,
Anadolu ezgileri.

Boşuna değil dostum,
İnsanların, sürgün edilmesi,
Sabahattin Alinin öldürülmesi,
Namık Kemal’in zindanlarda çürütülmesi,
Pir Sultan’ın idam edilmesi,
Boşuna çekmedi, bunca zaman,
Bu millet bu çileyi.
Camilerimiz,
Camilerimizin önünde, dilencilerimiz,
Sevinçlerimiz, kederlerimiz,
Sevgilerimiz,
Sevgimiz,
Cennetimiz, cehennemimiz,
Memleketimiz...

Dön, dolaş,
Yine gel, ta bu güne...
Dağıtıyor, çöllerde kumları kızgın güneş,
Rüzgara boyun eğen yapraklar gibi,
Düşmüşler yollara,
Emperyalizmin, boyunduruğu altında.
İlerliyor siyonist’ler,
Lübnan topraklarında,
Ağlıyor binlerce ana.
Yurtsuz bırakılan buca insanın kanını,
Emiyor, vampir gibi,
Amerikan emperyalizmi,

Anlatmak mümkün değil,
İnsanın
İnsana zulmünü...

Sevmek bağlıyor.
...........

Yalvarma bana gönlüm,
Acıların
En acısını,
Tattırdın ya,
Mutluluklar diliyorum sana.

Çiçek açan bir vişne,
Oğul veren arı,
Toprağın canlanışı,
Eksilmeyecek biliyorsun
Başımın ağrısı...

Yıllardır söylediğim, şu şarkıyı,
Mısra, mısra
Anımsıyorum bazı, bazı...

ya ben anlamıyorum kimseyi
............

Yanlış bir dünya da nefes almaya çalışıyorum.

İstanbul dediğin, ne ki…
Bir kaç, minare,
Bir kaç, çınar gölgesi…
Unutmak istedim bir an,
Bütün gerçekleri.
Sadece hayallerle, yaşanmıyor ki.
Bulduğum an
Kaybediyorum seni,
Bütün
Çaresizliklerin çaresi...
....................................

Sebahattin Kömürlü
Kayıt Tarihi : 30.11.2011 19:46:00
Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Yıldız Şiiri Değerlendir
Yorumunuz 5 dakika içinde sitede görüntülenecektir.

Bu şiire henüz hiç kimse yorum yapmadı. İlk yorum yapan sen ol!

Sebahattin Kömürlü