İSA TEKİN DİYARBAKIR ŞİİRLERİ

İSA TEKİN DİYARBAKIR ŞİİRLERİ

İsa Tekin

Açlık Grevlerini Yazamamak!

Adı üstünde Mahpus, Tutsak veya tutuklu hangi kategoride olursanız olun, özgürlüğünüz elinizden alınmıştır. E.Tipi, F.Tipi, T Tipi, D,Tipi bunların hepsi cezaevleri, Hangi Ülkede ve şehirde olursa olsun kişinin Özgürlüğünün elinden alındığı metre karesi, kullanım alanı belli soğuk betondan yapılmış “Ucube” yerlerdir. Bu soğuk yerlerin girişinde hepsinin adı
Cezaevi olarak anılır. Kötü muamele, İşkence, Tecavüz kişisizlikleştirme burada başlar, bu soğuk yerlerde Hoş geldin dayakları atılır. Toplumdan dıştalanmış pısırık sıradan, şapşal kılıklı görevliler. Mevkisini ve gücünü Sistemden alarak, birer İşkenceci başı birer Aslan kesilirler, Tutuklu olan herkese her türlü insanlık dışı işkence yapan, insanlık düşmanları belli metre karelerden oluşan koğuşlar, hücreler ve Mavi Gökyüzünü belli saatlerde gördüğün havalandırmalardır.
Kederi, Özlemi, Hasreti, anlıkta olsa unutmak için attığın voltalardır, kahır bitmez, keder bitmez, gece ve gündüz Takvim zaman ve saati gün ve ayı unutursun, tutuklusun Mahpussun. Tutsaksın; her şey kurallara ve kanunlara göre düzenlenmiştir. Varlığın kişiliğin esaret altında ve sadece Beynini Düşünceni tutsak alamazlar, Tutsaklık öyle bir şey ki bir gününü anlatsan bile onlarca kitap olur. Mahpusa girdiğinde ister sabırlı ol. İstersen sabırsız sonunda bu gerçeği yaşar ve tutsak olduğunu kabullenirsin, ama kabul edilmeyen tek şey bu tutsaklık ve zulümdür.
Son günlerde cezaevlerinde devam eden Açlık grevleri ile ilgili haberleri okuyunca yüreğimin derinliklerinde his ederim o acıyı…
Bende 12 Eylül 1980 Askeri darbesinde Diyarbakır 5.Nolu Askeri ceza evinde yattım. Çok kanlı ve zor yıllardı. Ülkemde zulüm kol geziyordu. İspiyoncular telefon başındaydı. Kamuoyu yoktu. Ülke karanlığa gömülmüştü. Okuyan, Yazan, Çizen, düşünen ne kadar aydın varsa cezaevlerine dolduruluyordu. Üstümüzden panzerler geçti, Mamak, Metris, Buca Elazığ, Erzurum ve Diyarbakır zindanları Ölüm kusuyordu, her yer işkence tezgâhlarına dönüştürülmüştü, Diyarbakır 5.nolu Askeri cezaevinde zulümlerin İşkencelerin en katmerlisi yapılıyordu. Bizim bu Zulüm ve İşkencelere karşı durmak için tek silahımız vardı. Oda tutsakta olsan sana ait bedenindir. Bu bedenini şöyle kullanabilirsin, bazı arkadaşlarımız Jiletle bileklerini kestiler. Kimileri kendilerini asttı. Bazıları da en zor olan Açlık Grevleri ve Ölüm Oruçlarına yattılar. Yattık…
Ben bu acıyı defalarca yaşadım, Çaresizliğin ve çığlığın duyulmaması ruhumuzu paramparça ediyordu. Halende öyleyim, Ailelerimiz dışarıda bizden daha fazla perişan oluyordu. Bu günde bu yükün ağırlığını Tutsakların Aileleri çekiyor ve yaşıyorlar.
Diyarbakır 5.Nolu Cezaevinde Açlık Grevleri ve Ölüm Oruçlarında 33.Yiğit insanımızı kaybettik. Haberlere baktıkça o zulüm dolu günleri yeniden yaşarım. Nefesim daralır. Yüreğim kanar ben kanarım, geceleri kâbus görür o günleri yeniden yaşarım. Cezaevi ile ilgili anılarımı çok yazdım hatta kitabını da yazdım, Ama aradan 32.yıl geçmesine rağmen Açlık Grevi ve Ölüm oruçlarını yazamadım. Çok zor. Büyük acılar yaşanıyor. Onları kaleme dökmek bile acı veriyor. Çok zor, bu konuda kendimle/kendimizle yüzleşmek.
Hatta Diyarbakır Cezaevi ile ilgili kitap yazan arkadaşlarımın da kitaplarını okudum, onlarda benim gibi detayını yazamamışlar. Bu konu ile ilgili yüzleşmek. Çok zor. Keşke o dönemdeki Açlık grevleri ve ölüm oruçlarını yazabilseydik. Şimdi Cezaevlerinde olan ve açlık grevlerine yatan İnsanlara büyük bir deneyim bırakmış olurduk.
..

Devamını Oku
İsa Tekin

Bir söz
Bir haber
Silah ve siren sesleri çarpar
Diyarbakır surlarına
Yüreğim sancır
Geçmiş zamanlardan
Surlarına sinmiş acılar süzülür
Kanayan yüreğime
Dicle sessiz, usul usul akar
Bir bahar akşamında
..

Devamını Oku
İsa Tekin

Uzun yıllara yayılan bir türlü yazamadığım, yazdıkça o anlara gittiğim ”E Tipi Hilton” 5 nolu Diyarbakır cezaevini anlatan kitabım Kasım 2012 itibariyle Peri yayınlarından çıktı.
Yazdığım her sayfanın geceye yansıması kâbuslarla uyanmam oldu. İnsanlık dışı vahşet uygulamalar, işkenceler ve yanı başımızda yitip giden canlar…
Her cümlede o ana dönüp tekrar, tekrar yaşamak… Neydi bu kadar zulüme karşı bizi dimdik ayakta tutan güç…
“Umutlarımız ve hayallerimiz”
Yaktığımız devrimci ışık hiç sönmedi, sönmeyecek. Bize bizlere bu zulmü reva gören 12 Eylül darbecilerden tarih elbet bir gün hesap soracak
Nefes aldıkça kalemim hiç susmayacak….



Diyarbakır zindanını ve cehennemini anlatmak ve yazmak çok zor bir olaydır. Yazarken yeniden o günleri yaşamak ayrı bir işkencedir ama yazılması gerektiğine inanıyorum. Kendimle yüzleşmek, kendi kaldığım koğuşu ve yaşadığım koşulları yazmayı bir insanlık görevi olarak görüyorum. Bu cezaevinin her saniyesi, her dakikası, her saati, her günü, her gecesi ayrı bir cehennem, ayrı bir azaptı. Bu cehennemde yaşayan ölen, öldürülen her insan benim yüreğimde kahramandır. Çünkü burada yaşamak bu işkence ve zulüm tezgâhlarından geçmek bile başlı başına bir kahramanlıktır. 5 No’lu zindanı sanki bu dünyada bir yer değildi. Bizleri ayrı bir dünyaya götürmüşlerdi. Bu dünyada zulüm vardı, işkence vardı.
..

Devamını Oku
İsa Tekin

Evet yine bir 12 Eylül geldi 1980 darbesinden bu yana tam 29 yıl geçti fakat 12 Eylül darbesini yapanlar Türkiye de halen yargılanamadılar, kendi ürettikleri anayasa tarafından yönetiliyoruz.
Ülkemizde 12 Eylül vahşetini yaşayan binlerce insan adli sicillerinde halen o darbenin ve ana yasasının kurallarına göre ceza alanların cezaları silinmemiştir gerek bu cezalar kâğıt üzerinde silinse de yüreklerinde ve beyinlerinde ölene dek silinmeyecektir.
Bende bir 12 Eylül mağduru olarak o süreci asla unutmadım ve de unutmayacağım unutulmaması için önüme gelen her insana o insanlık dışı vahşeti anlatmaya devam edeceğim.
Beni dinleyen insan çıkmazsa dağa taşa ağaca kuşa haykırarak anlatmaya devam edeceğim.
Şimdi kısaca dönemin vahşetini cehaletini insanlık dışı tüm pisliklerini anlatmaya çalışacağım; 12 Eylül cuntacıları General ve darbecileri Milli güvenlik Konseyi Başkanı Orgeneral KENAN EVREN Orgeneral NURETTİN ERSİN Orgeneral TAHSİN ŞAHİNKAYA Orgeneral NEJAT TÜMER Orgeneral SEDAT CELASUN 12 Eylül 1980 tarihinde tüm Türkiye’de sıkıyönetim ilan edip sokağa çıkma yasağı koyarak günün Türkiye’sinde siyah beyaz olan TRT Televizyon ve Radyolarında yönetime el koyduklarını ve TBMM(Türkiye Büyük Millet Meclisi) i fethettiklerini tüm parti sendika ve derneklerin faaliyetlerine son verdiklerini MGK’lı 1 no lu 2 no lu 3 no lu bildirileri yayınlayarak MGK lı başkanı KENAN EVREN’in Onun içindirki netekim::::::: diyerek Türk demokrasisini askıya aldıklarını böbürlenerek anlatıyordu. 1982 de yeni düzenlediği anayasaların Adalet bakanlığı 12 Eylül ile ilgili yayınladıkları verilere bakılacak olursak 650 bin kişiyi gözaltına aldılar 650bin kişiye en ağır işkenceleri yaptılar 650bin kişinin iradesini kırmaya kimliksizleştirmeye ve kişiliksizleştirmeye ihanete zorlamaya dönük işkence baskı ve yaptırım politikalarını askeri ceza evlerinde 10 yıldan fazla devam etti. Emir komuta ilişkilerine dayalı bir adalet anlayışıyla 98.404 kişiyi askeri mahkemelerde yargıladılar işkence ürünü sahte delillere dayalı hükümlerle 21.764kişiye milyonlarca yıl ceza verdiler.7000 kişi hakkında idam istediler 517 kişiye idam cezası verdiler 124 kişinin idam cezası askeri Yargıtay tarafından onaylandı 50 kişiyi idam sehpalarında astılar. 29bin kişiyi vatandaşlıktan çıkardılar 388bin kişiye pasaport vermediler 1milyon 863bin kişiyi fişlediler sadece fişlenenlerin değil çocuklarının da geleceğini ipotek altına aldılar.
Bu süre zarfında 14 kişiyi ceza evlerindeki açlık grevlerinde 16 kişiyi kaçarken 17 kişiyi de çatışmalarda öldürdüler 1974-1980 döneminde 5000 kişinin öldüğünü binlerce kişinin yaralandığını yüz binlerce kişinin ata topraklarından göçmek zorunda bırakıldığını tüm bu rakamlarının 78 kuşağının verdiği kaybın ödediği bedelin yaşadığı linçin boyutları hakkında her halde kaba bir fikir edinmiş olursunuz 12 Eylül askeri faşist darbe Türkiye’yi toz duman etmiştir ülkenin her tarafı yeniden işgal edilmiş tüm dernek sendika dernek ve tüm sivil toplum örgütünün faaliyetlerine son verilmiş başkan ve yöneticileri ya tutuklanmış ya firar etmiş veya yurt dışına kaçmışlardı: kahraman basın: bu faşist generallerin borazanlığı için adeta yarışır hale gelmişlerdi sol basın ve sol susturulmuştur adeta bedenlerinin üzerinden panzerler geçmiştir. Türkiye baştanbaşa susturulmuş adeta ülke cezaevine dönüştürülmüştür yazan çizen okuyan aydın yazar öğrenci öğretmen işçi çiftçi hepsi bu cehennemden beter olan ceza evlerine konmuştur. Tüm bu insanlık dışı vahşet: vatan millet Sakarya: adı altında yapılıyordu MAMAK METRİS BUCA ERZURUM ELAZIĞ ve DİYARBAKIR 5nolu cezaevleri dolup taşmaktaydı bir yatakta 4kişi yatıyordu bu insanlık dışı ceza evlerinde her türlü baskı işkence ve kişiliksizleştirme çalışmaları emir komuta zinciri içerisinde yapılıyordu bende bu süreçte DİYARBAKIR 5nolu ceza evinde uzun süre yattım yattığım süre içerisinde yaşadıklarımı gördüklerimi ve duyduklarımı sizlerle paylaşmaya çalışacağım DİYARBAKIR cezaevinde insan haysiyeti ve kişiliğiyle oynandığı kadar dünyanın hiçbir yerinde bu kadar insan haysiyeti ve kişiliği ile oynanmamıştır O yüzden cehennem tanımlaması da yetmez çünkü cehennem insan imajının yarattığı en kötü yer olarak tanımlanır DİYARBAKIR 5nolu cehennemi o imajında ötesinde insan havsalasının bile yetmediği bir olgu üstelik cehennem imajında verilen ceza neyse infazı yapılırmış insanları 24 saat şiddet altında tutan insani olan her refleksini uyurken bile esas duruşunu bozmak büyük bir suçtu her duygunun her istemin birer işkence bahanesi haline getirildiği ve bu işkencenin yıllarca sürdüğü dünyanın başka hiçbir yerinde görülmemiştir uygulanan şiddet insan aklını mantığını ve her türlü bilimin sınırlarını aşan boyuttaydı. Dünyanın hiçbir yerinde insanlara COP sokularak BOK yedirilerek insanlardan milliyetlerini ve dinlerini değiştirmeleri istenmemiştir. Kürde araba türke zor ile bütün ırkçı ve faşist ve askeri marş zor ile öğretilmiş ve gün boyu yerinde saydırılarak okutulmuştur DİYARBAKIR ceza evinde uygulanan bu program Dünyada uygulanan ırkçı programların tümünden daha farklı vahşettir. Şimdi Diyarbakır cezaevindeki resmi işkencecilerdir....


MGK
Or. Kenan Evren
..

Devamını Oku
İsa Tekin

Diyarbakır Zindanında 24 Ocak 1984 tarihinde Katledilen Yiğit insan korkusuz Devrimci.direniş abidesi NECMETTİN BÜYÜKKAYA/ZINAR/ı dostları ve arkadaşları olarak Siverekte mezarı başında anacağız.mücadelesi mücadelemize Bayrak olsun.Necmettin Büyükkayanın şahsında Diyarbakır Zindanında yaşamını yitiren tüm yiğit insanları saygı ile anıyorum.


1984 yılı Ocak ayı başları idi. Cezaevi idaresi baskılarını yeniden arttırmak ve tek tipi elbise (Elazığ ve Bakırköy’ü Ruh ve Sinir hastalıkları hastanelerinde ruhsal ve sinirsel rahatsızlığı olan hastalara giydirilen çok adî bezlerden yapılmış lacivert boyasına batırılmış rengi laciverde benzeyen fakat yıkandıktan sonra her renge giren tabiri caizse deli elbisesi) ni giydirmek için yeni oyunlar ve provakosyanlar peşindeydi. 1983 5 Eylül direnişinde tutukluların kazandığı hakları hazmedemiyordu. Tekrar baskı ve işkencelere başlamışlardı. Görüş günlerinde ziyaretçi görüşlerine çıkan ve mahkemelere gidip gelen, avukat görüşmelerine çıkan arkadaşlarımıza hakaret etmeye küfür etmeye ve dayak atmaya başladılar Tekrar cezaevinde direniş başlamıştı. Bizim koğuş (24. koğuştu) içimizde bazı grupların önde gelen tanınmış insanları vardı. PKK grubundan Mehmet Şener DDK grubundan Necmettin Büyükkaya gibi şimdi hayatta olmayan arkadaşlar vardı. Cezaevi direnişini Mehmet Şener yönetiyordu. Necmettin Büyükkaya’da ona yardımcı oluyordu. Koğuşlar arası gidip gelmek yasaktı diğer koğuşlar ile irtibat kurmak için geceleri geç saatlerde, Mehmet Şener’in talimatlarını Necmettin Büyükkaya Kürtçe ve Zaza’ca diğer koğuşlara iletiyordu. Tüm cezaevi açlık grevine başlamış ve direnişe katılmıştı. Cezaevi idaresi her gün birkaç koğuşun(genellikle mevcudu az olan) koğuşlara baskın yapıyor, kapılarını zorla kırıyor ve 20 kişilik tutuklu grubuna 200 komando asker ile saldırıyordu. Koğuşlara saldırdıkça bizler sesimiz çıktıkça slogan atıyor ve işkenceleri lanetliyorduk, idare sesimizin anlaşılmaması ve psikolojik işkence olsun diye Hasan Mutlucan’ın savaş türkülerini hoparlöre son ses açarak korkunç bir ses gürültüsü ile psikolojik işkence yapıyorlardı. Kapısını açamadıkları koğuşların ya duvarlarını balyozlarla kırıyorlardı ya da havalandırmadan girip pencerelerin şişlerini kırarak koğuşlara giriyorlardı. Bunlara karşı tutuklular kendilerini değişik koğuşlarda yakmaya başladılar. Bunu gören cezaevi idaresi yeni bir yöntem geliştirdi. Diyarbakır Belediyesi’nden itfaiye araçlarını getirdiler ve koğuşlara saldırmadan önce mazgallardan itfaiye hortumlarını koğuşların içine bırakarak koğuşlara tonlarca su bırakıyorlardı böylece tüm koğuşları adeta göle çeviriyorlardı ıslanmayan hiçbir eşyamız kalmıyordu ne döşek ne yorgan ne elbise her taraf su içinde kalıyordu.
Önceleri baskınları gündüz yapıyorlardı, baş edemeyince bu defa geceleri kapılara vurarak hem uyumamızı engelliyorlardı hep de her an baskın yapıyoruz psikolojisini canlı tutuyorlardı tabii. Onların her kapıyı zorlamalarında bizler uykudan fırlar fırlamaz “Kahrolsun işkence” diye karşılık veriyorduk bu psikolojik işkence bizleri öyle etkilemişti ki bazı arkadaşlar bazen uykularında bile slogan atmaya başladılar. Gün geçtikçe baskı ve şiddet daha çok artıyordu her gün bir koğuşu boşaltıyorlardı. Kapılar kapatıldığı için yemekte vermiyorlardı, açlık grevinde olduğumuz için elimizdeki az miktarda bulunan şekerimizde tükenmişti. Tuzlu su ile idare ediyorduk. Tabii bu arada arkadaşlar haberleşmeyi sürdürüyorlardı idare buna da bir yöntem bulmuştu. Kürtçe, Zaza’ca ve Arap’ça bilen askerler getirdiler. Haberleşmeleri getirdikleri askerlere tercüme ettirdiler.
Bir gün cezaevi müdürü kapı mazgalını açtı ve Necmettin Büyükkaya’yı çağırdı ve şöyle dedi. “ Seni araştırdım sen bu cezaevini bozuyorsun, sen orta doğunun en tehlikeli adamısın senin kalemini kırdık, kendine dikkat et.” Necmettin Büyükkaya(Zınar; biz ona Zınar diyorduk) iç güvenlik amirinin sözünü kesti ve şöyle dedi:
“Senin gibilerin çocukları babalarının işkenceci olduklarını öğrendiğinde hayatı boyunca vicdan azabı çekecekler, ömür boyu sizden ve sizin çocuklarınız olduğunu düşündükçe nefret edecekler ama bizim çocuklarımız yaşam boyunca bizlerle gurur duyacaklar… Tarihin çarkını geriye çeviremezsiniz, bu işkenceler bizi yıldıramaz, tehditleriniz bizi korkutamaz biz bu yola baş koymuşuz” devam ediyordu ki cezaevi iç güvenlik amiri mazgalı kapatıp gitti.
Arkadaşlar hep beraber Necmettin Büyükkaya’ya döndük dedik “ Ağabey niye bu köpeğe cevap verdin, bak senin için ne diyorlar, gerek yoktu böyle sert konuşmana.” Dedi ki “ Arkadaşlar boş verin bundan daha kötü mü olur? Ne yapacaklarsa yapsınlar.” Ergül arkadaşım dedi ki “İsa bunu arkadaşlara bildirelim diğer koğuşlardaki arkadaşlarımıza bildirelim.”olur dedim, gece oldu.” Karşı koğuşta kalan arkadaşlarımıza teleferik sistemi ile bir not gönderdik. Nedir teleferik sistemi onu anlatayım; teleferik nasıl yapılır birkaç tane sağlam çorap alırsınız bu çorapları çok düzgün bir şekilde sökersiniz sonra ip haline getirirsiniz bu ipi iki kişi biri sağa biri sola doğru büker kalınlaştırmak için bu bükme işini en az dört beş defa tekrar eder, ip artık halat olmuştur, ne yaparsanız yapın kopmaz, ucuna bir spor ayakkabı bağlarsınız havalandırmaya atarsınız karşı koğuşta aynı şeyi yapar iki ayakkabı havalandırmada birbirine takılana kadar atma işlemi devam eder sonunda takılınca bir tarafa çekilir, karşı koğuşlardaki ipler birbirine bağlanır karşıya vermek istediğiniz herhangi bir şeyi o ipe bağlar karşı taraf ipi yavaş yavaş çeker teleferik ağı kurulmuş olur bizde öyle yaptık ve karşı koğuştaki arkadaşlarımızdan bir not Ergül arkadaşa geldi. Notu açtık okuduk şöyle diyordu.”Zınar arkadaşa söyleyin haberleşmeyi o yapmasın sizden biri yapsın onu koruyun ona yardımcı olan bu mücadelenin ortak değeridir” buna benzer bir yazı vardı. Zınar’ı ikaz eden uyaran türden bir mesaj idi. Ergül döndü bana dedi ki ben yalnız konuşmak istemiyorum, gel beraber görüşelim sen ikimizin şahidi ol, peki dedim gittik Zınar’ı çağırdık dedik ağabey sana bir mesaj gelmiş al bunu oku, mesajı aldı okudu, birkaç dakika düşündü, sigara içmiyordu döndü bana dedi ki İsacığım bir sigara verir misin? Çıkardım bir sigara verdim yaktı ve şöyle dedi boş verin arkadaşlar uyarı için arkadaşlara ve sizlere teşekkür ediyorum ama nerede inceyse orada kopsun ben dedim ki ağabey ben hem Zaza’ca hem Kürtçe biliyorum bundan sonra söyle mesajları ben arkadaşlara ileteyim yok dedi sağ olun arkadaşlar böyle başladık böyle götüreceğiz.
Öyle de oldu cezaevi bizim koğuşu basana kadar Zınar arkadaş haberleşmeyi sonuna kadar götürdü ve o gün gelip çattı. Artık sıra bizim koğuşa gelmişti koğuşta sorumlu arkadaşlarımız hepimizin toplanmasını istediler. Hepimiz ranzalarımızdan indik ve arkadaşların konuşmasını dinlemeye başladık. Mehmet Şener dedi ki, arkadaşlar artık barikatları kaldıracağız kapının arkasına barikat kurulmakla bir yere varılmaz idare gelecekse gelsin. Bundan sonra direnişi açıkta sürdüreceğiz yine işkence yapacaklar elimizdeki hakları tekrar almak. İsteyecekler ama ne pahasına olursa olsun bizler direneceğiz işkencenin yabancısı değiliz, unutmayın bir esas duruşumuz bozuk olduğu için 500 tane 5e 10 kalas yiyorduk biz bunları çok yaşadık çok sevdik hepinize şimdiden başarılar diliyorum.
Konuşmasını tamamladıktan sonra hep beraber kapının arkasına dayadığımız tahtadan ranzaları geri çektik çok geçmeden idare amiri ve gardiyanlar, komandolarla birlikte kapıya
..

Devamını Oku
İsa Tekin

Diyarbakır savaş alanı
Kan gövdeyi götürüyor
İnanılmaz birşey bu
Akıl sır ermiyor

Feryatlar, çığlıklar ta öteden duyuluyor
Sanki kıyamet kopmuş gibi
Herkes birbirini karalıyor

Analar tedirgin
..

Devamını Oku