Derken ışık yavaş yavaş çekilip yerini karanlığa bıraktı. Gözüme tekinsiz görünmeye başlayan bu evi terk edebilecek miyim, bilmiyorum.
Bir zamanlar güneşin oynaşmaları açık pencereden içeri taşmakla kalmaz duvarlara yansırdı. Oyalanırdım bir süre o ışık oyunlarıyla.
Sadece yıllardır oturduğum bu ev mi soluyor,diyorum kendime. Şimdi sahipsiz ölülerden ayrıksı olmayan bu evde alışık olduğum o kahkahaları ,karşı sırtlara vurup yankısı geri dönen şarkıları ,arka bahçesinin bir köşesinde kendine küs fırından gelen ekşi ekmek kokularını arıyorum.
Benden başka kimseciklerin nefesi yok bu odalarda .Pul pul dökülüyor duvarlardan boyalar…
Kökünün tutunduğu toprağı bir güzel eşeleyip gübrelememe karşın artık,üst katına doğru tırmanmıyor asma dalları. Bir zamanlar balkondan kollarımızı uzatır baharın ilk yapraklarını toplardık.
Evdekilerin bir kısmı yavaş yavaş eksilince bana da yol göründü.
Oysa ne güzel anılar biriktirmiştim ilk gençlik yıllarımda.
Bir aşk kadar zehirli,bir orospu kadar güzel.
Zina yatakları kadar akıcı,terkedilişler kadar hüzünlü.
Sabah serinlikleri; yeni bir aşkın haberlerini getiren
eski yunan ilahelerinin bağbozumu rengi solukları kadar ürpertici.
Öğlen güneşleri; üzüm salkımları kadar sıcak.