Füme rengi ankastre ve salonun duvarlarını süsleyen tablolarda kafamda en çok yer edeni Da Vinci'nin Son AkşamYemeği adlı yapıtıydı. Bir de renk ve uyum kombinasyonunu yakalamak amacıyla Abidin Dino'nun iki tablosunu asmıştım duvara. İmitasyon olmaları beni çok fazla rahatsız etmiyordu. Dört ayrı çağa ait olan bu resimler arasında kendimi oldukça genç hissediyor, bunun mutluluğunu ise şehvet derecesine varan duygularımda çok yoğun yaşıyordum. Gecelik misafirlerim olan fahişeleri ve hafta sonlarını benimle paylaşan sevgilimi saymazsak yalnız yaşıyordum evimde.
Toplumun, etik değerler diye adlandırdığı ahlak kuralları beni çok fazla ilgilendiriyor olmasa da ahlaksız sayılamayacak kadar mütevazi yaşıyordum hayatı.. Tıpkı Tolstoy'un Diriliş romanındaki karakteri Nehlyudov gibi...
'Nehlyudov'da da iki kişilik vardı. Biri tüm insanlık ve kendisi için mutluluk isteyen temiz bir ruh, diğeri kendi tatmini peşinde koşan hayvani tarafı...' diye bahsedilen Nehlyudov'un ruhunda, sevgilisi Katyuşa'ya duyduğu aşkı ben de onunla birlikte duyuyor, platonik olarak bu aşkı ben de yaşıyordum. Zaman ve mekan kavramına bağlı kalmak hoşuma gitmiyordu. İnsani değerler taşıyan tarafımı gözle görülemeyen bir kalenin karanlık zindanlarına hapsetmiş, hayvani tarafımla hayatı yaşıyordum. Soyut kavramlar, ki buna din de dahildi, askıya almıştım. Kadınları sevmek konusundaki özgürlüğümü ise sabahlara karşı biten sevişmelerde, cinsellik kisvesi adı altında sınırlandırıyordum. Aşk anlam kaybına uğramıştı.
Giden sevgilinin ardından dökülen yaşlar sona ermişti artık. Giderken götürmesi için aşkı ona hediye etmiştim. Şimdi daha yalın yaşıyorum hayatı. Her sevişmeden sonra ölüp her sabah yeniden diriliyorum...
Acı çekmek de neymiş!
Ben hayatı acısız yaşıyorum.
Kayıt Tarihi : 18.9.2005 13:47:00
© Bu şiirin her türlü telif hakkı şairin kendisine ve / veya temsilcilerine aittir.
TÜM YORUMLAR (2)