Her işin başı sabırdan geçiyor,
Sabır giderse din ve ahlak gider.
Sabır ile yüzde çiçek açıyor,
Sabır giderse din ve ahlak gider.
Yüce Hakka iman etmeyi öğren,
Sabırla Hak yola gitmeyi öğren.
..
Bazı bazı anlaşılmak ya da anlaşılmamak sorunu yaşarım. Bunu yaşadıktan sonra, bunda kendi katkı payımın ne olduğunu düşünürüm. Sorun katkı payımın ne düzeyde olduğunu tespit ise, karşı tarafın da taraf olduğu konuda, bu anlaşmazlıktaki katkısının da önemli olduğunu göz ardı etmemek gerek, kanaatine varınca her iki tarafı tarafsız bir şekilde ortaya koymak gerekir diye düşünürüm.
Burada taraflardan biri ben, diğeri o ise, ben benden kaynaklanan sorunu bence tespit edip sorunun kendimden olan kısmını giderebiliyorsam, (gidermem gerek) aksi halde sorunu karşı tarafın aldığı ve ya algılattığı gibi kabule yönelmem gerçeğine göre hareket etmem gerek. Sorunu, ben kadar karşı taraf olan, o taraf da tarafsızca kabullenmeli ki taraflar gerçek anlamda doğru ne ise, o doğruya ulaşabilsin. Yaşamdan edindiğim gerçek, taraflar taraf oldukları konu hakkında ya yeteri kadar bilgiye haiz değil, ya da taraf, taraf olmak zorunda olduğu tarafın tarafında yer alma iradesinden vazgeçmediğinden kendince, kendine ait olmayan değerleri kabullenip taraf olduğu “kendi tarafı değil” tarafa yaslanıp bi taraf olma biçimini karşı tarafa kabul ettirme heves ve iradesiyle hareket etmekten kendini alamaması..
Oysa benim taraftan kastım, bizzat kişinin kendisi. Oysa kişi, kendi kişiliği ve görüşünü tam olgunlaştıramadığından hep tarafı olduğu kişi ve kişilere yüklenerek cümle kurar, ve bu cümle ve cümlelerden aldığı güçle kendince haklılığını ispata çalışır. Bu durum aslında bir gerçeği ortaya çıkarır. Ki o da toplumda bireyin, neyi nasıl algıladığıdır. Burada birey, neyi nasıl algılıyor sorusunun sağlıklı cevaplandırılabilmesi hiç de kolay değil gibi gözükmekte. Oysa bu o kadar da zor bir olgu değil. Peki zorluk nerede, zorluk taraflardan birinin, toplumda bireylerin iletişimden ne kadar etkilendiğini bildiği ve bundan dolayı dürüst davranmadığından kaynaklanmaktadır. Yani; adam Marx’ı eleştirir, Mao’yu eleştirir, Darwin’i eleştirir, yetmez Atatürk’ü eleştirir. Sorun bu eleştiriler değil, sorun; eleştiriyi yapan kişi Mao’yu ne kadar biliyorda eleştiriyorda düğümlü. (Burada eleştiri olumsuz anlamda kullanılmakta.) İşte bu eleştiriyi yapan taraf, şunu biliyor ben Lenin’i eleştirdiğimde daha önce yapılan kara propogandalardan güç alarak, kütle beni benimseyecek. Ve de öyle oluyor. Yaslandığı en büyük mesnedi bu olan bu kişiler aslında dini de bilmezler. Bildikleri dini, dillerine doladıklarında bir toplum da bireyin dinden uzaklaşacağı, ikincisi de bu dinden uzaklaşan bireyin kendisini dindar zannedeceğidir. Ki bu iki tespit de doğrudur. Din burada islamiyettir. Bu şekilde ele alındığında toplumun gerçekte, din ile bağlantılarının koparıldığını herhangibir il, ilçe veya kasabada hatta köyde ne kadar camii var, ne kadar kütüphane ve kahve var karşılaştırılması bizi, toplumun din kullanılarak nasıl uyutturulduğu gerçeğini tüm çıplaklığı ile görmemizi ortaya koyar. Camilerin ta geçmişten bugüne nasıl şatafatlı yapıldığı, o gün de bugün de toplumda bireylerin ne yoksulluklar çektiği düşünülürse, firavunların piramitleri yaparken, insanları nasıl sömürdükleri gerçeğinden ne farkı var ki diye düşünmek gerekmez mi? Buradan bireyin, bir fikir beyanında bulunurken, birey kendi fikrinin ne kadar fikir olduğunu da bilmesi gerek. Gerek ki en azından kendine saygı duyabilsin. Yani, günümüzde dünyada belki de eşi ve benzeri görülmemiş bir manüpülasyon devri yaşandığından bireyin de aklı hiç şüphesiz karışmıştır. Burada birey kendine yön verirken, tüm ön yargılardan uzak dünyada insanın, insanlığın nasıl bir evrimden geçtiği gerçeğini kabullenerek fikir üretme mecburiyeti vardır. Bunun dışında tüm uğraşlar hem toplumu hem de toplumda bireyi felakete sürüklemektedir. Zaten emperyal güç, bunu bildiğinden bireyi, bireyin aydınlanmasına mani olma adına sanatı, sanatçıyı, romanı, şiiri, hikayeyi, hatta adı bilimsel olan makaleleri bile kullanmaktan çekinmemekte. Hızla tekelleşen dünya piyasası toplumu ve bireyi, suni mutluluklara boğmakta, tüm olguları metaya dönüştürmekten kaçınmamaktadır.
..
Nice hayatlar vardır Allahu teala'nın bahşettiği iman denizinde ''din din'' diye rabbelerine açılan
Nice Allah dostları vardır o zalim kişilerin,o hiç kimselerin ulaşamadığı
Nice iman edenler vardır bizler gibi Allahu tealayı,o Rabbimizi şah damarları kadar yakın hisseden kardeşlerimiz
Ve nice ümmetler verdır ki hz.Muhammet (s.a.v) ahlakıyla yaşayan.
Alahın emirlerine uyan,ibadet eden samimiyetle.riyadan,gıybetten,fitneden ve kibirden rahatsız olan Allah dostları.Haset etmeyen isyandan kaçınan.Kardeşlerinin faziletlerine gıbta eden.Kabullenemeyen isyancıdanda rahatsız olan Allah dostları.İyilere gıbta eden sevdiklerim,iftira atmayan din kardeşlerim Allaha karşı son derece samimi,en küçük günahtan sakınan,temiz olan,iyiliklerini riya için yapmayan mü'min kardeşlerim işte ben bunları seviyorum.Çünki ben iyilik yapmayı,müslüman kardeşlerimi sevmeyi ve tertemiz bir kalp ile tam Allah'ın emrettiği gibi ibadet etmeyİ zalimden cahilden ve pislikten raharsız olmayı biliyorum ve şükretmeyide elbet.Rabbimin tam istediği gibi olmayı ne çok seviyorum.Rabbimi ve peygamberimi en yakınımda hissediyorum ben.Ehlibeyt gibi...O güzel aile gibi yaşamayı çok istiyorum çünkü bu faziletlerin fıtratımda olduğunu biliyorum.
..
Oruç namaz kilmak ile
Günahtan arnmaz kimse
Her işine katmiş hille
Bize sormasin din iman
Menfaat olmuş din iman
Her yana kötülük salan
..
Atatürk modernleşmenin sadece rasyonalizmle olması gerektiğine inanmamaktaydı.Her şeyin akla dayanacağı bir modern dünyada her şeyin rengini ve ruhunu kaybedeceğini görmekteydi. Yani modern hayat içindeki insan dine daha çok ihtiyaç duyacaktı.Çünkü grilikten ve maddenin ağır baskısından bunalacaktı.İnsan aklının, fikrinin ötesinde başka renkler ve çizgiler peşinde koşacaktı.Bunu bilen Atatürk Diyanet İşleri Başkanlığını kurdu.Türkiye’de medeniyetin, dini ortadan kaldırarak değil de, bunun yerine, dini akla ve bilime dayandırarak gelişeceğine inanmaktaydı.
İnsanlarda din duygusu her zaman vardı.İster Tanrı’yı kabul etsin ister etmesin bütün inançların çıkış noktasını din teşkil etmekteydi.Bu yüzden dini inkar etmek toplumu inkar etmekti.Çünkü insanları bir araya getiren ve yine toluma ivme kazandıran güçlerden biri de dindi.
Dikkat edilirse resmin, mimarinin, edebiyatın ilham yoğunluğunu din düşüncesi oluşturmaktaydı. Antik şehirlerden kalan kalıntılara bakıldığında ağırlığı tapınaklar oluşturmaktaydı.Bugüne bakıldığında ise Avrupa şehirlerinde ve dünyanın birçok yerinde en çok dikkat çeken yapılar yine tapınaklardı.
Atatürk sahip olduğu o engin zekasıyla bunların farkındaydı.Bu yüzden İslam dinini hor görmemiş ve onu her türlü yobazlıktan arındırmaya çalışmıştı.
Bugün itibarıyla bakıldığında Türkiye’deki Müslümanlar modernleşmekteydi.Kendilerini geliştirmekte ve içine kapanık değil; rasyonel dünyada aklıyla, fikriyle, görüntüsüyle var olmaya çalışan bir konuma gelmekteydi. Türban bu çıkışlardan ve modern dünyaya adım atışlardan sadece biriydi.Hal böyle olunca bu kadar yol alan insanların geriye dönmek isteyeceklerini ve karanlığı isteyeceklerini düşünmek yanlıştı.
Öyleyse Türkiye’deki en büyük sorun neydi? Herkes kendi doğrultusunda cevap verecekti; ama bilinmeliydi ki en büyük sorun dış borçtu. Türkiye’ye en çok kimin ihanet ettiğini, bu ülkeyi en çok borçlandıranda aramak lazımdı.
..
Maden ocağına girdiğiniz zaman, imanınız; iman gücünüz, bir para etmez. Nasıl davranacağınızı ocak şartları belirler. Siz de bu şartları okur, öznel bilincinizle özel bağıntılı şartları o yerin yönergesi haline getirip davranırsınız.
Ha keza bir arabaya bindiğiniz zaman yine arabanın kendi dinamikleriyle, arabanın etkileşimde olduğu çevre girişmesinin dinamikleri, sizin nasıl davranmanız gerektiğini belirlerler. Meleklerin kanat sayısını bilmeniz, meleğe iman etmeniz, büyücülük yapan cinler bilginiz bu tür özel bağıntılar içinde solda sıfır kalır. İman gücünüz özel bağıntılı şartlar içinde şaşar.
Demek istemem şu. Din iman sosyal alanlı özel hayatın işidir. Toplum; özel bağıntılı üreten ilişkiler alanıdırlar. Özne olandan gayrı nesne olanın bağıntısıdır. Üretim işi özne nesnel süreçler girişmesidir. Siz nesnel olanı okuyup, öznel anlamalar ve anlatımların kuralı haline getirişle, bu yasallığı üretimlerin özel bağıntılı alanında işlerlisisiniz.
Yani din ve dini imanınız üretim alanının bir fonksiyonu değildir. Dinler, bir ucuyla özel bağıntı alanı kurallaşası olmayıp; akıl freninden kurtulmuş düşünmenin düşünmesi oluşla bir aksediştirler. Bu nedenle iman zaten toplumsal dokunun içinde olmazıyla laiklikti efor, tam anlamıyla “din işini devlet işinden ayıran bir kategorize de olamazlar.
..
Din Allah’tan inmeli;
Felsefeden din olmaz!
Ona vahiy denmeli;
Vesveseden din olmaz!
Zira o bir kanundur
Ne şunun ne bunundur
..
Yüreklere, gönüllere,sığdıramadığım dın,
Avuç açıp dileklerim de dileyebildiğim din,
Gönül sızımın çaresi,ümitlerimin yolcusuy dun,
Özlemlerime sevinç,beklenen din bugün den sonra,
Yarınlara ulaşan, yetişendin,koşandın,ulaşandın,
Çokmu büyütüp,boy, boy açtırdım bu sevdayı,
Dal,dal budaklandırıp,taşımayan yüküyle,
..
İlah
Toprak, su, hava, ateş! Eski zamanlardan beri, bunlardan en az birini kontrol eden “İlah”, hepsini kontrol eden ise “İlahlar ilahı” olarak düşünülebilir!
Bu konuda bildik şeyler üzerinden giderek nakil ile köreltilmiş günümüz insanının aklına (Kendi aklıma) bir kapı açmaya çalışacağım. Çok basit yazacağım.
Toprak, su, hava, ateş; eski zamanlarda bu unsurlara hükmeden insanlara “İlah” denmiş hatta bu unsurlara hükmedebilen “Yarı insan, yarı ilah” gibi ara formlardan da söz edilir. Hatta metafizik varlıklar (3. Boyut ile 2. Boyut arasındaki sinyal ve enerji türü) da bu kapsama dahildirler. “Boyutlar” konusundaki yazılarımda ayrıntılı bahis var! Madde boyutu, Dünya 3. Boyut; bunun 2. Boyutu data, ruhsal boyut; 1. boyut “Ben” tercih boyutu; boyutsuzluğu da hiçlik (Hiçin potansiyeli sınırsız, her şey hiçten var oldu) O, Tanrı makamı… Bu maddi alandaki 4 unsurun mana ayaklarını da düşünerek her boyuta bakan yönlerini açmaya çalışmak, “İlah” kavramını anlamak için faydalı olabilir!
..
Yeter bitsin bu kin,
Yetmedi mi ölenler oldu on bin,
Kahrolsun sağ sol,
Öne çıksın artık din.
Türk - Kürt - Çerkez övün,
Din elden gidiyor diye dövün,
..
İlim din gerektirir, din kolaylaştırıcı,
İlim ahlakla dosttur, ilime yol açıcı…
(2012)
..
Kimine göre o bir veli,ermiş; kimine göre ise ulema;
Bana göre kendini iyi yetiştirmiş, din adamı değil ama...
Aslında problem şurada, dini birilerine tahsis etme,
yani dini bilen kişileri din adamı olarak vasıflandırma...
..
DİN ANLAYIŞI
İsrafı önlemez mendûbu işler
Böyle mi olmalı din anlayışı?
Mendûp tavsiyeli israfsa haram
Böyle mi olmalı din anlayışı?
..
Muhatap alınmışız ki din din gönderilmiş,
İnsanlığımız için, hakikat emredilmiş…
(2012)
..
Dini yaşamaz ise kendine bir din bulur,
Kendi yaşadıkları kendisine din olur.
Aklısıra iyidir, onun kalbi temizdir,
Kendisi de, dini de, Şeytan'a oyun olur! ..
..
Din yoksa umutsuzsun umutsuz, yaşayamaz,
Din ile ruh doymalı yoksa tat alınamaz…
(2012)
..
DİNİN MİTLEŞTİRİLMESİ 2
Dinin mitleştirilmesi anlamında en büyük sorun ilmin kaynağı noktasın da ortaya çıkmaktadır.Felsefi Tasavvufla İslam literatürüne girmiş olan ve Kuranda ki bir kısım kıssaları kendine mesnet alan bu düşünceye göre (Hızır Musa kıssası Davut Belkıs kıssası gibi) ilim Vahiy ve kesb (çalışarak kazanma) dışında ilham keşif ledün burhan rüya nazar v.s yollarla da öğrenilir ve bu yollar belli nefis mertebelerine ulaşmış zevata has olup bu bilgi kaynakları tamamen ilahidir.Ve bu yolla elde edilen bilgiler (Musa Hızır kıssasında olduğu üzere) Zahirle çelişebilir ve şeraitin görünen zahiri hükümleriyle tezat teşkil edebilir işte bu düşünce bir takım zevat ve zümreye exra yorum ve tahrif hakkı tanımakta bu zevat elde ettiği bu yetki ile beraber ben hakkım (tanrı) diyebilecek kadar kendini yetkin hissetmekte ortaya koyduğu bu cürüm ise kendisi ve bağlıları tarafından ‘Biz kabuk ilmi olan şeraitle mukayyet değiliz biz ilim ehlinin anlayamayacağı bir mevki ve bilgiye sahibiz bize ilham ediliyor diyebilmekte bazen aldıklarını söyledikleri ilhamla şeraitin haram kıldığı bir çok fiili işleyebilmektedirler.Esasen son peygamber Hz. Muhammet ile kayda bağlanan vahiy bu anlayışla bu anlayışla birlikte Vehbi bilgi olarak devam ettiği argümanı mitleştirilen bu zevat tarafından istismar edilmeye devam edilmektedir.Bu hurafe ile tarih boyunca bir sürü Mehdi Mesih Evliya v.s türemiş ve türemeye de devam edecek gibi görünmektedir.Bu zevatı ve eserlerini tenkit etmek mümkün değildir çünkü bu zevatın ilimleri ve eserleri Vehbi olarak yazdırıldığından bunları tenkit etmek o ilmi gönderen zata karşı çıkmakla eş anlama gelmektedir. Bu şekilde bir mitolojik şahsiyet ve onun etrafında dokunulmazlık sağlanmaktadır. Bu şahsiyet müritlerini her türlü murakabe ve gözetim altında tutabilmekte baş parmak tırnağına bakarak sayıları ne olursa olsun ve ne halde olurlarsa olsunlar onları görebilmekte hatta gece kaç defa sağına ve soluna döndüklerini bile bilebilmektedirler.
Oluşturulan mitlerden biriside içtihat selahiyeti meselesidir.Burada içtihat edecek kişilere yüklenen yüce vasıflar aşılmaz duvarlar haline getirilmek sureti ile İslamın her türlü şarta ve probleme çözüm olma yönü yani evrenselliği ortadan kaldırılmış bu şekilde yeni meselelere din çözüm getiremeyince insanların indinde dinin evrenselliği zaafa uğradığından bu durum din düşmanları için bir fırsat olmuş ve de kainat boşluk kabul etmez kuralınca bu boşluk seküler hukuk la doldurulmuştur. Birileri içtihat kapısını kapatma yetkisini kendisinde görüp İçtihat ehliyetini de mitolojik varlıklara bırakınca İslam hukukunun en hayati damarı olan bu yol kapanmış bu anlayış içtihat edecek din alimlerinin de cesaretini kırmıştır. Bu gün yer yüzünde ki binlerce alim ve aydın bu korkuyla yeni bir şeyler ortaya koyma yerine zamanla mukayyet olan içtihatları nakil etme kolaylığını seçmektedir. Oysa Mecellede ifade edildiği gibi ‘Ezmanın tağayyürü ahkamın tağayyüruna mani değildir.’esasınca zamanın değişimi ile yeni şartlara uygun ahkam oluşturmak müçtehit alimlerin görevidir.Bulunduğu asrın imkanlarıyla mukayyet olan içtihatları günümüz toplumuna uygulamak islamın izzetine yaraşır bir durum değildir.İçtihada engel olmak devamlı bir menbağ olarak akması gereken ve dinin canlılığını sağlayan içtihat ırmağını kurutur ve maalesef bu gün bütün İslam ülkelerini emperyalist seküler hukuk yönetir hale gelmiştir bunun vebali içtihat kapısını kapatanların ve bunu ümmete lanse edenlerindir.
Bir diğer konu sınıfsal mitolojidir ki erenler dedeler kutuplar gavslar üçler beşler yediler kırklar veliler mürşitler üstatlar v.s bir çok manevi makam ihdas edilmiş bu zevat olağan üstü güçlerle donatılmış ve bağlıları bunlara rabıtayla bağlanıp bu zevattan istimdat ve medet umar hale getirilmiştir.İşlerini bu zevata havale eden dini bu zevatın buyruklarından ibaret sayan ve bunların kendilerini gözetip kolladığını düşünen hidayet ve himmeti bu zevata hasreden onların kabirlerine adak adayıp dilek dileyen ölseler de tasarruflarının devam ettiğine inanan anlayışın İslam ve medeniyet adına ortaya ne koyabileceğini varın siz düşünün.Kuranda ve sahih sünnette hiçbir karşılığı olmayan bu kavramlar Hint İran ve eski Türk kültürüyle islama girmiştir.Oysa dinde sınıfsal ruhbaniyet yoktur diyen Kurana uymayan bir dizine mitoloji kahramanı ve onlar adına üretilen bidatler kendisine isnat edilen bu kimselerin bir çoğu büyük din alimi ve fazıl kişilerdir.Fakat esas problem onların isimlerinden nem’alanan ve onların tahrif ettikleri fikirlerini kendilerine ve meşreplerine ayrıcalık edinenlerde onlar önce kutsallaştırdıkları bu zevatı ümmetin üstüne kılıç gibi doğrultmakta ve bu ulu şahsiyetlerin yüzü suyu hürmetine ümmeti maddi ve manevi sömürmektedirler.Bu o ulu şahsiyetlerin kusuru ve eksiği değildir tabi ki çünkü cahiliyye döneminde Arapların dört büyük putu olan meşhur putlarda daha önce yaşamış Salih insanlar olduğu düşünülürse aynı hastalığın Salih insanların putlaştırılması şeklinde devam ettiği söylenebilir.Bizim inancımız geçmişte yaşamış bütün alimleri ve Salihleri hayırla yad etmektir.Fakat bizim bu hayırla anışımız onlara atfedilen hurafe ve bidatlere karşı çıkmamıza engel teşkil etmez Bir alimi yada Salih insanı sevmek onu mitleştirip insan üstü vasıflar yüklemekle değil onun fikirlerinden istifade etmekle olur bu istifadenin ölçüsü ise Kuran ve Sünnet mihengine vurma bu ölçüye uyanı alma uymayanı ise reddetmekle olur.Bir alimin büyüklüğü bıraktığı Salih hizmet ve eserlerle ölçülür bazı alimlerin kendilerine ait yazılı eserleri yoksa da hizmetleri çoktur veya yetiştirdikleri talebeler vardır ilk müçtehit alimler eser kaleme almamayı başkalarının fikirlerini ipotek altına almamak için özellikle tercih etmişlerdir.İşte bu tavır mitleşme endişesindendir.Ebu Hanifenin kendisine nispet edilen küçük hacimli beş risale dışında yazılı bir eseri bulunmamaktadır ki bir çok alime göre bu eserleri de ondan talebeleri derlemiş olup kendisine ait yazma eseri bulunmamaktadır.fakat bu onun hizmetinin değerini azaltmamıştır talebeleri onun bir kısım fikirlerini kabul ederken bir kısmına da itiraz etmişlerdir.Bu şunu gösterir ki ilk dönem nesline göre bir alimin fikri tabu değildir mutlak hakikat asla değildir.tenkit edilir gerekirse de reddedilir bu selef döneminde garipsenen bir durum değilken maalesef süreç içerisinde taassup hastalığı fikirlerin ve alimlerin mitleştirilmesiyle sonuçlanmıştır.Bu mitleştirmeyle ilmi gelişme durdu ve kör taklit ve taassup dönemi başladı artık müstakil fikir serdetme yerine eski eserlere şerh haşiye zeyl yazılmaya başlandı ve bütün fikirler eski fikirlerin kompleksli gölgesinde kaldı ve netice olarak İslam dünyası bu günkü içler acısı durumuna düştü. Bir takım kötü niyetli kişiler ise alimlerin eserlerini şerh haşiye ve zeyl eklerken kendi fikirlerini o alimin ismi altında pazarlamaya bazen da o alimin fikirlerini tahrif ederek kendi sapık fikirlerini empoze etmeye başladılar.Bu konuda tabiki en büyük zülüm hadis konusunda ortaya konmuştur peygamber söyledi deyip zehirlerini ümmetin aşına kattılar peygamberi mitleştirenler hemen bu fikirleri aldı bunlar peygambere ait olamaz diyenleri ise aynı kişiler sapıklık ve dalaletle suçladılar.Peygambere yapılan bu zülüm alimlere hayliyle daha rahat bir şekilde yapıldı bu tahrifat bazen alim zatın talebeleri tarafından bile değişik gerekçelerle yapılabilmekte dikta dönemlerinde kitapları kabul ettirebilmek yasak yayın olmaktan çıkarabilmek daha anlaşılır hale getirmek başka bir dile tercüme etmek ve o dilin tercüme edilen tarafından tam bilinmeyişi gibi nedenlerle bu tahrifat gerçekleşebilmektedir.Bu durum AbdulKadir Geylani İbni Arabi Mevlana gibi alim zevatın eserlerinde çok bariz bir biçimde görülebilmektedir.Bazen bir alim hayatta iken bile bu durum başına gelebilmektedir.kaldı ki ölenin başına gelenleri tahmin etmek zor olmasa gerektir.
Diğer bir kutsama tarihle ilgilidir.İnsan psikolojisinde nostaljik olarak geçmiş hep daha iyi olarak algılanır geçmişler ve atalar devamlı doğru ve güzel şeyler yapmış olarak düşünülür buna birde vefa duygusu eklenince bu duygu bir kat daha artar tabi bu din konusunda olunca ortaya atalar dini miti çıkmakta ve aşılamaz tabular var edilmektedir.Töre ve örf de işin içine girince bu kültürü tenkit vatana millete ve geçmişe ihanet sayıldığından hakikati ortaya koymak artık çok daha güçtür.Bazen bu kültür ve mitleri kanunlarla da korunuyor
olabilmektedir o zaman olay hem maddi hem de manevi bir baskı haline dönüşmekte bu atmosferde hakikati ortaya koymak ve fikri terakki bedel isteyen bir hal almaktadır.hem toplum hem de kanun fikir sahibini baskı altında tuttuğundan geçmişte yapılan hatalarda ibret alma olasılığı da ortadan kalkmaktadır.
..
Bu üçlü yapının alanı belirgince belli olmayınca, gelişen toplumsal yapı, sorunları bilinip anlaşılmayıp, cevap verilemez olunca, bunalımlar kaçınılmaz oluyordu. Bu dönemde dinsel şiddet, baskı artıyordu. Zamanla bu dinsel gücü elinde tutan kral rahipler, dinsel anlamalarla toplumu düzenlemeyi sürdürür oldular. Gelişmiş din anlayışında bu halifelik olarak, göksel egemenliğin saltanatı olarak devam etti. Bu evrim, zaman içinde, somut koşulların topluma inançsal çözüm gibi sokulması ile inançların halk ve toplum üzerinde muktedir oluşunu artırıyordu ki, bu din adamları sınıfını ve egemenliklerini kat kat yaygınlaştırdı. Baskı otorite olup çıktı. Bu zorlanış laikleşme ve hoşgörü tutumlarını da yapılaştırışın başlangıcı olacaktı.
Toplumsal yapı iyice geliştikçe, dinsel yapı, ayağına pranga oluyor, taşınamaz bir yük arz ediyordu. Çatışmalar yüzyıllar boyu şiddetini artırıyordu. Artık savaşlar alttan alta, nesnel egemenlik savaşları kılığında, ama dinsel görünümlü idi. Dinsel karışma, toplumsal yapıda, nesnel belirlemelerle beraber işletilirken, güya gelişme dinsel anlayışlarla yapılıyor, tanrısal irade ile sağlanıyor, görünüş ve İlizyon yanılması, bakış aldatılması verdi.
Ne var ki gelişme gelenekleri dahi değiştirdiğinden, din ananelerden dönüşü, bir sapıklık ve sapkınlık görerek tam bir karabasan olup çıktı. Çünkü din, çok kere gelenekleri din, inanç olarak benimseyip tutumlaşıyordu. Eğer yeni bir din kuruluyorsa, yeninin yerleşebilmesi için, eski alışma ve alışkanlıkların, geleneklerin, yanlış olduğunu söylüyordu. Tabi kendisi için söylemdi. Eğer kendi gelenek ve uygulama benimsenme olmuş ise; eğer kendisi gelenek olmuş sürüyor ise, her yeniyi bidat ve sapıklık görme eğilimindedir. Bu da onun doğası gereği normal bir seyirdir.
Toplumsal düzen, toplumun üretim güçleri ve üretim ilişkileri ile bu üretimin, haksız paylaşılmasındaki bozukluktan kaynaklanıyorken, çözüm de, tam da burada olacakken, Tanrı buyruklarına uymamanın ahlaksızlaşmanın nedeni ile bu bozulmalar olunuyor sanılıp, öğretilendi. Sorun yapı içinde çıkıyor, yapı sorun oluyor ve yapı çözüm olması gerekirken, ahlaksızlık ve inançlara saygısızlık, tanrı emirlerine uymama, sorun ve çözüm olarak gösteriliyordu. Sorun da, çözüm de, tersten ortaya konuyordu. Hâlbuki ahlaksızlık, üretimin paylaşım bozukluğuna göre artıyorken: Ahlaklı olma, alçak gönüllülükle boyun eğiş olarak tanımlanıyordu. Bu da içinde çıkılmaz bir tevekkül edişti.
..
Dostlar, ölenin arkasından hep iyi şeyler söylenir. Ama, tüyü bitmemiş yetim hakkını yiyenler için ne demeli bilemiyorum? ! . Biliyorsunuz Erbakan ve şimdi yönetimde bulunan c.başkanı ve başbakan ve daha niceleri, hazineden yapılan yüklü tutarda yardım parasını iç etmişler, aralarında sanırım paylaşmışlardı! (Aslında böyle bir yardım doğru değil. Hazine partilere para vererek, şu koyunları kaval sesi ile güdün diyor!) Suçlu bulunup cezalandırılmaya gelince de, biri c.başkanı, diğeri başbakan başta olmak üzere kolları sıvayıp, af üstüne af çıkararak hem cezayı indirdiler, hem de ev hapsi ayaklarından kıyak çekerek ustalarını affettiler. Yani tüyü bitmemiş yetimin hakkı olan hazine parası vicdanları el verdi mi bilmiyorum ama yenilip yutuldu! ? . Hatta o kadar tatlı geldi ki bu para, Erbakan oğlunu, kızını, damadını....da siyasete soktu, ölmeden önce! Numan Kurtulmuş' un kurduğu partiden, kurucuyu kışkışlayıp üstüne oturdular. Ayıptır, yakışmaz gibi ahlaki değerler yine göz ardı edildi. Demek ki bu yol böyle gidiliyor bunlarca! Din iman para, çıkar önemli olan. Nerede kaldı kul hakkı, insanlık, insaf, merhamet....gibi değerler? O zamanlar Erbakan' ın 180 kg. altını olduğu söylentileri de gündemdeydi! Yetmemiş demek ki. Gözünü toprak doyursun. Ya ötekiler? ! .Onlar ya yargılanmadılar, ya oldu bittilerle zaman aşımı veya bildik tanıdık yargıç ve savcılar sayesinde sanırım beraat ettiler, ettirildiler! ! ! Türkiye! ' deki bankalar yetmedi, İsviçre'lerde sırdaş/gizli hesaplar açtırıldı! Oralarda kara paralar aklanır, saklanır...Ama işe para girince, din iman onlardan kaçıyor, yalnızca gariban halka ait oluyor. Halka diyorlar ki 'siz bizi sürekli seçin, bizim dediğimizi yapın, biz her şeyi yaparız, siz karışamazsınız. Siz koyun sürüsü olarak kavalın sesini dinleyin'! Örnekler mi, Mübarek, Ali, Kaddafi, (Faysal) , Recep,...! ..,....! ..,...! ....! ! hep müslüman ülke yöneticileri bunlar. Paralar gavur memleketinde! Halk yokluk, yoksulluk, yoksunluktan inim inim inler onlar, altınların/paranın üstüne kurka yatar! Ahmet EMER
..
Eğitim Üzerine Yazılar
EĞİTİMDE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ
Eğitimde özgürlük olmazsa olmazlardandır. Bu inanma ve inandığı gibi giyinme olduğu kadar inancının gereklerini yerine getirebilme özgürlüğüdür. Bu özgürlük eğitimin başta gelen zaruretlerindendir. Bu zaruret bu güne kadar anlaşılamamış, anlayanlarca da zamanı değil diye sürekli ötelenmiş, bu günlere gelinmiştir.
Bugün şu açık bir hakikat olarak ortaya çıkmıştır ki dini özgürlüklere engellenirse gençlik uyuşturucunun esiri olacaktır. Bu da yetmeyecek din özgürlüğü engellenirse uyuşturucu yanında çeşitli ahlaksızlıkların yayılmasına yol açacak, daha da ileriye giderek ateizm yayılacaktır. Aslında dini özgürlükleri kısıtlamanın gizli amacı da gençliği dinden uzaklaştırmak, inanç ve düşünce yoksulu haline getirerek kötü emellerine alet etmektedir. Eyyamcı, gezici, eylemci, terör örgütlerinin eleman devşirme haline gelmiştir, X, Z ve Y Kuşağı nesiller böyle oluşmuştur.
..